Bir veya birkaç pozisyon için kimi zaman yüzlerce kişi ile görüşme yapmak gerekebilir. Hele ki perakendecilik sektöründe, kadrosu kalabalık mağaza açılışlarında görüşme etapları çok tempolu geçer. Genel itibariyle başvuru yapmış lise mezunu veya üniversite öğrencisi, yaşları ağırlıkla 18-22 arasında değişen gençler görüşmeye çağırılmayı merakla beklerler. Bu merakın seviyesi Anadolu şehirlerinde İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropollere kıyasla kat kat fazladır.
Samsun’da bahsettiğim tempoda bir görüşme etabı geçirmiş, mağaza kadrosu netleştirmiştik. Ankara’daki ofisime döndükten birkaç gün sonra olumlu adaylara işe alındıklarının bildirimlerini yapmıştım. Derken bir öğleden sonra telefonum çaldı.
“Migros, ben İpek” diyerek klasik telefon karşılamamı yaptım.
Karşı tarafta söylediklerini anlayamadığım derecede bağıran bir kadın vardı. Aradan net duyabildiğim birkaç kelime kadarıyla telefondaki kişi bir anneydi ve kızından bahsediyordu.
“Hanımefendi, lütfen biraz sakin konuşun, ne dediğinizi takip edemiyorum” dedim kibarca.
Sesinin şiddetini bir parça azaltmakla birlikte bağırma tonunu değiştirmeyen kızgın anneyi dinledim.
Anlattığına göre kızı Samsun mağazasının açılışı öncesi görüşmeye alınan gençlerden biriydi. Kızıyla beraber en yakın arkadaşı da görüşmeye alınmıştı. En yakın arkadaşı işe girmişti ama kızı girememişti. Kızı bu gurur kırıcı duruma dayanamayıp ‘intihar etmişti‘. Anne bana bunu nasıl yapabildiğimi, bunun hesabını vereceğimi söylüyordu, daha doğrusu haykırıyordu telefonda.
Duyduklarımı seri şekilde düşünüyor ve annenin ifadelerindeki “intihar etti” tanımlamasının gerçek anlamını çıkartmaya çalışıyordum. Kızı hayatta mıydı, değil miydi?
“Hanımefendi, Samsun’da birbirinden iyi adayla görüştük, karar vermek çok zordu, ancak bize başvuran bütün gençleri işe almamıza imkan yok …”
Anne sözümü kesti.
“Kızım bunalımda, bütün gün ağlıyor, bu ne hakla yaparsınız?”
Anlıyorum ki, kızımız hayatta … derin bir iç geçiriyorum ve en sakin, en ikna edici ses tonumla açıklamalarıma devam ediyorum. Anne bir şans daha verilmesini istiyor kızına. Önümüzdeki günlerde açılacak kadrolar olabileceğini ama şu aşamada işe alınan bir kişiyi işten çıkarmamı beklememesini istiyorum artık bağırmayı kesmiş anneden.
Konuşmamız dakikalarca devam ediyor ve saygılarımı sunarak telefonu kapatıyorum.
Büyük şehir insanının reddedildiği için üstünde belki bir dakika bile düşünmediği, üzülmediği “perakendecide kasiyer olmak ” işi, Anadolu’nun diğer bir köşesinde intihara teşebbüs, bunalıma girme nedeni olabiliyor. Yapılacak işe yüklenen anlam zamana, kişiye, yere göre ne kadar değişebiliyor…
İpek Hanım merhaba. Ben de hazır giyim perakende sektöründe insan kaynaklarında işe alım uzmanı olarak çalışıyorum. Anlattığınız olaylarla çoğu kez karşılaşıyoruz. Adaylar genelde intihar etmiyor ama neden işe alınmadıklarını, hangi yönlerini zayıf olduğunu(!) soruyorlar…Tabiki mülakat sonucunu bildirmek ikcının en temel görevi ama adayların geliştirmesi gereken yönleri hakkında geri bildirim vermekte ikcının görevi mi ?
Sevgili Murat,
Mülakat sonrasında adaya geri bildirim yaparken eğer aday sorarsa nedenini söylemek gerek. Ama bu nedeni nasıl belirteceğin senin tercihin. Ben genelde olumlu bulunan adayın üstünden giderim : İngilizcesi daha iyi, sektörümüzde tecrübesi var gibi.
Gelelim perakendeye. Lise mezunu adaylara gerekçe üretmek zordur, kabul ediyorum. Genelde aday kurumsal kimliğe uymadığı veya davranışsal boyuttaki kaygılar nedeniyle elenir. Bunu da adaya söylemek imkansızdır. Çünkü gerekçenin ölçülebilirliği yoktur. Sana tavsiyem sorulmadıkça söylememen. Böyle zamanlarda adaylara ufak çaplı yetkinlik testleri yapmak işe yarayabilir. “Diğer adayların test sonuçları daha başarılıydı” gibi açıklamalar getirilebilir.