Ücret Araştırmaları

Ağustos ayını yarıladığımız şu günlerde, İnsan Kaynakları departmanlarında en güncel ajanda konularından birisi ücret araştırmalarıdır. Yılsonuna yavaş yavaş yaklaşırken, araştırma anket sonuçlarına göre ücretlendirme stratejileri belirlenecek ve zorlu bütçe dönemi başlayacaktır.

Peki hiç düşündünüz mü; niye bu anketlere katılıyoruz; veri sağlayıcı firmaları nasıl belirliyoruz? Bu soruların cevaplarını çok iyi bilen değerli meslektaşlarım vardır; ancak yine de bu önemli konuya bir kere de ben değinmek istedim…

Amaç Ne Olmalıdır?

Piyasa ücret araştırmalarına katılmak isteyen şirketler;
– Piyasa konumlandırması ve ücret artış bütçesine dayanak olması,
– Ücret yapılarının oluşturulması,
– Bireysel ücret seviyeleri için hedef değerlerin belirlenebilmesini amaçlamalıdırlar.

Araştırma Seçimi için Kontrol Listesi

– Hangi bilgiler toplanmış? Sizin ihtiyaçlarınızı karşılıyor mu?
– Hangi şirketler araştırma kapsamında yer almaktadır?
– Her iş ailesi ya da rol için ne kadar kapsamlı veri mevcut?
– İş eşleştirme ya da işdeğerleme/iş büyüklükleri dikkate alınıyor mu?
– Gerekli ve uygun istatiski veriler sağlanmış mı? (ortalama, medyan, ağırlıklı ortalama, yüzdelik dilimler …)
– Anketin geçerlilik tarihi nedir?
– Anket maliyeti nedir? Veri sağlayan şirketlere sunulan maliyet avantajları nedir?
– Veri sağlamayan şirketler araştırmayı satın alabilir mi? Maliyet ne kadar farklılaşmaktadır?
– Güvenilir bir hizmet sağlayıcı tarafından mı araştırma yürütülüyor?
– Araştırma esnek mi? İlave analizler yapmaya müsait mi?
– Hangi formatta bilgi sunulmaktadır? (kitapçık, cd, web sitesi…)
– Geçmiş dönemle, yeni dönem arasındaki katılımcı şirket farklılıklarından doğan ücret sapmaları nasıl minimize edilmektedir? Hangi metodla bu farklılık ortadan kaldırılmaktadır?

Emsal Şirket (Peer) Seçerken…

– Aynı işi ya da aynı sektörden şirketler olmasına,
– Şirketlerin benzer iş büyüklüğüne sahip olunmasına,
– Benzer ya da aynı lokasyonlarda faaliyet gösterilmesine,
– Karşılıklı çalışan trafiği olmasına dikkat edilmelidir.

İyi sonuç için İş Eşleştirmesi

Araştırmayı seçtikten sonraki en önemli adım, kapsama alınacak işlerin eşleştirilmesi sürecidir. Bu süreç, şirketlerin doğru kıyaslamalar yapabilmesine ve anketlerden maksimum faydanın sağlanabilmesi için kritik bir öneme sahiptir. Ünvanlar bazında kıyaslama yapılması, ücret araştırma sonuçlarının yorumlanmasında yapılabilecek en büyük hatadır. Eşleştirme yaparken mutlaka üzerinde durulması gereken 5 ana nokta;

• işlerin temel fonksiyonları
• tipik ünvanlar
• işlerin hangi pozisyonlara raporladığı
• organizasyon şemasındaki yeri
• işin büyüklüğü / kapsamı
o net satışlar; finansal sorumluluk
o raporlayan kişi sayısı

Olması Gerekli olan asgari Veri Tipleri

İyi bir ücret araştırmasından beklenen minimum veriler;

– Baz Maaş
– Toplam Nakit – kısa vadeli/uzun vadeli teşvikler, satış primi, diğer düzenli ödemeler (yabancı dil tazminatı, kıdem taltif ikramiyesi vb…)
– Yan Haklar – uygulamalar, katılım yüzdeleri, araba, cep telefonu, hayat sigortası, sağlık sigortası, BES…

