Dijital platformlar ile gerçek hayat arasında bir fark görmüyorum

Kısaca sizi tanıyabilir miyiz? Eğitiminiz ve kariyer hayatınız ile ilgili kısaca bilgi verebilir misiniz?

TED Ankara Koleji ve Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölümü mezunuyum. 1997’de Ankara’dan İstanbul’a taşındım. İnsan Kaynakları kariyerime 1998’de Oktay Bora Yağız’ın yanında OBEY Yönetim Danışmanlık’ta başladım. OBEY, şirketleri makro anlamda analiz edebilme ve işe alım becerilerimi elde ettiğim tecrübemdir.

Ardından Migros Türk T.A.Ş.’de çalıştım. Migros, büyük şirket yapısının işleyişi ve perakende sektörünün dinamiklerini yakından inceleme fırsatını bana verdi.  Ardından ‘sıfırdan İK sistemi kurma’ ve mühendislerle çalışma hedefimi gerçekleştirdiğim Vesbo A.Ş.’ye girdim. Vesbo, Kar Şirketler Topluluğu şirketlerindendir. Yıllar içerisinde topluluğun da İK süreçleri ve yapılandırma projeleri sorumluluk alanıma girdi. 2008 yılında kızımın doğumu ile profesyonel hayata ara verdim. 2009 yılında mesleğe Danışman ünvanıyla döndüm.

Üniversite yıllarınızda part time ya da full time bir işte çalıştınız mı ? Üniversite yıllarınızda iken kariyer hedefleriniz nelerdi? Bu hedeflere ulaşmak adına neler yaptınız ? Hedeflerinize ulaştığınızı düşünüyor musunuz?

Üniversite benim kendimi keşfettiğim yıllardır. İlk önemli kararım aile işinde çalışmamak olmuştur. Sonrasındaki önemli adımım derslerimi aksatma pahasına, ailemle çatışmayı da göze alarak iş hayatına atılmamdır.

O günün imkanları çerçevesinde Ankara gibi kısıtlı olanakları olan bir ortamda bulabildiğim bütün işlerde çalıştım. Bu işler, neleri yapmayacağım üzerinde zihnimi netleştirmemi sağlamıştır. Sigorta sattım, dergide yazı yazdım, çeviriler yaptım, fuarlarda çalıştım. İstanbul’da BurgerKing’de dükkan personeli konumunda, Ankara’nın çeşitli kulüplerinde ise halkla ilişkiler ve satış bölümlerinde çalıştım. Ankara Belediyesi’nin birçok anket çalışmasında görev aldım.  Bir siyasi partinin gençlik koluna girdim. Japonlarla Tekirdağ liman fizibiltesi projesinde finansal analiz uzmanının asistanlığını yaptım. Bu geçici işler kariyerimi devlette, finansta, satışta, geleneksel medyada şekillendirmek istemediğimi  bana gösterdi.

Mezun olduğumda Ankara’nın sunduğu iş imkanlarının yetersizliği beni arayışa sevketti.  İş dünyası  algımı geliştirmem, genişletmem gerekiyordu. Tam o esnada yakın bir arkadaşımdan gelen “İstanbul’a taşın” önerisini hızla değerlendirdim ve kararımı verdim. Tümüyle kendi maddi imkanlarımı kullanarak, 2-3 gün gibi kısa bir süre içinde şehir değiştirdim.

İstanbul iş piyasası, hedeflediğim iş dünyası algı gelişmesini bana sağlamıştır. İstanbul’daki sektör  ve insan kaynağı çeşitliliği, zaman içerisinde benim için en uygun olduğuna %100 inandığım İnsan Kaynakları mesleğini, önemli tecrübeleri ve doğru yöneticileri karşıma çıkarmıştır.

Neden İnsan Kaynakları?

Üretim, iş süreci girdilerinin en önemlisi, en maliyetlisi, en değişkeni insandır. İnsan sonsuzluktur, sınırsızlıktır.  Her insan, her beyin biriciktir. Çalıştığım bütün işlerde ilgilendiğim konuların sonuçta hep kendini tekrarladığını gördüm. Ama insan öyle değil, onu mekanize edemezsiniz. Onu daha verimli kılmak, onu motive etmek, geliştirmek, değiştirmek öyle dinamik bir iştir ki, bu bana büyük heyecan veriyor, motive ediyor. İnsanın beklenti ve ihtiyaçlarının değişkenliği bizim sürekli yeni yöntemler geliştirmemizi gerektiriyor. Sürdürülebilirlik, verimlilik adına kaynağınız insanı ölçümlemeye çalışmak, imkansızı imkanlı kılma ihtimali nedeniyle İnsan Kaynakları …

İlk iş deneyiminizde karşılaştığınız ilginç bir olayı paylaşır mısınız?

OBEY Yönetim Danşmanlık’ta giriş ve orta kademe iş görüşmeleri yapma yetkisini yeni almıştım. Her görüşmeye büyük heyecanla giriyordum. Elimde uluslararası büyük bir firmaya genel müdür sekreteri pozisyonu vardı. Başvurular çok nitelikliydi. Görüşmeye gelen adaylardan bir tanesi çok gösterişli, güzel bir kadındı. Ayrıldığı işi de İstanbul’un önde gelen iş adamlarından birinin sekreterliğiydi. Aday, görüşmeye başladıktan çok kısa süre sonra, yaptığı işler bağlamında yanından ayrıldığı iş adamının benim bilmemin hiç de hoş olmayacağı özel hayat detaylarını olumsuz vurgularla anlatmaya başladı. Hayatımda ilk defa böyle birşey yaşıyordum. Mülakat mı yapıyordum, dedikodu mu dinliyordum, devam mı etmeliydim, kesmeli miydim?…  Hatırlıyorum, büyük şaşkınlık, hatta panik yaşamış, kibar bir şekilde görüşmeyi sonlandırmakta da bayağı zorlanmıştım.

