Stratejik Liderlik Fonksiyonları

Şu an John Adair‘in Etkili Stratejik Liderlik kitabını okuyorum. 3000 yıllık askeri gelenekten gelen strateji kelimesinin liderlik yetenek ve yetkinlikleri bağlamında siyaset alanındaki yansımaları ve sanayi devrimi ile birlikte işletmeler boyutuna taşınmasına dair öğretici, ilham verici, yönlendirici, ikna edici, nefis bir eser.

Kitabın dördüncü bölümünde yer alan Stratejik Liderlik Fonksiyonları başlığının özetini Kaynağım İnsan’a taşımaktan kimse beni alıkoyamaz.

Aşağıda yazılanların hiçbirinin size yabancı gelmeyeceğini biliyorum. Ama zaten nüans bilmekte değil başarılı uygulayabilmekte, değil mi?

😉

Stratejik Liderliğin Üç Ana Fonksiyonu:

1. Ortak gayeyi başarmak

2. Takım kurmak ve muhafaza etmek

3. Ferdi motive etmek ve geliştirmek

Stratejik Liderliğin Detaylandırılmış Fonksiyonları

– Teşkilatın tamamı için bir yön tayin etmek ….. Gaye/Vizyon

– Başarılı bir strateji ve politika tayin etmek ….. Stratejik düşünme ve planlama

– İcraatin gerçekleşmesini temin etmek (geniş kapsamlı idari sorumluluk) ….. Operayonel/İdari

– Teşkilatlama ve yeniden teşkilatlanma (bütün ve kısımlar arası denge) ….. Teşkilatın duruma bağlı ihtiyaçlara uygunluğu

– Müessse ruhunu ortaya çıkarmak ….. Enerji, moral, itimat, takım ruhu

– Teşkilatı diğer teşkilatlara ve toplumun tamamına bağlamak ….. Müttefikler, ortaklar, hissedarlar, siyasi teşkilat

– Bugünün liderlerini seçmek ve yarının liderlerini yetiştirmek ….. Numune yoluyla öğrenmeyi öğretmek, öğrenmeyi idare etmek







Sıfıra Sıfır, Elde Var Mobing – Çağlar Çabuk

Elma Yayınevi’nden çıkan Çağlar Çabuk’a ait ‘Sıfıra Sıfır, Elde Var Mobing ‘ kitabı iş hayatında sıklıkla rastlanmakla beraber, çok az dile getirilen mobing sorununu çok boyutlu ele alıyor.

Heinz Leynann “işyerinde gerçekleşen psikolojik taciz ve yıldırma” olarak tanımlıyor mobing sürecini. Çağlar Çabuk’un sık sık örneklendirerek aktardığı süreci okuyan birçok kişinin zihninde “bunlar benim de başıma gedi … geliyor” düşüncesi büyük ihtimalle uyanacak.

Bu kitapta yer almayan ancak 1 Temmuz 2012 itibariyle yürürlüğe girecek Borçlar Kanunu‘ndaki yeni düzenlemeler ile birlikte işçinin kişiliğini korumak, ona saygı göstermek, psikolojik ve cinsel tacize uğramaması için gerekli önlemleri almak işverenin görevleri arasında yerleştiriliyor. Borçlar Kanunu’ndaki bu düzenlemeyi İş Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yapılacak değişiklerin takip etmesi bekleniyor. Mobing’le mücadele için ‘Alo Mobing Mağduruyum’ hattı kurulması da gündemdeki konular arasında. Çağlar Çabuk eminim kitabının yeni baskısında mobbingin hukuki boyutunu elde aldığı bölümüne bu olumlu gelişmeleri ekleyecektir.

Mobingin ne olup, ne olmadığı, hukuki boyutu, neler yapılabileceği konusunda bilinçlenmek üzere bütün profesyonellerin, yöneticilerin ve patronların kütüphanesine katması gereken bir kitap, tavsiye ederim.