Kıyaslamalarınızda başarılar dileğiyle…

Emre Kavukçuoğlu

Bir Haftalık Rötar

Tam bir haftadır Kaynağım İnsan’a yazı giremedim. Tatilden döndükten hemen sonra evimizde giriştiğimiz badana macerası ise kopuşumun nedeni. Evde adeta tabanla tavan yer değiştirdi, eşyalar ortaya toplandı, karıştı ve şimdi de büyük bir temizlik eşliğinde bazıları yerlerine, bazıları çöpe gidiyor. Yeniler paketlerinden çıkıyor. Tahminim hafta sonu itibariyle ev işleri bitecek, ben de Kaynağım İnsan’a geri dönebileceğim.

Bu geçen bir hafta boyunca çok da hareketli zaman geçirdim aslında. Bol bol eşya alışverişi, badanacılarla diyalog, komşularla sohbet, eşya tasfiyesinde belediyecilerle iletişim, problemli ürünler nedeniyle perakendecilerle kavga … her birinden ayrı hatıra, ayrı hayat dersi.

Badanacı Recep Usta elindeki silindiri tavanda gezdirirken “Abla, ne iş yaparsan yap, en iyisini yapacaksın. En iyini yapamıyorsan o işi bırakacaksın.” dedi. Bazı şeyleri bilmek ve hissetmek için okumuş olmaya gerek yok diye düşündüm bembeyaz boyaya bakarken.

Komşum Gül teyze biten badana sonrası eve hayırlı olsuna geldiğinde “Eski neyin varsa at, eski enerjiyi içeride bırakma” dedi. Eskilerle geçmişte yaşamak, o nostalji bugünü kaçırmanın, geleceği de unutmanın en romantik yoludur herhalde.

Eşyaları yerleştirme ve eskilerden/kullanılmayanlardan kurtulma aşamasında ortaya çıkan beş koli için giysi, ayakabı, oyuncak, çanta için Mor Çatı Kadın Sığınağı‘nı aradığımda sığınağın Ağustos’dan 6 Eylül’e kadar kapalı olduğunu öğrendim, önce şaşırdım. Neden ki? ‘Bugün dayak yediği için evden elleri bomboş çıkan kadın Mor Çatı’ya geldiğinde kapı duvar mı olacak?’ diye düşündüm, üzüldüm.

‘Türkiye’nin en büyük ev eşyası perakendecilerinden birinden aldığımız bütün eşyaların hepsinin parçalarının eksik çıkması bir tesadüf mü, yoksa kalite standardizasyonu problemi mi?’ diye sordum kendi kendime bugün de. Alışveriş yaptığımız mağazaya telefon açtığımda ise haftanın gerçek şokunu yaşadım: Telefondaki sorumlu kişiye aldığımız üç kapılı gardropu monte ettiğimizi ve son aşama bir parçanın eksik çıktığını söylediğimde bana “Gardrobun eksik olduğuna ve bizden aldığınıza neden inanalım, aldığınız eşyaları fatura ile geri getirin, inceleyelim” dedi. Neredeyse sinirden düşüp bayılacaktım. Dev gibi bir gardrobu söküp, yırtılmış kartonlarına sarıp, kamyonet tutup, eşyayı ‘faturası’ ile ispat için geri götürmek … Müşteri İlişkilerini Yönetimi adına dehşet verici bir örnek. Mağaza Müdür Yardımcı ile yaptığım telefon görüşmesinden sonra eksik parçalar evime, kapıma kadar geldi. Ama sanırım çok uzun süre bu perakendecinin kapısından içeri adım atmayacağım.

