Yazım bir soruyla başladı:
Kıskançlık, sizce duyguların en asili mi, en rezili mi?
Seçim yapmak zor, hatta denklem çok değişkenli olduğu için kanımca bir parça da imkansız. Bir kişi için bile yerine, durumuna, zamanına, muhattabına göre kıskanmak duygusunun yansımaları çok farklı olabiliyor. Örneğin iş hayatında çok saygın/tecrübeli kişilerin yıkıcı nitelikteki kıskançlıklarının takım çalışması performansını ne kadar bozabildiğini kariyerimde defalarca tecrübe ettim.
Biz İnsan Kaynakları profesyonellerine gelince, sanırım en ortak kıskançlık kıvılcımlarının içimizde ışıldadığı an, karşımızda çok nitelikli ve başarılı adayları gördüğümüzde yaşanır. İçimde böylesine bir parlama hissettiğimde kafamdaki yegane düşünce “bunun benim için mükemmel bir fırsat olduğudur”. Nasıl bir fırsat? Soracağım sorularla karşımdaki nitelikli insanın beynine, başarı motivasyonuna, çalışma ilkelerine, üretme disiplinine ulaşma fırsatı. Bunu bir çeşit benchmarking gibi de düşünebiliriz. Aday o kadar içtenlikle açar ki kendisini, adeta Disneyland’de bir çocuğun dolaştığı gibi kişinin beyninde dolaşabilirsiniz. Siz de kendi birikiminizi dökersiniz masaya ve sohbet akar gider … ve görüşme sonunda içinizdeki kıskançlık hissi sıfıra iner, çünkü istediğiniz iş bilgisi ve tecrübelere empati becerinizin desteğiyle fazlasıyla ulaşmış olursunuz.
Kısacası kıskançlık bana göre duyguların en asilidir, kişisel gelişim için ayağa gelen kaçırılmayacak nimettir. Kıymetini bilelim 🙂