8 Mart 2010 Kadınlar Günü’nde Bir Kadın: Ümit Boyner

Her yıl 8 Mart Kadınlar Günü’nde kısa, uzun mutlaka notlar düşmeye çalışıyorum. (1), (2) Buna pozitif ayrımcılık diyebilirsiniz, eşitsizliğe karşı durmak da.

Bu yılsa çok başarılı bulduğum bir kadın hakkında görüşlerimi birkaç satır ile yazmak istiyorum; yeni TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner.

Ümit Boyner’e yönelik ilk farkındalığım Kadın Girişimciler Derneği‘ndeki kurucu üye sıfatı ve dernek bünyesindeki faaliyetleri sayesinde oldu. Türkiye’de mesleği haricinde artı değer yaratmaya çalışan birçok kadın var ve Ümit Boyner elindeki imkanları optimumda kullanabilen en başarılı örneklerden.

Geçtiğimiz Ocak sonunda oturması layık görülen TÜSİAD Başkanlığı koltuğunu ise bunca çalışmanın, üretmenin, düşünmenin taçlandırılması şeklinde yorumluyorum. Medyada o günlerde sözkonusu seçim süreci için birçok saçma bulduğum çıkarımlar yapıldı; erkekler bir kadının arkasına saklandı, kimseyi bulamadılar onu başkan yaptılar, birçok görüşü ile iktidara yakın … Bana son derece ilkel gelen böylesi yaklaşımlara sadece “nitelik ve yetkinlikleri gereken seviyede olmayan hiç kimse böyle büyük koltuklara oturtulmaz” diyorum. Hele ki bir kadın olarak Ümit Boyner, yaşamakta olduğumuz kritik zamanlarda erkeklerin o veya bu kaygıları nedeniyle almaya ‘cesaret’ edemedikleri ağır işleri, sorumlulukları kaldırmaya hazır ise, kendisini iki katı tebrik ediyorum ve bir hemcinsi olarak yolunun açık olmasını canı gönülden diliyorum.

Bütün kadınların 8 Mart 2010 Kadınlar Günü’nü kutlarken aşağıdaki istatistiksel bilgileri de herkesin gözünün önüne koymayı unutmuyorum:

* Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70’i eşleri ya da sevgilileri tarafından öldürülüyor.

* Dünyada her 3 kadından 1’i hayatının bir döneminde şiddete maruz kalıyor.

* Her 5 kadından 1’i hayatının bir döneminde tecavüz veya tecavüz girişimi kurbanı oluyor

* Dünyada, ağırlıklı olarak Afrika kıtasında 135 milyondan fazla kadın sünnet ediliyor.

* Yeni üniversiteyi bitirmiş bayanlar, erkeklerden %20 daha az para kazanıyor. Bu fark 10 yıl içerisinde %31’e yükseliyor.

* 1945 ila 1995 yılları arasında Dünya’daki kadın milletvekili sayısı 4 kat arttı. Bazı ülkelerde meclisteki bayan milletvekili sayısını artırmak için bayanlara pozitif ayrımcılık uygulanıyor.

Kaynak: Wikipedia

Kendime Güveniyorum, O Halde İşe Girerim

İş görüşmeleri  yeni  mezun olmuş yada şu an üniversite okuyan öğrenciler için çok merak edilen bir konu. Üniversitede okuyup mezun durumunda olan  arkadaşların soruları beni bu yazıyı yazmaya teşvik etti 🙂

Şu ana kadar toplam 5 adet iş görüşmesi yaptım ve hepsinde işe girdim.  İlk iş görüşmem çokta parlak değildi aslında, iş görüşmesi için randevu almamıştım, yanımda CV’m yoktu ve tam olarak ne iş yapacağımı bile bilmiyordum. 300 kişi başvurmuştu ve sadece 8 kişi işe alınacaktı. Bana ilk önce cv’m olup olmadığını sordular, “yok” dedim. İkinci olarak “Broşürümüzü okudun mu, ne yapacağını biliyor musun?” dediler, ben yine tam olarak bilmemekle beraber “Arkadaşlardan .NET  ve Oracle uzmanı arıyormuşsunuz diye duydum” dedim, önüme broşürü uzatıp kontrol etmemi istediler, birkaç saniye göz attım ve konuşmaya başladık. Bütün görüşmelerinizde sizden kendinden bahsetmeniz istenecektir. İş görüşmesinin kilit noktası da budur, kendinizi iyi sunmalısınız. Ben kişisel özelliklerimden, Grup olarak proje geliştirmeye  hazır olduğumdan başlayıp, yaptığım projelere kadar yaklaşık 10 dakika konuştum ve ilk baştaki o güven vermeyen havayı dağıttım, yaptığım projeler ve bendeki proje yapma isteği onları etkiledi ve işe aldılar. 🙂 1.5 yıl boyunca arkadaşlarım ile beraber o kadar verimli projeler geliştirdik ki, şu an 2. proje grubu oluşturuyorlar. Sonradan görüştüğüm kişilerin çok önemli müdürler olduğunu öğrendiğimde işe alındığım için kendimi çok şanslı hissettim.