Kitabın İçeriği:

Bölüm Bir: Merhaba Mobing

Bölüm İki: Mobingin Etki Ve Sonuçları

Bölüm Üç: Hukuki Açıdan Mobing

Bölüm Dört: Mobingle Mücadele

Bölüm Beş: Bilinç, Eğitim, Koruyucu Eğitim

Sonsöz

Ekler: Kısa Tarihçe, Avrupa Hukuku, AB Hukukuna Paralel Olrak İsveç ve Fransa’da Gelişimi

Bir Outplacement Örneği

Bu hafta medya sektöründe çok üzücü günler yaşandı. Habertürk ve Sabah Gazeteleri toplu işten çıkartma yaptılar. Habetürk’te 80, Sabah’ta ise 60 gazetecinin işverenleri ile ilişkisi kesildi. İki medya grubu tarafından yürütülen bu işten çıkarma operasyonlarında izlenen metodoloji de ise büyük farklar var.

Nasıl mı?

Medyada Gazete Habertürk’ün işten çıkartacağı gazetecilerine içerideki kıdem tazminatlarını 31 Ocak 2011 son gün olacak şekilde Şubat ayında teslim edeceği haberi çıktı. Sabah ise bu üzüntü verici süreç dahilindeki kadrosuna nispeten telafi edici aşağıdaki destekleri sunmuş:

– İşten çıkartılanlara tazminatları yanında dört aylık maaşları tutarında ekstra ödeme,

– İşten çıkartılanların iş bulmaları için profesyonel danışmanlık şirketinden destek – outplacement (yeni kariyere geçiş imkanları) çözümleri

Elbette keşke işten çıkarmalar hiç yaşanmasaydı ama Türkiye’de çoğunlukla yabancı sermayeli büyük şirketlerin çalışanlarına sundukları outplacement hizmetini bir Türk medya kuruluşunun kullanmış olması benim çok hoşuma gitti.

Kaynak: Emeklilikhaber

Teşekkür Mektubu Nedir?

Ülkemizde katılınan mükalat sonrasında işverene Teşekkür Mektubu gönderme adabı bulunmamakta. Oysa ki, işe girmeye istekli aday böylesi bir iletişim kanalı açarak ‘fark yaratmak’ adına güzel bir nokta atışı yapmış olabilir. Neden? Çünkü yöntemi kullanan henüz yok.

Ne gerek var? diye düşünebilirsiniz. Elbette şart değil ama aday olarak zarif yaklaşım sergilemenin de hiç sakıncası olmaz.

Sizi akşam yemeğine çağırmış arkadaşınıza ertesi gün telefon açıp nasıl “çok güzel bir yemekti, teşekkürler, bir daha ki sefere bende buluşalım” diyorsanız, sizi görüşmeye davet eden işe alımcıya da “faydalı bir görüşmeydi, teşekkürler” çok rahat diyebilirsiniz.

İşte size bir Teşekkür Mektubu örneği, (pozisyon detayı içermiyor)

Sayın XYZ,

Dün gerçekleştirdiğimiz iş görüşmesinden duyduğum memnuniyeti size bildirmek istemekteyim. Firmanız ve sizinle karşılıklı konuşabilmek imkanına sahip olmak benim adıma önemli bir tecrübeydi.

Görüşme esnasında belirtmiş olduğunuz başvurduğum pozisyona dair detay bilgiler ile sahip olduğum iş tecrübeleri ve yetkinlikleri birlikte değerlendirdiğimde, pozisyonun benim için çok uygun olduğuna inancım artmıştır. Bu nedenle firmanızda çalışmak isteğimi bir kere daha tarafınıza bildirmek istedim.

Değerlendirmeleriniz sonrasında ikinci aşamada yer alan adaylardan biri olmak için heyecanla bekleyeceğim.

Saygılarımla,

ABC

Bir Adayın Neleri İşe Alımcıyı Etkiler?

