Simto Alev

Okuyacağınız bu yazı, benim en ilginç yazı deneyimlerimden biri olacak belki de. Kendimi anlatırken pek hoş hissetmemem bir yana, İpek (Aral Kişioğlu) “profesyoneller” bölümünde yazmamı teklif ettiğinde hemen yazmayı kabul etsem de ortada bir sorun vardı. Ben profesyonel değilim. Benim bir mesleğim dahi yok. Özer Dölekoğlu’nun yazısını okurken “internet işçisi” deyimini gördüm. Sanırım kendime yakıştıracağım başlık da bu.

Şöyle bir baktığım zaman anlıyorum ki bu yazıda size mesleki kariyerimi anlatıp, üstü kapalı bazı nasihatler vermem gerekiyor. Ancak dedim ya; profesyonel değilim. Bir kariyerim de yok ve gerçek anlamda bir kariyere hiç sahip olmayacağım! Bu yüzden ben sadece iş gelişim süreçlerimi, bu süreçte dönem dönem düşündüklerimi, değişen hedeflerimi, değişen işlerimi anlatacağım.

Bilgisayarımla ilk yılımı CD-ROM’suz, sessiz ve internetsiz geçirdim. “Abi”lerin bilmem kaç disketle yüklediği birkaç oyun ve paint harici hiçbir uğraşım da yoktu. Öyle ki; ilk internetimi bir yıl sonra, ben 14. yaşımdayken yine bir “Abi” kurmuş, “buna bastın mı bağlanırsın” deyip gitmişti. Ben adresini televizyondan duyduğum bir web sitesini nasıl açacağımı dahi bilmiyordum.

Böyle bilgisiz bir başlangıçtan sonra, internette herkesin bir sitesi olduğunu farkettim. “Ahmet Online”, “Mehmet Online”, “Sertaç Online” gibi onlarca site vardı. Bir de o dönemler çeşitli saçmalıklarla internetten para kazanma sevdası çok ön plandaydı.

Kararımı verdim. Ben de site açacağım ve aynı kaynaklardan ben de para kazacağım. Google yok. Bana bu işi öğretecek kadar abi olmuş bir abi yok. Sadece o sitelerin bazılarında “HTML Dersleri” başlıkları var. Biraz onları okuyarak, biraz o sitelerin kodlarını inceleyerek ve çok zaman sonra bugünkü Adobe Dreamweaver’ın büyük babası Allaire Home Site ile kod yazarak bir site oluşturabilir hale geldim. İlk Notepad’de yazıp, Home Site ile geliştirerek açtım: http://simto.8k.com/

Siteyi açmayı binbir güçlükle başardım. Kolay yoldan para kazanmayı ise asla. Fakat bir yandan büyüdüğümü düşünüp, para kazanma ihtiyacı hissediyordum. Artık bildiğim bir şeyler de vardı. Yeni bir karar verdim. Ben bu işi yapıp para kazanacağım! Nitekim de öyle oldu.

Aradan geçen 10 yıl kadar zamana rağmen, bugün hala tasarım yapmayı bilmem. O zaman da bilmezdim ama yapardım. Çeşitli forumlarda ilan kovalar, küçük esnafa, evinde kendi işini yapan adama 50 ya da 100 liraya site yapardım. Tasarımı, HTML’i, teknik işleri, hepsi bende.

Neredeyse hiçbir şey bilmediğim halde işe bir ucundan başlayarak herhangi bir ajansın bir işle kazanabildiği parayı bir yılda kazanır oldum. Öğreni ve tecrübemi ne kadar arttırdığımsa tartışılmayacak kadar çok. Bu artışın tek sebebi ise çalışıyor olmak aslında. Başka bir şey değil.

İş yaptığım insanların teşekkürlerini alıp bu yolda ilerledikçe artık bir yerlerde işe başlamam gerektiğini de düşündüm. Bu meselenin hiç üzerine gitmesem de geniş zamanda birkaç ilanvereni telefonla aradım. Kendimi tanıtık görüşmek istediğimde ilk soru hep eğitimim oldu. Her zaman da açıklamaya çalıştım fiziksel engelli olduğumu, bu yüzden bir eğitim alamadığımı. “Zaten bu işin adam gibi bir eğitimi de yok ki” diyemeden görüşmeler sonlandı.

Bu görüşmeler iş aramaktan vazgeçmelerimi arttırsa da çalışmaktan hiç vazgeçmedim. Öyle ya da böyle evimde oturup çalışabiliyor, az da olsa para kazanıyor ve yukarılarda da belirttiğim gibi her defasında daha iyi oluyordum.

Bir süre sonra HTML bana yetmemeye başladı. 100’lerce ürünü tek tek sayfalara eklemek oldukça meşakkatliydi. Çözümü ise dönemin gözde web yazılımı ASP’ydi. ASP ile mücadelem sadece 1 ay sürdü. Sonrasında beceremediğim için vaz geçtim.

— Bu sırada bir ara konu olarak belirtmem gerekiyor ki ASP benim için ilk ya da tek farklılaşma deneyimi değildi. Hiçbirini asla gerçekten öğrenemesem de, daha web işlerine başlamadan evvel mIRC scripting’den başlayarak süreç boyunca Perl, Java, C++, VisualBasic gibi çok alakasız yazılım dillerinin tadına da baktım. Her şeyden önce amacım yine bir yön sapması yaşayıp, daha çok para var düşüncesiyle masaüstü yazılımlar geliştirmekti. Bunlar arasında en uzun deneyimi bir yıl ile VisualBasic’de yaşadım. Bugün hiçbirini bilmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. —

ASP’deki başarısızlığımın ardından çok oyalanmadan bir başka web programlama (script) dili olan PHP’ye geçtim. Bu kez her şey harikaydı. Hızlı öğreniyordum, eğleniyordum. 2 Koca kitap bitirdim. Onlarca makale okudum. (birkaç yıl sonra da yazdım.) Tüm örnek uygulamaları hatasız kodladım. Muazzam bir şey.

