İpek Aral tarafından yazılmış tüm yazılar

Eledim, Pişman Değilim !

redBirçok firma mülakat öncesi çağırdığı adaya kurumun başvuru formunu doldurtur. Bu benim de başvurduğum bir uygulamadır. Formda özgeçmiş bilgilerinin istenmesi yanında farklı sorular da yöneltilebilir adaya. Forma girilen içeriğin niteliği yanında formun şekilsel olarak düzgün ve temiz doldurulması önemlidir. Hele benim gibi grafoloji ( yazı üzerinden karakter analizi) üzerine bayağı vakit harcamış biriyseniz adayın el yazısına ulaşmak ayrı kıymetli hale gelir.

Kurumun verdiği başvuru formunun düzgün, temiz, eksiksiz doldurulmasının önemini vurgulamaya çalışıyorum okuduğunuz üzere. Ama bazen öyle durumlar yaşarız ki biz İşe Alımcılar, adayın “amannnnn, offff” diye eline aldığı boş form dolduğunda onun elenmesine neden olabilir. Nasıl mı?

Mühendis arıyorum. İki, üç yıl tecrübe bana yetecek. Yani forma kimsenin destan yazmasına gerek yok. Siz deyin 10, ben diyeyim 8 dakikada rahatça doldurulabilecek bir başvuru formum var tasarladığım.

Aday görüşme odasından içeri girdiğinde el sıkıştık. Onu oturması için yönlendirdim. Her zaman ilk birkaç cümlem adayın olası gerginliğini almak içindir. Elimdeki özgeçmişe veya başvuru formuna bakmam.  Zaten bakıyorum aday da gergin değil. “İyi” diyorum içimden. İki yaprak olan başvuru formunun ikinci sayfasına ulaşmak üzere birinci yaprağı çeviriyorum. İkinci sayfada okul ve tecrübelerine dair kayıtlara ulaşmak çabası içindeyim.

Sayfayı çevirmemle gördüklerime üzülüyorum. Sevecen bakışlarım yerini donuk gülen bakışlara bırakıyor. Adaya soruyorum:

– Okul ve tecrübe bilgileri bölümüne “CV’ye bakın” yazmışsınız. Neden?

Aday cevap veriyor;

– Çünkü o bilgiler CV’imde var. Niye aynı bilgileri yazayım? CV’ime bakabilirsiniz.

Gülüyorum. Görüşmemiz beş, on dakika daha sürüyor. Olumlu olursa benden haber alacağını belirterek adayı kibarca uğurluyorum.

Bu aday elendi. Neden mi?

Eğer bir aday olarak siz daha işverenin sizden ilk talebini böyle geri çevirirseniz, bu olası işe girme durumunuzda da kafanıza uymayan, sizi sıkan her türlü işi yapmayacağınıza, kaytaracağınıza, umursamayacağınıza işarettir.

Aday benim için istediğim emeği sarfetmiyorsa, ben neden onun için emeğimi sarfedeyim ki?

😉

Yüksek Lisans Açmazım

UniSapienzaRomaÖzgeçmişinde yüksek lisans yapmış olduğunu gördüğüm adaylara farklı bir değer veririm. Eğitim her zaman çok kıymetli. Hele ki bu derece belirli bir süre çalıştıktan sonra alınıyorsa adayın bilinç düzeyine de bir işarettir. Lisansın bitişiyle hemen yüksek lisans, hatta doktora yapanlar çoğunlukla sonunda akademik kariyeri tercih ederler çünkü yıllar boyunca kitaplar arasına gömülerek gerçeklerden o kadar kopmuşlardır ki, iş hayatında öğrendikleri teorileri pratiğe dönüştürmekte çok zorlanırlar, mutsuz olurlar. Erkekler ise çoğunlukla askerlikten kaçmak için bir yöntem olarak kullanır yüksek lisansı.  Kısacası her adayla neden yüksek lisans yapıldığı iyice görüşülmelidir.

