İpek Hanım bana mesaj attığında ne yapacağımı bilemedim… Çünkülerim çoktu.
Bir kere kendisini, zarifliğini, profesyonel hayattaki tutumunu hayranlıkla takip ediyordum. Kendimi sayesinde özel hissettim.
Öncelikle kendimi tanıtayım… Edebiyatçı bir baba ile resim öğretmeni bir annenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldim. Evimiz evden ziyade kitap evine benzerdi. Raflar dolusu kitap, hatta bazen rafları taşan kitaplar. Babam eve genelde elleri dolu gelirdi ve paketten yine kitap çıkardı. O derece kitap tutkunu bir babanın en büyük isteğinin ne olduğunu, o kitapların kıymetini anlayacak bir sektörde çalışsan keşke cümlesiyle anladım. Ağabeyim kimya mühendisi olmuştu. Matematiği oldukça zayıf olan ben sosyal öğrencisi olarak baba izinden ilerlemeye karar verdim. Üniversitede karmaşık bir eğitim aldım. Arkeoloji, tarih, azıcık sanat tarihi, azıcık edebiyat… Zor bir öğrencilikti, neden diyeceksiniz. Tüm hocalarım, evimizde görmeye sıklıkla alışık olduğum insanlardı. Ancak bu durum benim için zordu başlarda… Sabri Koz’un kızı olmaktan, Gül Fatma Koz olma yolunda ilerlemek kolay değildi. Sektörün tanınmış insanlarından birinin kızı olarak, yaptıklarınıza dikkat etmeliydiniz en başta. Notlara dikkat, işlere dikkat, ödevlerin verilme zamanına dikkat… Ama O’nun kızı olmaktan gurur duymaya ancak yüksek lisansım bitip de işime başladığımda başlayabildim. Çünkü yaptığı işlerin farkına varıp, O’nun izinden ilerlemek için önümde bir yol vardı. Babasının kızı olmak gurur vericiydi.
Devlet Memuru olmak da sanırım babadan kıza geçen ritüellerden biri oldu bizim ailede. Öğretmen bir ailenin kızı olmak, az çok devlet memuriyetine alışığım. Erken kal, özenli giyin, işine vaktinde git, üst-alt ilişkisine dikkat et, amirlere-şeflere-müdürlere-başkanlara hürmette kusur etme… 4. seneme girmeme rağmen hâlâ babam düzenli aralıklarla hatırlatır bana bunları. Ama yeri geliyor bunları uygulamadığınız zamanlar oluyor bir devlet dairesinde. Çünkü insan faktörü var. Her iş yerinde olduğu gibi benim iş yerimde de insan faktörü yüzünden aksayan işler, yürümeyen projeler oluyor. Ama yapılacak en iyi şeyin kendimi kapatıp okumak, hem de çok okumak, kendimi geliştirmek ve böylece “insan” faktörüne yeri geldiğinde bilgimle karşı durabilmek olduğunu öğrendim.