2 Kitabı da bitirdikten sonra artık bir projeye başlamanın, ilk işimi çıkartmanın zamanı gelmişti. Kuzenimle birlikte şiir, hikaye paylaşım sitesi olarak –şu an bizle ilgisi olmayan- DuyguDolu.com’u yaratma sürecine giriştik. Üyeler içerik yollayacak, yorumlayacak vesaire idi. Logosu, tasarımı, yazılımı… Her şeyi ile bende.

Projeye başladığımda ise bir problemim olduğunu farkettim. Ben PHP bilmiyorum! Hiçbir şey yapamıyorum. Projenin her aşamasında birilerine danışmaya, yeniden öğrenmeye çalıştım. Bir virgül yüzünden bazen bir koca gün uğraştım. O günlerden beri de bu gibi hiçbir şeyi önce okuyarak değil, önce tecrübe ederek öğrenirim. Okuyaraksa bildiklerimi tazeler, destekler, arttırırım.

PHP öğrenmem kısa vadede bir şey kazandırmasa da yaptığım birkaç işten sonra bağlı olarak çalışmasam da bir ajansla ortak hareket etmeye başladım. Ajans beni hiç anlamadığım tasarım yükünden kurtardı, HTML gibi bir ek yükü elimden aldı. Artık kendime sağan soldan duyduğum için kullandığım ve bugün hiç haz duymadığım “Webmaster” unvanı yerini “Web yazılımcısı”na bıraktı.

“Webmaster” olduğum o çaylak dönemlerde (bu işten para kazanma hedefinin ardından) ve düzenli bir iş dönüşümüne girdiğim ilk dönemlerde yeni hedefim bir iş kurmaktı. Her şeyi kendi şirketimde, çalışanlarımla yapacaktım. Her ne kadar hesapsız kitapsız da olsa bu konuda çocukça birkaç girişimim oldu. Şirket adı belirlendi, tasarımlar hazırlandı ve daha ileri gidemedi. Birkaç kez, yeniden.

Şirket olma çabasında niyetim hiç iktidar sahibi olmak gibi görünmese de hedefimde –belki bir altmetinde, derinlerde- bir kariyer ve o kariyerde kısayoldan zirvede olma arzusu vardı. Bugünse kariyerin altında çalışan insan sayısı, adının başına konan İngilizce bir unvan ya da ün olmadığını düşünüyorum. Bunların peşinden koşmayı da çok zaman önce “ben kariyer sahibi olmayacağım” diyerek bıraktım. Bu hikayeyi kariyer konusunda düşündüklerimi detaylı yazmadan sürdüreceğim. Ancak belki bir kariyer parçacığı bu yazının devamında var olacak.

Artık “web yazılımcısı” gibi işimi belirtir bir unvana kavuş ve bu yolda ilerler olsam da başta para, ardından yeni bir şeyler öğrenme çabası ile önüme düşen farklı işleri reddetmedim. O yıllarda durmadan küfrederek yaptığım deküpasyon işleri, bugün tercihim olmasa da nadir zamanlarda hala para kazandırır. Tek bir işe bağlı kalmamayı, tadımlık da olsa farklı işlerden ufak bir lokma almayı bu yüzden seviyorum.

PHP ile profesyonel deneyimlerimi ağır aksak sürdürüp, “freelance” ek işler, kişisel ya da çevre projelerde de aktif rolümü sürdürürken, bir teklifle kendimi Türkiye’deki 3-4 bilgisayar dergisinin birinin web sitesi başında buldum. Site durmadan gelişti, büyüdü, zenginleşti. Beraberinde aynı grubun birbaşka sitesine de destek verir olmuştum. Hava atmaya değer bulduğum bu işten aldığım maaşda ikinci ay indirime gidilmişti ve asgari ücretin de altında bir maaşla çalışmayı kabul etmiştim.

O an bu ücretle çalışmayı reddetmek çok zor verilecek bir karar değildi. Belki bir yerde yeni bir iş bulur belki de “freelance” olarak para kazanmayı sürdürebilirdim. Ancak her ne kadar kendimi kanıtlamışlıktan ziyade bana destek olunması için dergiden iş teklifi almış olsam da bu benim kariyerimdeki ilk adımdı.

Gelen diğer derginin işi muhakkak bu işi kotarabildiğimdendi. Dergiyle birlikte gelen freelance işler de giderek yerini oturaklı iş tekliflerine bırakıyordu. Dergide geçirdiğim ilk bir buçuk yılımda PHP tecrübemi arttırırken, boş kaldığım zamanlarda da sadece meraktan, ilgiden XHTML/CSS bilgimi arttırdım. Bu noktada aldığım bir teklifle kariyerimde bir adım daha attım ve derginin yanında ikinci bir işim daha oldu. Bu defa ara yüz kodlayıp WordPress giydiriyordum.

Bu iş ise XHTML/CSS bilgim üzerine bir milyon bilgi daha kattı. Artık çekinmeden “benim işim bu hacı. Bak burada dergi, burada projelerim, burada arayüz kodlamalarım” diyebiliyordum. Dergide beni ikinci yıla taşıyan sabrım ve bu süreçteki gelişimim, bana yine bir kariyer adımı olarak geri döndü. İki işte kazandığımın biraz üzerinde bir ücret karşılığı yeni bir iş sahibi oldum. Hâlâ aynı şirkette arayüz kodluyorum. Elbette diğer iki işi de bırakmam gerekti. Unvanım ise “Senior Web Developer” olarak daha havalı ve daha saçma bir hale büründü.