Sıralayayım:

– Başvuru formunun temiz ve eksiksiz doldurulması,(angarya işe girdiğinizde çok daha fazla olacak, unutmayın)

– Adayın güleryüzlü ve coşkulu olması, (Karadeniz’de gemileriniz batmış olmasın)

– Güven veren, iki avucun birbirini kavradığı, ölçülü gücün sergilendiği el sıkış, (ne elimizi koparın, ne de tüy konmuş hissi uyandırın)

– Erkek adayların kadın işe alımcının oturmasını bekledikten sonra yerine yerleşmesi, (biraz centilmenlik, medeniyet lütfen …)

– Tecrübe aktarımının özellikle sayısal veriler eşliğinde, başarılar ön plana çıkartılarak yapılması,(yıllık satışınız ne kadardı? sorusu sonrasında tavana bakarak düşüncelere dalmayın)

– Klişe olan sorulara çalışılmış gelinmesi, (mutlaka en az bir tane sorulur, lütfen hayatınızda ilk defa soruları duyuyormuş gibi afallamayın)

– İngilizceye dönülen anlarda panik olunmaması, sakin bir şekilde dil değişiminin yapılması,(dil bildiğinizi yazıp, iş konuşmaya gelince birden bire onu unutmayın)

– Olumsuz içerikli sorularda kontrollü tutum,(stres iş hayatında her daim var)

– Başvurulan şirket hakkında detaylı bilgi sahibi olunması,(lütfen 15 dakikanızı ayırın, internette bulduklarınızı okuyun ve görüşmeye gelin)

– Özellikle ilk görüşmede ücret konusunun aday tarafından hemen masaya getirilmemesi,(iş hep önce gelir)

– Adaya yöneltilen “bir sorunuz var mı?” sorusuna pozisyonun içeriği veya şirket hakkında soru üretilmesi, (mesai saat ve günlerinin nasıl olduğunu lütfen sormayın, işe başlamadan ne zaman biteceğini merak etmeyin)

– Tecrübe paylaşımları esnasında eski firmalara, yöneticilere, patronlara ait dedikoduya varan olumsuz söylem geliştirilmemesi,(çok kötü, neler neler dinliyoruz bir bilseniz…)

– Aday için öngörülen görev tanımına yönelik seçici, olumsuz içerikli yaklaşımlar getirilmemesi, (onu yapmam, şunu istemem, hepsini ben mi yapacağım … demeyin lütfen)

– Üst, baş, ayakkabı temizliği, saç, sakal düzgünlüğü,(ve lütfen ter kokmayın!!!)

– Üst seviyede tecrübe sahibi adaylarda mütevazi ama tavizsiz duruş, (şu dağları, bu ovaları ben yarattım, bir ben varım gerisi yok deyince olmuyor işte … ama bilgi ve tecrübeniz en kıymetli varlığınız, onu biz çok iyi biliyoruz zaten)

– Az tecrübeli adaylarda pozisyona yönelik dile getirilen isteklilik,(‘almasanız da olur, beni isteyen çok, her gün bir görüşmeye gidiyorum’ tavırları da olmuyor, doğruya doğru …)

– Mülakatın sonucunu gerek mülakat esnasında, gerek mülakat sonrasında takip eden aday (geri dönüş için net bir tarih/süre verilmedi ise bekledim de haber gelmedi demeyin, işinizin peşinden gidin)

– Mülakat sonrasında gönderilen “Teşekkür mektubu” (hiç gelmiyor, gelse panoma asacağım)

– Yersiz geliştirilen iddialaşmalar (işe alımcı ile rekabete lütfen girmeyin çünkü ortada bir yarış yok ! )

.

.

.

Evet, İK profesyonelleri sizden de katılım bekliyorum? Neler sizi etkiliyor?

Hamit Basık

Bir Köy Öğretmeni

Ben Çok Şanlıyım !!!

Fırtınalarla dolu dört yılın ardın ardın kepler havaya atılmış diplomalar alınmıştı. Eee şimdi ne olacaktı? Piyasada o kadar çok bekleyen öğretmen  varken benim göreve başlayabilmem için büyük ölçüde şansa ihtiyacım vardı. Şansa diyorum çünkü eğer o diplomayı almaya hak kazanmışsan, senin benden hiçbir farkın yoktur mesleki yeterlilik konusunda, belki de bu işi bende daha da iyi yapabilirsin ancak saçma sapan bir sınav yüzünden ben senin önüne geçebilirim maalesef ve bu durum beni oldukça üzüyor.