Perşembe gününü bitirirken önümüdeki üç beş gün içinde ev kaynaklı neler yaşayacağımı çok merak ediyorum. Bekleyelim, görelim 😀

Evren Efe

Bazı insanlar vardır hani, hayatları boyunca ne yapmak istediklerini bilirler. Sorduğunuzda net hayalleri, hedefleri vardır. İşte ben hiçbir zaman bu insanlardan olamadım. Liseyi bitirip de üniversite için tercih yapmam gerektiğinde hala aklımda ne yapmak istediğime dair en ufak bir fikir bile yoktu. Öğretmenlik, doktorluk, eczacılık gibi meslekler hiç ilgimi çekmiyordu.

Okulda yapılan kişilik envanterlerinde hem sözel, hem sayısal konulara ilgim ve yeteneğim olduğuna dair sonuçlar çıktığından yönlendirici olmuyordu. Kendimce en yetenekli olduğum konunun dil öğrenmek olduğuna inanıyordum, hayalimde de sürekli seyahat etmek, dünyayı gezmek vardı ama fen-matematikten mezun olacağım için bu konsepte uygun bir bölüm aklıma gelmiyordu. Sonunda rehber hocaların da yardımıyla en bayıldığım şey olan yemek içmekle de ilgili olduğundan -ne işe yaradığına pek aklım ermese de- gıda mühendisliğini yazmaya karar verdim.

Gıda mühendisliği okuduğum dönem eğlenceliydi. Özellikle Ankara Üniversitesi gıda teknolojisi eğitimi veren bir üniversite olduğundan her bir ürün grubunun üretimiyle ilgili bilgi almak benim çok hoşuma gitti. Okulun pek çok tesisi olduğundan pratik yapma imkanımız da oldukça fazlaydı. Yine de mezun olana kadar bir gıda mühendisinin sektörde ne iş yapabileceğine dair kafamda net bir tanım oluşturamamıştım. Mezun arkadaşlarımın çoğunun devlet bünyesinde çalışmak ya da akademisyen olmak gibi hedefleri vardı, ya da toplu yemek sektöründe çalışmaya başlayanları görüyordum, bense bu şekilde çalışmak istemiyordum. Kafamda özel sektörde, kurumsal bir firmada daha dinamik bir ortamda çalışmak vardı. Mezun olduktan bir kaç ay sonra bu düşüncemi hayata geçirebildim.

İlk işyerim pek çok yeni mezun mühendisin çalışmak için can atacağı standarda sahip bir firmaydı. Tüketime hazır steril yemek üretiyorduk ve ben mikrobiyoloji laboratuarından sorumluydum. Burada yaklaşık 14 ay çalıştıktan sonra Fransız ortaklı bir firmaya geçiş yaparak kalite güvence ve arge üzerine çalışmaya başladım. Üretim sektöründe çalıştığım süre boyunca bir fabrikada sistemin işleyişi, hammadde girişten bitmiş ürün sevkiyatına kadar tüm aşamaların kontrolü, yeni ürün geliştirme, yasa takibi, laboratuvar yönetimi, müşteri beklentilerinin karşılanması, şikayet yönetimi gibi konular dışında insan ilişkileriyle de ilgili pek çok şey öğrendim. Beş yıl bittiğinde üretim sektörünün bana göre olup olmadığını sorgulamaya başlamıştım. Her gün aynı fabrikaya gidip, aynı kişilerle çalışmak, bütün gün koruyucu kıyafetlerle dolaşmak, sosyal hayatımı hammaddenin ve siparişin durumuna göre ayarlamak benim hayal ettiğim iş hayatı tanımına uymuyordu. Tam da ben kendi kendime bunların sorgulamasını yaparken imdadıma bir iş ilanı yetişti, uluslararası bir belgelendirme firması tam zamanlı denetçi arıyordu ve bu ilan sayesinde 2004 yılında üretim sektöründen bambaşka bir sektöre; denetim ve belgelendirmeye geçiş yaptım.

