Liderin Takım Çantası – Cem Kozlu

25 Aralık 2012 tarihli yazımda Cem Kozlu’nun Coca Cola CEO’su Muhtar Kent ile yaptığı röportaja yer vermiştim. İki başarılı iş adamının da ürün, marka, müşteri, pazar, dünya, ekipleri, gelişim, başarı hakkında söyledikleri çok kıymetli, “rafine edilmiş” tecrübe ve bilginin yansımaları. Yazımı Cem Kozlu’nun “Liderin Takım Çantası” isimli kitabı hakkındaki yorumlarımı bir sonraki yazımda Kaynağım İnsan okuyucusu ile paylaşacağımı yazarak bitirmiştim.

Benim için bir kitabı içeriğinin zenginliğine paralel cazip kılan iki özellik var: rahat okuyabilmek ve akışkanlık.

Rahat okumak, işlenen konunun sistemli bir bütünlük içinde, anlaşılır bir dille inceleniyor olması demektir. Kitabın son kelimesini okuduğunuzda sanki bir yap-bozun son parçasını yerleştirmiş gibi “bitirmişlik” hissini vermesi gerekir.

Akışkanlık ise bölümler arası mantıksal bağlantının başarı ile kurulmasıdır. Kitaptan anlam çıkarmak için “başa dön”, “ileri git”, “dur bakayım o neredeydi?” diye boğuşmak zorunda kalmazsınız.

Cem Kozlu’nun Liderin Takım Çantası isimli kitabını yapılandırma şekli aslında onun organizasyona, işe, insana nasıl bir zihinsel tutum ile yaklaştığının bir yansıması: rahat ve akışkan

Kitap iki ana bölümden oluyor.

Cem Kozlu, birinci bölümde ağırlıklı kullandığı iş yürütüm araç/metotlarını, ikinci bölümde ise liderlik fonksiyonuna yaklaşımını sergiliyor. Her bir başlık altında kendi iş hayatından, uluslararası dev şirketlerde yaşananlardan, tarihe malolmuş önemli liderlerin hayatlarından çok çarpıcı örnekler veriyor, okumamız için kitaplar tavsiye ediyor.

Kitabı okumayı on beş gün önce bitirdim. O zamandan, şu ana kadar düşündüğümde aklımda kalanlar da herhalde “Cem Kozlu’nun Takım Çantasından Notlarım” şeklinde başlıklandırılabilir.

 

Cem Kozlu’nun Takım Çantasından Notlarım:

1. Kişinin iş yürütümünde bir Checklist’inin olması unutma riskini azaltıyor, süreçlerin daha kontrollü ve sağlıklı yürümesini sağlıyor. Cem Kozlu’nun babasının Amerika’ya gitmeden önce oğlu Cem’e yazdığı checklist bazı özel içerikler hariç herkese yazılmış kabul edilebilir.

2. Sürekli not tutmak, yanında not kağıtları ve kalem bulundurmak şart. Anlık algı, düşünce ve saptamaların kayıt altına alınması iyileşme, gelişme sürecinde çok faydalı. Unutkanlık büyük risk.

3. Lider takımıyla tartışır ama karar verme sorumluluğu her zaman ondadır.

4. Hatalardan en önemli öğrenme aracıdır.

5. Öneri sistemi, çalışanların analitik düşünme ve yalın ifadelendirme yetkinliklerini destekleyen şirketlerin kan damarları gibidir.

6. THY Teknik’in servis süresinin Luftansa ile yapılan benchmarking sonrasında 1 aydan, 1 haftaya düşürülmesi planlama için nefis bir örnek.

7. Asla sahadan kopmamak gerekir. Kağıt üstündeki veriler değerlidir ama sahada yaşanmakta olanı görebilmek, analiz edebilmek en değerlidir.

8. Vizyon ticareti yapan, ülkeye davet edilip çeşitli konuşmalar yapan ancak hiçbir öngörüleri gerçekleşmeyen “guru”lara dikkat.

9. Toplantıların hedefleri baştan belirlenmelidir. Fikir fırtınası olmadığı sürece toplantı süresi sınırlı olmalı, lider, toplantı sonunda toplantı süresince tartışılan konuları toparlamalı ve karara bağlamalıdır.

10. Execution üç süreçten oluşur: insan süreci, strateji süreci, operasyon süreci. Execution geniş kapsamlı, insiyatif kullanmak ise kişisel gelişen bir süreçtir.

11. Takip sistemin sağlıklı işlemesi için şarttır. Sistem işleyişleri tesadüflere veya hafızaya bırakılamayacak kadar önemlidir. Takip için not tutun, bir checklist oluşturun.

12. Lider, takımını kendisini ve birbirini tamamlayan en yetkin insanlardan oluşturmalıdır. Düşmanını bile dosta dönüştürebilmelidir.

13.Lidere beslenen güvenin altında şeffaflık, yetkinlik, tutku ve tevazzü yatar.

14. Kurum kültürünün oluşmasında hikayelerin ve ritüellerin büyük önemi vardır. Metaforlar ve onlarla bezenmiş hikayeler liderlerin en temel iletişim araçlarıdır.

15. Liderin, beyni kadar yüreği de derinliği olmalı. İnsanın yaptığı işe maddi ve nesnel olduğu kadar, anlam da yükleyebilmesi işinden manevi tatmin almasını sağlar.

16. Doğruyu bilmek önemlidir, doğruyu yapmak ise cesaret ister. Hayatta doğruyu yapmak yolunda destek verecek, yol gösterecek nitelikli, üstün arkadaşlar edinin ve onları hayatınızda tutun.