Ben dört defa yüksek lisans yapma girişiminde bulundum. 1999 yılında yüksek lisans amaçlı ODTÜ’ye defalarca gittim.

Birincisi girişimim ODTÜ Endüstri Mühendisliği bölümündeydi. Fakat görüştüğüm bölüm öğretim görevlileri bana yüksek lisansa başlamadan önce almam gereken temel matematik ve diğer bazı bölüm derslerini gösterince mühendislikten vazgeçtim. Halihazırda çalışırken beni çok fazla zorlar diye düşündüm.

İkinci girişimim ODTÜ Psikoloji bölümüne oldu. Bölümün çok değerli öğretim görevlisi Doç. Dr. Canan Ergin’le yaptığım görüşmelerde çok heyecan verici paylaşımlar yaşadım ve Canan Hanım beni yüksek lisans sınıfına özel öğrenci statüsü ile alabileceğini söyledi. Ancak yüksek lisansa başlayamadım çünkü şirketteki bölüm yöneticim haftada iki gün işten 1,5 saat erken çıkmama, her türlü ikna çabam ve sunduğum çözüm alternatiflerime rağmen izin vermedi. Bu, hayatımda “kötü” olarak nitelendirebileceğim bir anıdır.

Üçüncü girişimim ise 2003 yılında gerçekleşti. Ama bu sefer hedef İnsan Kaynakları değildi. O sıralarda çok yoğun çalışıyordum ve kendi mesleğimden farklı alanlarla serbest zamanı geçirmek ve kendimi geliştirmek istiyordum. Altı ay Sanat Tarihi kurslarına gittim ve sonunda kurs öğretmenim Doç .Dr. Uşun Tükel’e Sanat Tarihi üzerine yüksek lisans yapabilmek için ne gerektiğini sordum. Duyduklarım hiç iç açıcı değildi. İlk iki yıl zorunlu lisans derslerini almam gerekiyordu. Ardından ancak yüksek lisans derslerine girebilecektim. Bu arada da hayatımın hepsi kütüphanelerde geçeceğinden ( ! ) dışarıda çalışmama imkan olmayacaktı. Yani babamdan bana dört yıl boyunca bakmasını isteyecektim. Uşun Hoca bunları söyleyince sadece gülmüştüm. Vazgeçtim.

Dördüncü girişimim ise 2005’de oldu. Bu seferde hedef Türkiye değildi. İtalyanca kursuna gidiyordum ve İtalyancamı bayağı ilerletmiştim o dönem. Bir cesaret Roma La Sapienza Üniversitesine başvurdum iki yıllık burslu İngilizce “Humanities” programı için. Üniversite mesajıma hemen yanıt verdi, çok mutlu olmuştum. Bana burs için Ankara’da Büyükelçilik ile görüşmem gerektiğini, Türkiye için kontenjan olup olmayacağını onlarla yapılacak müzakereler sonrasında karar verilebileceğini belirttiler. Bilmem İtalya’daki bürokrasi ve bürokratları bilir misiniz? Türkiye’nin beş kat kötüsü. Defalarca Ankara’ya mesaj göndermelerim, açtığım telefonlara yanıt alamadım. İşi bırakıp Ankara’ya da gidemedim ve bu girişimim de tarihin tozlu sayfalarına karıştı.

Yıllar geçiyor. Kafamda hala yüksek lisans yapmak var. Ama ne zaman, nerede, nasıl, hangi konu üzerine olacak bilmiyorum. Atasözü “Niyet hayır, akıbet hayır” der. Ben de bekliyorum bakalım doğru zaman, yer, konu ve yöntemi 😀

İletişimin Altın Kuralı

sözlü iletişim İster iş, ister gündelik hayatımız, her gün, her yerde iletişim içindeyiz. Konuşuyoruz, yazışıyoruz, dokunuyoruz …

Peki, konuşurken, yazışırken, dokunurken anlatmak istediğimiz ile iletişim içinde olduğumuz kişi(ler) tarafından anlaşılan aynı mı? Bazen evet ama kanımca sıklıkla hayır.

