İnsan Kaynaklarına Genç Bakış

Size bu sefer tanıtacağım İK blogu bambaşka: İnsan Kaynaklarına Genç Bakış

Hemen soracaksınız “neden bambaşka?”

Çünkü mesleki bir blog ancak bu derecede başarılı bir şekilde kişisel blog kıvamında kurgulanabilir. Blogun sahibi Gülsüm Müftügil iş bilgisi ile özel hayatı, düşünceler ile eleştirileri akıcı, eğlenceli ve içten üslübuyla sanki sohbet ediyormuşsacasına size sunuyor. Her yazısını gözlerinizde gülümseme ile okuyorsunuz. Her yazıda kendinizden bir parça bulabiliyorsunuz.

Gülsüm ile diyaloğumuz özellikle onun pozitif enerjisi ve öğrenme hevesi sayesinde kısa sürede çok gelişti. Bu üretkenliğinin artarak devam etmesini diliyorum. Hayata dört elle sarılan Gülsüm’ün geleceğinin de her anlamda çok parlak olacağını biliyorum.

Düşünmeye, öğrenmeye, paylaşmaya, hayatı ve mesleği sorgulayarak yaşamaya devam sevgili Gülsüm 😀

 

 

 

Ayşe Dural

Bir profesyonel olarak mesleğimi ve yaptığım işleri kelimelere dökmek ne zormuş! Nereden başlayacağımı, nasıl başlayacağımı düşünüyorum bu satırları bile yazarken. Liseden başlamaya karar verdim! Ama önce mesleğimi yazayım da merak etmeyin: Gazeteciyim.

Ve işte, iş hayatımın bir dökümü.

Lise yıllarında kafamda avukat, psikolog, diplomat ve gazeteci olmak vardı. Avukat olmak istiyordum çünkü babam hukuk profesörü ve annem avukattı; psikolog olmak istiyordum çünkü lisede Madame Lilian isimli psikoloji hocamız bana psikolojiyi tanıtmış ve sevdirmişti; diplomat olmayı yurtdışında yaşamanın maceralı olacağını düşündüğüm için istiyordum; gazetecilerin hayatı büyülüyordu beni ve üstelik tek kanallı televizyonda yanılmıyorsam ‘Gazeteciler’ isminde bir diz vardı onun müptelasıydım. Sonunda şimdiki adıyla İletişim fakültesi o zamanın adıyla da Gazetecilik ve Halkla İlişkiler olan bölümü kazandım. Okuldaki dersleri sevmedim diyemem, ağır bir liseden sonra bana kolay gelmişti. Baktım kalemim de iyi, tekrar üniversite sınavına girmedim ve devam ettim. Bitirince de İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadı Enstitüsü’nde okudum 1 yıl. Sonra Fransızca bildiğimi için Türkiye’ye gelen ilk yabancı dergi olan Marie Claire’le tanıştım ve başvurdum. Bana bir çeviri verdiler, çevirdim, çok beğendiler ve dergicilik maceram başladı. Yani ben dergiciyim.

Dergicilik insanın ufkunu açan, antenlerinin açık olmasını sağlayan, zevkli, dinamik ve çok eğlenceli bir iş. Çok sevdim dergiciliği. Röportaj yapmayı, araştırma yapmayı, haber yazmayı, haberin dilini dergicilikte öğrendim. Hiçbir gün aynı geçmez eğer bir dergide çalışıyorsanız. Her gün farklı bir haber, farklı bir insan tanır, haberin ya da konunun farklı bir boyutunu yakalarsınız. Hep bir adım öndesinizdir, fark etmeden pek çok şey öğrenirsiniz; nasıl derler malumat furuş bir vaziyetiniz olur yıllar içinde. Ben Marie Claire, Amica, Biba gibi kadın dergilerinde muhabirlikten başladım bu işe. Yani şimdiki gibi hemen editör ya da müdür olmadım. Olmak da istemezdim zaten, çünkü gazeteciliğin ve dergiciliğin en önemli pozisyonu muhabirliktir. Bu görevde 6-7 yıl kaldıktan sonra yazı işleri müdürlüğü ve ancak 4-5 yıl sonra yayın yönetmeni olunur. Yani tecrübe ister. Benim dergicilik hayatım da böyle gelişti. Marie Claire dergisinde 1990-1996 arası muhabirlik yaptım. Unutamadığım işlere imza attım. Mesela Gazze’ye, Suha Arafat ile görüşmek için gittim, Türkiye’deki ilk sigortalı fahişe ile görüşmek için Zürafa Sokağı’na girdim, Louis Vuitton’un sahibi ile görüştüm, Chanel’in ünlü kokusu Chanel No:5’in yapımı için fabrikasına gittim, bakanlarla, kadın sorunlarıyla ilgili ne kadar insan varsa tanıdım, görüştüm, yazdım. Sonra Amica dergisinde ve Biba’da yazı işleri müdürü oldum. Ve 2000 yılında da 6 yıllık genel yayın yönetmenliği maceram başladı. Bu tecrübelerin ardından Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali’nde dağıtılan The Gate dergisinin yayın yönetmeni oldum. Meslek hayatımın Marie Claire’den sonra en zevkli 6 yılını geçirdim.