17. Churchill “Öngörü ve mükemmeliyet benim güçlerim arasında sayılmaz. Çok hata yaptım. Özelliğim, hatadan sonra pes etmemek, mücadeleye devam edip, toparlanmaktır

18. Coca Cola, dünyanın en uzun ömürlü şirketlerinden biri. Coca Cola şurubunun sırrı bir banka kasasında saklı. İş modellinin sırrı ise şirketi yönetenler ve çalışanlarında. Bu sır, şurubunkinin tersine, paylaşıldıkça çoğalıyor. Şurubun formülü değişmiyor, ama iş modeli sürekli gelişiyor. Kurumsal gelişim altında da kurumun destekleğini bireysel eğitim ve gelişim programları yatıyor. Dolayısıyla liderin en temel görevlerinden biri ilk önce kendisini, sonra takımını ve kurumunu yetiştirmek , geliştirmek, şu an için hiç kimsenin göremediği tehdit, tehlike ve fırsatlara hazırlamaktır.      

.

Aslında kitap boyunca altını çizdiğim her satırı, her örneği, hikayeyi aktarmaya kalksam “bunları okuyacağıma, gidip kitabı alırım” dersiniz. Dolayısıyla bence de hiç vakit kaybetmeyin ve Tanımsızlık Alışkanlığını fazlasıyla aşmış bir lider olarak Cem Kozlu’nun 10. basımı yapmış olan Liderin Takım Çantasını alın, fazla vakit geçirmeden okuyun. 🙂

 

İK Metrikleri Eğitimi

İnsan kaynakları strateji ve uygulamalarınızın etkinliğini ve verimliliğini ancak onları ölçerek anlayabilir, kıyaslayabilir, doğrulayabilirsiniz. Bütün İK’cıların mesleğe başladığı andan itibaren takip etmeyi öğrendiği veriler var: Kaç kişiyi işe aldık, kaç kişi işten çıktı, çalışan memnuniyeti oranı, kıdem süreleri, işe alım maliyeti, kişi başına düşen ciro, kişi başına düşen maliyet, kişi başına düşen eğitim saati, vs vs.

İK metrikleri sadece bunlar mıdır?

Biz İK metriklerini gerçekten neden takip ediyoruz?

Ölçtüklerimiz üzerinden bugüne kadar üst yönetimi hangi projelerimiz için ikna edebildik?

Peki, üst yönetim bizden neyi takip etmemizi istiyor?

Hatta üst yönetim bizim neyi takip edebilmemiz gerektiğinin farkında mı?

Biz ne kadar farkındayız neleri takip edebileceğimizin?

Farkındayız da, nasıl bütün bu verileri toplayacağız?

İK metrikleri benim her zaman en önemli üç gündem maddem arasında yer alıyor. Hatta, geçen yıl Prof. Dr. Lale Tüzüner’in İK Yönetiminde Ölçme ve Değerlendirme kitabını gördüğümde adeta kapmıştım raftan susuz kalmış insanın suya saldırması gibi.

Şimdi ise konu üzerine bilgilenmek için bir başka fırsat çıktı. Prof. Dr. Lale Tüzüner İK metrikleri üzerine 16-17 Ocak 2013’de BNC Turkey organizasyonu ile Radisson Blu Hotel İstanbul’da eğitim verecek.

Eğitime katılmak için ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Zeki Olduğunu Düşünüyor Musun? – John Farndon

Oxford ve Cambridge dünyanın en önde gelen iki üniversitesi. Kim okumak istemez ki onlarda?

Elbette herkes bu iki üniversitenin önüne geleni kapıdan içeri buyur etmediğini biliyor. Onların da kendi bünyelerinde sınavları ve mülakat etapları var.

Yazarımız John Farndon bir Cambridge mezunu. Kimbilir ona yıllar önce mülakatta hangi soruları yönelttiler? O kadarını bilemiyorum ama Farndon çok  güzel bir çalışma yaparak Oxford ve Cambridge’e giriş mülakat sorularını “Zeki Olduğunu Düşünüyor Musun?” isimli kitabında toplamış. Soruları toplamakla kalmamış hepsine teker teker kendi cevaplarını da vermiş.

Soruların niteliği hakkında kafanızda bir fikir oluşması için birkaç örnek vereyim:

Akıllı olduğunu düşünüyor musun? (Hukuk, Cambridge)

Herşeye gücü yeten bir tanrı varsa, kaldıramayacağı bir taşı yaratabilir mi? (Klasik Edebiyat, Oxford)

İnsan, böbreğini satmalı mı? (Tıp, Cambridge)

Tarih, bir sonraki savaşın önüne geçebilir mi? (Tarih, Cambridge)

Dürüstlük, nerede hukuka uyar? (Hukuk, Cambridge)

Hangi kitaplar senin için zararlıdır? (İngiliz Dili ve Edebiyatı, Cambridge)

Dünyayı bir uçtan öbür uca deldikten sonra, deliktan atlarsan ne olur? (Mühendislik, Cambridge)

Mutluluğun anlamı nedir? (Felsefe ve Modern Diller, Oxford)

Romeo fevri biri miydi? ( Modern Diller ve Ortaçağ Dilleri, Cambridge)

Beynin en çok neyini seversin? (Tıp, Cambridge)

Smith, sağır ve kör bildiği Jones’un uçuruma doğru yürüdüğünü görüyor, ama ondan hoşlanmadığı için uçurumdan aşağı yuvarlanmasına göz yumuyor. Bu cinayet sayılır mı? (Hukuk, Cabridge)

Çölde bir petrol kralıyım ve düz bir hatta yer alan dört farklı kente petrol dağıtmam gerekiyor. Her seferinde petrol depoma dönmek üzere dört kente de sırayla uğramak zorundayım. Olası en kısa yolu almak için depomu nereye yerleştirmeliyim? Yol sorunum yok, çünkü istediğim kadar yolu bedava açacak bir şeyh dostu var. (Matematik, Oxford)

Salyangozun bilinci olabilir mi? (Deneysel Psikoloji, Oxford)