Karakter yapısı olarak ben davranışlarımla olmasa bile özellikle konuşurken ve yazışırken çok net olduğumu düşünürüm. Kelimeleri yuvarlamamaya, bulanıklaştırmamaya, manipule etmemeye özen gösteririm. Hatta birlikte çalıştığım birçok kişi benim bu açık ve direkt tarzımdan rahatsız olur, alışmakta zorlanırlar. Yaptığım doğrudur, yanlıştır, tartışılır ama bu güne kadar yaşadıklarım bu netliğimin bile karşı tarafın söylediklerimi doğru algılamasında yeterli olmadığını bana çok net göstermiştir.

Bir toplantıda geliştirdiğiniz söylemlerin “kesin karar” olmadığını defalarca vurgularsınız ama ertesi gün “kesin karar” diye konuşulduğunu duyarsınız. Veya bir iş/projeyi detaylı açıklamasıyla ve terminiyle ekibe verirsiniz  ama siz başında durmadıkça, kontrol etmedikçe, dürtmedikçe kimse organize olmaz, çalışmaz, bahaneler havada uçuşur, ekip içi suçlamalar dağlar tepeleri aşar. Aslında bana göre ister iş, ister özel hayat, birçok kişinin ana amacı iletişim değil, iletişimsizliktir.

İşte bu nedenle özellikle sözlü ve yazılı iletişimde kesinlikle unutulmaması gereken altın kuraldır;

Sizin ne söylediğiniz değil, karşı tarafın ne algıladığı, ne algılamak istediğidir mühim olan.

Bazen diyorum Temel olsam, daha mı anlaşılır olurum?!

😉

İşlediği ağır suçtan ölüme mahkum olan Temel’e son sözönü sormuşlar:

– Ne diyeceksin?

– Ha, pu pağa, eyi pir ters olsun

Örnek Özgeçmiş Şablonu

özgeçmişÖzgeçmiş yazmak konusuna geçmişte iki önemli yazım olmakla beraber, konu üstünde sürekli şu dört cümleyi söze başlarken kurarım;

1. Özgeçmiş bir kişinin pazarlama enstrümanıdır. Aynen bir ürün ambalajı gibi, bünyesinde bazı başlıkları barındırması gerekmekle beraber, tümüyle kişisel özel bir üretimdir.

2. Özgeçmişin tasarımının kanun niteliğinde bir standartı yoktur.

3. Birey özgeçmişi ile kendisini ifade eder. Şekil itibariyle ve içerik olarak baştan savma hazırlanmış, yazım hataları dolu, kötü/ciddiyetsiz bir fotoğraf ile yapılan bir tanıtım kimsenin hoşuna gitmez.

4. Özgeçmişin uzunluğu ve içeriği tecrübe durumu ve amaç ile birlikte değişkenlik gösterir. Özgeçmişin içeriğinin detaylanması, uzamalası ile kısaca “CV” dediğimiz Cirriculum Vitae formatına geçilir.

Aşağıda başlangıç/yeni mezun/az tecrübeli seviyesindeki bir adayın, benim beğeneceğim nitelikteki örnek özgeçmişi yer almaktadır. Bu özgeçmişin içeriği tecrübe arttıkça değişecektir. Bir sonraki özgeçmiş şablonu tecrübeli bir adayı özgeçmiş içeriğine ait olacak. Bekleyiniz. 🙂

Özgeçmiş Şablonu II için tıklayınız.

Ööa_Page_1Ööb_Page_2

Sosyal Yaşamda İnsan Kaynakları Uygulamaları

1607_social

Dün Kaynağım İnsan’nın Soru/Cevap bölümüne okurum Cansu çok güzel bir soru bırakmış. Ona cevap verdikten sonra kendi kendime “neden bu konuyu blogumun ana bölümüne taşımıyorum?” diye sordum ve şu an okumakta olduğunuz yazıyı yazmaya karar verdim.