Yukarılarda her yeni profesyonel işimdem, kariyer diye sözettim. Her işim öncekinden biraz daha üstün, çerçevesi biraz daha belirli, biraz daha yüksek ücretli oldu. Ancak hiçbiri daha yüksek, daha prestijli bir mevkide değildi. Sektörün dışına pek taşmamış olsam da, hiçbiri aynı iş, aynı meslek de değildi tam olarak. Hepsinden güzel bulduğum ise hiçbiri için iş başvurusu yapmamış olmam. Benim için kariyer isim yapmak, ünlü olmak değil ama birilerinin “Bu işin altından Simto kalkabilir” güvenini vermek ve gerçekten o işin altından kalkabilmek. Aynı çizgide ilerlemeden hem de.

Bundan üç ay evvel ise kendime ilk kez, sadece işi resmiyete dökmek için bir CV Hazırladım. Bu defa iş, son 2 yıldır yakın takipte tuttuğum, dönemin de gözde konusu Sosyal Medya. Burada hedefimse “Sosyal Medya Uzmanı” unvanını almadan, dijital pazarlama konusunda bir uzman kadar olmasa da, ona yakın değerlerde bilgi. Yine de yarın hangi işten nasıl para kazanacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Her an, her şey olabilir.

Yazının başında profesyonel olmadığımı, sadece kendi sürecimi anlatıp nasihat vermeyeceğimi söyledim. Şimdi, yazımı bitirirkense fikrimi değiştiriyorum. Bir nasit verme ukalalığında değil, daha çok samimi bir paylaşım olarak. Bu denli uzun yazmış olmama rağmen, yazı sadece önemli dönüşümlerin özeti niteliğinde. 10 yılı aşkın bu süreçte çok fazla acı çektim, azarlandım, aç kaldım, beceriksiz oldum, işimi yaparken sıkıldım. Aynı zamanda tam aksi yönde mutlu oldum, aferinler aldım, işimin her aşamasında çok eğlendim, para kazandım.

Tüm bunları kıyasladığım, iyisinden de kötüsünden de ortaya biraz katıp ideal olanı bulmaya çalıştığımda bulduğum şey yaptığım işten keyif alma hissi oldu. “İşinizden keyif alın” demeyeceğim. Bütünden; çalışma odanızdan, iş arkadaşlarınızdan, elinizdeki projelerden vs. en çok keyif alabileceğinizi seçmeye özen gösterin. Hiçbir detayın sizi bundan çok geliştiremeyeceği fikrindeyim. Bu yüzden,

Keyifli Çalışmalar…

Simto Alev
http://www.simtoalev.com

Mücadeleye Devam, Her Şeye Rağmen Yalnız Değilsin

Davut Topcan ile geçtiğimiz yıl bu zamanlarda tanıştık. Onun kanser hastası olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. İnsan boylu postlu genç bir adamla kanser kelimesini yan yana getiremiyor. Aslında o zaman da Davut etrafına verdiği pozitif enerjisi, altında motosikleti ile kansere nasıl meydan okuduğunun mesajını başarıyla iletiyordu. Şimdi düşünüyorum da, Atatürk’ün Savarona yatını birlikte dolaşırken siyah deri ceketi ve eldivenleri, elinde kaskı, etrafına merakla bakan Davut’u hayatımın içine bu derece alabileceğim hiç aklıma gelmezdi.

Aradan geçen bir yıl içinde onun ikinci kez kanseri yendiğine sahit olduk. “Her Şeye Rağmen Yalnız Değiller” Projesi ile tüm Türkiye’yi dolaşarak kanserli hastalara el uzattığını, umut verdiğini yaşadık hayranlıkla hep beraber. Televizyonlarda, gazetelerde, üniversitelerde kanseri, mücadelesini anlattı, paylaştı, etrafını aydınlattı Davut. 2010’a ise yepyeni bir sosyal sorumluluk projesi ile girdi; çok sevdiği dansı kanserle mücadelesine dahil etti. Geçen ay Kaynağım İnsan’nın konuk yazarı oldu ve Sosyal Sorumluluk projelerinde İnsan Kaynakları Yönetimi üzerine olan görüşlerini yazdı.

Derken bugün yeni yazısını okudum blogunda onun. Yine şaşırdım. Davut hep şaşırtıyor beni. Biraz nefeslenmişti ki, kanser üçüncü kez kapısını çaldı.

Çok zor bir yol seninki.

Diliyorum, hepimize örnek olmaya, ilham vermeye, gücünü göstermeye devam edeceksin. Seni takipteyim.

‘Mücadeleye devam’ diyorum Sevgili Davut’cuğum, Her Şeye Rağmen Yalnız Değilsin 🙂

Özgüven ve Özsaygı Eksikliği

İş ilişkilerinde yaşanan her türlü problemin görünen nedenlerininlerinin altını biraz eşelerseniz karşınıza asıl dev problem çıkar: “Bireylerin özgüven ve özsaygı eksikliği”

Özgüven ve özsaygı eksikliği öylesine büyük bir kara deliktir ki, bireyi, bireyin ilişki içinde olduğu diğer kişileri, iş süreçlerini, şirketi hatta toplumu, ülkeyi yutar, yok eder. Neden mi?

Çünkü:

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan korkaktır, kolaylıkla yalan söyler, yalanına kendi bile inanır.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan sorumluluk ve risk almaktan kaçar.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan hatasını üstlenmez, başkasına yükler.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan olan bilgisini paylaşmaz, itinayla saklar. Paylaşırsa güç kaybedeceğinden korkar.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan yapıcı değil, yıkıcıdır. Yersiz saldırgandır.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan artniyetli kıskançtır.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan değişiklerden hoşlanmaz, esnek değildir. Her türlü değişim, gelişim onun için tehlikedir.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan olaylar, insanlar, zamanlar arası neden sonuç ilişkisi kuramaz. Sağlıklı analiz yapamaz.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan dedikodu yapar, diğerlerinin yaşadığı olumsuzluklarından, mutsuzluklarından büyük keyif alır, beslenir.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan sıklıkla ‘anlaşılamadığından’ dem vurur.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan sürekli birilerinden ‘kazık’ yediğine, ihanete uğradığına dair hikayeler anlatır.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan ilgi toplayabilmek için olayları aşırı abartır, saptırır.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan optimist değildir, hep mutsuzdur, hep yakınır.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan yanlızlığa tahammülsüzdür, arkadaşı çoktur ama dostu yoktur.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan her ne hikmetse dünyadaki bütün haksızlıklara uğrar. ?!