Elbette bu adayı hemen eledim. Sekreterlik, asistanlık, makam şöförlüğü gibi kritik pozisyonların en önemli davranışsal yetkinliği ketum ve güvenilir olmaktır. Birebir çalıştığı yöneticilerin iş ve özel hayatlarının detaylarına hakim olan bu pozisyonlar, sıklıkla doldurmakta en zorlandıklarımız arasındadır. İşinizden ayrılabilirsiniz ama eski işyerleriniz veya amirleriniz hakkında benzer şekilde söylemler asla geliştirmemelisiniz.

Üniversite öğrencilerine kariyer hedeflerine ulaşmaları için neler yapmalarını önerirsiniz ?

Mutlaka iki, üç yerde staj yapmalarını, özellikle yaz tatillerinde yarı veya tam zamanlı çalışmalarını, bir yabancı dilli akıcı konuşur hale getirmelerini, hatta ikinciyi öğrenmeye başlamalarını, Erasmus veya farklı yurtdışı hibe eğitim programlarını takip etmelerini, katılmalarını, sosyal medyayı kariyerlerinin şekillendirmek ve iş dünyasını tanımak amacıyla akıllı kullanmalarını ve blog açmalarını öneririm. Üniversitelerindeki topluluk ve kulüp çalışmalarında aktif olsunlar. Sosyal sorumluluk projeleri üretmek için uğraşsınlar ve sosyal sorumluluk projelerinde gönüllü olarak görev alsınlar.  Özel sektör veya kamu kuruluşları pek çok yarışma düzenliyor üniversite gençliğine yönelik. Bu yarışmalara katılsınlar. Üniversitelerde düzenlenen seminer, konferans ve etkinlikleri takip etsinler, sertifikalarını alsınlar.

Gençler iş görüşmelerine/mülakatlara nasıl hazırlanmalıdır? Mülakat esnasında nelere dikkat etmelidir ? Sizce mülakat esnasında sık sık yapılan hatalar nelerdir?

Internet veya kitaplardan nasıl özgeçmiş hazırlanabileceği, iş görüşmelerinde nelerin yapılıp, nelerin yapılmaması gerektiğine dair pek çok bilgi alabilirler. Ama gerek elimize gelen özgeçmişlerden, gerekse  iş görüşmesi esnasındaki performanslardan anlıyoruz ki, gençler çoğunlukla hiçbir şey okumadan, araştırmadan geliyorlar. Beni en çok bu ilgisizlik, meraksızlık usandırıyor. Bazı gençler neyi, neden yaptıklarını bilmeden, düşünmeden, sorgulamadan yaşıyorlar.  “Neden” kalıbı üzerinden sorulabileceğini biliyorlar ama bu soru kalıplarına hazırlanmadan geliyorlar: Neden bu bölümde okudun? Neden bu işi yapmak istiyorsun? Neden bize başvurdun? Neden seni işe alayım? … Üniversite yıllarında staj yapmış, çalışmış, kulüp çalışmalarında yer almış, farkındalığı artmış adayların iş görüşmeleri genelde çok akıcı geçer. Çünkü bu adayların kendilerine ait anlatacakları tecrübeleri, başarıları vardır. Kendilerini tanımışlardır. Hangi konulardan hoşlandıklarını, yatkın ve verimli olduklarını keşfetmişlerdir.

İş görüşmesinde maddi konulara işveren tarafı bahsetmedikçe girilmemeli. Soru sorulacaksa görev tanımı veya iş süreçleri üzerinden soru üretilmeye çalışılmalı. Bunun haricinde kıyafet, saç, sakal düzgünlüğü, güzel el sıkışmak,görüşme süresince göz temasına dikkat etmek, eski iş tecrübelerine dair negatif söylemler geliştirmemek, dedikodu yapmamak önemlidir. Güleryüzlü ve olumsuzluk vurgusu olan stres sorularında otokontrollü olmak da artı puan kazandıracak diğer konulardır.

Sosyal medyanın insanların kariyer arayışları üzerindeki faydaları nelerdir?

Ben sosyal medya, dijital platformlar ile gerçek hayat arasında bir fark görmüyorum. Bir insan gerçek hayatta nasıl ise sosyal medyada da aynı kişi olmalıdır. Hatta sosyal medya bir kişi eğer üretkense, hedef odaklı , girişimci ve çalışkansa ise bu becerilerini sergileme imkanı veriyor. Kişi kendi kendinin referansı haline geliyor.

Sosyal medya sadece gençler değil, bütün profesyonellere gündelik hayatlarında kolay kolay ulaşamayacakları insanları erişilir kılıyor. Onlarla yazışır, paylaşır hale gelebiliyorsunuz. İşte bu bağlantı ağı zenginliğinin gerisinde büyük fırsatlar yatıyor. Üniversite yıllarından geliştirebileceğiniz bağlantı ağınız, eğer üretken bir profil sergiliyorsanız, gün geliyor size iş teklifi şeklinde geri dönüyor.

Sosyal medyayı sadece eğlence aracı olarak görmek büyük bir hata. Amerika iş diyaloglarının %75 i sosyal medya üzerinden yürüyor. Microsoft’un yaptığı araştırmaya göre işverenler işe alımlarının %70’inin artık sosyal medya üzerinden yapıyor. Bu gerçekliğin farkına varmalı gençler ve sosyal medyadaki profillerine, dijital ayak izlerine dikkat etmeliler.