İlk iş yerimden okuldan mezun olduğum için ayrıldı. Devam etmem koşulunda piyasadan daha düşük bir maaş teklif ettikleri için Sakarya’da durmak istemedim, asıl işin kaynağı olan İstanbul’u istiyordum. Bu sizin de karşınıza çıkabilecek önemli sorulardan olabilir. Memlekete mi gitmeliyim? Yoksa işin kaynağına mı? Ben seçimimi İstanbul olarak yaptım ve çok mutluyum.  Çalıştığım işyerindeki proje müdürlerinden bir tanesi beni bir sigorta şirketine önerdi ve görüşmelere yeniden başlamış oldum 🙂  İlk görüşmede yine kendimden bahsedip yetkilileri etkiledim. Bana riskli bir tablo çizdiler, bunu da sonradan öğrendim.  Firma sahipleri ve yetkilileri en kötü senaryoda ne tepki vereceğimizi görmek istiyorlar. Ben tabi ki herşeye göğüs gerebilirim felsefesiyle hepsine “yaparım” dedim. Eski çalıştığım iş yerimden neredeyse 2 katı maaş ve yetki ile bu firmada işe alındım. 2 ay sonra ekonomik krize giren firma battı ve bana yeniden iş arama yolları gözüktü. Şu an çalıştığım yer benimle görüşmek istedi. O arada Türkiye’nin en büyüklerinden bir firma yine beni görüşmeye çağırdı, kısmetim açılmıştı, bu büyük firmayla ilk görüşmemde direk işe alındım, hatta bırakmak zorunda kaldığım işimden daha iyi bir maaşa. Talih bana gülmüştü, ya da ben öyle zannediyordum. 1 hafta sonra istifa ettim 🙂 Bana görüşmede “kullanacağız ve seni bu yüzden işe alıyoruz” dedikleri projeyi iptal edip, beni 10 yıl önce kullanılan teknolojiye entegre edeceklerini söylediler ve o an işi bıraktım. Bu davranışım çok riskliydi ve büyük bir firmadan ayrılıyordum ama mutlu olmadığım bir yerde duramam, siz de buna dikkat edin. Sektöre ilk girdiğinizde “ne olursa yaparım” demeyin, geleceği olan ve uzman olduğunuz teknolojilerde çalışın, yoksa sabah servise bindiğinizde ya da bilgisayarınızın başına geçtiğinizde herşey size acı verir..  bu arada bir hafta içinde beni arayan firmalara da işe girdim artık demiştim..

Toplamda 2 hafta işsiz kaldım. O 2 hafta işte bu iki haftaydı..  dayanamayıp şu anki çalıştığım yeri arayıp “ben işten çıktım pozisyon açıksa talibim” dedim ve şansıma açıktı. Ama beni aramadılar. Hala bekliyordum ki, yine ülkemizdeki büyük firmalardan biri aradı, gittim görüştüm. Bu görüşmede oldukça basit geçti, birkaç teknik soru soruldu. Sorulara “Biz bu işin imalatını, yeri geldiğinde ithalatını yapıyoruz” şeklinde cevaplar verdim ve ertesi gün işe başladım. Sosyal haklar, maaş ve çalışma ortamının çok dandik olduğunun farkına varmam bir haftamı aldı ve üzgündüm, çalışasım hiç yoktu, mesleğimden soğumuştum. 5 dakika lavaboya gitsem proje müdürü “neredeydin?” diye soruyordu.. Sonra beklenen oldu ve beni bir kez görüştüğüm ve işe giremediğim tek yer aradı. 🙂 Hemen istifamı bastım koştum, tam dört kez görüştük; Proje müdürleri, insankaynakları sorumluluarı ve müdürü. Kişilik testleri yapıldı ve bu maratondan sonra işe girdim. Maaşım ayrıldığım yerin yine 2 katıydı 🙂 Görüşmeler çok çetin geçti.

Olumsuz tablolar çizildi, teknolojik olarak bilgim yoklandı, projelerim incelendi ve ayrıntılı olarak açıklamalar istendi. Bunların sonucunda şu an çok mutlu olduğum ve sahiplendiğim firmamda işe girdim. Siz de hedeflerinize uyan bir yerde çalışın. İş görüşmelerinizde kendinize güvenin, çabuk öğrenebileceğinizi ve isteğinizi ortaya koyun.  Bilginiz yoksa bile farklı yararlı yönlerinizi ön plana çıkarın, uyum, öğrenme isteği gibi.

Umarım okuyan arkadaşların mezun olduktan sonra sektörde neler ile karşılaşacağı hakkında verimli bir yazı yazmayı başarabilmişimdir. Beni okuduğunuz için teşekkürler 🙂

Erhan KOCABAŞ

Bilgisayar Mühendisi  / AXA Sigorta A.Ş.

http://www.erhankocabas.com

Yetenekli Mühendis

Bugün Pazar. Bir parça hastayım, dişlerimden de sıkıntılı. Biraz gülmeliyim kanımca, sizin de yüzünüze bir parça tebessüm kondurabilirsem ne mutlu bana.

Cellatlar bir rahip, bir sarhoş ve bir mühendisi giyotinin yanına getirirler. Cellat ilk başta rahibe yüzünün tepeye mi, aşağıya doğru mu bakmasını istediğini sorar.

Rahip yüzünün tepeye döndürmek, ölürken cennete bakmak istediğini söyler. Cellat giyotinin büyük bıçağını yukarı çeker. İpi serbest bırakmasıyla beraber bıçak hızla aşağı iner ve rahibin boynuna gelmesine birkaç santim kala durur.