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan kronik tembeldir.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan sürekli ‘çok güvenilir’ olduğu yönünde söylemler geliştirir.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan sürekli bahaneler üretir, başarısızlığı kabul etmez.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan bilinmezlik, sonuçsuzluk durumlarını sever ve sadece kaos ortamlarında çok mutludur.

– Özgüveni ve özsaygısı olmayan insan ufak hesaplar peşine düşer, büyük manzarayı hiçbir zaman göremez, anlayamaz, algılayamaz.

Elbette bireylerin her zaman, her konuda özgüvenleri tam olamaz. Özgüven durumsal olarak ivmelenebilir. Ama zaten bu ivmelenmeye dair bilinç seviyesine de ancak tabanda özgüveni tam olan insan ulaşabilir, kendi zayıf yönlerini telafi etmek için çaba sarfeder, sistemli emek harcar.

Lütfen aynaya bakın, günlük hayatta taktığınız binbir maskeyi indirin ve yansımanızın gözünün içine bakın … acaba özgüveniniz ne seviyede ?

Arzu Hüsrev

Kalite nedir?

Benim bakış açımdan yansıyan cevap, yıllar önce tanımlanan bir döngünün özetidir: “Yapmak istediklerin ne olursa olsun hayatında bir amacın olmalı, bunları yaparken planla, her adımını kontrol et, aksamalar varsa düzelt (hatta düzeltmeden önce önlem al) ve amacına ulaş” (Deming)

——————————————–

——————————————–

Ortaokul birinci sınıftayım, hiç unutmuyorum. Rehber öğretmenimiz bize şu soruyu sordu ve not kağıtlarına yazarak kendisine ulaştırmamızı istedi: İleride ne olmak istiyorsun? Çok enteresandır, benim yazdığım meslek “Bilgisayar Mühendisliği” olmuştu. Fakat o yıllarda (Bahsettiğim 80 li yıllar 🙂  ) Amiga ve Commodore dışında tanışık olduğumuz bilgisayar tipleri ve oyun çeşitleri bile sınırlı iken, verdiğim cevap ileride çok popüler olacak ve çılgınlık düzeyine gelecek bilişim teknolojisinin gelecekten günümüze gelen zerreciklerini belki de o yaşlarda bile koklayabilmekti.

Ortaokul sonu sınavlarında, meslek lisesi sınavlarına girmeye heveslendim. (tabi ki sıra arkadaşımın da özendirmesi ile) erkenden iş hayatına atılıp para kazanma olasılığı belki de…
Sınav sonucunda ikimiz de aynı okulun aynı bölümünü kazanmıştık.

“Kimya”

O güne dek sadece Fen Bilgisi müfredatından aşina olduğum bu bilim alanı, benim artık yolumu çizecek bir başlangıç olacaktı. İlk yılı yoğun bir Kimya dersi maratonu ile bitirdik.( günde on saat Anorganik Kimya) ikinci yıldan itibaren iki gün okul, üç gün staj nedeni ile derslerden uzak kalma durumunu, kurumsal bir ilaç firmasında iş hayatını tanıma çabası ile dolduruyordum. Tabi bu süreç iş hayatı ve insanları tanıma anlamında bana çok şey kattı.

Yüksek okulu İstanbul Üniversitesi Teknik Bilimler “Lastik- Plastik Teknolojisi” bölümünde tamamladım. Kalite kontrol konusu ile lise staj yıllarımda tanışmıştım. Bu kolaja, ders olarak da aldığımız Kalite Güvence ve Kalite Yönetim Sistemleri bilinci de ekleniyordu. Mezun olurken bir de Öğretmenlik Formasyonu aldım.

Otomotiv yan sanayine ait bir üretici firmada Kalite Kontrol ve Kalite Güvence Sorumlusu olarak işe başladım. O dönemde şirin bir laboratuarım vardı. Formlar, dokümanlar (planlar, prosedürler) hazırladım. Kontrol yöntemlerini orijinal İtalyanca planlardan sözlük, çevirmen yardımı ile geliştirmeye, her gün biraz daha iyiye taşımaya yoğunlaşmıştım.

Bu arada bilgisayar kullanma becerimi arttırmaya başladım.

Şirketin taşınıyor olması ve diğer nedenlerden dolayı iş arayışına girdim 2000 yılında halen çalışmakta olduğum firmamda göreve başladım.

Pozisyon itibariyle, ilk görevlerim, mevcut Kalite Yönetim Sistemi dokümanlarını, Kalite Planlarını hazırlamaktı. Sonrasında aldığım eğitimler ve her bir tetkik (ki unutmayın her bir tetkik ve tetkikçi verdiği tavsiyelerle sizin ufkunuzu açacaktır. Hiçbir zaman bu bizim eksiğimiz mantığı ile yaklaşmayın. Bu tavsiye, tetkikçinin bakış açısıdır ve sizin çalışma prensipleriniz ve firma politikalarınız nezaretinde birer iyileştirmedir.) ile firma iş süreçlerini benimseyerek Kalite Yönetim Sistemi kurabilir ve yönetebilir hale geldim. (Bu dönemde de boş durmadım ve Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünü tamamladım. Bu gelişme de mesleki anlamda bana çok şey kattı.)