İnsan Kaynakları işe alımlarda; facebook, twitter gibi sosyal ağlara ne kadar önem veriyor? Siz de işe alımlarınızda bu sosyal ağları kullanıyor musunuz?

Ben çok önem veriyorum ve aktif olarak kullanıyorum. Özellikle blog sahibi olan gençlerin hemen bloglarını incelerim. Hangi konu üzerine olursa olsun, blog yazmak, içerik üretmek önemlidir, çalışkanlık göstergesidir. İstikrarlı yazı yazmak zor bir iştir; çünkü yazı yazmak araştırmayı, bilgi ile içiçe yaşamayı, iletişim becerisini ve özgüvenli olmayı gerektirir. Böylesi bir zorluğu hobi olarak yapabilen kişinin iş hayatında da üretken ve çok yönlü olması kaçınılmaz bir sonuçtur.

Bunun haricinde sosyal ağlar üzerinden işe alım yaparak hem maliyetleri düşürüyorum, hem adayların özgeçmiş veya iş görüşmesi süresince ulaşamayacağım detaylı bilgilerini okuyabiliyorum. Bu bilgiler olumlu olduğu kadar adayın elenmesine neden olabilecek olumsuzlukları da içerebiliyor.

Son olarak eklemek istedikleriniz var mı ?

İnsan Kaynakları mesleğini hedefleyen üniversiteli arkadaşlara son mesajım. “Neden İnsan kaynakları?“ diye sorduğumuzda, “Çünkü seviyorum, insan ilişkilerinde başarılıyım” şeklindeki yaklaşımları çok yetersiz kalıyor. Öncelikli olarak insan kaynakları mesleğinin ne olduğunu, amacını öğrensinler. İnsan kaynaklarını sevip sevmeyeceklerini ancak mesleğin teorisi ve güncel uygulamaları hakkında bilgilenerek anlayabilirler. Bu yönde sorduğum sorular sıklıkla yanıtsız kalıyor. İnsan kaynakları, her mesleki disipline hakim olmayı gerektirir. Bu, ciddi iş bilgisi demektir. Bu bilgiye de kendilerine iş kütüphanesi kurarak ulaşabilirler.

İnsanlarla ilişkilerin iyi olması bir ölçüt olmakla beraber, bir şirketin bütün iş süreçlerine, stratejilerine, hedeflerine verimlilik adına hakim olmak ve proje üretmek eş değerde önemlidir. Elbette İK bölümünde staj yapmaya çalışsınlar. Ayrıca yabancı dili (İngilizce) güçlendirmek, yabancı kaynak ve blogları takip etmek gelişim için olmazsa olmazlarımız. Ve şunu da unutmasınlar; eğer gerçekten isterlerse bu hayatta olmayacak şey yoktur ve İK’yı gerçekten istemek, ancak İK’yı bilmekle olur.

İnsan kaynaklarında genelde kadınların çalıştığını görüyoruz. Üniversitelerde soruyorum kim ilgileniyor diye, hep kızlar el kaldırıyor. Üniversiteli erkek arkadaşlar da İK kadınların işi gibi yanlış bir algı var, bu yanlış.

Röportaj için teşekkür ederim.

Bu röportajım Uniisbul.com‘da yayınlanmıştır.

Hayatı Doldur – Anadolu Üniversitesi / Eskişehir

25 Mart 2011 Cuma günü Hayatı Doldur Mini MBA Eğitim Programı kapramında Eskişehir Anadolu Üniversitesi gençleri ile buluştum. Bir hafta önce katıldığım Marketing Kampüs etkinliğinde Mini MBA programının duyurusunu yapmış olduğum için pek çok kişi eğitime ne dinleyeceğini bilir şekilde gelmişti.

Anadolu Üniversitesi’nde vize döneminin başlamış olmasına rağmen eğitime ilgi gayet iyiydi. Öğrencilerin konuşmam boyunca adeta gözlerini bile kırpmadan anlattıklarımı dinlemeleri ise çok dikkatimi çekti. Eğitim bir alışveriş. Eğer eğitim katılımcısı eğitmene tümüyle konsatre oluyorsa, karşılıklı oluşan etkileşim eğitmeni daha verimli, daha coşkulu kılıyor. İşte Anadolu Üniversitesi’nde bu frekansı fazlasıyla yakaladım. Eğitim bittiğinde, beş saatlik bir program daha verebilecek kadar kendimi dinamik ve mutlu hissediyordum.

Eskişehir Anadolu Üniversitesi Hayatı Doldur Mini MBA Eğitim programının organizasyonuna destek veren Marketing Anadolu Kulübü’ne teşekkür ederim.:)

29 Mart 2011 Salı günü Balıkesir Üniversitesi‘nde olacağım, bütün öğrencileri beklerim 😀

Özgeçmiş Okuma Tembelliği

sol: Türk tipi özgeçmiş – sağ: Amerikan tipi özgeçmiş

Geçen günlerde üniversite öğrencileri bana, okullarına gelen bir İK Müdürü’nün “Bir sayfadan uzun özgeçmiş göndermeyin, detay yazmayın, okumaya vakdimiz yok,” dediğini söylediler.

Nasıl yani?

Bir İnsan Kaynakları profesyonelinin ana sorumluluklarından biri karşısına gelen her özgeçmişi, kaç sayfa olursa olsun okumaktır. Özgeçmiş adayın kendisini ifade ettiği pazarlama aracıdır ve o kendisini nasıl yansıtmak istiyorsa biz ona bakarız, okuruz, okumak zorundayız.