Cellat bunun ilahi adalet olduğuna kanaat getirir ve rahibi serbest bırakır.

İkinci sırada şarhoş giyotine yerleştirilir, ona da aynı soru sorulur. Şarhoş da rahip kadar şanslı olabileceği ümidiyle yüzünü tepeye döndürür. Giyotinin bıçağı tepeye çekilir, serbest bırakılır …. hızla inan bıçak şarhoşun boğazına birkaç santim kala durur.

Cellat sarhoşu da serbest bırakır.

Sıra mühendise gelir. O da yüzünü tepeye çevirmek istediğini söyler. Cellat giyotinin bıçağını yavaşça yukarı çekerken birden mühendisin sesi duyulur:

“DURUN !!!! …Sanırım problemi buldum. Tam şurada halat takılıyor !!!!”

😀

Savaş Şakar

İnsanın kendini anlatması çok zor. Geçmişe bakıp yaşadıklarımı ve bunların bana kattıklarını derleyerek belki daha iyi ifade edebileceğimi düşünerek aşağıdaki yazıya başlıyorum;

6-7 yaşlarımda iken bir gün annem beni ütü yaparken yanına oturtup önüme bir mendil koyup önce nasıl ütüleyeceğimi gösterip sonra ütülememi istedi. Bunu yeme yapmak takip etti. Ocağa yağı koy, soğanları ince ince doğra ve pembeleşinceye kadar bekle…vs. Annem bir şekilde hayatta yalnız kalabileceğimi ve bu noktada başımın çaresine bakabilmem için gerekli olan tüm temel yetkinlikleri bana o dönemin amatörlüğü içinde öğretmişti. Fakat o öğrendiklerim bütün hayatımı olumlu etkiledi. Çamaşır yıkamak, ütü, yemek yapmak, çiçek dikmek, hayvan bakmak, dikiş dikmek vb. bir çok konuda beni hayata hazırlamıştı.

TV’de yazılar geçtiğinde hep anneme okuturken, aynı zamanda annem evde sürekli gazete ve kitap okurdu. Bu yüzden okumayı hep çok sevdim. İlk kitabım Bekir Yıldız’ın Kara Tren’i oldu, ilk müzik kasedim ise Edip Akbayram. İlkokul boyunca onlarca Teksas-Tommiks, Milliyet Çocuk Dergisi, Bilim-Teknik, Gırgır ve Can Yayınlarının tüm çocuk kitaplarını okudum. Hatta Resimli Bilgi ve Hayat Ansiklopedisini de en az ikişer kere okudum.

11 yaşımda babam öldüğünde evin erkeği olarak kaldığımda fatura ödemeleri, mektup gönderme vb. işler benim sorumluluğuma verildi ve boyum daha tezgahına bile yetişmezken evin dış dünyadaki işlerini yapmaya başladım. Biraz mecburiyet, biraz annemin cesaretlendirmesi bana çok şey öğretti.

Aynı yaşlarda Almancı komşumuzun oğlu olan yakın arkadaşıma Sinclair 32 Kb bilgisayar geldi. Neden bilmiyorum, o kadar sevdim ki annemin arkasına resim yapmam için biriktirdiği takvim kağıtlarından birinin arkasına klavye çizdim ve kendi kendine Basic programlama öğrendim. İlgimi gören annem emekli maaşından kısıp bana bir atari aldı ve onunla kendimi oldukça geliştirdim.

Ortaokulda elektroniğe ilgi duydum. 3 arkadaş çeşitli dergilerden bulduğumuz devreleri, direnç, transistör, led vb. alıp yapardık. Bilgisayar ve elektronik odaklanma ve konsantrasyon konusundaki gelişimime çok faydalı oldu.

Tüm orta ve lise eğitimimde basketbol oynadım. Takım oyunu, taktik geliştirme, kondisyon vb. bir çok konuda hem fiziksel hem de ruhsal gelişimime katkısı yüksek oldu.

Annemi de lise 2(yaş 17) kaybedince farklı bir sayfa açıldı, önümde. Para kazanmalıydım çünkü bana harçlık verecek hiç kimsem yoktu. Önce okuldaki resim çekip satmak, okul kolye, yüzük, tişört vb. yaptırma işlerini üstlendim ve harçlıkla elde edebileceğimden çok daha fazla para kazandım.

Üniversite’de iken bir arkadaşım büyük bir bankada sözleşmeli çalışacak birine ihtyiaç duyulduğunu söyledi. Hayatımda hiç iş görüşmesine gitmediğim için traş olmadan ve kot pantolonla gittim. Genel müdür yardımcısı hem medeni cesaretimi, hem de  “ben yaparım, deneyim” tavrımı beğendiği için işe alındım. Fakat çok az para verildiği için geceleri barmenliğe başladım. Ankara’nın en iyi barlarında şef barmenlik yaptım. Hem gündüz, hem de gece olmak üzere yani 16 saatlik bir tempo ile çalıştım. Gece hayatı sosyalliğimi ve iletişim becerimi katlayarak artırdı. Gündüz ise gerçek ve ciddi iş ortamındaki yaşananları izleyebiliyordum.