Genelde şirketlerde çalışanların bir türlü anlamadıkları veya anlamak için çaba göstermedikleri bir konudur İnsan Kaynakları Uygulamaları. Nedir bu uygulamalar, ne işe yarar? ve en önemlisi, Cansu’nun sorusu “Sosyal yaşamda karşılaştığımız İnsan Kaynakları Uygulamaları hangileridir?

Yazayım.

Başta İnsan Kaynakları uygulamalarını sıralayalım ve ardından beraber düşünelim;

İşe alım ve oryantasyon
Performans ve Hedef Yönetimi
Yetenek Yönetimi
Eğitim
Kariyer Yönetimi / Koçluk
Ödül Yönetimi
Ücret Yönetimi
Sosyal Hak ve Faydalar
İletişim
Motivasyon
Organizasyonel gelişim
Değişim Yönetimi

Sosyal hayatımızda sanırım karşımıza çıkan en önemli uygulama devletin vatandaşlarına sağlamak zorunda olduğu sosyal hak ve faydalar. Devlet vatandaşlarına sağlık, eğitim ve güvenlik hizmetlerini vermek zorundadır. Şirketlerde kendi bünyeleri, imkanları çerçevesinde çalışanlara farklı sosyal hak ve faydalar sağlıyor; özel sağlık sigortası, lojman, araba, cep telefonu, vs. gibi.

Bunun dışında iletişim ve motivasyon sosyal hayatımızda da her an kullandığımız, ihtiyaç duyduğumuz iki uygulama. Sosyal yaşamda da sağlıklı ilişkiler kurabilmek için iletişim kanallarımızı ve araçlarımızı doğru ve etkin kullanmak zorundayız. Sosyal hayatımızda da kendimi ve çevremizi motive edecek araçlar, yollar, yöntemler bulmak zorundayız hayatı yaşanır ve gelişir çizgide tutabilmek için.

Ve elbet eğitim sosyal hayatımızın bir vazgeçilmezi. Bilinçli birey hayatı boyunca kendini geliştirmek için bireysel eğitimi üzerinde titizlikle çalışmak zorundadır. Eğitim seviyesi arttıkça yaşam kalitesi ve beklentiler artar.

İşe alım, oryantasyon, performans ve hedef yönetimi bu terminolojiyle karşımıza çıkmasa bile aslında sosyal yaşamımızda da bizimledir. Bir arkadaş ortamına girdiğimizde o insan kitlesine kendimizi benimsetmeye çalışırız. Kabul edilmeyi isteriz. Bu aslında bir parça işe alıma benzetilebilir. Sonunda ücret yoktur elbet ama güzel paylaşımlar bu kabul edilmişliğin karşılıdır. Performans ve hedef değerlendirme ise zaten sosyal hayatlarımızda olmazsa olmaz iki uygulama. Her an ayna karşısında kendimizi sorgularız “ben ne yaptım, ne yapamadım, neler yapabilirim” … bunlar aslında başlı başına bireysel performansımızı ve hedeflerimizi sorgulamamızdır. Hedef koymak bir tek iş değil, sosyal hayatımızın bir parçası olmak zorundadır. Hedef çeşitleri üzerine Kaynağım İnsan’da iki yazım da var; Hedef Koymak I ve  Hedef Çeşitliliği ve Motivasyon

Kariyer Yönetimi/Koçluk ve organizasyonel gelişim ise belki ünvan yapılanmaları itibariyle sosyal hayatımızda yok ama onu çok etkiler. Bir genel müdür olduğunu duyduğumuz kişiye tutumumuz ile daha küçük ünvanlı bir tanışığa gösterdiğimiz ilgi düzeyi farklıdır. Genel müdürün gerek niteliksel, gerek yetkisel gelişmişliği kurduğu sosyal ilişkiler boyutuna da mutlaka yansır.