İlk Görev İlk Heyecan

Bahsi geçen sınava girilmiş ve ortalamanın biraz üzerinde bir puan alınmıştı. Yirmi tane okul tercih ediliyordu atama döneminde, ondokuz tanesini ben seçtim puanıma göre doğu ve güneydoğu ağırlıklı olarak. Sadece bir tanesini kız arkadaşım seçti, Ankara’da üniversite öğrencisi olduğu için Çorum’dan bir okulu yazmış yakın olduğunu düşünerek Ankara’ya ve uğurlu  rakamımız olan dördüncü sıraya yerleştirmiş bu tercihi. Puanıma göre gelme ihtimali olmadığı için önemsenmeden ve araştırılmadan yapılan bir tercihdi ancak nasıl olmuşsa şans bana güldü (önce hepimiz öyle zannettik çünkü) ve ilk atamam Çorum’un Bayat ilçesinin bir köyüne sözleşmeli öğretmen olarak çıktı.

Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra köye vardık. İlçe Ankara ya 2 saatlik mesafede olmasına rağmen köye çıkmak için de bir o kadar yol gitmek zorundaydık. Zannediyorum ilin o yoldan ve o yolu kullanan 20 köyden haberi yoktu. Köyümüz kırkbeş haneden oluşan erkeklerinin hemen hepsi Ankara’da inşaat işçisi olarak çalışan, sadece yaşlılar kadınlar ve çocuklardan oluşan bir köydü. Tam bir doğa harikası olduğu söylenebilirdi:Ormanıyla dereleriyle tepeleriyle…

Köy imamı bizi okulun bahçesinde karşıladı, hava kararmıştı, muhtarın temizlettiği odaya eşyalarımızı yerleştirdik ve imamın evine misafir olduk orada kaldığım bir yıl içinde en çok zaman geçirdiğim en çok dertleştiğim en çok sohbet ettiğim insan köyümüzün imamıydı ve ondan çok şey öğrendiğimi düşünüyorum en azından kafamdaki imam profilini silip atmış hatta yerlebir etmişti Atatürk’e olan bağlılığıyla çağdaş duruşuyla güncel konuşmalarıyla.

İlk defa gerçek manada öğretmenlik yapacaktım üniversitede aldığımız teorik bilgileri şimdi uygulama zamanıydı ve bu genç hatta çocuk beyinlerin ufkunu genişletip onları olmaları gerektiği seviyeye çıkartmalıydım. İlk intiba çok önemlidir her zaman diye öğrenmiştim bu sebepten zaten vücudumu sarsarak çarpan kalbim; bu endişeyle iki katına çıkmış sanki ağzımdan fırlayıp sınıfın ortasına düşecekti. Sınıfım birleştirilmiş sınıftı yani 1.,2. ve 3.sınıflara aynı anda tek  derslikte eğitim öğretim veriyordum. İlkönce çok zor gibi görünse de daha sonra bu durumu avantaja çevirmesini bildim. Ben üç sınıfın da öğretmeniyken herkes bir alt sınıfının gözetmeni oldu bu durumda zaten ödev ve çalışmalardan ilgili ve haberdar olmayan ailelerin yükünü hafifletmiş oldu.

Çocukların gözleri ışıl ışıldı hepsi en az benim kadar heyecanlıydılar ve ne ben ne de onlar bu köydeki son günüme kadar bu heyecanımızı yitirmedik. Ben ki hayatında çok az kar gören bir insan olarak gelmiştim bu yaşıma kadar tipik akdenizli kimliğimle, 6 ay çatımdaki karla, tavan aramdaki farelerle döşemenin arasından yatağıma sıçrayan pirelerle, evimin banyosunun olmayışıyla köyüme üç günde bir gelen suyla yağışlarda ulaşımın kapanmasıyla hayatımın en güzel ve en özel bir yılını geçirdim ve bu zaman dilimi sadece bir göz kırpması kadar kısaydı benim için kapanırken yanaklarıma süzülen gözyaşı damlasıyla…