Eğer tarih, sanat tarihi, arkeoloji alanlarında eğitim görüyor iseniz çalışma alanlarınız çok dar olduğunu bilmenizi isterim. Bu ne yazık ki ülkemizin en büyük sorunu. Her sene bu bölümlere alınan onlarca öğrenci var, ama mezun olan insanların kendi alanlarında çalışmasını sağlayacak bir istihdam sahası yok. Ya yüksek lisans yapıp akademik kariyere adım atacaksınız ya pedagojik formasyon alıp öğretmen olacaksınız ya da eğitimini gördüğünüz alanın çok dışında çalışacaksınız… Bunların hepsini deneseniz bile sonunda işsiz kalma olasılığınız çok yüksek. Sadece üniversite mezunu olarak bulabileceğiniz işlerle yetinmeniz, iş buldum diyerek sevinmeniz gerekecektir. Müzelerde çalışmak istediğinizde devlet sizden KPSS sınavına girmiş olmanızı, ayrıca bakanlığın açtığı sınavda da başarılı olmanızı, bir de sağlam bir “referansınız” olmasını bekleyecek. Ama unutmayın sizin gibi bu sınavlara giren yüzlerce insan var. Şansınız, tanıdığınız insanların sayısı ve “referansları” çok önemli. Diyelim bir müzede işe alındınız. Kültür Bakanlığı’nda çalışıyor olmak konusunda çok bilgili değilim. Sadece duyduklarımdan hareketle şunu diyebilirim ki, devlet müzelerinde müze araştırmacısı olmak sağlam bir çıraklık döneminden geçmenizi gerektiriyor. Bunun sebebi de Kültür Bakanlığı müzelerinde müze araştırmacıları çalıştıkları seksiyona ait eserlerin zimmetlerini üzerlerinde bulundurmaktadır. Bir eser ile ilgili her ne varsa ondan siz sorumlusunuz. Güvenliği de buna dahil. Gecenin ikisinde çalan alarma hazırlıklı olmak lazım. Araştırmacılara açık olduğu için parmak izi kontrolüne, dur dokunma uyarılarına da hazırlıklı olmak lazım. Benim çalıştığım, Milli Saraylar, TBMM’ye bağlı. Bünyemizde 3 saray, 6 tane de köşk bulunmaktadır. Ofisim Dolmabahçe Sarayı’nda. Kültür Bakanlığı’ndan biraz daha farklı olarak zimmet sorumluluğumuz yok.
Görevlerim seksiyonuma ait eserlerin envanterini çıkarmak, onlar için uygun koruma koşulları sağlamak, gerektiğinde sergilere-araştırmacılara danışmanlık hizmeti vermek, diğer müze görevleriyle ilgilenmektir. Eserin envanterini çıkartmak, envanterinde yer alacak değişiklikleri işlemek önemli bir durum. Bu sayede eserin kondisyonunu sıklıkla kontrol edebiliyorsunuz ve işlerinizin hızlı yürümesinde faydalı oluyor. Ama en önemlisi güvenlik. Sadece eşyanın saklama ve dış etkilerden korunması değil. Aynı zamanda depo koşullarının iyileştirilmesi de önemli. Eserlere uygun nem-ısı-ışık değerlerinin tespit edilmesi işinizin en önemli parçalarından biri. Uluslar arası yayınlar bu konuda gelişmeme çok yardımcı oldu. Konunuzla ilgili yayınları takip edin. İnanın bana faydasını göreceksiniz. Konunuzla ilgili konferans, seminer ve kongreleri kaçırmayın. Sektörden insanlarla bir arada olmak işinize tahmininizden daha fazla yarayacaktır. Kısır bir sektör olduğundan kültür-sanat camiasından olabildiğince fazla tanıdık elde etmeye bakın. Ben bu konuda çok ama çok şanslı biriyim. Babam sayesinde bu sektördeki hemen hemen herkese ulaşabilme şansım oldu. Pek çok kişinin “bey” dediği insana “amca” demem, çok çabuk ulaşabiliyor olmam belki rahatsızlık verdi bazılarına. Ama ben başlarda kızdığım bu olayı sonra aleyhime çevirmeyi başardım. Tekrar ediyorum bunu belki ama karşınıza nerede-ne zaman- ne çıkacağı belli olmaz. Bir bakmışsınız çok yakın bir arkadaşınız sizden eser istemeye gelivermiş…