İlana başvurduğumda denetçilikle ilgili tüm bildiğim çalıştığım fabrikalarda geçirdiğim denetimlerden ibaretti. Yoğun bir eğitim ve neredeyse hergün denetimlere katılıp izlediğim, bazen görev aldığım gözlem döneminden yaklaşık iki ay sonra ISO 9001 denetçisi olarak onaylandım. Takip eden yıllar boyunca herbirinin birbirinden farklı eğitim, sınav ve onay aşamaları bulunan HACCP(Hollanda), BRC-food, IFS, ISO 22000 gibi standartlarda da denetçi olarak onaylandım, tüm bu standartlarla ilgili eğitimler verdim. Şu anda yine uluslararası bir firmada gıda denetim ve belgelendirme departmanını yönetmekteyim, aktif olarak denetim ve eğitimlere de katılmaktayım.

Genel olarak baktığımızda benim için kırılma noktası belgelendirme sektörüne geçiş oldu aslında. Çok sıkıldığım rutin üretim hayatından sonra hemen hergün farklı bir firmaya denetime gitmek çok heyecan verici bambaşka bir deneyimdi. Her firmada farklı insanlarla tanışmak, farklı sektörleri, farklı fabrikaları görmek, gördüğüm sistemleri kendimce karşılaştırmak sadece Türkiye’de değil, dünyanın farklı yerlerinde denetim yapmak, yurtdışından gelen denetçilerle ekip halinde çalışmak  büyük bir şans ve bana tek bir firmada yıllarca çalışsam edinemeyeceğim bir perspektif kazandırdığını düşünüyorum.

Lise sonda tesadüfen yaptığım tercihi yıllar içinde bilinçli kararlarımla yönlendirip kendime en uygun mesleği bulduğuma inanıyorum. Altı yıldır bu işi çok severek yapıyorum ve  denetim için gittiğim her yeni şehri atlasta işaretlediğimde çocukluk hayalimi yerine getirebildiğim için yeniden mutlu oluyorum.

Evren Efe
http://evrenefe.wordpress.com
[email protected]

Kaynağım İnsan Platin Dergisi’nde

Blog Ödülleri 2010 ertesi bazı yayın kuruluşları ve gazeteciler ödül alan blogculara çeşitli sorular yönelttiler, kendi adıma hepsine mutluluk duyarak cevap verdim. Yazılı basın ile aramızda kurulan bu diyaloğun güzel bir diğer yansıması da Platin İş Dergisi’nin Temmuz 2010 sayısında oldu.

Kaynağım İnsan, Bahar Akgün tarafından ‘Hiperfikirler’ bölümünde “En geniş kapsamlı İK blogu” başlığı ile tanıtıldı. Bir ay boyunca elimde olan dergidenin haberini vermek ise Ağustos 2010’a kısmetmiş diyelim. Platin İş Dergisi ve Bahar Akgün’e  teşekkürler 🙂

Her Şeye Rağmen Daha Uzun Yaşıyoruz

Ortalama insan ömrü, çeşitli faktörlere bağlı olarak coğrafyadan coğrafyaya ve gelir seviyesine göre değiştiği bilinen bir şey.

Closing the gap in av generation” adlı bir rapor hazırlayan ve konunun önemli uzmanlarından biri olan Londra’daki The International Institute for Society and Health başkanı Sir Michael Marmot ile bir söyleşi vardı bugün İsveç’in önemli günlük gazetelerinden biri olan Svenska Dagbladet’de.

Marmot, dünyada son 20-30 yılda insan sağlığı ve ortalama ömrü konusunda negatif ve pozitif bir veri ortaya koymaktan çekiniyor. Bunu ölçebilmek için global dünya çok kompleks. Örnek olarak Latin Amerika üzerinde duracak olursak, genelde ortalama insan ömründe bir uzama var. Örneğin Brezilya, artık 72 yıl gibi kabul edilebilecek bir düzeye geldi. Fakat ülke içinde bölgelere göre değişen büyük farklar var. Özellikle Brezilya, ülkedeki gelir düzeyi ve yaşam standartlarının arasındaki uçurumları ile tanınıyor.