Başkan Mao bugünkü Çin’i görseydi gurur duyar mıydı? (Doğu Araştırmaları, Cambridge)

Küresel devlet neden yok? (Felsefe, Siyaset ve İktisat, Oxford)

İri ve vahşi hayvanlar neden azdır? (Biyoloji Bilimleri, Oxford)

Dünyadaki insan sayısı çok mu fazla? (İnsan Bilimleri, Oxford)

Yukarıda okumuş olduğunuz sorulara Farndon’un verdiği yanıtları okuduğuzda biraz sıkılıyorsunuz. “Ben bu okullara giremezdim herhalde” kanısı oluşuyor maalesef kafanızda. Sonra da kendi kendinizi avutuyorsunuz: yazar bu soruları kesin masa başında kimbilir kaç kitap karıştırarak vermiştir. Öyle tıkır tıkır ağızdan dökülebilecek cevaplar değil çünkü okuduklarınız… acaba gerçekten değil mi? !

Farndon, sorulara cevap üretirken ilk başta sorunun içeriğini açıyor. Bu açma işlemini çeşitli bilim insanları, filozoflar, iktisatçıların görüşleri ve sözlerinden alıntılarla, formüller kullanarak yapıyor. Onlar sayesinde cevapları hem olumlu, hem olumsuz şekilde yapılandırıyor. En sonda da kendi görüşünü belirtiyor. Kısacası her bir soruda bilgi, görüş bombardıma ile karşılaşıyorsunuz. Ancak şurası kesin ki, hangi bilimle ilgilenirseniz ilgilenin önde gelen eski Yunan filozoflarına, iktisat ve toplum bilimcilerin görüşlerine hakim olmanız şart. Çünkü ister hukuk, ister biyoloji, ister tıp, ister edebiyat her branşın cevabında onlardan mutlaka alıntılar yapılıyor.

Aslında cevaplar için “doğru” veya “yanlış” diye bir ayrımı olmadığını siz de farketmişsinizdir. Adayın sorulara yaklaşımı, soruları nasıl kurcaladığı, bu kurcalama esnasında bilgisini nasıl masaya sürebildiği ve kendi görüşünü nasıl sergilediği önemli. Sözün özü, eğitimini almak istediğiniz dalda ne kadar dolusunuz ona bakılıyor.

Kitabı bitirdiğimde “Acaba Türkiye’de merkezi sınav kalksa ve her üniversite kendi sınav ve mülakatı etabını yapsa, bizde de böyle sorular sorulabilir miydi?” diye düşündüm. ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ, Mülkiye’de bu seviyede olmasa bile güzel sorular üretebilirdi kanımca. Aslında öğrenci ve öğrenme kalitesinin artmasını sağlayacak bir etki bu. Düşünsenize bu tip sorular bizim gençlerimizin elinde dolaşıp, böyle sorulara hazırlanmaya başladıklarında gerçek okuma, araştırma, öğrenme, anlama, düşünme ve üretme süreci de başlayabilmiş olacak ülkemizde. Ayrıca biz bu sayede sadece Yunan ve batı bilimleri değil, doğu’nun zenginliğini de yine keşfedebileceğiz; İbni Sina’yı, Farabi’yi, Ali Kuşçu’yu, Ömer Hayyam’ı, Katip Çelebi’yi okuyup, inceleyebileceğiz. Belki o zaman toplum olarak gerçek kimliğimizi bulabileceğiz. Çünkü şu halimizle ne batının, ne de doğunun bilim ve düşün hayatına hakimiz, ezbercilikte ise en önde gideniz. Belki bu sayede fakülteler adaylarına tavsiye kitap listeleri yayınlayacak. Öğrenciler bu bilim, felsefe kitaplarını okuyarak sınav ve mülakatlara hazırlanacak. İyi olmaz mı?

Link Bilgisayar Röportajım

Kendinizden bahsedebilir misiniz?

Mülkiye mezunuyum. 1997 yılında İstanbul’ a geldim.

İnsan Kaynakları mesleğine OBEY Yönetim Danışmanlık’ta Oktay Bora Yağız ile başladım. Oktay Bey mesleğin kapılarını açan ve benimle bonkörce bilgisini paylaşan ustamdır. Bana şirketin aldığı yönetim danışmanlığı projelerinde, asistan olarak çalışma imkanı vermiştir. Bu imkan, benim “Bir şirket nasıl analiz edilir?” noktasında tüm detayları bir İnsan Kaynakları Uzmanı’nın yapabilirliklerinin ötesinde öğrenmemi sağlamıştır.

Oktay Bora Yağız’ın 1999 yılında A.B.D’ye taşınması ile ben de kurumsal bir firmanın İK bölümünde çalışmak hedefimin peşine düştüm. Mesleğimin ikinci önemli durağı Koç Grubu’ nda; Migros oldu. Migros, çok büyük bir yapı. Olumlu ve olumsuz pek çok şey yaşadım Migros’ta. Ben prensip olarak bardağın her zaman dolu tarafına bakarım. Migros gibi büyük bir kuruluşta “Kurumsallık nedir?, Büyük olmak nedir? Yapılabilirlikler nelerdir?, Yetki-Sorumluluk ne demektir?” öğrendim. Büyük bir yapıdaki insan ilişkilerinin boyutlarını tecrübe ettim. SAP gibi bir ERP ile tanıştım. Şu an SAP herkese sıradan geliyor ama o yıllar için SAP sıradışı idi. Migros İK’sı, SAP yatırımını Türkiye’de ilk yapandır. HRIS kavramını hayatıma sokmuştur. Migros beni memleketim Ankara’ya geri gönderdi. Ankara’dan İstanbul Merkez’de yürümekte olan İK projelerinde yer almak için çaba gösterdim. Bu arada da kendi kendimi insan kaynakları alanında geliştirmeye devam ettim.