Dergicilik ekip işidir. Tek başına başarı sağlanamaz. Biz The Gate ekibiyle iki kere en iyi dergi seçildik. Türkiye’nin ilk e-dergisini hazırladık yani, basılı derginin dijital versiyonunu hazırladık. Röportajlara giderken elimizde kamerayla görüntü alır ve derginin dijital versiyonuna yüklerdik. Röportajları hem okuyabilir hem seyredebilir hem de dinleyebilirdiniz. Bu bir ilkti ve bu ilki gerçekleştirmiş olmaktan büyük keyif aldım. Altı yıl The Gate’le dünyanın ve ülkemizin dört bir tarafına okuyucuları götürürken, ben de çok şey öğrendim. Ufkum çok genişledi; sadece turizm açısından değil kültür, sanat, mimari konularında da çok şey öğrendim. Hem sevdiğim bir işi yapmak, hem öğrenmek ve üstüne bir de para kazanmak… Çok keyifli. İşte dergiciliği böyle özetleyebilirim.

Bu kadar zevkli iş ne yazık ki bizim ülkemizde çok zorlaştırılıyor. Bir kere dergilerde çalışan sayısı çok azaltılıyor. Yurtdışında bir dergide 30-40 kişi çalışırken, bizim ülkemizde bu sayı en fazla 5. Yazıların büyük bölümü de telifle, yani dışarıdan alınan yazılar. En önemli konu görselliktir dergicilikte, ülkemizde hiçbir derginin fotoğraf editörü yoktur. Fotoğrafçı arkadaşlar da genellikle dışarıdan çalışırlar; yani kadroda değillerdir çoğu. Oysa dergicilik pahalı bir iştir, yazısıyla, fotoğraflarıyla ve tabii tasarımıyla. Yayınevleri ise bunu bilmelerine rağmen nedendir bilinmez muhabir kadrolarını azaltarak, yönetime tecrübesiz arkadaşları getirerek satmayan, okunmayan ve beğenilmeyen dergiler hazırlıyorlar. Ve en önemlisi de piyasada aynı konuları içeren dergiler yapıyorlar. Masaüstü yayıncılık oldu artık dergicilik. Ama Avrupa’da böyle değil. Bizim ülkemizde 20 bin satan dergilerin, yurtdışındaki edisyonlarının aylık satışları 300 bine ulaşıyor. Kısacası şunu söylemek istiyorum, iyi yapılan her şeyin alıcısı da vardır.

Daha sonra da kurumsal dergicilik alanında çalıştım bir süre. Türkiye’nin ilk kurumsal dergisi olan Bizden Haberler’in editörlüğünü üstlendim. Çok zevk aldım, çünkü çok tecrübeli bir sanat yönetmeni arkadaşımla dergiyi gerek editoryal gerekse görsel açıdan değiştirdik. Bu en önemlisiydi; başka kurumsal dergiler de hazırladım. Ama kurumsal dergiler de ne yazık ki, amaca hizmet edemiyor bence. Kurumsal dergiciliğe de başka bir boyut, kalite getirmek bence. Çalışanların heyecanla bekledikleri çok keyifli dergiler hazırlanabilir. Kültür ve sanatla çalışanlara ulaşan kurumsal dergiler… Neden olmasın?

Dergiciliğe bu genel bakışın ardından, belki ben de bu konuları sorguladığım için, 2006 yılında masanın öbür tarafına geçtim. Yani halkla ilişkiler alanında medya ilişkileri yönetmeni olarak çalışmaya başladım ve uzmanlaşma alanı olarak kültür sanatı seçtim. Çalıştığım ajans 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin tanıtımını üstlenince ben de medya ilişkileri yönetmeni olarak zaten çok sevdiğim bu alanla bir araya geldim. Sorgulamam bu alanda da sürdü. Bu sefer de halkla ilişkiler hizmeti alan şirketleri ve meslektaşlarımı sorgulamaya başladım. İşte tespitlerim: Bir kere şirketlerin hepsi gazetelere manşet olmak istiyorlar. Peki tanıtımlarının yapılmasını istedikleri konular manşet olmaya değiyor mu? Basındaki arkadaşları görsel malzeme konusunda gerektiği gibi besliyorlar mı? İletişim danışmanlarının “İşte haber bu” dedikleri konuları dikkate alıyorlar mı yoksa tavsiyeleri hiç dikkate almıyorlar mı? Bu ve bunun gibi pek çok eleştiri yazabilirim. Ama haksızlık etmeyelim, basındaki arkadaşlar da halkla ilişkiler ajanslarındaki arkadaşları üzüyorlar. Gönderilen, önerilen konular hakkında ne e-mail ne de telefonla olumlu ya da olumsuz yanıt verme nezaketini göstermiyorlar, yönetmen yardımcısı arkadaşlar kendilerini aradıklarında pek de kibar davranmıyorlar. Ve ne yazık ki gazeteci arkadaşların haber algıları da çok değişmiş. Gerçekten önemli haber malzemesi olan haberlere hiç itibar etmiyorlar; özellikle kültür sanat alanında. Tabii, şunu demek istemiyorum, halkla ilişkiler ajanslarından gelen her konu haber olmalı, sorgulamadan yazılmalı; asla. Bu iki sektörün bir şekilde daha rasyonel çalışması sağlanmalı.