Aslında problem “bir sayfa” söyleminin çıkış yeri. Amerikan tipi özgeçmişler bir, en fazla iki sayfadır. Bu sayfa adedini kendine baz alan bazı meslekdaşlara önerim, o özgeçmişlerdeki okumaları gereken kelime adedini saymaları. Sonra da karşılarına bir sayfa şeklinde gelen bir Türk özgeçmişini almaları ve bu özgeçmişteki kelime adedini saymaları. Ardından bu iki özgeçmişi hem kelime adedi, hem de içerik olarak kıyaslamaları.

Amerikan tipi özgeçmişi Türk tipi özgeçmişe çevirirseniz (büyük yazı karakterli, satır araları geniş, paragraf ve başlıklar bol, içerik kıt) çıkan sonuca ne diyeceksiniz?

Sen Amerikalı, özgeçmişini kısalt da gel, burada çok detay var, okuyacak vaktim yok !!!

Keşke, bize dolu dolu iki hatta üç sayfa özgeçmiş gönderecek kadar nitelikli yeni mezunlarımız olsa, keşke onların yaptıklarını, tecrübelerini, kitap niyetine okusam ve iş görüşmesine çağırsam 😀

Sevgili meslekdaşlar,

*tfen nicelik değil, nitelik !!!!

* lütfen gençleri yanlış yönlendirmeyin, kısıtlamayın, bırakın ne yazmak istiyorlarsa yazsınlar !!

* ve lütfen bol bol iş kitabı okuyun.

Eğer sizin okuma miktar ve niteliğiniz artarsa, piyasaya daha fazla İK kitabı çıkar, daha fazla yabancı İK kitabı dilimize çevrilir. Öğrencilere verdiğiniz yanlış mesajlarla kendi bilgi ve performans niteliğinizi de deşifre ediyorsunuz, olmuyor !!!

Dünya Yetenek Yönetimi diye sallanıyor, ülkemizde konu üzerine Türkçe sadece bir tane kitap var, çeviri yok. Ekonomi talep arz dengeleri üzerine yürüyor, lütfen biraz talep yaratın !!!!

Hayatı Doldur – Celal Bayar Üniversitesi / Manisa

23 Mart 2011 Çarşamba günü Hayatı Doldur Mini MBA eğitim programı ile Manisa Celal Bayar Üniversitesi‘ndeydim. Aynı gün şehirde birçok bakanın katılı ile Ekonomi Zirvesi düzenlendiğini ve öğrencilerin oraya gidebileceklerini öğrendiğimde biraz kaygılandım. Ancak kaygılarım yersizdi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğrencilerinin eğitime ilgisi yoğundu.

Zorunlu staj kapsamında olmadığı sürece işverenlerin stajyer almaya yanaşmaması diğer şehirler gibi Celal Bayar Üniversitesi öğrencilerinin de en önemli problemlerinden biri. Ama  yarı zamanlı ve tam zamanlı çalışmanın, kulüp / topluluk çalışmalarında aktif rol almanın, sosyal medyadaki profillerine özen göstermelerinin ve İngilizcelerini pekiştirmelerinin de kariyerlerinin başlangıcında çok faydası olabileceğini artık bildiklerini düşünüyorum.

Hayatı Doldur Mini MBA eğitim programında organizasyona destek veren Sosyal Sorumluluk Kulübü’ne çok teşekkür ederim. 🙂

İşveren Markanız Ne Kadar Güçlü?

Ben sevdiği markalara sadık bir tüketiciyim.  Bu sadakatimin gerisinde kullanmayı tercih ettiğim markaların benim ihtiyaçlarımı takip etmeleri,  bana güven vermeleri, kendilerini sürekli geliştirerek hayatıma artı değer katmaları ve elbette fiyatları var.

Yukarıdaki paragraf hiç kimse için yabancı değil. Ürün ve hizmetler piyasasına yönelik çok geçerli bir tüketici bakış açısını yazdım. Peki, ya işveren ile çalışanın buluştuğu iş piyasasında markaya bakış nasıl? İş piyasasındaki marka kavramı nerede konumlandırılıyor? Bir şirketin ürün ve hizmet markası olmasının yanında bir İşveren Markasının da bulunduğunun kaç kişi farkında?

Son kırk yıldır dünya teknolojinin hızlı gelişimi ile çok değişti. 20. yüzyılın bitişi Sanayi Çağı’nın sonlanışı sayılırken, bizler de Bilgi Çağı’na resmen adımımızı atmış olduk. Sanayi Çağı ile Bilgi Çağı arasındaki fark, sermaye girdisinin üretim süreçlerindeki üstünlüğünü bilgiye kaptırmış olmasından ibarettir. Bu dönüşüm gerek işveren, gerekse çalışan için çok önemli değişiklik ve gelişmeleri beraberi de getirdi, getiriyor, getirmeye de devam edecek. Artık sermayeye değil, bilgiye sahip olan daha kıymetli ve tercih edilen. Bilgiye hakimiyet, rekabet edebilme gücünü arttırdığı için işverenin çalışan seçimlerinde, çalışanın da işveren seçimlerinde kritik parametre olarak ön plana çıkıyor. İşveren yetenekli insanı arıyor, yetenekli insan ise kendisini geliştirebileceği ortamı.

İşveren Markası nedir?

İşverenin iş piyasası adına iki hedefi bulunur. Birincisi, ekibine strateji ve hedeflerini hayata geçirebilecek, vizyonunu gerçekleştirebilecek yeni yetenekli çalışanlar katmak, ikincisi mevcudundaki yeteneklileri geliştirmek ve kaybetmemek. 21. Yüzyıl İnsan Kaynakları Yönetimi’nde “Yetenek Yönetimi” olarak adlandırdığımız bu süreçte yetenekli çalışanın da kendisini çok net konumlandırabildiğini görüyoruz.  Yetenekli çalışan emeğinin karşılığını tam olarak alabileceği ve mevcut bilgisini, tecrübesini geliştirebileceği, kendisini her anlamda büyütebileceği  işvereni  arıyor, tercih ediyor, ‘bir süreliğine bile olsa‘ ona bağlanmak istiyor. İşte iki tarafın arayış, beklenti ve vaadlerinin kesiştiği noktada İşveren Markası ile İşgören Markası kavramları karşımıza çıkıyor.