Yetenek Yönetimi sosyal hayatımızda kendini hobilerimiz, ilgi alanlarımızın çeşitliliği ve kişilerarası ilişkilerimiz olarak birebir gösterir. Yeteneklerimizi besleyen ana unsurdur iş harici ilgi alanları ve hobilerimizdir. Bilinçli İnsan Kaynakları Uzmanları bütün çalışanlara şiddetle birer hobi sahibi olmaları, ilgi alanlarını genişletmeleri, geliştirmeri yolunda telkinlerde bulunur çünkü yetenekler bireyin kendisini ifade edebilerek hayata pozitif yaklaşımındaki en önemli aktördür ve bizler kendimizdeki yeteneklerimizi keşfetmenin yollarını çoğunlukla başta sosyal yaşantımızda açarız.

Değişim yönetimi ise yine her bireyin sosyal hayatında da bir değişmezi. Hepimiz her an kendimizi iyi yönde değiştirecek, geliştirecek arayışlar, çalışmalar, eğitimler, ilişkiler içindeyiz.

Sözün özü, İK uygulamalarının birebir ücret yönetimi hariç hepsi ile günlük hayatımızda da birlikteyiz, onları görmemezlikten, bilmemezlikten gelmeyelim, bu disiplini benimseyelim, uygulamaların bir parçası olalım.

😀

Çince, Arapça, İtalyanca, Rusça Bilenler Buraya

languagesİşe alımlarda sıklıkla yabancı dil bilgisinin öneminden bahsediyorum.

Yabancı dil deyince elbette herkesin aklına ilk olarak İngilizce geliyor. Sonra Almanca ve Fransızca. Bu üçünü bile akıcı konuşabilen aday bulmakta sıklıkla zorlanırken, bir de siz düşünün Çince, Arapça, İtalyanca, Rusça, İspanyolca bilen nitelikli isgücü bulmak için hangi develere kaç hendek atlatıyoruz…

Bu sabah bir arkadaşımla İnsan Kaynakları üzerine sohbet ederken ülkemizdeki mevcut yabancı dil bilen işgücünün azlığından yakınıyordum. Derken aklıma bir fikir geldi;

Acaba neden sadece niş olarak adlandırabileceğimiz Çince, Arapça, İtalyanca, Rusça, İspanyolca gibi yabancı dilleri bilenlerin özgeçmişlerini bırakacakları ve bu niş yabancı dilleri bilen işgücü arayan işverenlerin faydalanabilecekleri bir kariyer sitesi yok ?

Veya yabancı dil niteliği bir portal açmak için yeterli olmasa bile mevcut bir kariyer portalının aynen sektörel ayrımlara gitmesi gibi “yabancı bil” kategorisi de açılabilir. Hatta yabancı uyruklu olup özgeçmiş bırakmak isteyenler için de bir kategori açılabilir. Ülkemizde bir sürü Avrupalı iş bulsa çalışacak. İşverenle, iş arayan bir türlü buluşamıyor.

Şimdi de kendi kendime soruyorum;

– İpek, maden aklına böyle bir fikir geldi, sen yapsana …

Bilemiyorum, Kaynağım İnsan’nın teknik ekibi ile görüşmem lazım … İlhan Bey, İlhan Bey, duyun sesimi 😉

İyi Bir İK’cı …

goodbadugly* Her kim olursa olsun insanı sevmek zorundadır.

* İnsan zengini olmak zorundadır.

* Özgüveni tam, aklın akıldan üstün olduğunu bilmek zorundadır.

* İnovatif olmak zorundadır.

* Empati yeteneğini pozitif yönde kullanmak zorundadır.

* Şirketin en fazla artı değer üreten birimi olduğunun bilincine varmak zorundadır.

* En az bir yabancı dil bilmek, iki,üç veya dördüncüsünü öğrenmeye çalışıyor olmak zorundadır.

* Dünya ve ülke ekonomisini takip etmek zorundadır.

* Dünya ve ülkedeki siyasi gelişmeleri takip etmek zorundadır.