Birey kariyer yolunda ilerlerken kendini, yeteneklerini keşfediyor. Ben proje çalışmak, sıfırdan sistem kurmak, geliştirmek ve analiz etmekten büyük keyif alan biriyim. Migros’tan ayrıldığımda iş ararken kendime hedefler koydum. Birinci hedefim bir sonraki işimde kendi sistemimi kurmaktı. Artık hizmet sektöründe çalışmak istemiyordum. İkinci hedefim üretime, fabrika ortamına girmekti. Migros’ ta çalıştığım süre zarfında mühendislerin ne kadar başarılı, etkin işler yaptığına şahit olmuştum. Bu nedenle de üçüncü hedefim olarak özellikle Endüstri Mühendisleri ile birlikte çalışmayı saptadım. Onlardan öğrenecek çok şey vardı. Bu üç hedefimde öyle inat ettim ki, 2002 ekonomik kriziyle de birleşen işsizlik sürecim biraz uzadı. Ama sonunda sabır bana Vesbo ve Kar Şirketler Topluluğu’nu getirdi. Vesbo, boru ve ek parçaları üreten bir firmadır. Kendi ürün segmentinde yurt dışına satış yapan Türkiye’ nin önde gelen şirketlerindendir. Yönetim Kurulu Başkanım Ömer Faruk Berksan ve Genel Müdürüm Dr. Samed Samedi ile çalışmak, Oktay Bora Yağız ve Migros’tan sonraki kariyerimdeki en önemli dönemeçlerdendir. Altı yıla yakın çalıştığım toplulukta İnsan Kaynakları Sistemini sıfırdan kurdum. Fabrika ortamında, birbirinden değerli Endüstri, Makina ve Kimya Mühendisleri ile çalıştım. Böylece kariyer gelişimim için kendime o dönemde koyduğum bütün hedeflerimi tutturmuş oldum.

Kızımın doğumu benim için dördüncü önemli dönemeçtir. Bir İK’ cı olarak; kızımı kucağıma aldığımda sokaktaki insan değil, benim olana %100 ilgimi, sevgimi, şevkatimi vermem gerektiğine karar verdim. İşten ayrıldım. İki yıl boyunca evde kızımı tek başıma büyüttüm. Bu süre zarfında hobim olan yazı yazmaya ağırlık verdim. Kültür sanat ve kızım için açtığım bloglarımda içerik ürettim, yarışmalara katıldım. Bazı sosyal ağlarda İK üzerine bilgi ve görüşlerimi paylaştım. Anneliğin ve ev hanımlığının 1,5 yılında sevgili Ömer Ekinci bana açacağı iş bloğunda İK yazıları yazmamı önerdi. Memnuniyetle kabul ettim. 1,5 yıl meslekten uzak kalınca düzenli İK yazısı yazmak çok hoşuma gitmişti. Kendi kendime “Neden kendine bir İK bloğu açmıyorsun?” diye sordum. Hemen araştırmaya giriştim. Yerel İK blogu aradım, bulamadım. Bu bir ilk olma fırsatıydı ve bu fırsatı iyi kullanarak “Kaynağım İnsan”ı eşimin teknik desteği ile 9 Ekim 2009’da açtım.

Kaynağım İnsan açıldıktan bir ay sonra bir Makina Mühendisi olan Deniz İlbaylı mesaj ile bana ulaşarak toplantı yönetimi üzerine bazı sorular sordu. Ben de kendisine tavsiyelerimi içeren cevabımı gönderdim. 15 gün sonra yeni bir mesaj aldım Deniz’den. Tavsiyelerimi uyguladığını, bunun Genel Müdürü’nün dikkatini çektiğini yazmıştı. Genel Müdürü’ne benden bahsetmişti ve Genel Müdürü benimle tanışmak istiyordu. Çok heyecanlanıp mutlu olduğumu hatırlıyorum.

Görüşmeye gittiğimde Genel Müdür Murat Ergin ve Satış Müdürü Zafer Aygün ile uzun bir toplantı yaptık. Bu toplantı benim kariyerimdeki beşinci önemli dönemeçtir ve iş hayatına part time danışman olarak geri dönmemi sağlamıştır. TaeguTec Kesici Takımlar benden kurumları için insan kaynakları sistemi kurmamı istedi. Benim danışmanlık yapmaya başladığımı duyan eski şirketim Vesbo ve Kar Şirketler Topluluğu’da benimle proje bazlı çalışmaya başladı.

Bazı günler çalışıyor, bazı günler çalışmıyordum. Bunun planlamasını yapmak benim çok hoşuma gitti. Bir süre sonra referanslar sayesinde farklı firmalar bana ulaşarak danışmanlık hizmeti almak istediklerini söylediler. Bu sayede de Yaprak’ın büyümesine paralel, benim danışmanlık işim de büyüdü.

Kariyerimdeki altıncı önemli dönemicim şu an en büyük müşterim olan İETT ile çalışmaya başlamamdır. İETT ile Kaynağım İnsan sayesinde buluştum. Kaynağım İnsan’ı okuyan İETT’ nin İnsan Kaynakları Ve Eğitim Daire Başkanı Murat Büyükçe 2011 yılı Ekim ayında benimle iletişime geçti. 2 ay süren görüşmeler neticesinde de 1 yıldır İETT’ nin İK Danışmanı olarak çalışıyorum. Dev bir İK ve HRIS projesi yapıyoruz. Hem memur, hem de işçi/şöfor kadro için özgün performans gelişim, kariyer, yetenek yönetimi yazılımımızı geliştiriyoruz. Yazılımın performans gelişim modülü şu an kullanımda. Eğitim yönetimini baştan yapılandırıyoruz. Projemiz kamu sektöründe öncü niteliğinde. İETT’de çok üretken, katılımcı bir üst yönetim ve ekiple çalışıyorum. Bir Mülkiyeli olarak devletle iş yapmak beni çok memnun ediyor ve geliştiriyor. Devlet, Türkiye’nin en büyük işvereni ve işleyişi pek çok açıdan özel sektörden farklı. Ama içindeki devlet memurlarının beklentileri, hayalleri, ihtiyaçları özel sektör çalışanları ile aynı. Onlar da başarılı olmak, takdir görmek, ödül almak, kariyer yapmak, yeteneklerinin işlenerek geliştirilmesini istiyorlar. Kuralların devlet tarafından konduğu bir arenada insanı etkin ve işleri verimli kılmak için özel sektör anlayışını yerleştirmeye çalışmak başlı başına bir challenge.