Öğretmenlik mesleği para için, statü sahibi olmak için, saygınlık kazanmak için yapılabilecek diğer bütün mesleklerden çok farklıdır çünkü bu saydıklarımın hiçbiri sizin özverinizin, emeğinizin fedakarlığınızın yerini dolduramaz. Hanginiz evladından ayrılabilir bir daha görmeyeceğini bile bile? Hanginizin gece uykusu kaçar acaba Ali yarın toplamayı yapabilecek mi diye? Veya hanginiz korkar babası en parlak öğrenciniz Ayşe’yi ya liseye, üniversiteye göndermezse diye… Her öğrencimiz için farklı bir endişemiz, her evladımız için başka bir sebebimiz var uykusuz kalmak için. Hiç birinin bir önemi yok canları sağolsun uykusuz da kalırım, günlerim endişelenmekle de geçer hiç sorun değil ama BU AYRILIKLAR OLMASA keşke…

Şırnak Serüvenim: Heyecan Kaldığı Yerden Devam Ediyor

Çorum’da görev yaparken askere gitmeye karar verdim kısa dönem olarak Kıbrıs’ta askerliğimi tamamladıktan sonra kadrolu öğretmen alımı yapıldı ve ben de tercih yapma hakkına sahiptim sözleşmeli olarak çalıştığım için. Terhis olduktan sonra iznimi memlekette geçirirken Şırnak’ta öğretmenlik yapan kuzenim geldi arkadaşının düğünü için ve onunla görüşürken bana Şırnak’ı da yazabileceğimi kendisinin 3 yıldır orada herhangi bir sorun yaşamadığını söyledi ve ben de onun referansıyla Şırnak’ı tercih ettim ve atamam buraya çıktı.

Buradaki köyüm oldukça küçük 20 hane civarında ancak çocuk sayısı oldukça fazla. Tüm çocukların yedi-sekizden çok kardeşi ve hemen hepsinin ikişer annesi var. İnsanların yaşam felsefesi saygı duymak zorundayız. Onlar belki bu kadar çocuk yapmasa bizler de buraları görme şansını yitirecektik. Bu yüzden içimde gizli bir minnet de yok değil onlara karşı.

İl merkezinde oturuyorum köye servisle gidip geliyoruz burada dört öğretmeniz 4. ve 5. sınıflar hariç hepsi müstakil yani ayrı ayrı tek sorunumuz çocukların Türkçe’yi yeterince kavrayamamış olmaları ancak bunu geliştirmek için de farklı bir yol buldum bilemem ne kadar doğru olduğunu ama bence işe yarıyor. Normalde okuduğu bir kitabı anlattırarak kavrama ve anlama yeteneğini geliştirebiliriz çocukların en basit olarak  maalesef çocuklar burada eve gidince kitap okumaya pek zaman ayırmıyorlar okusalarda anlatmaya gelince bir yerde tıkanıyorlar ancak şunu fark ettim bu çocuklar izledikleri dizileri çizgi filmleri çok güzel anlatıyorlar bu sebepten ben de onlara dizi izleme ödevi veriyorum kendi seçtiğim, çocukların yaşlarına uygun, kaliteli yapımları gününde söylüyorum ve yarın anlatacaksınız diyorum açıkcası oldukça olumlu sonuçlar verdi kendi adıma.

Herkesin Şırnak’ta görev yaptığımı duyunca verdikleri tepki Allah yardımcın olsun veya İnşallah biran önce oradan kurtulursun oluyor. Buraya kendi isteğiyle, tercihiyle gelen nadir öğretmenlerden biri olarak söylüyorum: Oldukça mutluyum hiçbir sıkıntım yok siz gönlünüzü ferah tutun arkadaşlar ayrıca herkese tavsiye ederim. Türkiye’nin bir çok ilinden daha konforlu bir yaşam sürebilirsiniz burada tabiki eksikleri yok değil ancak Mevlana’nın bir sözü var “Kusursuz dost ararsan, dostsuz kalırsın.” diye eğer uyarlama yaparsak kusursuz yurt ararsan yurtsuz kalırsın da diyebiliriz.