Askerlik vakti geldi, “uzun dönem” askerlik yapabilmek için torpil aradım. Herkes kısa dönem yapmaya çalışırken sen neden uzun dönem istiyorsun dediklerinde “Er yapamayacağımı” söylüyordum. Gerçekten de “er” yapmak benim için çok daha zor olurdu. Güneydoğu’da dağlarda timinizle beraber bir aile gibi yaşadığınızda paylaşmayı, liderliği, yoldaşlığı ve askeriyenin benim özellikle takdir ettiğim mantığını anlama şansım oldu. Askerliğin bana kattığı şeyler çok fazla oldu. Bu yüzden askerden kaçanların çok şey kaçırdıklarına inanıyorum.

Asker dönüşü bir arkadaşımla kendi işimizi kurma hayalimiz çok kısa sürünce 15 firmaya cv’mi gönderdim. Sanırım o yıllarda yoktu, ben cv’mi İngilizce olarak ve bir kapak yazısı ile o firmalardan bulduğum üst düzey yöneticilerin adına gönderdim. Aynı gün 10 firmadan arayıp beni görüşmeye çağırdılar.

Yaptığım görüşmelerde sırf mülakatta müdür olacak kişiyi çok beğendiğim için inşaat sektöründen bir firmaya geçtim.

Daha sonra İstanbul’da bir danışmanlık firmasına girdim. Bu firmaya alınma sebeplerimin başında aynı firmada benim mezun olduğum liseden mezun birinin çok başarılı olması idi.

Bu danışmanlık firmasından sonra bireysel olarak büyük bir internet firmasının danışmanlığını yaparken Amerika’da danışmanlık yaptığım konuda kendimi nasıl geliştirebileceğimin araştırmasını yaptım ve turist vizesi ile gittim ABD’de 2 büyük üniversitenin bir çok imkanından faydalandım. Sadece kendimi geliştirmek adına oradaki süremi en etkin bir şekilde kullanmaya çalıştım.

Türkiye’ye dönüp büyük bankalardan birinde internet uygulamaları geliştirme ekibinde yöneticilik yaptım. Çok çalıştım yani sabah 07:00 – 22:00 ve haftanın neredeyse 7 günü işyerinde geçirmeye başlamıştım. Vücudum bir noktada pes dedi ve MS hastası oldum. Verimli çalışmak çok önemli, çok çalışmak değil.

Sonrasında yine büyük bankalardan birisi beni elektronik ticaret yöneticiliği görevine çağırdı. Sonrasında da Türkiye’nin büyük holdinglerinden birinde Genel Müdürlük yaptım ve 20 yıllık iş hayatımı artık eğitim ve danışmanlık ile geçiriyorum. Bunun en büyük avantajı artık kafamda çok az tilkinin cirit atıyor olması, kendime, eşime ve kızıma daha fazla vakit ayırabilmem.

Savaş Şakar
Eğitmen – Danışman
savassakar.com
projeyonetimi.com

Üç Klişe Ve Cevapsız ‘Neden’

neden?Yeni iş hayatına girecek veya kariyerinin ilk yıllarında olan gençlerle yaptığım gerek mülakatlar esnasında, gerekse söyleşilerde şu üç “çok klişe” sorunun altının bir türlü doğru düzgün doldurulamadığını görüyorum, üzülüyorum;

Neden bu mesleği seçtin?”

Neden bize başvurdun?”

Neden seni işe alayım?

Nitekim dün katıldığım Kadir Has Üniversite’sindeki eğitimde de benzer bir durum yaşadım. Öğrencilerin bu üç ‘neden’ sorusuna cevap üretmekte zorlandıklarını gözlemledim. Yazılarım bir parça sitem içerse de aslen sorunlara çözüm üretmek odaklı olduğu için hemen üç ‘neden’e ne gibi cevaplar vermenin tatminkar olabileceğini yazayım.

Neden sorularının alt gerçekçelerini oluşturabilmek için en iyi yol örneklerden hareket etmektir. Örnekleri kullanırken adaylar seçtikleri meslekler, başvurdukları şirkerler için ne kadar coşkulu ve bilgili olduklarını sergileyebilirler (tabii eğer gerçekten bilgili ve coşkulularsa …).

Soru: Neden mühendis olmayı seçtin?

Cevap: Matematik ve fen bilimlerine yatkınlığım aileden geliyor. Babam da mühendis ve onun yaptığı projeleri dinleyerek ve ‘bir gün ben de mühendis olacağım’ diyerek büyüdüm. Mesela babamın çalıştığı fabrikadaki xxxxxx makinasındaki problem nedeniyle …. (diyerek aday teknik bilgisini masanın üstüne çıkartabileceği bir anısını anlatır)

.

Soru: Neden reklam sektöründe çalışmayı istiyorsun?

Cevap: Lise yıllarımdan beri en büyük hobilerimden biri firmaların reklam kampanyalarında neler yaptıklarını, ne gibi enstrümanlar kullandıklarını takip etmek oldu. Bana reklam sektörünün dinamik yapısı büyük heyecan veriyor. Örneğin bir otomobil markasının yeni çıkardığı bir model için çektiği reklam, yaptığı lansman çalışmaları, tüketiciye yönelik hazırladığı test sürüşü kampanyaları, medyadaki her türlü görünüşü bir paket ve büyük bütçeli işler. Medya planlaması ayağı, yaratıcı boyutu ile bu mutfağın içinde olmalıyım diye düşündüm, istedim yıllardır … Mesela xxxxx markasının geçen sonbahar başlatığı kampanyası çok etkileyiciydi …(diyerek aday xxxx firmasının kampanyasının teknik içeriğinden kendi gözlemleri ve araştırmaları çerçevesinde bahseder. )

.