Ürün ve hizmetler piyasasında markalar nasıl tüketicisine kendisini tercih etmesi ve sadık kalması için değerler sunuyor, vaadlerde bulunuyorlarsa, iş piyasasında yer alan taraflar, işveren ve çalışanlar da artık tercih edilen olmak için birbirlerine üzerinde titizlikle çalışılarak saptanmış değerlerini sunuyorlar. Bu saptamalardan hareketle, İşveren Markası için, ‘bir işverenin potansiyel veya mevcut çalışanına, kendisini seçmesi veya kendisinde çalışmaya devam etmesi adına önerdiği değerler bütünüdür‘ tanımlamasını getirebiliriz.

İşveren Markası Unsurları Nelerdir?

İşveren Markasını bir pazarlamacı, bir genel müdür veya bir insan kaynakları müdürü masa başına oturup tek başına geliştiremez. Unutmayın, profesyonel kişi, bir ürün/hizmet markası için çalışmaya başlar ama çoğunlukla yöneticisi nedeniyle işverenini yani işveren markasını bırakır. Dolayısıyla İşveren Markası bir veya birkaç üst düzey, ehil kişinin beyin fırtınası ile oluşturulabilecek değerler bütünü değildir. İşveren Markasının tanımlanmasından en alt seviyeden, en üste kadar bir kurum içinde yer alan her çalışanın görüşü, inanışı, farkındalığı yer almalıdır.

Varolmayan değerler bütünü ile müşterisinin karşısına çıkan ürün/hizmet markası nasıl başarısız olmaya mahkumse, işverenin de kendisinde bulunmayan değerleri kurumuna tanımlaması ilk başta iç müşterisi olan çalışanları ile çelişmesi demektir.  Bu nedenle İşveren Markası oluşturulurken şu üç unsura dair verilerin araştırılması, anlaşılması ve ilişkilendirilmesi gerekir:

a.       İmaj: Mevcut çalışanların işveren, iş ve marka hakkındaki görüşleri, beklentileri

b.      Kimlik: İşverenin iş süreçleri, işe dair gerçeklikleri

c.       Profil: Organizasyonun kurumsal ve üst yönetim mesajını da içeren imaj çalışması

Görülüyor ki, İşveren Markası oluşturmak dünden bugüne bir çırpıda yapılabilecek bir çalışma değildir. Sürecin İnsan Kaynakları, Pazarlama, İletişim gibi farklı disiplinlerden gelen ehil ellerde projelendirilmesi şarttır. Organizasyonların dinamik ve değişken yapılarını düşünürsek, İşveren Markasının da aynı dinamizmi taşıyabilmesi önemlidir.

Ölçemediğini Yönetemezsin

Peter Drucker’ın işletmecilik bilimine kattığı net tanım “ölçemediğini yönetemezsin” den yola çıkarsak, İşveren Markamızın değerini de ölçemezsek, yönetemeyiz. Dolayısıyla İşveren Markasının strateji haritası yapılandırılırken gözönünde bulundurulacak amaç, ölçüt ve hedeflerin seçimi, kurumun vizyon ve misyonunu bütünüyle destekler nitelikte olmalıdır. Oluşturulacak İşveren Markası Performans Karnesi ise, yapılacak yatırımların geri dönüşünün değerlendirilmesi ve İşveren Markasının yeni stratejilerinin belirlenmesindeki en önemli araç konumundadır.

Pazarlamacı İnsan Kaynakları

Son yıllarda İşveren Markası kavramı ve uygulamalarının şaşırtıcı bir hızla gelişmesi biz İnsan Kaynakları profesyonellerini yeni ve çok heyecan verici bir sınav içine soktu.  Cevaplandırmamız gereken soruların sayısı her geçen gün artıyor:

İnsan Kaynakları bölümleri olarak İşveren Markasının içerik ve önemini şirketlerimizin Üst Yönetimlerinine nasıl anlatacağız? İşveren Markası uygulamalarının geliştirmesine yönelik bütçeleri alabilecek miyiz?

İşveren Markası uygulamaları ile performanslarını takiple sorumlu olduğumuz Pazarlamacıların işlerine de ortak olacağız. Bu durum onların ne kadar hoşuna gidecek?

ve asıl en önemli soru:

Sosyal Medyada İşveren Markası konumlandırması süreçlerimizi nasıl oluşturacak, işletecek ve geliştireceğiz?

Referans: The Chartered Institute of Personnel and Development / Suneal Housley – Harnessing shift

Türkiye’nin En Yüksek İstihdam Hedefli Sosyal Sorumluluk Projesi; ALJ

Gündemimizi etkileyen birçok konu var. Fakat şöyle bir düşündüğünüzde vaktimizin çoğunu; geçinmek-geçindirmek, işimizi yürütmek, geliştirmek, güçlendirmek gibi konular için çabalayarak geçirdiğimiz aşikâr. Hepimizin de bildiği gerçek sorun Türkiye’deki işsizlik oranları.

Her sabah bir sürü insan, gazete, online iş portalları, danışmanlık firmaları gibi bir çok kanaldan iş arıyor, iş görüşmesine gidiyor, eleman arıyor, adaylarla mülakat yapıyor. Fakat bir çoğu “biz sizi ararız”ı duyup evine dönüyor ya da; işverenler yanlış adaylarla görüşüyor, işe alım sürecinde işleri aksıyor, zaman ve maliyet kaybına uğruyor.