2012 Mart ayında Kaynağım İnsan isimli şirketimi kurdum. Proje yapmanın dışında mesleki eğitim veriyorum. Mesleki zirve ve toplantılarda konuşmacı olarak yer alıyorum. Üniversitelerin daveti doğrultusunda konuşmacı olarak etkinliklere katılıyorum. Kaynağım İnsan’a içerik üretiyorum.

Kendimi geliştirmek için çeşitli eğitimlere katılıyorum, zirveleri, konferansları takip ediyorum. En son Avrupa Birliği’nin Küreselleşme üzerine bir eğitimine başvurdum, kabul edildim. İngilizce toplantı yönetimi ve sunum teknikleri eğitimine gidiyorum. Dört aylık bir program. İş Yönetimi kaynaklarını (kitap, dergi, blog, portal) yakından takip ediyorum. En önemli sermayem diyebileceğim bir iş kütüphanem var. Yüksek lisansım yok. Uygun, beni gerçekten ileri taşıyacağına inandığım Türkiye’de bir program bulursam ve zamanı da ayarlayabilirsem yüksek lisans yapmak istiyorum.

 

Mesleğinizde keyif aldığınız ve zor bulduğunuz taraflar nelerdir?

Danışman olarak kendi iş takvimimi kendim yapıyor olmak bana çok cazip geliyor. İyisi de, kötüsü de bana ait. Kendi sorumluluğumu taşımak beni mutlu ediyor. Kendimi gerçekleştiriyorum, büyütüyorum.

Danışman olarak birden çok şirketin birebir iş süreçlerine dahil olmak da çok güzel. Profesyonel bir İK’ cı olarak bir şirkette çalışıyorsanız, bir noktadan sonra aynı işletme içinde körlük yaşamak kaçınılmaz oluyor. Motivasyon düşüyor. Danışman olarak motivasyonum hep tavan.

Profesyonel İK’cı olarak şirketinizin size sunduğu bir bütçe ve yapabilirlikler var. Hedeflerinizi şirketin hedefleri doğrutusunda sürdürmek durumunda kalıyorsunuz. Ama danışman olduğunuz zaman şirketler size bir ihtiyaç ile geliyor. Ve o ihtiyacı siz karşılamak için yapabilirliklerinizi masaya koyuyorsunuz. Yani şirketler birincil ihtiyaçları olduğu için danışmana gidiyor. Maalesef üst yönetimlerin büyük çoğunluğu İK ile ilgili acil ihtiyaçları karşılandıktan sonra İK’yı öncelikler listesinden çıkartıyor.

İnsan faktörü ülkemizde aciliyet olduğu zaman önemli ve üstüne para harcanıyor. Para harcamadan İK süreçlerinizi iyileştiremezsiniz, sağlıklı işletemezsiniz. Danışman olarak ben şirketlere aslında normal zamanda yapmaları gerekeni yaptırıyorum. Para harcatıyorum. İnsana yatırım yapmalarını sağlıyorum. Şirketin ihtiyaçları ile danışmanın iş yapabilmek için şirketten olan talepleri karşılıklı karşılanma noktasında buluşuyor. Bu sayede de maksimum faydayı bir İK’cı olarak sağlayabiliyorsunuz.

Bir şirketim var ama ekibim yok. Ben çalıştığım firmaların İK ekipleri ile entegre olmayı seviyorum. O zaman gerçek bilgi ve tecrübe aktarımı gerçekleşiyor. Eğer proje bazlı bir çalışma arkadaşı arayışına girersem bu kişi ya bir mühendis stajyer, ya da yeni mezun oluyor. Y kuşağı ile çalışmayı tercih ediyorum. Onları çok daha meraklı, enerjik, üretken, iletişime açık buluyorum. Onlarla yetki ve sorumluluk devri daha hızlı yaşanıyor. Güçlendirmeye, risk almaya her zaman hazırlar. Girişimci yönleri daha güçlü.

 

Danışmanlık yapacağınız kişileri neye göre seçiyorsunuz?

Sektör ayrımı yapmıyorum. Ama sanayi ve bilişime yönelik ayrı bir sempatim var. Görüşmede, görüştüğüm yöneticinin İK konusundaki yaklaşımı ve gözlemlenebilen tutumuna bakıyorum. Çünkü üst yönetimin desteği olmadan biz İK’ cılar, tabiri caizse -ağzımızla kuş tutsak- bile hiçbir sonuç alamıyoruz. Yönetici, sistem kurduğumuz zaman arkasında durmuyor, liderliğini yapmıyor, “Bu uygulanacak” demiyor ise personelden de etkin katılım alamıyoruz.

Kendimi net ve şeffaf bir tonla ifade etmeye özen gösteriririm. Çünkü iş hayatı kelimeleri ağızda gevelemeye müsade etmeyecek kadar dinamik. Bu netliği, şeffaflığı kaldırabilmesi gerek karşımdaki üst yöneticinin. Bana karşı da net, şeffaf olunmasını isterim. Çünkü net ve şeffaf bir sistem kurmaya aday şekilde giriyorum kapıdan içeri. Bu asgari müşterekte buluşmamız gerek.

