Sosyal Güvenlik Reformu ve İstihdam Paketi

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, 2008’i işsizlik ve kayıt dışı istihdamla mücadele yılı olarak ilan etmişti. İşsizliğin çözülmesi vaadi, son altı yılın performansıyla birlikte değerlendirildiğinde hiç de inandırıcı bulunmuyor. Bu süre içinde yılda ortalama 1.3 milyon kişiye istihdam sağlanmış olması ve gerçekleştirilen ekonomik büyümenin istihdam artışına aynı paralelde yansımadığı gerçeği ortadadır. Büyüme hızını düşüren ve dünyadaki ekonomik krizden korunmak için ciddi önlemler alacağı öngörülen hükümetin işşizliğin çözümü vaadini yerine getirmesi pek olası görülmüyor.

Yetkililer, Sosyal Güvenlik Reformu’nun 20 yıl sonra emekli olacakları bağlayacağını belirtip yasaya tepkileri hafifletmeye çalışırken, kamuoyunda reformun çalışmakta olan sigortalılar için hak kayıpları getirebileceği tartışılıyor. Tasarının, Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen ilk haline göre, özellikle işçiler için daha ağırlaştırıcı hükümler getirdiği belirtiliyor. İşçiler yasa çıkar çıkmaz emekliliklerinde daha düşük emekli maaşı alacak. Emekli yaşı, 2036’ya kadar 60, o tarihten sonra kademeli olarak yükselerek 2055’te 65 olacak. Esnek istihdam, işten çıkarma, mevsimlik çalışma gibi nedenlerle özel sektörde 9 bin günü doldurmak ve 65 yaşı bulmanın çok zor olacağı, ‘Nasıl olsa emekli olma şansım olmayacak’ söylemine koşut olarak kayıt dışı çalışmanın özendirilmiş olacağı ileri sürülüyor. Çalışırken ölen bir sigortalıya 1800 günü olmadığı için aylık bağlanmazken, emeklilik hakkını kazanamayan milletvekillerinin, yeniden seçilmeyip işsiz kalmaları halinde ayda 1.480 YTL temsil ödeneği alacak olması ciddi bir çelişki olarak vurgulanıyor.

İstihdam Paketinin diğer ana eleştiri konuları ise kıdem tazminatının ve belirli sayıda kadın çalıştıran işyerlerinde emzirme odası, kreş bulundurma, hükümlü çalıştırma zorunluluklarının kaldırılması, 18-29 yaş arası yeni istihdamda 5 yıl süreyle işveren priminin devletçe ödenmesi olarak sıralanabilir. Birçok şirketin, emzirme odası gibi zorunluluklara ceza ödemeyi göze alarak uymadığı bilinen bir gerçekken, bunun kadın istihdamını artırmaya yönelik bir katkısı olamayacağı çok net görülebilmektedir. Gençlerin istihdamına kolaylık sağlanmaya çalışılırken, kadın çalışanların istihdamına yönelik daha somut çözümlerin eksikliği reform paketinin inandırıcılığını azalttığı açıktır. SSK priminde işverene düşen pay kaldırılırken, genç çalışanların zaten düşük olan net ücretinde artış sağlayacak bir düzenlemenin olmamasının adil bulunamayacağını söyleyebiliriz. Tasarının hayata geçmesiyle birlikte 30 yaş üstü çalışan kesimin, kalifiye elemanların kaybedilmesi riski ortaya çıkmaktadır. Hatta beş yıl boyunca primi hazine tarafından ödenecek bu genç işgücünün daha sonra işsiz kalma tehlikesiyle yüz yüze kalabileceğini söylemek de yanlış olmaz.