Soru: Neden bize başvurdun?

Cevap: İlanınızı gördüğümde heyecanlandım. Firmanızı uzun süredir biliyorum. Web sitesini de detaylı araştırdım. Geçen yıllarda almış olduğunuz ihaleler ve yapmış olduğunuz sosyal sorumluluk projeleri çok etkileyici. Özellikle Hindistan’da geçen ay alınan xxxxx projesi büyük bir başarı. Dünya çapında rekabetin çok olduğu bir sektörde birçok dünya devini geçerek projeyi alabilmek firmanızın ne kadar güvenilir ve işleri konusunda başarılı olduğunun en büyük göstergesi. Bu firmada almış olduğum eğitim ve geçmiş tecrübelerim sayesinde artı değer yaratabileceğime inanıyorum … (bu adayın firmayı ne kadar bildiği, araştırdığı, firmada çalışmak için ne kadar istek duyduğunun tartıldığı sorudur. “Her yere başvuruyorum, size de başvurdum” derseniz, kusura bakmayın işi alamazsınız.)

.

Soru: Neden seni işe alayım?

Cevap: Firmanızın yaptığı işler çerçevesinde katabileceğim çok fazla artı değer olduğunu düşünüyorum. Örneğin üniversitede her türlü öğrenci organizasyonunda önemli görevler almaktan, riske girmekten hiç kaçmadım. Okulun her yıl düzenlediği xxxx sempozyumunu en ince detaya kadar iki yıl boyunca ben ekip lideri olarak yürütttüm. Problemlerle karşılaştığımda “bu problemi kim yarattı?” diye bakmam, “nasıl çözeceğiz?” diye düşünürüm. Hiç bir olumsuzluk benim optimizmimi yok edemez. Bu yapıcı enerjim iş bilgisi ile birleştiğinde imkansızı bile başarır, bunun örneklerini yaşadım, bu nedenle kendime güvenim tam.  Firmanızı ileriye götüren takım üyelerinden biri olacağıma inancım sonsuz. Örneğin iki yıl önceki sempozyıumda şöyle bir problemi başarı ile tek başıma hallettim …. (diyerek aday ne kadar sistemli, sonuç odaklı çalıştığını, vs. aktarabilir)

.

Evet, görüldüğü gibi cevaplarda üç unsur var: Örnek, Bilgi, Coşku. İşte bu üç unsuru cevaplarınıza yerleştirebilirseniz karşınızdaki İşe Alımcı’yı rahat bir şekilde ikna ederseniz.

Ömer Ekinci

Tam 18 yaşımdaydım. 14 yaşımdan beri üzerinde çalıştığım, heyecanla ve keyifle gecelerimi sabahla bağladığım işin, yazılımcılığın kaynağında işe başlayacaktım.

“Junior of junior developer” gibi bir pozisyonda başladım 18 yaşımın ilk günlerinde dev bir yazılım şirketinde.  Elbette ünvanım bu değildi J Nasıl girebildim oraya bilmiyorum, aynı günlerde İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde 1. Sınıfa başladığım günlerde ne akla hizmet beni aldılar bilmiyorum.

Patronumdan önce geliyordum işe, sabahın 7’sinde ofisi açıyordum. Akşam 7, 8 olmadan da çıkmıyordum. Yazılımcıydım ama tasarımcıyı da boş buldukça taciz edip “bana şunu da öğret, bana bunu da öğret” diyordum. Sağ olsun bıkmadı, usanmadı öğretti bildiklerini. Buradan sevgiyle anıyorum Tolga Şeremet’i. Hatta kızıyordu bazen, “Ömer sen yazılımcı değil misin? Git yazılıma odaklan, ne işin var tasarımla” diye. Ama ne varsa öğrenmeliydim orada, sömürmeliydim. Öyle de yaptım.

Tasarımı öğrenmek bana pahalıya patladı sonra J Tasarımcı kız işten ayrılınca, “Ömer hani sen bir aralar öğreniyordun Flash animasyon yapmayı, gelsene azıcık” gibi bir cümle duydum ve kendimi tasarımcının bilgisayarında buldum. Onu da ben yapmaya başladım. İtiraf ediyorum “bunu ben niye yapıyorum!!” diye bol ünlemli, bol stresli cümleler kurmadım değil. Ama sonraki hayatımda hepsinin meyvelerini aldım.

2 sene dolu dolu çalıştım o şirkette. Öyle çok şey öğrendim, öyle çok beslendim ki, dünyanın en az maaşını alan adam rekorunu orada kırdığım halde hep minnetle andım o şirketi. Patronlarım belki rahatsız olurlar diye şirketin ismini vermeyeceğim ama hep aklımdalar, kalbimdeler.

Şirketi evim gibi benimsemiştim, bir ofisim vardı, bir masam vardı, dahili telefonum vardı ve birkaç ay sonra ilk kez çaldığında çocuklar gibi sevinmiştim –ki zaten çocuktum-. Toplantılarda gün geçtikçe daha çok söz almaya başlamıştım. Müşterilerden teşekkür hediyeleri gelmeye başlamıştı. Evet, ben bir profesyoneldim artık. 14-18 yaş aralığımdayken yaptığım işlerde ve hatta kendimi Bill Gates gibi hissettiğim günlerde aslında hiçbir şey bilmediğimi, o ilk iş deneyimimde öğrendim.