* Dünya ve ülkedeki kültürel olayları, gelişimleri, değişimleri takip etmek zorundadır.

* Teknoloji dostu olmak zorundadır.

* Sosyal medyayı aktif olarak kullanmak zorundadır.

* En az bir hobi sahibi olmak zorundadır.

* Sağlıklı yaşamak için çaba sarfetmek zorundadır.

* Sistem bilgisine sahip olmak ve onu sürekli geliştirmek zorundadır.

* Yabancı kaynaklı uygulamaları, bulunduğu kurumun kültürel, fonksiyonel ve insan yapısına uyarlamak, uyumlulaştırmak zorundadır.

* Ketum ve açık olmak zorundadır.

* Dedikodudan uzak durmak zorundadır.

* Güleryüzlü ve tutarlı olmak zorundadır.

* Sabırlı ve saygılı olmak zorundadır.

* İletişim kabiliyetini sürekli geliştirmek zorundadır.

* Farklı şirket fonksiyonlarının iş süreçlerine hakim olmak zorundadır.

* Objektivitesini koruyabilmek için yalnız olmak zorundadır.

* Geniş bir kütüphaneye sahip olmak zorundadır.

* “Hayır” kelimesini çok rahat kullanmak zorundadır.

* Gerektiğinde en “zalim” kararları almak, uygulamaları geliştirmek zorundadır.

* Mutsuzken bile “mutlu” olmak zorundadır.

😀

One Young World

One Young World-

Geçtiğimiz günlerde Friendfeed’den Özer Dölekoğlu sayesinde çok etkileyici bir gençlik hareketinden haberdar oldum; One Yound World

One Yound World, dünya çevresindeki gençlerin bütün sınırları kaldırarak dünya gündemi ve küresel sorunlar hakkındaki düşüncelerini dile getirecekleri bir platform yaratmak hedefi ile yola çıkmış ve arkasına da yol gösterici olarak dünya çapında çok önemli isimleri almış. Bu isimler arasında Nobel Barış Ödülü sahibi Kofi Annan, Mohammed Yunus ve Archbishop Desmond Tutu ile 1985’deki Live AID organizasyonu yapan Bob Geldof da bulunuyor.

G-7 ler, G-20’ler dünyanın geleceğini şekillendirirken hep aklımdan geçen bir sorudur;

Acaba, o gelecekte yaşayacak gençlere ne istedikleri, ne bekledikleri, ne hayal ettikleri soruluyor mu?“.

Elbette ki “hayır”.

Dolayısıyla One Young World hareketini duyduğumda, bana gönderilen tanıtım bültenden çok daha fazlasıyla ve hassasiyetle konuyu Kaynağım İnsan’a almaya karar verdim.

One Young World  ilk zirvesi 8-10 Şubat 2010 tarihlerinde Londra’da düzenlenecek. Zirveye 192  ülkeden, geleceğin karar mercileri, liderleri olacak nitelikte 1500 genç delege ülke nüfuslarıyla orantılı olarak katılacaklar. Gençler zirvede şu konulara odaklanacaklar:

* Daha iyi bir gelecek için yeni bir politik lider anlayışının geliştirilmesi
* Küresel iş dünyası ve toplumun geleceğinin ekonomik yönden gelişimine katkısı .
* İnançlar arası diyalog.
* Çevre sorunları.
* Medyanın değişen kimliği ve gücü.

Görüldüğü gibi hepsi biribirinden önemli olan konu başlıklarının görüşülmesi sonrasında One Young World Önergesi hazırlanacak ve bu önerge çalışmasında ise gençlere yukarıda belirttiğim değerli isimler yol göstericilik yapacak.

Facebook - Sabancı Holding_Peki Türkiye One Young World Zirvesi’nde temsil edilmeyecek mi?

Edilecek.

Ve Türkiye’yi temsil edecek delegelerin seçimi, zirveye katılımları sürecinin sponsorluğunu Sabancı Holding üstlenmiş.