Şimdi, meslek olarak seçmeyi düşünen arkadaşlarım için konuyu biraz irdeleyelim.“Biraz” diyorum, çünkü ben sadece konunun özünü aktarmaktan yanayım. Burada örnek olaylar, örnek insanlar, örnek faaliyetler, anlatmakla bitmez. Bu işi, içinde yaşayarak öğreneceksiniz…

Üniversitelerde yüksek lisans ve yanılmıyorsam ön lisans düzeyinde “Kalite Kontrol” bölümü olarak faaliyet gösteren bölümler var. Herhangi bir ana bilim dalı mezuniyetinden sonra da bu alana yönelebilirsiniz.

Sizin için anahtar olacak belirli uluslar arası standartlar var, En çok bilinenler ISO 9001, OHSAS 18001, ISO 14001….(ve türevleri diyebiliriz. Mutlaka atıf yapılan standartları da edinin derim.)

Bu standartlar doğrultusunda yazımın başında verdiğim öz örnek sizin için hep geçerli olacak, firma beklenti ve amaçları dahilinde gösterilen faaliyetler bu standartların verdiği anahtar maddeler bazında kodlandırılacak, çok duyduğumuz bir kavram olan kalite el kitabında adreslendirilecek, sonrası malum, planla-kontrol et-önlem al döngüsünde: İyileştirme, iyileştirme, iyileştirme…

Sonuç: ”Müşteri Memnuniyeti”

Memnuniyet sadece ürün veya hizmet sunduğumuz müşteriler değil, “İç Müşteri” olarak tanımlanan şirket içi çalışanlar bazında da olmalı, ölçülmeli, iyileştirilmelidir.

Alacağınız Kalite Yönetim Sistem Belgesi, uygulamalarınızı taçlandırmaktır.

Maddeleri toparlayalım:
1-Sürekli olarak insanlarla etkileşim halinde olmanız nedeniyle, iletişim becerilerinizi geliştirmenizi, tüm bölümleri de iletişime teşvik edecek sistemler geliştirmenizi,
2-Süreç yönetimi kavramını benimsemenizi,
3-Hedef odaklı olmanızı, hedeflerinizi ölçülebilir vermenizi,
4-Sabırlı olmanızı,
5-Her tetkikten önce sizi strese sokan her şeyin aslında size daha sonradan motive edici bir artı olarak döneceğini bilmenizi,
6-Bilgisayar bilginizi geliştirmenizi,
7-Literatürü ve standartları takip etmenizi,
8-Üstleriniz kadar astlarınızın da fikirlerini mutlaka almanızı,
10-Değişen ve gelişen dünyada iş ile ilgili gelişmeler kadar güncel aktüaliteyi de takip etmenizi,
11-Her sabah işinize gelirken işinizi ve yaşadığınız hayatı ne kadar sevdiğinizi düşünmenizi öneririm. (Bu madde tüm meslekler için ortaktır.)

Sn İpek Aral Kişioğlu; değerli bir iş arkadaşım olarak, yıllarca beraber çalışma vesilesi ile sizi tanımış olmaktan çok memnun olduğumu belirtir, diğer profesyonel arkadaşlarım ile aynı sayfada bana da yer verdiğiniz için teşekkürlerimi sunarım.

Sevgi ve Saygılarımla,

Arzu Güsen Hüsrev
Kalite Güvence Şefi

[email protected]

Kadın İşçilerin Gece Postalarında Çalıştırılma Koşulları Hakkında Yönetmelik

09 Ağustos 2004 Tarihli Resmi Gazete Sayı: 25548

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından:

Kadın İşçilerin Gece Postalarında Çalıştırılma Koşulları Hakkında Yönetmelik

BİRİNCİ BÖLÜM

Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

Amaç

Madde 1 : Bu Yönetmeliğin amacı, on sekiz yaşını doldurmuş kadın işçilerin gece postalarında çalıştırılmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.

Kapsam

Madde 2 : Bu Yönetmelik, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu kapsamındaki işyerlerinde 18 yaşını doldurmuş kadın işçilerin gece postalarında çalıştırılmaları ile ilgili koşulları kapsar.

Dayanak

Madde 3: Bu Yönetmelik, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 73 üncü maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.

Tanımlar

Madde 4: Bu Yönetmelikte geçen;

Bölge Müdürlüğü: İşyerinin bağlı bulunduğu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Bölge Müdürlüğünü,

Kadın işçi: Medeni durumuna bakılmaksızın on sekiz yaşını doldurmuş kadon işçileri,

Gece postası: 4857 sayılı İş Kanununun 69 uncu maddesinde belirtilen gece çalışma sürelerini kapsayan ve yedibuçuk saati geçmeyen çalışma zamanını,

ifade eder.

İKİNCİ BÖLÜM

Kadın İşçilerin Gece Postasında Çalıştırılmaları

Kadın İşçilerin Gece Postasında Çalıştırılma Süresi

Madde 5: Kadın işçiler her ne şekilde olursa olsun gece postasında yedibuçuk saatten fazla çalıştırılamaz.

İşyerine Götürüp Getirme

Madde 6: Belediye sınırları dışındaki her türlü işyeri işverenleri ile belediye sınırları içinde olmakla beraber, posta değişim saatlerinde alışılmış araçlarla gidip gelme zorluğu bulunan işyeri işverenleri, gece postalarında çalıştıracakları kadın işçileri, sağlayacakları uygun araçlarla ikametgahlarına en yakın merkezden işyerine götürüp getirmekle yükümlüdür.

Rapor

Madde 7: Kadın işçilerin, gece postalarında çalıştırılabilmeleri için, işe başlamadan önce işyeri hekimi, işyeri ortak sağlık birimi, işçi sağlığı dispanserleri, bunların bulunmadığı yerlerde sırasıyla en yakın Sosyal Sigortalar Kurumu, sağlık ocağı, Hükümet veya belediye doktorlarına muayene ettirilerek, çalışmalarına engel bir durumun olmadığına dair sağlık raporlarının alınması şarttır. Bu işçilerin muayeneleri her altı ayda bir tekrarlanır.