İlk kartvizitim çıkacak diye inanılmaz heyecanlandığımı hatırlıyorum ve bir de bir şirketin bir çalışanı olmanın, bir parçası olmanın ne kadar güzel bir duygu olduğunu.

O duyguyu en son o zaman yaşadım, sonrasında bir girişimcilik süreci Desnet’in kuruluş hikayesi, akabinde bir girişim daha, Vodera kuruldu, şimdi ise o profesyonel yaşamı özlüyorum. Çünkü girişimcilik profesyonellikten çok uzak bir yaklaşım biçimi bana göre. Profesyonel bir yönetici olarak bir şirkette çalışmak, o şirketin bileşenlerinden biri olmak, -öğle tatili ve mesai bitimi kavramlarına sahip olmak- kendini o şirkete sahip değil, ait hissetmek özel bir motivasyon olsa gerek.

Hedefim zaman içinde girişimlerimi profesyonel ellere bırakıp, yeni girişimler peşinde koşmak. Aynı zamanda da sosyal girişimciliğe yoğunlaşmak. Velhasılı, dünyada iz bırakmak . Malum, iş dünyasında başarıyla ya da profesyonel başarıyla dünyada iz bırakmak zor J

Bu hikaye pek çok dostumun, arkadaşımın bile bilmediği, benim 2 yıllık ve hayatımın kimseye anlatmadığım özel bir döneminin hikayesi. İlk kez anlattım, İpek Aral Kişioğlu’nun hatrı büyük ne de olsa.

İpek Aral Kişioğlu ile Geliştrend.com’u kurduğum sırada tanıştık ve benim hayatımda yine çok özel bir yere sahip olan Geliştrend’in ilk yazarlarından biri oldu, ucunu bucağını görmeden, nereye varır bilmeden bu yolculuğa benimle çıktı. Şimdilerde Geliştrend günde 1000’in üzerinde genç girişimciye bilgi kaynağı oluyorsa, bunda İpek Aral Kişioğlu’nun çok büyük emeği var. Kendisine bu vesileyle de teşekkür ediyorum.

Sevgi ve saygılarımla
S. Ömer Ekinci
Yönetici Ortak
Desnet Yazılım

Neden Olmasın?

uzaydan yazıyorum Sürekli çalışanların, eşimin, dostumun “hedefleriniz olsun ama zamanlaması belli, net, zorlayıcı, uzlaşılmış, ölçülebilir olsun (SMART)” diye başlarının etini yiyorum.

E, şimdi siz olsanız “herkesin üstüne gidiyorsun da, peki senin hedeflerin nedir? diye sormaz mısınız benim gibi birine. Ben olsam sorardım.

Tamam öyleyse, ufak/kısa ve orta çaplı/vadelileri değil ama büyük  ve hayal boyutuna kayan (önümüzdeki 50 yıl) profesyonel hedeflerimi yazayım:

1. Cumhurbaşkanı veya Başbakan olmak
2. En az iki yabancı dil daha öğrenmek (biri İtalyanca olmak üzere)
3. Uzaya gitmek

Nasıl?

Çok mu uçuk veya gerçek dışı ?

Bana göre değil. Hep şu soruyu sormalı insan hayatta:

NEDEN OLMASIN?

Sevil Mert

Sevil Mert dediğin;

Pazarlamacıyım ben, herşeyi anlatabilirim. Sevgili İpek “kendini anlat, kendini, mesleğini, hedeflerini anlat” deyince birden tutuldum. Nereden başlayacağımı bulmaya çalıştım. En sonunda da yazmaya başlayayım, gerisi su gibi akar gider deyip klavyemin huzurlu tuşlarına bıraktım kendimi.

En baştan en sona kadar benim hikayem hep çalışma üzerine. Şansa, kadere inanmadan hep çalışmanın hedefe ulaşmak için tek yol olduğunu düşünürüm.

İlkokul, ortaokul, lisede hep “çalışkan” bir öğrenciydim. Hep 10 yıllık kalkınma planlarım vardı ve 30 yaşımı yeni doldurduğum bu günlerde küçük sapmalarla da olsa ulaştım hedeflerime.

Ortaokula giderken bu kalkınma planı çerçevesinde, bütün engelleme çabalarına rağmen işletme okumaya karar verdim ve bu planımı uyguladım. Üniversiteye geldiğimde ise işletme okumanın oldukça az zaman harcadığını farkederek ikinci senemde “çalışma” hayatına atıldım. Okulum bitene kadar Egebank ve TEB çağrı merkezlerinde 16:00-24:00, 24:00-08:00 vardiyalarında çalıştım. Okulum Avcılar’da, evim Mecidiyeköy’de, işim ise Fındıklı’daydı, sürekli biryere yetişmeye çalıştım. Okulum bittiğinde Avcılar’a bir daha adım atmayacağıma yemin etmiştim, hala diplomamın aslını almadım 🙂

Okulum biter bitmez Ziraat ve Halk Bankası’nın Alternatif Dağıtım Kanallarında (ADK) “çalışma“ya başladım. Çağrı merkezi-internet bankacılığı-atm ekipleri derken proje, internet gibi kavramların iş hayatındaki yerini görmeye, anlamaya, çözmeye “çalışma“ya başladım. Tam da bu konulara kafa yormaya başlamışken Finansbank ADK Ürün Yönetimi ekibine katıldım. Hem proje yönetimi, hem pazarlama birarada. Daha ne isterdim ki 🙂 Pazarlamayı ilk kez aktif olarak iş hayatımda kullanmaya başlamıştım. İlk işe başladığım günü dün gibi hatırlıyorum. Çok şey öğrendim, öğrenmek için çok çalıştım. Henüz 2 aylık bir çalışanken müdürüm “senin 2 yılın doldu mu” diye sordu, halbuki beni işe kendisi almıştı 🙂 Orada geçirdiğim aylar, yıllar kadar çok katkı sağladı bana.