İşsizlikle mücadele ve toplumsal refah düzeyini arttırmak için çalışan bir sosyal sorumluluk projesi hakkında birkaç detayı sizinle paylaşmak istiyorum. Türkiye’de ve de dünyanın 12 ülkesinde Toyota grubu araçların distribütörü ALJ ‘nin başlattığı bir istihdam sosyal sorumluluk projesi olan BRJ iddialı rakamlarla işsizlikle mücadeleye yeni bir bakış açısı getiriyor.

ALJ Sosyal Sorumluluk ve Dünyada BRJ

12 ülkedeki ( Japonya, İngiltere, Almanya, Çin, Mısır, Monako, Fas, Cezayir, Sudan, Suudi Arabistan, Suriye ve Türkiye ) tüm operasyonlarını Toyota markası ile yürüten ve girdiği tüm pazarlarda pazar liderliğine oynayan, Toyota Grubu’nun en büyük bağımsız distribütörü ALJ, toplumsal sosyal sorumlulukla yakından ilgilenmekle beraber, sosyal sorumluluk projesi olarak istihdama da destek veriyor.

2003’te ALJ Sosyal Sorumluluk tarafından, hayata geçirilen şubeli bir operasyon olan BRJ (Güzel İş Kapısı – Bab Rızq Jameel), Mısır, Suudi Arabistan ve Suriye’den sonra Türkiye’de ilk şubesini Sancaktepe’de 2010 Kasım ayında açtı. “İlk şubesini 2003 yılı Temmuz ayında Cidde’de açan BRJ, altı yıl içerisinde 26 şube açmış ve 150.000’den fazla kişiye istihdam hizmetleri sunmuştur.”

Türkiye’de BRJ – İşimiz Gücümüz İstihdam

İşimiz Gücümüz İstihdam fikriyle yola çıkan BRJ’nin Türkiye’deki amacı, toplumsal sorunların en büyüğü olan işsizlikle mücadele ve ülkemizin istihdam düzeyini yukarılara taşımaktır. BRJ bir ALJ Sosyal Sorumluluk projesi olarak, işsizlikle mücadeleye üç ana dalda hizmet etmekteyiz;

İş Bulma
İş Danışmanı ile kariyer planlamasıVasıfsız adaylar için mesleki eğitim ve işe yerleştirme
Vasıflı adaylar için mesleklerine uygun işe yerleştirme
İş portali ve veritabanı hizmeti

Eleman Bulma
“Ücretsiz” Mavi Yakalı Eleman Temini
Beyaz Yakalı Eleman Temini
İş Portali ve veritabanı hizmeti

İş Kurma
Mikro kredi ile ev hanımlarına destek
Küçük işletmeler için girişimcilik ve kredi desteği
Özel projeler için girişimcilik ve kredi desteği
Girişimcilik Paketi
BRJ Pazar

İş İstasyonu
Her gün şubemize gelen iş arayan, eleman arayan ya da kendi işini kurmak isteyen 10larca insanı, İş Danışmanlarımız; karşılıyor, bilgilendiriyor, özel BRJ Yazılımı ile yardımcı oluyorlar.

BRJ Online

BRJ ve ALJ Sosyal Sorumluk hakkında daha detaylı bilgiyi web sitemizde bulabilirsiniz; www.brj.com.tr,

BRJ’nin şube hizmetleri dışında, internetten de aynı hizmetleri online şube şeklinde alabiliyorsunuz.

İsteyen herkes kendi başına http://www.brjkariyer.com adresinden özgeçmiş oluşturabiliyor, iş başvurusu yapabiliyor ya da işverenler “ücretsiz” ilan verebiliyor.

Biliyoruz ki, bunlar yeterli değil ve artık sosyal medya da istihdam üzerinde önemli bir rol oynuyor. İş ilanları paylaşılıyor, kulaktan kulağa yayılma şekliyle bir sürü insana ulaşıyor. Girişimcilikle ilgili birçok blog, iş fikirleri siteleri oluşturuluyor, sunumlar paylaşılıyor.

Bu yüzden biz de sosyal medyada yerimizi aldık;

BRJ Blogumuzu ziyaret edebilir
www.isimizgucumuzistihdam.com
Facebook sayfamızdan iş ilanlarını takip edip, uzman videolarını izleyebilir
facebook.com/brjtr
Friendfeed’den takip edebilir, paylaşabilir, projemizle ilgili yorumlarınızı bırakabilir
www.friendfeed.com/brjtr
Twitterdan takip edebilir, ilan ve duyurularımızı paylaşabilir
www.twitter.com/brjtr
Flickr adresimizden aktivite fotoğraflarımızı görebilirsiniz 
www.flickr.com/photos/brjtr

Kar amacı gütmeyen BRJ operasyonu çalışmakta olduğu ülkelere yönelik hizmetlerinde yerel değişiklikler yapmakta ve işsizlere yardımcı olmaya çalışmakta, yeni iş alanları açarak istihdama destek vermektedir.

Beklentimiz, bu sosyal sorumluluk projesine destek verenlerin artması ve işsizlikle mücadelemizde yanımızda olmalarıdır.

İlkay Turan
Online Pazarlama Müdürü
BRJ

Hamdiye Cankurt

Geleceğin Senin Elinde

Şimdi en sevdiğim yerde, yeşilliklerin arasında, kuşların cıvıldadığı, mis gibi çiçek ve çimen kokulu bir tarlada, yirmi yıllık hayatımı size iki sayfa da özetleyeceğim.