Özellikle kültür sanat alanında ülkemizde hem sanatçıların, hem de projelerin tanıtıma ihtiyaçları olduğunu görerek Yasemin Sungur ile Kültür Sanat Ajansı’nı kurduk. Bu ajans sanatçı, proje, kültür sanatta hizmet veren kurumlarının tanıtımlarının yanı sıra, kültür sanat projeleri geliştiriyoruz. Ayrıca Martı isminde bir e-dergi yayınlıyoruz. Çok zevk alarak yapıyoruz. Tanıtım mı dergicilik mi diye sorarsanız şöyle yanıtlayabilirim. İkisi de iletişim, ikisi de insanlara çeşitli bakımlardan dokunuyor. İkisinde de farklı insanlar tanıma olanağı çok yüksek, ikisi de zenginleştiriyor insanı. İkisini birbirinden ayırmadan bir arada yapmak çok keyifli galiba. Tecrübe de bu yoldaki en önemli ışık…

Ayşe Dural

www.kultursanatajansi.com

www.martidergisi.com

Paraşüt – Richard Bolles

Son zamanlarda iş arama ve özellikle “kendini” arama konularında okuduğum en akıcı, keyifli, öğretici ve içindeki uygulamalar ile ‘zorlayıcı’ kitap: Paraşüt. Richard Bello “What Color Is Your Parachute?”, Türkçe’de piyasaya sürülen ismi ‘Paraşut’ ile gerçekten benzer konulu kitaplara göre fark yaratmış.

Kitapçıda elime geldiğinde kitabın arka yüzündeki “Amerikan Kongre Kütüphanesi tarafından okurların hayatını değiştiren 25 kitaptan biri” cümlesini okuduğumda, içimden “hadi oradan” demiştim. “Şu kitapları pazarlamak için yapmayacakları yok”. Yanılmışım. Bir İK’cı olarak kitabın potansiyel okuyucusu ile masanın aynı tarafında olmamama rağmen kitabın bana verdikleri, düşündürdükleri pek çok mesleki konuda algımı, bilgimi genişletti.

Paraşüt’te anlatılan her konu ile ilgili web adresleri bulabiliyorsunuz. Buna Türkçe web siteleri de dahil. Dolayısıyla kitabın kendisi zaten zengin bir kaynakça iken, bir de size onlarca online kaynağa ulaşmanızı sağlayacak desteği veriyor.

İş arayan, iş değiştirmek isteyen, işinden mutsuz, kendinden mutsuz, kendini arayan, becerilerini keşfedemeyen insanlar için hazırlanmış kimisi basit, kimisi uzun, kimizi zahmetli pek çok egzergiz sunuyor Richard Bello. Ben hepsini yaptım. Resimler çizdim, bol bol yazı yazdım, işaretlemeler yaptım … sonuçta işimden ve kendimden memnun ve bireysel farkındalığımın da yüksek olduğunu gördüm. Ne mutlu bana 😀

Eğer iş arıyorsanız, mülakatlarda ne yapacağınızı, nasıl hazırlanacağınızı, ne konuşacağınızı şaşırıyorsanız, becerilerim nedir, ben ne yaparsam mutlu olurum diye bunalıyorsanız veya kariyer değiştirmek istiyorsanız  bu kitabı alın. Okuyun, egzersizleri uygulayın. Pişman olmazsınız !!!

Plaza Eylem Platformu

Her sabah gözlerinizi güne açıyorsunuz. Ağırlıklı olarak koyu renkli iş kıyafetlerinizi giyip aynada son bir kez kendinize bakıp yola çıkıyorsunuz. Vardığınız nokta büyük bir plaza. Elinizde veya boynunuzda kontrol kartınızla güvenlikten geçiyor ve belki 8-10 kişi ile birlikte sizi ofisinize çıkartacak asansörünüze biniyorsunuz.