Gelir düzeyinin de yaşam kalitesine pozitif etkilerini kabul edeceksek, bu konuda bir iki rakam ve karşılaştırma vermek uygun olur:

Ülkelerde gelir düzeyleri arasında bir karşılaştırma yapmak için insanlar arasında en yüksek gelir düzeyine sahip % 20 ile en düşük gelir düzeyine sahip % 20 nin gelir ortalamaları alınıyor. Bu hesaplamalara göre aradaki farklar şöyle:

İsveç: Yüksek gelir grubu düşük gelir grubundan 4 kat fazla kazanıyor.
İngiltere: 7 kat
ABD: 8,5 kat
Meksika: 13 kat
Şili: 19 kat
Brezilya: 25 kat

Tüm bu rakam ve oranlar arasında Michale Marmot, kendi yaşadığı şehir olan Londra‘yı örnek alıyor:

Şehrin zengin semtlerinden olan Kensington veya Chelsea’de ortalama yaşam 88 yıl iken, bir saatlik bisiklet sürüşü mesafesinde olan Kuzeydoğu Londra’da bu ortalama 71 yıla düşüyor. Londra… Batı’nın en zengin başkentlerinden biri…

Avrupa’dan Afrika kıtasına hareket ettiğimizde daha da çarpıcı rakamlar var. Pekçok ülke bu kıtada HIV/AIDS, açlık ve savaşlarla boğuşuyor. Hepsinde değil ama özellikle Zimbabwe, Zambia, Swaziland ve Lesotho’da insan ömrü ortalaması geriye doğru gidiyor. Zimbabwe’nin bazı bölgelerinde kadınların ortalama ömrü 34 yıl. Fakat tüm bu karanlık tabloya rağmen genele baktığımızda, Afrika kıtasında insan ömrü yine de uzamış. 1970 lerde 48 olan ortalama ömür, 51 e çıktı.

Çok da büyük bir gelişme yok değil mi? Fakat Hindistan örneği ilginç. Yine 70 lerde Afrika ile aynı ortalamaya sahip olan Hindistan, aradan geçen zamanda 12 yıl koymuş ortalamasının üzerine.

Bu tip raporlar kuşkusuz globalizme ve serbest piyasaya veriştirmek için argüman olarak da kullanılabilir. Bu eleştirilerin haklı oldukları yönler olsa da özellikle Hindistan örneğinde son 10 yılda filizlenen, gelişen bilişim sektörüne ülkenin global anlamda katkısı tartışılmaz. Bugün Hindistan’da kendilerini belli bir sınıfa mahkum eden kast sistemini kırabilmenin yolu olarak IT alanında kendilerini yetiştirmeyi gören hatırı sayılır bir kesim, yine Globalizmin sayılabilecek pozitif etkilerinden de faydalanıyor diyebiliriz.

Closing the gap in av generation” adlı raporuna göre, sağlık sektörü ve hizmetlerinin halk sağlığına % 20 lik bir pozitif etkisi var. Erişilebilirliliği arttırmak, önleyici tedbirler almak, merkezi ve lokal sağlık hizmetlerini iyi koordine edebilmek, eğitim ve sonuçları ölçmek gibi faktörler bu % 20 nin bileşenleri.

Fakat bunlardan daha önemlisi fakirlikle savaşmak, işsizlik oranını azaltmak, çalışma şartlarını iyileştirmek.

Dünya Sağlık Örgütü’nün hesaplarına göre, kötü şartlarda yaşayan 1 milyar dünya vatandaşının yaşam koşullarını değiştirmek, aradaki farkları düzlemek için gereken kaynak 100 milyar dolar. Oysa şu geçirdiğimiz ekonomik krizde bankaları kurtarmak için harcanan para bunun 10 katı.

Sonuç olarak, dünya genelinde iyileşen yaşam standartlarından herkesin daha adaletli bir pay almasını sağlayacak bilgi ve isteğe ”çoğumuzun” sahip olduğunu ileri sürüyor Michael Marmot.

“Ancak bunun için elinde bu adaletsizliği düzeltme gücü olan herkesin aynı anda metodik olarak doğru yöne ve aynı yöne çekmesi gerekiyor. Ne kadar optimist bir insan olsam da bunun realist bir düşünce olmadığını biliyorum.”

Kaan Doren
http://postdijital.com/