İlk gözümü Mardin’ de açtım. Mardin’deki çocukluğumdan tek hatırladığım dört yaşındaki bir çocuğun üçüncü sınıflarla okula gidişiydi. O zaman belliymiş okumaya bağlılığım.

Ben beş yaşındanken başladım resmen okula. Sınıf arkadaşlarımdan en az iki yaş küçük olarak. İlkokulda başarılı bir öğrenciydim. Ancak sekizinci sınıfa gelince hayatın gerçek yüzüyle karşılaşmaya başlamıştım. Bizim oralarda bırak sekizinci sınıfı kızları en fazla üçüncü sınıfı okutup okuldan alınırlardı. Ailemin beni sekizinci sınıfa kadar okutması bunun devamını geleceği anlamına gelmezdi. Zaten onlar okutmak istese bile çevre buna nasıl bakardı? İşte o zaman korktuğum başıma geldi, ailem lise yerine beni dikiş nakış kursuna gönderdi. Okuldan koparıldığım yetmezmiş gibi on üç yaşında taliplerim de eve gelmeye başlamıştı. O zaman anladım insanın kaderini aslında kendi elleriyle yazabileceğini. Bir karar vermek zorundaydım, ya hayallerimin peşinde koşacak hiç kimsenin yapamadığını yapacaktım, ya da evlenerek hayallerime elveda diyecektim.

Evlilik ve on üç yaşında küçük bir kız…

Diğer kızlara göre ben daha şanslıydım, evleneceğim kişiyi benim seçme hakkı tanımıştı ailem, küçük yaşta bir kız daha, verdirmezlerdi…

Kararımı vermiştim, her ne olursa olsun okuyacak hayallerimin peşinden koşacaktım. Sadece kendi geleceğimi değil, kız kardeşlerimin ve en önemlisi gelecekteki çocuklarımın geleceğine yön verecektim. Bunu nasıl yapacaktım? Nerelere başvurmam gerekecekti? Kimden yardım alacaktım? Birçok soruyla karşı karşıyaydım. İlk yaptığım eski öğretmenlerinden yardım istemek oldu. Onlarda bana Toplum Merkezi’nden yardım alabileceğimi söylediler. Büyük bir heyecanla Toplum Merkezi’ne gittim. Orada Nilgün abla ile tanıştım. Bana Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin Kardelenler Projesini anlattı. Onlara başvurmamı, onların yardımıyla burs alıp okuyabileceğimi söyledi. Oraya gittim ve yeni kararımın ilk adımını almış oldum.

Artık her şey hallolmuş, sadece bunu aileme açıklamak kalmıştı. Çok zor olacağını düşündüm, kabul etmeyecek, kızacak olurlarsa ne yaparım diye düşünüp durdum günlerce, ama kaçış yolu yoktu, eğer okumak istiyorsam yapacaktım bunu ve de yaptım. Tepkileri ise hiç beklediğim gibi değildi. Kararı bana bıraktılar, artık ne olursa olsun sorumluluk bendeydi. Bence bu güzel bir sorumluluktu, yüklenmeye değerdi. Aslında okuldan alınmamın tek nedeni yaşadığımız toplumdu, kesin ve katı bir kural “kız çocukları okutulmaz” dı.

Ertesi yıl liseye yazıldım. Evet, büyük hayalimi şimdi hayal olmaktan çıkmış gerçek olmuştu, çok, çok mutluydum ta ki o ana kadar. Hastanede rapor sonuçlarını almış doktorun dediklerini algılayana kadar. Ayağımda bir tümör vardı ve ameliyat olmam gerekiyordu. Eğer ameliyat iyi geçer ve tümör kötü huylu değilse sorun yok ama ya değilse…

Ameliyattan sonra iki ay boyunca okula gidemedim. Babam eğer tümör kötü huylu ise okula devam edemeyip tedavi göreceğimi söyledi. Daha tümörün ne olduğunu bile bilmiyordum. Beni ne tümör korkuttu ne de ameliyat,  beni korkutan okullu tekrar bırakma ihtimaliydi. Hem okula, hem hastaneye gidip geliyordum annemin yardımıyla. Neyse ki bu sefer korktuğum olmamıştı. Tümör iyi huyluydu ve beni sadece bir kereliğine ziyaret etmişti.

Başarılı bir lise dönemi geçirmeme rağmen bende her büyük sınava hazırlanan öğrenci gibi korkuyordum. Yapamazsam? Ya kazanamazsam? Ailemin o kadar emeği, çabası, bu da yetmezmiş gibi çevrenin “bak biz demiştik bu kızı boşa okuttular” demesi… Düşünmesi bile kötü. Ben Ziraat Mühendisi bir Akdeniz’ li olmak istiyordum. Sonunda büyük bir oh çektim sınav sonuçları açıklandığında Akdeniz Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri öğrencisiydim artık tam da istediğim gibi.

Sonunda istediğim olmuştu ama sanki boşlukta gibiydim. Yeni bir hayal bulmalıydım ve ona koşmalıydım. Kendime yeni bir hedef belirledim. Bana sadece ziraat mühendisi yetmez. Ben mesleğimde en iyilerden olmalıydım. Farklılık yaratmalı ve geleceğin parmakla gösterilen kişilerden olmalıydım. İşte bu hayali gerçekleştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorum. Gözümü bir firmaya mı diktim, “tamam, iş bitmiştir” diyorum. O firmaya girmek için her yolu deniyorum ve vazgeçmiyorum. Belki de bu yüzden ikinci sınıfta olmama rağmen birçok firma benimle çalışmak istiyor. Ama gelecek iki yıl bana ne gösterir bilemiyorum.