Kadın İşçilerin Çalışan Eşlerinin Gece Postalarında Çalıştırılmaları

Madde 8: Kadın işçinin kocası da işin postalar halinde yürütüldüğü aynı veya ayrı bir işyerinde çalışıyor ise, kadın işçinin isteği üzerine, gece çalıştırılması, kocasının çalıştığı gece postasına rastlamayacak şekilde düzenlenir.

Aynı işyerinde çalışan karı kocanın aynı gece postasında çalışma istekleri, işverence, olanak oranında karşılanır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Gebelik ve Analık Durumunda Çalışma ve Bildirim

Gebelik ve Analık Durumunda Çalıştırılma Yasağı

Madde 9: Kadın işçiler, gebe olduklarının doktor raporuyla tespitinden itibaren doğuma kadar, emziren kadın işçiler ise doğum tarihinden başlamak üzere altı ay süre ile gece postalarında çalıştırılamazlar. Emziren kadın işçilerde bu süre, ana ve çocuğun sağlığı açısından gerekli olduğunun işyeri hekimi, işyeri ortak sağlık birimi, işçi sağlığı dispanserleri, bunların bulunmadığı yerlerde sırasıyla en yakın Sosyal Sigortalar Kurumu, sağlık ocağı, Hükümet veya belediye doktoru raporuyla belgelenmesi halinde, bir yıla kadar uzatılır.

Bu işçilerin anılan sürelerdeki çalışmaları, 14/7/2004 tarihli ve 25522 sayılı Resmî Gazete de yayımlanan Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik hükümleri saklı kalmak üzere, gündüz postalarına rastlayacak şekilde düzenlenir.

Bildirim

Madde 10: Gece postalarında kadın işçi çalıştırmak isteyen işverenler, gece çalıştırılacak kadın işçilerin isim listelerini ilgili bölge müdürlüğüne gönderirler.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Son Hükümler

Yürürlük

Madde 11: Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Yürütme

Madde 12 : Bu Yönetmelik hükümlerini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı yürütür.

Murat Bilgeman

Merhaba,

Bu yazımı mesleğim Yazılım Uzmanlığı ile ilgili bilgi vermek, ve yeni yazılımcı adayların bu iş için uygun kişi olup olmadığını sorgulamaları için ve bizzat bu mesleğin içinden birinin gözlemlerini dikkate almaları için yazdım.

Önce kısaca kendimden ve bu mesleği seçme sürecimden söz etmek istiyorum.

Henüz  11-12 yaşlarımdayken, loş ışıklı bir odada bilgisayarın monitöründen gözüme çarpan o ilk ışık beklide tüm yaşantımı etkileyecek ve meslek seçimimi  tamda o yaşta belirleyecekti.. ve öylede oldu.

Teknolojiye ve elektroniğe çok meraklı bir çocukluk yaşadım. Hani şu uzaktan kumandalı arabalarla oynamak yerine hemen içini açıp bakan çocuklardandım. Elime geçen her elektronik objeyi hemen incelerdim. Aklıma ilk gelen soru, “ acaba nasıl çalışıyor? “ olurdu.

Her insanın hayatta çok istediği şeyler vardır ya, işte o yaşlarda benim için en büyük istek kendime ait bir bilgisayarımın olmasıydı. Bu isteğim çok kısa bir süre sonra hiç beklenmediğim bir anda ve şekilde gerçekleşti. Şans gerçektende bana gülmüştü. Peki nemi yaptım? İnsan 7 sinde ne ise 70’indede odur derler ya.. hemen içini açtım J ve o soruyu kendime gene sordum.. “Acaba nasıl çalışıyor?”

Bunların sonucunda çok önceden karar vermiş olduğum meslek seçimim üniversite tercihim konusunda çok yardımcı oldu. Çünkü yapmak istediğim iş belliydi kafamda. Sadece bu sektörde hangi branş üzerinde gidecektim? İşte bu konuda araştırma yapmaya başladım. Acaba sadece bilgisayar programcısı mı olmak istiyordum ? Evet ama sadece bir şeyler kodlamak değil, aynı zamanda kodladığım şeylerden bir şeyler elde edip, bunu da işlemek, raporlamak ve bir şeyler sunmakta istiyordum… ve Türkiye’de çok yeni olan bir bölüm ilgimi çekti. Yönetim Bilişim Sistemleri Bölümü. Bölümü incelediğimde tamda istediğimin bu olduğunu gördüm ve benim için artık ilk hedef bu bölümdü… ve öylede oldu.

Beykent Üniversitesi, Yönetim Bilişim Sistemleri bölümünden “E-Ticaret’te parmak okuyucu güvenlik sistemi” proje çalışması ile mezun oldum.

Bir yazılımcının gözünden hayat nasıl gözükmelidir?

Bir insan mesleğinin gereği şekillendirdiği hayatı mı yaşamalıdır? Bence evet. Eğer işinize aşıksanız ve gerçekten o iş için yaratıldığınızı düşünüyorsanız, günlük yaşantınızda, mesleğinizle uygun şekilde ilerlemelidir. Kendimden örnek vermek gerekirse; nasıl bir yazılım içinde bir sürü karar verme aşamaları barındırıyorsa,  ben de günlük yaşantım içinde aynı karar verme aşamalarını barındırıyorum. Nasıl mı?.. Eğer böyle olursa ne yaparım? Şöyle olursa ne yaparım.. peki böyle oldu ama birde böyle olursa ne yaparım? “Hımm.. ya hiç biri olmazsa ne yaparım?” gibi sorular aynı geliştirdiğim yazılımlar gibi günlük yaşantım içinde de devamlı beynimin içinde döner durur. Bitmedi. Bir yazılımı geliştirirken nasıl her ince ayrıntıyı düşünürsünüz sistemin “tıkır tıkır” işlemesi için,  günlük hayatımda  da bunu yaşıyorum. Benim için herşey kusursuz ve en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş olmalı. Eğer bir yazılım uzmanı işini en iyi şekilde yapmak istiyorsa, günlük yaşantısı içinde de buna uygun düşünmeli, düşünce yapısını bu şekilde geliştirmelidir. Çünkü günlük hayatınızda karşılaştığınız bir problem ve ona getirdiğiniz çözüm yöntemi, aynısı olmasa bile çok benzeri şekilde iş yaşamınızda karşınıza gelecektir.. ve üstesinden gelmeniz çok daha kolay olacaktır.