Kıdem Tazminatı için her çalışanın maaşından kesilecek %3 oranla bir fon oluşturulacağı söylemi ise uygulamada altından kalkılamayacak kadar büyük kargaşaya neden olacaktır. İşçi için son derece faydasız olan bu uygulama işveren için de “çalışanın sadakatinin kaybı” gibi bir sonucu doğuracaktır. Açıktır ki şu anda birçok emekçi kıdem tazminatı hakkını kaybetmemek için bağlı olduğu şirketindeki çalışma hayatına devam etmektedir. Emeğin bu istikrarlı çalışmasının kaybı sirket performanslarını derinden etkileyecektir. Diğer taraftan uzun süredir bünyesinde çalışmakta olan işçisini işten çıkarma konusunda işçi alehine işverene büyük kolaylık ve avantaj getirecektir. Üstüne üstelik çalışanlar için tümelde kazanılmış hak niteliğindeki “kıdem tazminatı” uygulamasını ortadan kaldırmak ne derece hukukun temel esaslarına uygundur?

Bence bu Sosyal Güvenlik Reformu ve İstihdam Paketi ile tüm çalışanların, özelde de kadınların istihdam piyasasında AB standartlarında var olması engellenmektedir.

Tuzla Tersanesi’ndeki İş Kazaları

Son 8 ayda 18 kişinin hayatını yitirdiği ve kimbilir kaç işçinin yaralandığı Tuzla Tersanelerindeki iş kazaları İnsan Kaynakları işinde profesyonelleşenler için çok dikkatle takip edilmesi gereken bir durumdur. Toplamda 22 bin civarında işçinin emek verdiği tersanelerdeki güvenlik uygulamalarının sadece dört bin işçiyi kapsaması ve gerisinin insanlık dışı koşullarda çalışması acaba ne zaman son bulacak? Günlük 20 ile 50 YTL arasındaki yevmiyeler ile çalışan ve bir bölümünü de vasıfsız göçmen işçilerin oluşturduğu bu kitlenin geçim zaafiyetlerinden faydalanan taşaronlar ne zaman ‘gerçekten‘ cezalandırılacak ?

Tuzla tersanelerindeki taşeron işçiler arasında örgütlü Limter İş, TMMOB İstanbul il Koordinasyon Kurulu, Türk Tabipler Birliği ve İstanbul İşçi Sağlığı Enstitüsünün ortak hazırladığı raporaki çözüm önerileri, hayata geçirilmeyi bekliyor. Ortak rapora göre, iş kazalarının ana nedeni işverenlerin işleri taşeronlar eliyle yürütmesi. Hazırlanan raporda özetle şu tespit ve önerilere yer verildi:

Nedenler :

1. Ölümcül iş kazalarının temelinde, gemi inşa yapımındaki iş ritminin ve çalışma saatlerinin artırılması, mekânın daralması ve büyümeye uygun iş güvenliği tedbirlerinin ana işverenlerce karşılanmaması yatmaktadır.

2. Tersanelerdeki ana iş (çelik profilleri işlemek) hukuka aykırı şekilde taşeron şirketlere kaydırılmıştır. Bu, iş güvenliği, emek maliyeti ve sosyal hakların da esas işveren olan tersane sahipleri tarafından, daha zayıf ve daha küçük işletmelere aktarımıdır.

3. Aynı anda aynı tersanede onlarca başka irili ufaklı taşeron şirketle yan yana çalışan taşeronların bir araya gelip, çalışma alanında önleyici genel tedbirleri (kabloların bakımı, gaz ölçümü, iskelelerin uygun kurulması) alma gücü yoktur. Bu konuda ana işverene yükümlülükler düşmektedir.

4. Uygulanması gereken eğitimler, işçi sirkülasyonunun yoğunluğundan çalışma şartlarına uygun ve efektif değildir. İşçilere işe uygun kişisel koruyucu donanımın sağlanması işletmelerin insafına kalmıştır.

5. İşyeri hekimi hizmetleri, yalnızca ana işveren tersane sahibinde kadrolu olanları kapsamaktadır. Tersanelerde bu alandaki imkânlar çok yetersizdir.