Beni yarı yolda bırakmayacaklarından emin olmam gerekiyor. Üst yönetimin otoritesiyle ve uygulamacı kimliği ile sürece koşulsuz dahil olmasını istiyorum. Projeyi yüreğinde benim hissettiğim kadar hissedebilmeli. Üst yönetim en az benim kadar, hatta benden çok daha fazla İK’cı olabilmeli. Çünkü günün birinde ben gittiğimde kurulan sistemin liderliğini yürütmeye devam edebilmeliler. Bana kalsa bütün tepe ve orta kademe yöneticileri “Yöneticiler İçin İK Sertifika Programı“na sokardım. Ama piyasada sadece yöneticiler için tasarlanmış, geri bildirim yapmayı, koçluk- mentorluğun ne olduğunu, insan yönetimi esaslarını, ik uygulamalarının boyutlarını öğreten böyle bir sertifika programı yok bildiğim kadarıyla. Büyük eksiklik aslen.

Diğer bir önemli konu ise, İK yazılımı. Kesinlikle şirketin İK tarafında, 21.yy standartlarında bir İK yazılımı olmalıdır. Çünkü ben danışmanlık hizmetimi kağıtlara değil, dijital platforma tanıtmak isterim ki, kalıcılığı olsun. Tercihen kağıt üzerinden iş yürütmüyorum. İlkel yöntemlerle çalışmak isteyen şirketlerin bana yaptığı yatırım çöp olur. Başarı odaklı biriyim, işimin çöp olacağını bile bile proje yapmam. Tüccar zihniyetim de yok. Paramı alırım, gerisine karışmam diyemiyorum. Sistemi sürdürülebilir kılmak için ne gerekiyorsa yaparım. Ekip kurarım, eğitirim, ben gittikten sonra sistem yürümeli. Gerekirse ben arada gelir, ayarlama, geliştirme yaparım. Yetki devri ve güçlendirmeye sonuna kadar inanan biriyim. Üstümde hiçbir yük tutmam danışman olarak da. Bilgiyi de tutmam, paylaşırım. Zaten bilgi her gün büyüyor, değişiyor. Bu nedenle şirketler benden uzun soluklu danışmanlık hizmeti almayı tercih ediyor kanımca, sürekli “en yeni”yi ayaklarına götürüyorum, onları güncel tutuyorum.

 

Bir gününüz nasıl geçiyor?

Ben home-office çalışıyorum. Eğer o gün müşterime gitmem söz konusu değil ise evimden çalışıyorum. Müşterime gitmem gerekiyorsa, onların ofislerinden birinde çalışıyorum.

Son bir buçuk yıldır evde çok az vakit geçiriyorum. Vaktimin %80’ini İETT’deyim. Düzenli kitap/kaynak okuyorum. Eğitimler ve zirveler için sunum hazırlamak da bayağı vaktimi alıyor. Kaynağım İnsan’a yazı üretebilmek de zihnimin bir köşesinde 7×24 bulunur. Sürekli daha verimli nasıl çalışabilirim diye etrafı kurcalama ve metot geliştirme halindeyim.

Her yıl mutlaka bir ay yaz tatili yapıyorum, kızımı deniz kenarına götürüyorum.

 

Link Bilgisayar’ı duydunuz mu? Düşünceleriniz neler?

Duydum. Köklü bir kuruluş olduğunu biliyorum. Yazılımı incelemediğim için uzmanlık alanımla ilgili ne kadar verimli bilemiyorum.

Yazılım piyasasını takip ettiğim için haberdarım.

 

Bu röportaj Link Bilgisayar’ın Linkinsankaynaklari.com blogunda yayınlanmıştır.

 

Yıl 2032’de Dünya Ve İnsan

Bilgisayar başında birbiri ardına makale okurken birden durdum. Aklımdan bir ses

“Ya 2032 İpek? Ya 2032’de insanlar hangi koşullarda yaşayacak, eğitilecek, çalışacak? 

diye sordu.

2032 mi?

Düşündüm.

Bilgisayar, mobil cihazlar, androidler, yazılımların ne durumda olabileceğini …

İletişim ve ulaşım imkanların eriştiği noktayı …

Coğrafyaları, sektörleri, şirketleri …

Şirketlerin geliştirecileceği olası yönetim metot ve stratejilerini …

İnsanların hayat standartlarını ve beklentilerini …

Meslekleri …

Ve bütün değişimlere rağmen günün hep 24 saat olacağını …

.

Teknolojinin çok ilerleyeceği kesin ama aynı hızı toplumsal dönüşümde görmeyeceğiz. İleri teknolojiye gözünü açmış Z kuşağı yavaş yavaş ipleri eline alıyor olacak. Onların gelenek ile teknolojiyi başarı ile harmanlayabileceği inancındayım.

Bazı meslekler parlayacak, bazı meslekler %100 farklı bir şekle dönüşecek, bazıları ise önemini aynen koruyacak. Şöyle ki;

Mesela ben 2032’de muhasebecilik mesleğinin yok olacağını ve şirketlerce tümüyle oursource edileceğini düşünüyorum. Her türlü (sanayi, üretim, inşaat, vb.  hammadde ve yardımcı malzeme) alım, satım işlerinin web tabanlı uygulamalar üzerinden yürüyeceğini, kağıt faturaların tarihe karışacağına inanıyorum.

Finans ve bütçe yönetimi önemini arttırarak ve derinleşerek şirketlerdeki varlığını sürdürecek diyorum.

İnsan yönetimi uygulamalarının önemi her geçengün katlanarak artacak. Belki de teknolojiye eşit bir hızla İK uygulamaları geliştirmek zorunda kalacağız.