Henüz meslek hayatımın başında bir insan olan ben: Öğretmen olarak emekli olmak istiyorum ne okul müdürlüğü ne de müfettişlik bana göre değil öğretmek gibisi yok sizler de bunun tadına vardığınız zaman eminim bu tutku içinizde sönmeden bir ömür yanmaya devam edecektir. Şimdi Şırnak’tayım birkaç yıl sonra nerede olurum bilmiyorum ama öğretmeyi başardığım sürece nerede olduğumun hiç önemi yok. Çocukların gülüşleri, sizinle konuşunca, bir şeyler anlatınca gözlerindeki heyecanları bunlar insana Cehennemde bile Cenneti yaşatır….

Hamit BASIK
http://cihanteaching.blogspot.com/

Sigorta Primini Asgariden Mi Ödüyorsunuz?

Türkiye’de özellikle hizmet sektörü çalışanlarının maaşı her ne olursa olsun sigorta priminin işveren tarafından asgariden yatırılmasına çok yabancı değiliz. Ama bu durum son zamanlarda çok farklı bir boyuta taşınmış durumda.

Mülakatların sonuna doğru adaylara işveren, pozisyon hakkında öğrenmek istedikleri bir konu olup olmadığını sorduğuma aldığım cevap çoğunlukla:

“Sigorta primini asgariden mi ödüyorsunuz? ”

İşin bana göre trajik tarafı, bu soruyu geçmiş/mevcut işverenleri son derece tanınmış sanayi kuruluşları olan orta seviye yöneticilerin dahi yöneltmesi.

Türkiye’deki çalışma hayatı standartlarında ciddi bir erozyon olduğunu düşünüyorum.

İş arayanlar aman dikkat, sosyal haklarınızı koruyun !

Tek Bir Gün

Yıl 1990

Endüstri Meslek Lisesi, ikinci sınıfta okurken: Ben ve sınıf arkadaşlarım,

Staja başladık,

Renkli fotoğraflarımızın yer aldığı mavi SSK kartlarımızı dağıttılar.

Artık sigortalıydık, ne güzel…

Öğretmenlerimiz de böyle söylemişti:

Sigortalısınız: Erken yaşta sigortalı olmanız sizin için avantaj

Üç gün çalışıyor, iki gün okula gidiyorduk,

Derslerimizi az da olsa görüyor,

Üç gün çalışıyorduk…

Gerçekten çalışıyorduk,

Canla başla, staj defterlerimizi doldurmak için de değil ama: Çalışmayı öğrenmek, sosyalleşmek, sorumluluk almak ve çalıştığımız kuruluşa da faydalı olmak üzere çalışıyorduk. Kuralları da asla bozmadan: firmanın personeli nasıl çalışıyorsa yoktu farkımız.

Bir de maaşımız vardı, asgari ücretin üçte biri: Bize yetiyor da artıyordu 🙂 ,  harçlığımız çıkıyor, okul kantininden aldığımız çikolatayı “kendi maaşımla aldım” diyerek gururlanıyor, sevdiklerimize aldığımız hediyelerle de mutlu oluyorduk.

Mutluyduk işte,

16 yaşında okul, iş hayatı hepsi birden 🙂

Hatta çabamızı gören işletme, ikinci staj yılımızda bize “Tam Asgari Ücret” ödemeye başlamıştı.

Ne sevinç: Vergi iadesi bile alıyorduk. (Belgelerini hala saklıyorum.)

Okul bitti…

Yıllar geçti, kimimiz okula devam, kimi evlendi, kimi çalışmaya devam etti…

————–

İnternet devri 🙂

SSK dökümlerime bakmak istiyorum, “Başlangıç tarihim gerçekten 1990 görünüyor. Şanslıyım” diyorum.