Pazarlama konusunda daha çok öğrenmeliydim. Önce 3 aylık bir programa katıldım, yetmedi. Yüksek Lisans yapmaya karar verdim, burs almak için çalıştım. Hem işyerime hem de okula burs için başvurdum, okul kabul etti. Lisans döneminde başlayan gündüz okul, gece iş serüveni bu kez gündüz iş, gece okul haline dönüştü, gece gündüz çalıştım. Bazen dersten çıkıp işe döndüğüm bile oluyordu. Çünkü o sıralarda iş değiştirmiştim ve yeni işimi öğrenmek için çok çalışmam gerekiyordu. Finansbank’taki çalışmam takdir görmüştü, 4 ayrı iş teklifi almıştım. Ancak ben içlerinden en fazla çalışmam gerekeni seçtim.

Bankacılık serüvenim sona ermiş, kendimi yepyeni bir dünyayının içine atmıştım. Yıllarca çalıştığım bankacılık bana iş hayatını, insanları, çalışma disiplinini, sistemli çalışmayı, takım halinde çalışmayı, kurulan ilişkilerin ne kadar değerli olduğunu ve iş dünyasının çok küçük olduğunu öğretmişti.

Yeni işim ise Teknoloji Holding’de İnternet projeleri geliştirmekti. Projeler ortaya çıktı, büyüdü, öldü. Ben internetin dinamiklerini öğrenmeye çalıştım, hala da çalışmaya devam ediyorum. Hala holding bünyesinde çalışmaya devam ediyorum. Türkiye’nin en büyük izinli veritabanını oluşturduk, şimdi o veritabanı üzerine başka projeler geliştirmeye çalışıyoruz. Şimdi hem pazarlama, hem iş geliştirme, hem bütçe, hem finans, hem hukuk, hem insan kaynakları sorumlusuyum. Eski Genel Müdürüm Joker diyordu bana, ne iş versen yapıyor 🙂

Her fırsatta alabileceğim ne kadar eğitim varsa aldım, hala da almaya çalışırım. Birgün işim gereği 500 kişinin karşısında sunum yapmam gerekti, sesim titredi. O gün tiyatro eğitimi almaya karar verdim ve 1 yıl boyunca tiyatro dersleri aldım. Madem bu dersleri aldım, diksiyon, drama, sahne dersleri aldım, bunu kullanayım deyip pazarlama eğitimleri vermeye başladım. Öğrendiklerimi paylaşmak, paylaştıkça daha çok öğrenmek mutlu ediyor beni. Eğitim vermek için daha çok çalışmak daha hazırlıklı olmak gerekiyor.

Şimdi yıllardır çalışmamın meyvelerini topluyorum.

Okullar ve eğitimlerin sıklığını azaltınca hayatta yapmaktan en çok keyif aldığım şeyi yapmaya, gezmeye başladım. Şimdi bu gezi hikayelerimi, taze sayılabilecek blogumda (http://www.cokokuyancokgezen.com/) yazmaya çalışıyorum. Bulduğum her fırsatta ülkemde, dünyada görmediğim yerleri görmeye çalışıyorum.

Hayatıma giren yeni bir zevkim daha var ki o da motosiklet. Uçuç ve Dark Wing Duck adlarında iki motosikletim var. Bana o kadar çok şey öğretiyorlar ki. Motosiklet kullanmak adına da bulduğum bütün eğitimlere katılıyorum tabii ki. İyi bir sürücü olmak için çok çalışmam gerek.

Öğrenmenin sonu yok, yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak, yeni bilgilere ulaşmak, araştırmak, kendini geliştirmek hiç bitmeyecek bir yolculuk, ben de bu yolculukta bir garip seyyah…

Sevil Mert

İlk Olmak: Patent Müzesi

patent

Mucit olmak, icat yapmak birçok kişinin hayalidir. Yapabilir, yapamaz … yapabilenlere ne mutlu.

İnsanoğlu özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısına denk gelen sanayi devriminden sonra hızla hayatını kolaylaştıracak birbirinden yaratıcı icatı gündelik yaşamın içine soktu. Şu an bizim olmadığı bir dünyayı hayal etmekte bile zorlanacağımız birçok buluşun nasıl, kim tarafından, ne zaman bulunduğunu hiç düşündünüz mü?

Sizi bilemem ama birileri düşünmüş ve harika bir site açmış: Patent Müzesi

Sitenin hakkında sayfasında şöyle diyor:

patentmuzesi.com, bir Derle Bilişim projesidir.

Biz farkında olalım ya da olmayalım, günlük hayatımızda bir çok önemli buluşu defalarca kullanırız. Bize basit gelen bir çok ürünün arkasında önemli bir emek ve beyin gücü yatarken kimileri de hiç aklımıza gelmeyecek rastlantılar sonucunda bulunmuştur.