Londra’da 8-10 Şubat tarihlerinde Türkiye’yi görüşleri ile temsil etmek isteyen gençlerin yapması gereken Sabancı Holding’in Facebook Fansayfasına gitmek, başvuru formunu doldurmak ve dünya liderlerine iletmek istediğiniz bir dakikalık mesaj videonuzu yüklemek.

Yaşım tutsa ben de başvururdum ama … 😉

One Young World Forum için tıklayınız.

Strateji Haritaları

Strateji Haritaları2010’un ilk yazısını bir kitap tanıtımı olarak belirledim. Bu kitap benim gerek İnsan Kaynakları, gerekse stratejik iş yönetimi çalışmalarımdaki her zaman hareket noktamı oluşturuyor.

STRATEJİ HARİTALARI Gayrimaddi Varlıkları Maddi Sonuçlara DönüştürmekRobert S. Kaplan ve David P. Norton tarafından 2004 yılında kaleme alınmış. Kitap ikilinin 1996’da yayınlanan ‘Balance ScoreCard – Şirket Stratejisini Eyleme Dönüştümek‘ isimli kitaplarının geliştirilmiş, genişletilmiş, vaka çalışmalarıyla zenginleştirilmiş versiyonu.

Kitapta ilk dikkatimi çeken unsur, genel olarak son bir iki yıldır ‘Şirket Karnesi‘ veya ‘Kurumsal Karne’ olarak Türkçeleştirilen Balance Scorecard için ‘Dengeli Ölçüm Kartı‘ tanımlamasının kullanılması. Her ne kadar terminolojik birebir çeviri olarak ‘Dengeli Ölçüm Kartı’ doğru olsa da, ‘Şirket Karnesi’ bana göre daha ruh dolu, daha akılda kalıcı. Bu nedenle ben yazılarımda Şirket Karnesi tanımlamasını kullanmayı tercih edeceğim.

STRATEJİ HARİTALARI Gayrimaddi Varlıkları Maddi Sonuçlara Dönüştürmek‘ şirketlere strateji odaklı olmak için gerekli yönetim prensiplerini adım adım aktarırken, yönetici ve çalışanlara da dört perspektifte ( finansal, müşteri, iç süreçler, öğrenme-büyüme) şirket, bölüm ve bireysel performanların ölçüm setlerinin tespit edilme yollarını birçok vaka çalışmasıyla aktarıyor.

Norton ve Kaplan bu kitapla 1996’da yayınlanan ilk kitaplarına çok önemli üç ek getiriyorlar, yani Şirket Karnesi sistemini başarıyla geliştirmeye devam ediyorlar;

1. İç süreçler ve öğrenme ve büyüme perspektiflerinde değer üretiminin temel bileşenlerini açıklayan bir şablon,

2. Bir stratejinin dinamiklerini ifade eden değer üretme süreçlerini temel alan temalar,

3. Öğrenme ve büyüme perspektifindeki üç gayri maddi varlığı (insan sermayesi, bilgi sermayesi ve örgütsel sermaye) tanımlama, ölçümleme ve iç süreçler perspektifindeki stratejik süreçler ve amaçlarla uyumlaştırma için yeni çerçeve.

Kanımca kitabı bu derece cazip ve başarılı kılan teoriyi vaka çalışmaları ile son derece detaylı incelemesi ve öğretebilmesi. Hiçbir sarfedilmiş terim, metod, saptama, yönlendirme, tavsiye havada kalmıyor, bir yap-bozun parçaları gibi kitabın her bölümü birbirine eklenerek okuyucunun, uygulayıcının karşısına bütünü koyuyor.

‘STRATEJİ HARİTALARI Gayrimaddi Varlıkları Maddi Sonuçlara Dönüştürmek‘i sadece İnsan Kaynakları profesyonelleri değil, bütün üst ve orta kademe yönetici, girişimci ve patrona şiddetle tavsiye ediyorum.