Yenilikçi olmaktan korkmayın

Bu işi yapabilmek için mutlaka yeniliklere açık, yenilikleri takip eden, ve bu yeniliklere çabuk adapte olan bir yapıda olmanız gerekmektedir. “Ben yenilikleri pek sevmem, eski köye yeni adet mi getireceğiz kardeşim” diyorsanız şimdiden bu meslekten uzak durun. Bugün bilişim dünyasında her gün değil, neredeyse her dakika bir yenilik karşımıza çıkıyor. Geliştirdiğiniz yazılımların güncel olması gerekmektedir. Bu şarttır. Çünkü zamanın gerisinde kalmış her yazılım projesi, her daim itilmeye, ezilmeye ve dışlanmaya mahkum kalacaktır. Kullanıcı her zaman en modern ve en yeni özelliklerle donatılmış yazılımı talep eder. Bunu unutmamanız ve yenilikleri her zaman takip etmeniz gerekmektedir. Bundan kaçışınız yok maalesef…

Bizler şimdiki ve gelecek yeni çağın en popüler mesleğiyiz

Belki çok abartılı bir söz söyledim ama günlük yaşantınıza şöyle bir bakacak olursanız pek de yanılmadığımı göreceksiniz. Biz yazılımcıların geliştirdiği masaüstü  ve web yazılımlar artık her yaş grubuna hitap eden ve onlar için olmazsa olmazlardan biri. Bu yüzden bu mesleği seçmeye karar vermiş genç adayların profesyonel hayatlarına başlarken biraz daha kendilerine güvenmeleri gereklidir. Unutmayın ki yolunuz pek kısa sürmeyecek..

Asla pes etmeyin!

Bu meslekte başarıyı sağlamak istiyorsanız kendinize söyleyeceğiniz ilk söz “Ben bunu başarabilirim” olmalıdır. Başarıya giden yolda da hiçbir zaman yılmayın. Yazdığınız kod çalışmadı mı? Olsun bir daha yazın.. ve bir daha.. inanın ki en sonunda çalışacaktır.. Kendimden biliyorum 🙂

Bir yazılımın temeli, ekrana kod yazmadan önce kağıt üzerinde atılır

Bu da ne demek şimdi.. biz yazılımcı olmak istiyoruz dedik, sen bizi edebiyatçı yaptın ne işimiz var kağıt kalemle bizim?  Diyenleriniz mutlaka olacaktır. Ama profesyonel bir yazılımcı olduğunuz zaman inanın her şeyin aslında kağıt üzerinde olup bittiğini anlayacaksınız. Düşündüğünüz projeyi kafanızda tasarlarken kağıt kalem oynatmaktan korkmayın. Kağıt üzerinde algoritmalar geliştirin. Programın nasıl işleyeceğini, nerelerde karar vereceğini, neler yapacağını kağıt üzerinde tasarlayın. İnanın beyninizde ve kağıt üzerinde tasarladığınız projeyi koda dökmek sizin için daha kolay ve çabuk olacaktır.

Son söz

Umarım yeni Yazılım Uzmanı adaylarına faydalı bir yazı olmuştur. Şimdiden tüm yeni meslektaşlarıma başarılar diliyorum.

Zaman bizim zamanımız, haydi kodlamaya başlayın ve tüm Dünya’ya yenilikler getirin…

Saygılarımla,

Murat BİLGEMAN
Yazılım Geliştirme ve Veritabanı Uzmanı

http://muratbilgeman.com/
http://bilgeman.wordpress.com/

23 Nisan Kutlu Olsun :)

“Çocuklarımızı artık düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimî düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde; yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışılmalıdır.”

Mustafa Kemal Atatürk

Bütün çocukların ve Türkiye’nin 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlarım.

😀

Böyle özel bir günde doğmuş olmak da ayrı bir mutluluk.

😉

Resim Tohum Otizm Vakfı çalışmalarındandır.

Eğitim Vermek Güzel

Ben eğitim uzmanı değilim. Hatta İnsan Kaynakları mesleğim boyunca eğitim vermek seçeneği karşıma çıktığımda özellikle kabul etmedim. Eğitim vermek, eğitime katılanlarla iletişime girebilmek, onların kendilerini eğitim içinde hissetmelerini sağlamak bambaşka bir beceridir kanımca.

2010 yılın başından beri üniversitelere gençlerle söyleşme gitmekteyim. Onlarla birlikte olmak ve onlarla mesleki bilgimi, tecrübelerimi, anılarımı paylaşmak bambaşka bir keyif doğrusu. 1 Mayıs’da da İnsan Kaynakları; Kıymetli İnsan Programı için Kocaeli Üniversitesi’nde olacağım.

Ancak bu yazımın ana konusu 18 Nisan 2010 Pazar günü günboyu eğitimci sıfatıyla katıldığım Eğitişim Kariyer Enstitüsü 5n İK Sertifika Programı. İki ay önce “Performans Değerlendirme” üzerine oturum konuğu olduğum 5n İK programına “İşe Alım Yöntemleri, Uygulamaları” konusunda günboyu eğitim vermek üzere katılma teklifi geldiğinde tereddütsüz kabul ettim. Benim için önemli bir gelişmeydi, sunumumu özenle hazırladım.