Ve bir süre sonra öğreniyorum ki, aslında dahil olduğumuz sigorta emeklilik hesabında 1990 yılı başlangıç olarak alınmıyor,

Nasıl ?

Olamaz…

Biraz daha araştırınca: “Gerçekmiş”

Aynı SSK numaramı kullanıyorum,

O halde burada bir yanlışlık yok mu?

Başlangıcım görünüyordu, o ne demekti peki?

Keşke bir gün normal sigorta primi ödeseymişiz.

–Tek bir gün–

Bilmiyorduk ki,

Kimse söylemedi, yol göstermedi ki,

Bugün öğrendiklerimiz ise;

Stajyerlik ve çıraklık döneminde, uzun vadeli sigorta kolları olarak adlandırılan ve sigortalıyı emekli eden, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına prim ödenmediğinden, bu dönemde yapılan sigorta emeklilik açısından başlangıç sayılmaz. Bu dönem de hastalık, iş kazası ve meslek hastalığı gibi kısa vadeli sigorta kollarına prim ödenir. Hastalanma, iş kazası ve meslek hastalı riskleri sigortalanmış olur. Ayrıca bu dönemde alınan sigorta kartı ve sigorta sicil numarası emekli olana kadar kullanılır.

——————

O gün bugündür,  benim gibi mağdur olan arkadaşlarımın çabalarını bir blog üzerinden takip ediyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na, Teknik Elemanlar Derneği’ne dilekçe gönderdim.

Cevap yok,

Sosyal Medyada konu ile ilgili gruba üye oldum.

Bugün de toplu mail gönderdik,

Resmi kurumlara, gazetecilere,

Bekliyoruz,

Umutla…

———————–

Bu  satırları paylaşmamı sağlayan

Sn İpek Aral Kişioğlu’na teşekkürlerimle,

Arzu Hüsrev
Kalite Güvençe Şefi

İlgili Facebook Grubu: Stajlar Sigorta Başlangıcı Sayılsın

Zor İnsanlarla Zorlanmadan Baş Etmek – Özden Aslan

Özden Aslan’ın severek okuduğum akıcı kitabı ‘Zor İnsanlarla Zorlanmadan Baş Etmek‘, Elma Yayınları‘ndan 2009 Kasımı ayında yayınlandı, ikinci basımı ise 2010 yılında yapıldı.

İş hayatı baz alınarak öykülendirilmiş üç insan tipi; ‘ertelemeci’, ‘terörist’, ‘benim işim değil’, aslında özel hayatlarımızda da sıklıkla karşımıza çıkabilen karakterler. Dolayısıyla her hikayeyi okurken kendinizi o mizansenin içine kolaylıkla yerleştirebiliyor ve ben şimdi ne yapardım diye kendinize soruyorsunuz.

Ertelemci Alper’in ekip arkadaşları Elif ve Onur’a çektirdiklerini, terörist Gürkan Bey’in organize şekilde sürdürdüğü mobbing ile Aslı’nın hayatını zehir edişini ve ‘bu benim işim değil’ Sami Bey’in bütün yönetim kadrosunu ve işleri birbirine katışını ve her işin içinden de sonunda “bu benim işim değil” diye çıkışını aynen kitaptaki mağdur karakterler kadar bazen sinirlenerek, bazen şaşırarak, bazen de çaresizlik içinde okudum.

Hikayelerin sonlarını doğru tahmin etmekle beraber, her birinin ulaşacağı noktayı görmek için kitapta çok hızlı ilerlediğimi de belirtmeliyim. Gerçekliğe kıyasla çok iyimser kurgulanmış her öyküde nihayetinde adaletin yerini bulması “keşke gerçek hayatta da bu kadar mutlu sonlar yaşanabilse” dedirtiyor insana.

Ayrıca hoşuma giden bir diğer konu öykülerden çıkartılması gereken sonuçların yine öyküler içinde sistematize edilerek okuyucuya sunulması. Kısacası Özden Aslan’ın Zor İnsanlarla Zorlanmadan Baş Etmek kişisel gelişim kitabını almanızı tavsiye ederim.

🙂