Bir şey yapmak istiyorsam ve önümde bir engel varsa farklı yollar denerim. Tıpkı İpek Aral Kişioğlu’na yaptığım gibi. İpek hanımı ben Akdeniz Üniversitesi, Girişimcilik ve Kariyer Topluluğu’nun düzenlediği, Girişimciler Zirvesi’ndeki konuşmasında onu büyük bir hayranlıkla dinledim. Kesinlikle kendisiyle konuşmam gerektiğine karar verdim. Ancak kahve molasında daha ben yanına varmadan etrafı öğrencilerle sarılmış, kimse geçmeme izin vermiyordu. Zaten onunla konuşsam bile, o kadar kalabalığın içinde beni hatırlar mıydı?

“Söz uçar, yazı kalır” sözü aklımda uçuştu. İşte o anda karar verdim kendisine kısa bir mektup yazmaya. Belki okumaz dedim ama yine de şansımı denemeliydim. Yazdığım mektubu usulca yanına yaklaşıp eline tutuşturup “okumanızı istiyorum “ dedim. Ben o mektubu vereli bir hafta bile geçmeden bana geri döndü İpek Hanım. İşte bu da geleceği mi kendi elimle yazdığımın bir kanıtı daha.

Dutu küçüklüğümden beri çok severim. Hele ağacın en tepesinde en olgunlaşanları. Bücürük boyuma bakmadan tırmanırdım ağaca düşeceğimi bile bile. Ha düştüm, ha düşücem diye diye tırmanırdım dallara, ama inatla hep en yukarı tırmanırdım ve en sonunda yerdim o koca dutu.

Her ağaca çıktığımda gene düşerim diye korkarım. Ama o ağaçtan hiç düşmedim.

HAMDİYE CANKURT

Kampüste Marketing ’11 – Eskişehir

Üç ay önce Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Marketing Kulübü’nün geleneksel Kampüste Marketing ’11 etkinliği için aldığım konuşmacı olma daveti  beni çok heyecanlandırmıştı. Günler hızla geçti ve bugün üniversitenin Atatürk Kültür Merkezi Opera ve Bale Salonu’nda “Sosyal Medya ve İnsan Kaynakları” ana teması üzerine kurguladığım konuşmamı yaptım.

Etkinliğin ana konsatrasyon konusu pazarlama olunca, İnsan Kaynakları ile pazarlamanın kesiştiği noktalara vurgu yapmaya özen gösterdim; yetenek yönetimi, aday ilişkileri yönetimi (candidate relations management), işveren markası.  Sosyal medyanın kullanım alanları üzerine farkındalık yaratmak ve sosyal medya kullanım kalitesini arttırmak da altını çizdiğim diğer önemli başlıklar oldu.

Organizasyonda çalışan kulüp üyelerinin disiplinli çalışmaları, giyim, kuşamları, coşkulu ve güleryüzlü profesyonellikleri gerçekten etkileyiciydi. Her birinin ileride ne meslek seçerlerse seçsin başarılı olacaklarına şüphe yok.  Ayrıca Eskişehir Anadolu Üniversitesi Öğrenci Kulüpleri Koordinatörü Öğretim Görevlisi Dr. Gökhan Turan’ı da tanımış olmaktan büyük mutluluk duydum. Herkese Kaynağım İnsan üzerinden de tekrar teşekkür ederim.

Bu yazıyı okuyan sevgili Anadolu Üniversiteli arkadaşlar ! 25 Mart 2011 Cuma günü de Hayatı Doldur Mini MBA Eğitim programı ile sizdeyim, hepiniz beklerim 😀

Not: Etkinliğin fotoğraflar bana ulaşır ulaşmaz yazıya yerleştireceğim.

Hayatı Doldur – Pamukkale Üniversitesi – Denizli

Dün Hayatı Doldur Mini MBA Eğitim programı ile Denizli Pamukkale Üniversitesi’ndeydim. Pamukkale Üniversitesi şimdiye kadar gittiğim onlarca üniversite içinde en güzel konferans salonuna, en başarılı başarılı teknik donanıma ve ses düzenine sahip olandı.

Elbette üniversitedeki tek motive edici konu bu değildi. 700 kişilik salonun büyük kısmı hepsi doluydu ve eğitim boyunca öğrencilerin anlattıklarıma katılımları beni çok etkiledi. Katılımın sadece soru sormak değil, tartışmak, yorumlamak, fikir bildirmek şeklinde gelişmiş olması birlikte geçirilen saatleri daha da verimli kıldı. Pamukkale Üniversitesi’nde mevcut öğrenci topluluklarının yürüttükleri sosyal sorumluluk projeleri aslında pek çok diğer üniversite topluluğuna ilham kaynağı olabilir.  Bence bu amaçla blog açarak kendilerini, projelerini daha bilinir ve ulaşılabilir kılmalılar.

Pamukklae Üniversitesi’nde Hayatı Doldur Mini MBA Eğitim programının organizasyon ortağı Yeni Ufuklar Topluluğu‘na hem teşekkür ediyorum, hem de başarılarının ve mükemmel projelerinin devamını diliyorum. Lütfen tanıtım sunumuzda yansıttığınız bütün çalışmaları (görselleri ile birlikte) anlatan bir blog açın, ben de sizi takip edebileyim !!

Bundan sonraki durağımız   23 Mart 2011 Çarşamba günü Manisa Celal Bayar Üniversitesi. Kasım 2010’da sevgili Davut’a son vedamı etmek için gittiğim Manisa’ya şimdiden selamlar 🙂

Not:  16 Mart Perşembe günü Muğla Üniversitesi’ndeki eğitim salon uygunluğunda yaşanan bir aksama nedeniyle ileri bir tarihe ertelendi.