Eğitimin nasıl geçtiğini soracak olursanız, benim için çok iyidi. Sabahtan akşamüstü saat altıya kadar on dört pırıl pırıl genç ile çok hareketli ve interaktif saatler geçirdim. Gün sonunda onların da memnuniyetini hissediyordum ama bugün elime ulaşan Eğitim Değerlendirme Formu sonuçları hislerimde yanılmadığımın kanıtı oldu. ‘Konuşmacı’ olarak 100 üzerinden 99, ‘Eğitim Genel Puanı’ olarak da 100 üzerinden 95’e layık görmüş beni arkadaşlar.

Eğitim Değerlendirme Formunda asıl beni heyecanladıran ve mutlu eden ise katılımcıların eğitim hakkındaki görüşlerini birer cümle ile belirttikleri  son bölümdü, işte cümlelerden birkaçı:

“Eğitmen çok deneyimliydi, güncel örneklerle katılımcıları konuya hakim kıldı, zamanı çok iyi kullandı”

” İpek Hanımı gözümü kırpmadan dinledim çünkü inanılmaz bir enerjisi var, verdiği örnekler ve yaşanmış olayları anlatması ilgimizin dağılmamasını sağlayan bir başka etken oldu”

“Konular çok açıklayıcı, eğitmen pozitif yaklaşımlıydı”

Takdiriniz için çok teşekkürler arkadaşlar 😀

İş Hayatındaki Dostluklar

Resimdeki DERS:
DOSTLAR sizi TEPEYE çekemeyebilir AMA yine de sizin DÜŞMENİZE izin vermeyecek yollar DÜŞÜNÜRLER.

.

İş hayatı menfaatlerin her zaman ön planda olduğu bir platform mudur? İş arkadaşlarının menfaatleri çakıştığı zaman illa ki taraflardan birinin canı yanar mı?

Bu soruları soruyorum ama sanmayın ki doğru cevapları biliyorum. Sadece yazarak düşünüyorum, kendi beyin yollarımda dolaşıyorum.

İş hayatıma başladığımdan beri hani şu “kazık” dediklerimizden ben de yedim. Ama atmadım. Yapıma, ahlak anlayışıma uymuyor. Varsa bir derdim, mümkün olduğunca yüzyüze konuşarak halletmeye çalışırım. Hiç kimse için arkasında durmayacağım söz sarfetmemeye özen gösteririm. Dedikodu yapmam, iş arkadaşlarım hakkında kulağıma gelen dedikodulara prim vermem, gözümle görmediğime, kulağımla duymadığıma inanmam.

İş arkadaşlarımla yürüttüğüm bu çok açık ve net ilişki politikam nedeniyle bazıları için korkulan insan oldum, onlar benden uzak durdular, dururlar. Yanımda olanlar ise benim dostumdur. Onlarla yeri geldiğinde menfaat çakışması nedeniyle tartışsam, gerilsem bile hiçbir zaman üzülmedim, üzdüğümü de zannetmiyorum.

Kısacası iş hayatının insan ilişkileri bakımından özel hayattakinden farklı olduğunu düşünmüyorum. Her zaman ektiğinizi biçiyorsunuz. Bu iş hayatı deyip, iş ilişkilerinizde ahlak dışı – uyanıkça stratejiler geliştiriyorsanız, işleriniz de asla hedeflediğiniz şekilde yürümeyeceğini bilin.

“Devletler kanunla değil, ahlakla daha iyi yönetilir.” Sokrates

İşgücü Temininde Sosyal Medya

Türkiye’de biz İnsan Kaynakları profesyonelleri acaba özellikle ihtiyaç duyduğumuz insan kaynağına ulaşmak konusunda sosyal medyanın gücünün ne kadar farkındayız?  Veya sosyal medyayı işe alım süreçlerimizde maliyet düşürücü bir kaynak olarak kullanmak stratejisini geliştirebiliyor muyuz? İş arayan adayları firmamıza sosyal medya üzerinden ulaşmaları için ne derece yönlendirebiliyor, firmamıza ulaşmalarını sağlayacak mekanizmaları ne derece yaratabiliyor, kullanabiliyoruz?

Ben söyleyeyim … ülkemizde hemen hemen hiç.

Ya dünya, onlar sosyal medyayı İnsan Kaynakları işe alım süreçlerinde verimli kullanabilmek için neler yapıyor? İşte bir örnek:

Üye olduğum ve geçtiğimiz aylarda Kaynağım İnsan üzerinden de tanıttığım Human Resources IQ sitesinden bir mesaj aldım bugün. Mesaj Chicago’da düzenlenecek bir İnsan Kaynakları zirvesi haberini veriyordu. Zirvenin adı “İşgücü Temininde Sosyal Medya

Mesajın içeriği ilgi ile okudum ve okuduklarımı beş madde halinde özetlemenin faydalı olacağını düşündüm. En azından dünyanın öbür ucu işe alım süreçlerinde sosyal medya hakkında neleri tartışıyor takip etmek bizlere zaman içinde ilham kaynağı olabilir.

* İşe alım süreçlerinde kullanılan sosyal medya araçlarının ve stratejilerinin neler olduğu ve hangilerinin firmalara uygun çözüm platfomu olabileceği; Facebook, LinkedIn, Twitter ve diğerleri,
* Kişisel mahremiyet, kabul edilebilir kullanım, tutumlar, vb. konularındaki kaygıları hafifletecek kurumsal sosyal medya politikalarının tasarlanması,
* Kurumların içsel ve dışsal olarak sosyal medya programları nasıl pazarlanır ve yetenekleri kurumlara çekebilmek için sosyal medya nasıl kullanılır?
* Kurumlar sosyal medya İK program yatırımlarının karlılığını üst yönetime nasıl ispatlar?
* Kurumunuzun varlığına dair verilen mesajın istikrarı ve kurumunuzun on line komunitelerdeki reputasyonunun korunma yolları.

Bakalım bizler; Türkiye’deki İnsan Kaynakları profesyonelleri yukarıdaki konuları hararetle ne zaman tartışmaya başlayacağız?