İnsanların ürünleri görerek, dokunarak alma ihtiyaçları hemen hemen hiç kalmayacak. Dolayısıyla satış ve satınalma iş süreçleri (sanayi, üretim, inşaat, vb.  hammadde ve yardımcı malzeme, sarf malzemesi vb.) tümüyle web üzerinden, hatta cep telefonları ile yapılacak. Bu satış ve satınalma mesleklerinin ciddi dönüşümüne neden olacak.

Taşımacılık, lojistik ve ulaşım inanılmaz gelişecek, hızlanacak ve ucuzlayacak. Bu sektörde çalışan sayısı çok olacak ama çalışanların gelirleri kar marjlarının düşüklüğü nedeniyle düşük kalacak.

Dünyada mühendislik ve tıp fakültelerinde okuyanların sayısı her gün azalıyor. Devletler bir noktadan sonra bu konuda ciddi önlemler alma yoluna gidecek. Mühendislik ve tıp okuyan gençlerin bütün okul masrafları karşılanacak, hatta onlara maaş bağlanacak.

Bilişim teknolojileri, enerji ve sağlık en çok gelir getiren iş kolları olacak.Bu üçlüye uzay teknolojileri de katılacak.

Çalışma saatleri azalacak.Tahminim 6 saate düşecek.

Genç nüfusu azalmakta olan ülkeler nitelikli insan avı için gelişmekte olan ülkelerin ayağına gidecek. 1960’la Almanya Türkiye’ye fabrika işçisi bulmak için gelmişti. 2032’de öncelikle sağlık, enerji, bilişim sektörlerinde çalıştırmak üzere nitelikli insanları çok iyi koşullar teklif ederek götürmek için gelecek.

Bir kişinin bir iş yerinde çalışıp, ayrıca kendi işini de yapması teşvik edilecek. Vergiler yeniden düzenlecek.

Çocukların yetenekleri çok erken yaşta tespit edilebilecek ve eğitim programları bütünüyle yetenekleri çerçevesinde yapılandırılabilecek. Çocukların ve gençlerin gelişim süreçlerinde ülkeler birbirleriyle işbirliği yapacak. Çocuklara ve gençlere uluslararası boyutta staj ağları kurulacak ve serbest dolaşım sağlanacak.

Gelişmemiş ülkelere yönelik yürütülen sosyal sorumluluk projelerinin sayısı artacak. Üniversiteler ve gençler bu projelein dinamosu olacak. (bu bir temenni aslında)

Yabancı dil bilmemek gibi bir problemler kalmayacak. Yabancı dili anında çevirebilen kulaklıklar ile herkes birbiri ile ana dilinde anlaşabilecek. Bu durum özellilkle ticareti ve uluslararası İK yönetimi uygulamalarını büyük ölçüde arttıracak, geliştirecek.

Türkiye’de kadına şiddet büyük ölçüde azalacak. Kadınların çalışma hayatına katılma oranı %50’lere çıkacak.

Nüfusu azalmakta olan ülkeler ve genç kadınlara hamile kalmaları durumunda maaş bağlayacak. Annelik de bir meslek kategorisi olarak resmen ilan edilecek ve sosyal güvenlik kapsamına alınacak. 2050’de Türkiye’de aynı uygulamaya başlayacak.

Pek çok ofis işi evden yapılabilir hale gelecek. Gökdelenler boşalacak. İşletmelerin menkul ve kira masrafları azalacak.

Markalar en sadık müşterilerini şirket ortağı yapacak.

Bilgisayar klavyesine duygu sensörü eklenecek. Kişinin yazı yazarkenki duyguları harflere yansıyabilecek. (siyah normal, kırmızı sinirli, turuncu heyecanlı gibi.)

Türkiye’de de kadın cumhurbaşkanı koltuğa oturacak. A.BD. Başkanı bir eşcinsel olacak. Öncesinde A.B.D’de de bir kadın başkan görme ihtimalimiz yüzde yüz.

 

.

Aklıma geldikçe ekleyeceğim. Siz de yorumlarınızla destek verin, isminizle beraber listenin altına ekleyelim beyin cimnastiğinizi 😀

Gülşah Öğretmen’e

Gülşah Öğretmen’e sahip çıkamadık. Bir ahlaksız, değersiz çıktı ve onun canını aldı.

Bir kadın erkeğin fiziksel şiddetine karşı acizdir. En güçlü kadın bile fiziksel şiddet karşısında ilk başta ruhen kırılır. Fiziksel acı sonra gelir. Ben hayatımda bir defa tokat yedim. İlkokul birinci sınıfta tahtaya “hayvanat bahçesi” yazamadığım için öğretmenim bana tokat atmıştı. Hiç unutmadım. Bana okuma yazma öğrettiği için ona zihnimden hep teşekkür etmeye çalıştım ama yüreğim onu hiç affetmedi. Maruz kaldığım şiddetin gerisinde bir hayvan gerçekten vardı ama o ben değildim.

Toplumdaki şiddet sadece kadına yönelik değil. Ebeveynlerin çocuğa, öğretmenlerin öğrenciye, arkadaşların birbirlerine, toplumun engellilere, eşcinsellere …

Bana göre şiddete etkin bir çözüm üretilememesinin ana nedeni, toplumun her katmanında şiddetin bir iktidar aracı olarak halen ortak kabul görmesi, popüler olmasıdır.

Dolayısıyla,

ne zaman ki, erkekler özellikle kadına şiddet kullanmayı bir güç değil, bir acizlik, ahlaksızlık ve toplumdan dışlanma nedeni olarak kabul edecek, birbirlerine baskı uygulayacak, o zaman kadına yönelik şiddet azalacak.

ne zaman ki, bazı kadınlar ‘erkektir, hakkıdır, hakedecek birşey yapmıştır’ şeklindeki değersizlik inanışından kendisini kurtaracak, birey olacak, dayanışacak, o zaman kadına yönelik şiddet azalacak.

ne zaman, Türkiye Cumhuriyetini yönetme erkine sahip veya aday olanlar topluma ve birbirlerine yönelik sözlü şiddet uygulamalarını kesecek, toplumu niteliksiz kelime yığınları ile terörize etmeyecek, o zaman toplumda şiddet azalacak.