Edison, kullanılabilir nitelikte bir ampulü bulmak için yıllarca çabalarken; Post-it Spencer Ferguson Silver tarafından kazara “yapıştırmayan bir yapıştırıcı”nın bulunmasıyla yaşamımıza girmiştir.

patentmuzesi.com buluşçuların ve buluşların ilginç öykülerini sizlerle paylaşmak üzere geliştirilmiştir.

Genel kültürünüzü geliştirmek, keyifli vakit geçirmek için Patent Müzesi’ne sık sık uğramanızı tavsiye ederim 🙂

Özer Dölekoğlu

Kariyer lafından çok korkarım. Belki de üzerimde hiçbir zaman olmayıp, hiç de olmayacak bir mevhum olduğundan olsa gerek. “Profesyonel” diye de çağırılmak benim için ürkütücü. Bundan dolayı da burada, bu başarılı profesyonel insanların arasında yazı yazmaktan ötürü de pek telaş içindeyim. (Tevazu falan değil, o yolları da kapatayım) İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte hayatımı üzerine kurduğum ama hiçbir zaman tam  hissetmediğim, nereye gittiğini anlayamadığım ve hep eksik kalan mevzular hakkında iki çift laf edeceğim.

Hayatımı geçindiren iki işim var. Çalgıcılık ve internet işçiliği. Dikkat edin müzisyenlik ve web girişimcisi (hele ki afili laf: entrepreneur) demiyorum. Çünkü ikisi de anlam veremediğim bir havada salınma halinde hayatımda. Ciddiye alınası değiller.

Şöyle açıklayayım. Müzik icrasıyla alakalı olanlar bilir. Bar müzisyenliği komik bir mevzudur. “Cover” diye tabiredilen, başkalarının yaptığı şarkıları her hafta çalar durursunuz. Temcit pilavı gibi ortaya çıkarırsınız, karşınızdaki insanlar değişir, bazıları aynıdır. Asıl amacı “eğlendirmektir”, eğlendirdiğin kadar iyisindir. Üretilen bir şey yoktur (emprovizasyon belki), çoğunlukla sevdiğiniz, normalde evde/arabada dinlediğiniz şarkıları çalmazsınız. E sevdiğiniz şarkıyı çalsanız da, ellince kez çalıştan dolayı bir nefret doğar. Kendi açımdan olduğum durum; çok da dibe vurmadan (yani tam olarak isteneni vermeden) ortamla, eğlence arayışında olanlarla uzlaşmaktır. Hiçbir sorun yok, her şey güllük gülistanlıktır. Ama yukarıda tanımladığım şekilde bir havadalık sezdiniz değil mi? Bu işi 18 senedir yapıyorum. Bu bir kariyer mi ve hatta bir başarı mı? Yok, sadece süregelim.

Web işleri ile alakalı olanlar bilir internet işi komik bir mevzudur. Bu işi ciddi ciddi emek vererek ve dirayetli olarak yapmaya çalışırken teknoloji, politika, sanat sitenize ya da kariyer blogunuza; “rus kızlar”  arayarak gelen hatırı sayılır miktardaki tayfa ile bir anda dağılırsınız. E zaten biliyorsunuzdur; internet hormon üzerine kurulu ama siz aklı başında olan %1’e  hitabetmek istiyorsunuz. Yaparsınız güzel bir şeyler sonra 15 yaşındaki kerata basar bir programın “Saldır!” butonuna hayatınız kayar. Bir diğeri ne yazdıysanız 1 saat sonra bloguna kopyalayan sistem kurar apışıp kalırsınız. Harika olduğunu düşündüğünüz fikirleriniz vardır ama Türk işi her işi bilen/yapan 1 adamla o işleri yapmak hiçbir zaman olmayacak hayallerin peşinde koşmaktır. İnanılmaz ekibiniz ve kurumsallaşmış işinizle ayakları yere basan projeler yaparsınız bürokrasi belinizi büker. Bunların bazılarını yaşadım, bazılarını da sadece gözlemledim. Nasıl bir iştir ki bu, nasıl ciddi ciddi koşulur peşinden (koşarken Rus kızları da peşimize takarak). Ben yıllardır (14) önce başkalarına sonrasında da kendim için yaptığım işlerden hasbelkader web’den ekmek yedim. Bu bir kariyer mi ve hatta bir başarı mı? Yok, sadece süregelim.

Merak etme, araştırma, öğrenme ve paylaşma. Kendimi tam bir profesyonel gibi hissettiğim sıralama budur. Hayatımda ansiklopedi okumakla başlayan merak ve öğrenme zevki, internet ve aramaya inanmakla beraber sınırsız kaynağa büründü. Ayrıca artık yayma gücü de ele geçti ki bu, paylaşmanın dayanılmaz hafifliği ile tadından yenmez hale geldi.

Hayatta 2 işi biliyor ve yapıyorum. İkisinde de başarı ve kariyer elde edebilmem söz konusu değil ama mutlu ve huzurluyum. Merak edip öğrenecek ve ardından paylaşacak şeyler arayışındayım. Annem hâlâ adam olmamı bekliyor.

Dipnot: Burda genç dimağlara yön verecek şeylerden bahsetmek isterdim ama sahte bir kartal hikayesi ile bunu yapmak istemedim. 😉

www.neticat.com
www.limk.biz

www.takibet.com