6. Bakanlığın teftişlerinin kapsamı dar kalmakta ve haberli yapılmakta, kazalardaki sorumluluğun büyük kısmının işverenler olduğu tespiti ve noksanların dökümü kurumun kendi raporlarıyla tespit edilmesine rağmen, uygulanan (çoğunlukla parasal) yaptırımlar yetersiz kalmaktadır.

Çözümler :

1. Gemi yapım sürecinin asıl iş alanı olan çelik profil ve sac işleme işinin İş Yasası’na aykırı olarak çeşitli tanımlar altında taşerona verilmesi kayıt dışılığa neden olmaktadır. Talebimiz, sigorta primlerinin ana işveren tarafından ve alınan ücret üzerinden ödenmesiyle her türlü kayıtdışılığın önüne geçilmesidir.

2. İş güvenliğinden sorumlu mühendis ya da teknik elemanın denetim bağımsızlığı sağlanmalı, efektif üretim süreci kontrolü gerçekleştirilmelidir.

3. Her tersanede, işçi sayısının 50’yi aşmasına bakılmadan, işin ağır ve tehlikeli olma niteliği dikkate alınarak revir (işyeri sağlık birimi) ve ambulans bulundurulması sağlanmalıdır.

4. Tuzla Bölgesi’nde tam teçhizatlı bir kamu hastanesi kurulmalıdır.

5. Tersane mesaisinde, işverenlerin çalışma süresinin günde 7,5 saat, haftada 37,5 saat sınırlandırılmasına kesinlikle riayet etmesi sağlanmalıdır.

Günün Haberi MİGROS’dan

Benim İnsan Kaynakları kariyerimde çok önemli yeri olan Migros’un satışı son günlerde ekonomi gündemini meşgul ediyordu. Nitekim sonunda İngiliz BC Partners’a satıldı. Bugünkü Radikal’de aşağıdaki bloguma taşıdığım haber çıktı ve ben çok sevindim.

Bülend Özaydınlı ben Migros’da çalışırken Nakaştepe’ye çekilmişti. Kendisi açısından çok parlak olan bu ilerleme Migros’da tam tersi etki yaratmıştı. Bana göre Bülend Bey’in ayrılması ile Migros Türkiye perakendecilik sektöründeki innovatör kimliğini tümüyle kaybetti. Ben şirkette çalışırken, Bülend Bey’in gidişinden çok kısa süre sonra insanların kafaları ve ellerinden çok ağızları “kötü niyetli” çalışmaya başladı.

Aslında Koç’un Migros’u elden çıkaracağını duyduğumda hiç üzülmemiştim. Zaten Rusya Ramstoreların Enka’ya devredilmesi dünya devine dönüşebilecek bir şirketi göz göre göre parçalamak demek. Ama tabii şirketi dünya devine dönüştürebilecek kapasitede yöneticileriniz yoksa ( ki yok ), Koç Holding’in başında oturanlar da çareyi dinamik perakendeden çıkmak ve stabil enerjiye yönelmekte bulmuşlar. Benim bıraktığım Migros “yenilikçi-yaratıcı” yönetim açısından gerçekten berbattı, Bülend Bey’in mirasını sadece tüketen mirasyediler gibiydiler ama şimdi görülüyor ki herşey değişecek … okuyun lütfen …

Migros’a 1.9 milyon YTL veren grubun yönetimini, vaktiyle Koç’ta CEO ve Migros’ta müdür olan, kurumun satışına karşı çıkan Özaydınlı üstlenecek.

RADİKAL – İSTANBUL – Bülend Özaydınlı 2000 yılında Tofaş’ın başına geçmek için ayrıldığı Migros’a yeniden dönüyor. Koç Holding İcra Kurulu Başkanlığı’ndan geçen yıl Migros’un satışını istemediği için ayrılan Özaydınlı bu kez Türkiye’nin süpermarket devinin kapısından patronlardan biri olarak giriyor. BC Partners’ın satın alma operasyonuna baştan sona kadar katılan ve yeni dönemde şirketin Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapacak olan Özaydınlı’nın Migros’ta bir miktar hissesi de olacak.