.

Şimdi sadece Gülşah Öğretmen’in yukarıdaki gözleri gülen fotoğrafına bakın.

Ve şu alıntıyı okuyun ” …… Milli eğitimden sorumlu vali Zafer Coşkun, bizi görüşmeye aldı. Durumu anlattık hayatımın tehlikede olduğunu söyledik o da bana, ‘en kötü ihtimal öleceğimi, ölümün hak olduğunu kaçış olmadığını, hiç olmadı istifa edebileceğimi yanımda biber gazı ile gezmem gerektiği gibi’ hiç de duyarlı olmayan, bizi daha da demoralize eden tavsiyelerde bulundu…..”

Lütfen, Zafer Coşkun profilindeki insanları devlet yönetiminden uzaklaştırın. Kadına şiddeti önlemek için alınacak binbir akıllı adımdan biri kesinlikle bu olacaktır.

Acaba Zafer Coşkun’un kızının, kardeşinin, yeğeninin, kuzeninin başına aynı şey gelseydi, “eline biber gazı al dolaş, öleceksen de öleceksin” mi derdi sizce?

Milli eğitimden sorumlu vali Zafer Coşkun’a da bir sorum var:

Sizce ateş sadece düştüğü yeri mi yakar?

Neden İK Blogu Okumalısınız?

Gerek farklı kanallardan bana ulaşıp İK mesleğine girmek istediğini belirten gençlere, gerekse meslekdaşlara sürekli İK blogu açmalarını, yazı üretmelerini söylüyorum. Blog açarken önceliklerinin kendilerini başkalarına okutmak değil, bireysel mesleki gelişimlerini desteklemek olması gerektiğini vurguluyorum. Çünkü İK ile ilgili okuma ve araştırmaları sonrası blogda içerik üretmek, öğrenmeyi ve kariyer gelişim sürecini hızlandırıyor. Eğer birileri yazdıklarınızı okuyup, beğenilerini sunuyorsa, bu da İK blogu sahibinin ödülü oluyor.

Son iki yıl içinde özellikle gençlerin İK blogu açtıklarını ve çok da başarılı olduklarını görüyoruz. Dünyada ağırlıklı kıdemli İK’cıların hegamonyasında olan İK blogları Türkiye’de gençlerin elinde ilerliyor. Benim çok hoşuma gidiyor bu durum. Benim gibi X kuşağı İK’cılar pek az itibar etti İK blogu açmaya, internette içerik üretmeye. Oysa ki, onların bilgi ve tecrübelerini okumak için hevesli o kadar büyük bir kitle var ki … bilgi ve tecrübe ancak paylaştıkça büyüyor.

İK blogu yazmak bence büyük bir serüven. Her ne kadar başlangıçta okunmak birincil hedef olmasa da, sizi beğenerek takip eden kitle büyüdükçe onları hayal kırıklığına uğratmamak çabası bireysel kariyer gelişimi hedefinizin önüne geçebiliyor.

İK blogcuları hem kendileri, hem de okuyucuları için böyle çabalarken, üçüncü adım olarak artık kaliteli içerik üretmenin ne demek olduğunu tanımlamalılar bence. Çünkü kaliteli içerik anlayışının maddelenmesi İK bloglarının neden okunması gerektiğinin de açıklaması olacaktır.

O zaman sıralayalım, bizi, yani İK bloglarını neden okumalısınız? 

1. Güncel İK haberlerini tarafsız, hiçbir menfaat gözetmeden aktarıyoruz.

2. Dünyadaki güncel İK uygulamalarını ve kaynaklarını yakından takip ederek takipçimiz ile paylaşıyoruz.

3. Özgür irademiz ile yazıyoruz. İfade özgürlüğümüzü kısıtlamaya çalışan her türlü baskı, sansür çabalarına sonuna kadar direniyoruz.

4. İç motivasyonumuz ve istikrarlı üretkenliğimiz ile okuyucumuza da internette içerik üretmeleri için ilham veriyoruz.

5. İK üzerine tartışılması, düşünülmesi, geliştirilmesi gereken konuları gündemde tutuyoruz.

6. Sosyal sorumluluk projeleri, yarışmalar, öğrenci topluluklarının yarattıkları faydanın internet üzerinden yayılmasına gönüllü destek veriyoruz.

7. Teknolojiyi, sosyal ağları ve yeni uygulamaları yakından takip ederek İK’cılara ulaştırıyoruz. İK’cıların hem kişisel, hem de profesyonel olarak sosyal medya kullanım oranını arttırmaya çalışıyoruz.

8. İK’cıların kapalı kutularından çıkıp sosyalleşmelerini sağlıyoruz.

9. Sosyal medyada İK’cıların da olduğunu diğer iş alanlarına gösteriyoruz. Sosyal medya sadece pazarlamacı, reklamcı, satıcı, gazeteci, iletişimcilerin artı değer yaratma platformu değildir.

10. Okuyucumuzdan gelen İK sorularını yanıtlıyoruz, özgeçmiş kontrol ve hazırlanmasında pek çoğuna gönüllü destek veriyoruz.

11. Türkiye’nin İK arşivini oluşturarak İK kültürümüzü destekliyoruz. 10 yıl sonra, “10 yıl önce bunlar konuşuluyormuş” diye herkesin bakabileceği birer kaynakça olacağız.

12. Okuyucumuzu, özellikle de içeriğimizi yorumları ve beğenileri ile zenginleştirenleri, sosyal ağlarda paylaşanları çok seviyoruz. 🙂