Eğer çalışmak istediğiniz sektör tarih ve sanat gibi sosyal alanlarsa yapacağınız en iyi şey okumaktır. Ancak okumak tek başına yetmiyor. Araştırma yapmayı öğrenmeniz de gerekiyor. Şu yıllarda görüyorum da, hatta bazen kendim bile bu hataya düşüyorum, araştırma için online kaynak kullanılıyor. Pek çok konu için doğrudur ama kitabın kokusunu, kütüphanenin havasını koklamadan araştırma yapmayı doğru bulmayanlardanım. Eğer tarih-sanat-sanat tarihi konularında çalışacaksanız biraz kalkın bilgisayar başından. Üniversite kütüphaneleri herkese açık. Kitaba dokunmayı, onu kendine ait mekânda okuyarak çalışmayı deneyin. Her zaman mümkün olamıyor bu farkındayım ama en azından deneyin, zorlayın. Bir kitaba ulaşma yolunda onlarca kitaba ulaşırsınız kütüphanelerde. Araştırma enstitüleri (özellikle Alman Arkeoloji Enstitüsü), kütüphaneler (özellikle Milli Kütüphane, İstanbul Üniversitesi Merkez Kitaplığı) sizlere inanılmaz kapılar açacaktır. İlk stajımı, Türkiye’nin en önemli kazılarından birinde yaptım. Ve kazı başkanı ile tesadüfi bir şekilde kütüphane rafları arasında rastladım. Yabancı dil bilmenin bir avantaj olduğunu da ilk kez o zaman anladım. Lisede Almanca okumuş, ardından da İngilizce eğitim almış biri olarak yabancı dilimi geliştirmek konusunda insanların bana verdiği öğütleri hep dinlediğim için şu an kendimi şanslı hissediyorum. Ayrıca eğer tarih öğrencisi iseniz, okulda size Osmanlıca öğreteceklerdir ki, inanın bana yarın öbür gün bir Osmanlı Sarayında çalışmaya başlarsanız işinize çok yaracak bu, ne kadar zor olsa da vazgeçmeyin 🙂
Kitaplardan edindiğiniz bilgiler arasında kaybolma konusunda şikâyetiniz olacaktır. Düzenli not tutmak sizlere faydalı olacaktır. Babadan kalma bir gelenekle “defter” tutmaya başladım üniversitede. Not alma sistemi, eğer kendinize ait bir sistem de oluşturursanız hem sonraki çalışmalarınız için faydalı olacaktır hem de aradığınızı bulmak konusunda verim almanızı sağlayacaktır.
Gelelim kamu sektöründe çalışmaya…
Öncelikle en çok şikayetçi olduğum konudan başlayayım. Genç olmak… Gençsiniz, her konuda en güncel bilgiye sahipsiniz… Bu sebeple enteresan bir rakipsiniz. Bildiklerinizi kendinize saklamayı öğrenmezseniz, “bilmiş” insan damgası yemeniz an meselesidir. Bu insanlardan uzak durulur, bilgilerinden yararlanalım denmez tam tersine dışlanır. Çünkü bilgiye ulaşma konusunda diğerlerinden daha hızlısınızdır. Size tavsiyem, nerede susup nerede konuşacağınızı iyi bilin. Özel sektörde de olsanız bu böyle olacaktır ama kamu sektörü bu konuda çok hassastır. Lütfen iki kere susup, yarım defa konuşmayı kendinize ilke edinin. Eğer idealist iseniz bu sektörde karşınıza çok engel çıkacaktır. Çünkü kabullenmişlerin arasında çalışıyorsunuz, öncelikle sizin de bunu kabul etmeniz lazım. Bazı konularda törpülenmeniz, hırslarınızdan arınmanız lazım. Ben bu konudaki çözümü hırsımı kendimi geliştirmek için kullanmak yönünde buldum. Çünkü işe yaramıyor. Gerçi bunun özel sektörü-kamu sektörü farkı yok. Her yerde her zaman karşınıza sizi engellemek için insanlar çıkacaktır. Yılmayın… Belki alakasız bir birimde bulabilirsiniz kendinizi, belki “aykırı” damgası yersiniz. Ama bilin ki işinizi iyi yaptığınız, konunuzda çalışmayı bırakmadığınız için bilgilerinizi güncelleyebildiğiniz sürece hiç kimse size dokunamaz. Kendinize güvenin, kendinize ve bilginize inanacak kadar çok okuyun.
Gül Fatma Koz
Mesleğine çok yakışan nadir insanlardan biri, harika bir yazı olmuş ellerine sağlık canım.
bu konuda size katılıyorum fakat hiç çalışmamaktan da iyidir diye düşünüyorum bende tercih ettim müze araştırmacı kadrosunu hayırlısı olsun diyelim