Çünkü BC Partners, 10 yılını verdiği Migros’u daha da büyütmesini istiyor. Bunun yanı sıra dünyanın büyük şirketlerinde üst düzey yöneticilere verilen hisse senedi opsiyonları Özaydınlı’ya da verilecek. Önümüzdeki yıllarda Bülend Özaydınlı’nın Migros’taki payı şirketin hisse senedi ve mali performansına bağlı olarak artabilecek.”Girişim sermayesi şirketleri genelde beş yıl kalıp sonra ortak oldukları şirketten hisseleri satıp ayrılır. BC Partners da böyle mi yapacak” sorusuna “BC Partners isterse ayrılabilir, ama ben hep burada olacağım ve Migros’u Türkiye’nin en kurumsallaşmış şirketi haline getireceğim. Migros’un Türkiye’deki geçmişi kendisine talip olanların tümünün kuruluşundan bile eski. Yani bu anlamda da çok önemli bir kuruluş” diyor.

‘Birbirimizi bulduk’
Migros’un yeni sahiplerinden Özaydınlı “Siz mi BC Partners’ı, yoksa onlar mı sizi buldu?” sorusuna ise şu yanıtı verdi:”Migros iş hayatımın en güzel yıllarının geçtiği şirketlerden birisi. Koç Holding satışa çıkardığını açıklayınca çok ilgilendim ve ciddi mesai harcadım bu iş için. Onlar da ilgileniyorlarmış ve böylelikle bir araya geldik. Yani birbirimizi bulduk.”

Özaydınlı şirketin kaptan köşkündeki ‘bir numaralı kişi’ olacak ve yönetimi tayin edeceği bir genel müdürle birlikte götürecek. Grubun en hızlı büyüdüğü Tansaş’ı, Yapı Kredi Bankası’nı ve Tüpraş’ı bünyesine kattığı dönemde kaptan köşkünde oturan Özaydınlı için Migros’un önemi büyük. Çünkü 2007’nin mart ayında Koç Holding İcra Kurulu Başkanlığı’ndan sürpriz bir şekilde ayrılan Bülend Özaydınlı uzun yıllar Migros’ta Genel Müdürlük yaptı. Migros, Özaydınlı’nın yönetiminde olduğu 1990-2000 yılları arasında çok hızlı şekilde büyüdü, bir perakende devi haline geldi ve yurtdışına açıldı. Gruba yakın kaynaklara göre Özaydınlı’nın Koç Holding’den ayrılma kararı vermesinde Migros’un satışı konusundaki görüş farklılılığı da önemli rol oynadı. Migros’un satılmasını istemeyen ve bu şirketin Arçelik’le birlikte bir dünya şirketi haline gelebileceğini düşünen Özaydınlı elden çıkarma kararının ardından Koç Grubu ile yollarını ayırdı.

Satışa katılım neden az oldu?
Özaydınlı’nın Migros’u Koç Grubu’nun her gün Türk halkının önemli bölümüyle iletişim kurduğu bir kanal olarak gördüğü biliniyor. Migros’ta son tura kalan alıcı sayısının az olmasının en büyük nedenlerinden birisi sektörün önde gelenlerine göre Koç Holding’in Rusya’daki 43 RamEnka mağazasında sahip olduğu yüzde 50 hisseyi ortağı Enka Grubu’na devretmesi. Başta Moskova olmak üzere Rusya’nın önemli şehirlerindeki mağazaların Enka Grubu’na devri, bu dev pazara girmek isteyen ve bu nedenle de Koç Grubu ile görüşmeler yapan Amerikalı perakende devi Wall Mart’ı küstürdü. Fransız perakendeci Carrefoure’un da bu nedenle Migros’tan vazgeçtiği öne sürülüyor.