Bu akış “beyaz yakalı” olarak adlandırdığımız ofis çalışanlarının öyle veya böyle birbirinin fotokopisi olarak geçirdiği iş günlerine ait. Derken bir gün plazanızdan içeri giriyorsunuz ve yaka kartınız çalışmıyor. Güvenlik size “kusura bakmayın ….. hanım/bey, sizi içeri alabilmek için yukarıdan izin almam lazım” diyor. Donup kalıyorsunuz. İşinize son verilmiş !!!

Bu sahneyi bugüne kadar yaşamış olan yüzlerce beyaz yakalı / profesyonel insan bulunuyor ülkemizde. Ne hazin, ne haksızca.

Peki beyaz yakalılar karşılaştıkları bu haksızlık için ne yapıyor?

Kısa bir süre öncesine kadar hiçbir şey belki. Ama şimdi bir hareket var ve adı Plaza Eylem Platformu.

Plaza Eylem Platformu kendilerini ve amaçlarını anlatan yazılarında şöyle diyor:

“Bu platform kendilerini “beyaz yakalı işçi” diye tanımlayanların biraraya geldiği bir platformdur. Sınıf bilincimizin olmaması, tüketim toplumunun daha fazla esiri oluşumuz, rahatımıza düşkün olmamız, yalan da olsa kariyer planlarımız, sınıf atlama hayallerimiz önümüzdeki en büyük engellerden bazıları fakat şunu yavaş yavaş fark ediyoruz ki bugün örgütlenmek ve haklarımız için mücadele etmek sadece başkaları için değil kendimiz için, çocuklarımız için de bir şey yapmak demektir. Bunun bilincinde olan herkesi plaza eylem platformuna katılmaya davet ediyoruz.

Örgütlenme bilinci olmayan beyaz yakalılarda bu bilinci oluşturmayı ve bu bilince sahip olsa da desteğini alamadığımız kişileri yanımıza çekmeyi planlıyorsak gün geçtikçe daha çok faaliyette bulunmalı ve bunu duyurabildiğimiz kadar çok kişiye duyurmalıyız. Bunun için de platformdaki faaliyetlerimizi boş zaman değerlendirmesi kadar değil, en az her gün sabah 9 akşam 6 arası ömrümüzü verdiğimiz işimiz kadar önemsemeliyiz ve bizzat ömrümüzü elimizden alan bu düzeni sorunsallaştırmalıyız. Ancak bu kadar önemseyip bunu gösterir şekilde faaliyetlere/toplantılara katıldığımızda yukarıda bahsedilen hedeflere sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Gittikçe daha az kişinin katıldığı toplantı ve eylemler yüzünden hedefimizi küçümseyen ve “Beyaz yakalıdan bir şey çıkmaz arkadaş!” diyenleri haklı çıkarmış oluruz. Bu da önüne çalışma alanıyla ilgili bir hedef koymayan insanların yozlaşmasıyla karşı karşıya getirir bizi. Böylelikle fabrikalarda çalışanlara fikir verirken aslan kesilen ama kendi iş yerindeki adaletsizliklere en ufak bir tepki bile göstermeyen ve bunu gerekli de görmeyen beyaz yakalıların trajikomik durumunu kabullenmiş oluruz.”

Plaza Eylem Platformu ile birebir iletişimim olmadı. Ancak beyaz yakalı çalışanlara yönelik işverenlerin kimi zaman son derece haksız ve hukuksuz uygulamalar geliştirdiklerini biliyorum. Beyaz yakalı olarak adlandırdığımız ofis çalışanları ise sıklıkla bu tip uygulamaları sorgulayacak, itiraz edecek gücü kendilerinde bulamıyorlar çünkü gerekli hukuki bilgiye sahip değiller. Ben Plaza Eylem Platformu’nun çalışmalarını beyaz yakalı çalışanlarda haklarına yönelik bilinç oluşturmak bakımından çok önemli buldum ve destekliyorum. Faaliyetlerini istikrarlı bir şekilde devam ettirebilirlerse de ses getirebileceklerine ve oluşumu çok daha ileri seviyelere taşıyabileceklerine inanıyorum.

Yolunuz açık olsun 🙂

5 ‘Neden’ Tekniği

Bir probleminiz var.

Örneğin çok önemli bir pozisyona istediğiniz nitelikte bir aday bulamıyorsunuz. O zaman size bu problemin en temeline, köklerine inerek çözümler üretebilmeniz için “5 Neden” problem çözme tekniğini kullanmanızı önerebilirim.

Nasıl mı oluyor?

Elinizdeki probleminize “neden” diye sormaya başlıyorsunuz.

Yukarıdaki örnekte çok tipik bir sorun bulunuyor: İstediğimiz nitelikte insan kaynağı bulamıyoruz. Şimdi yukarıdaki tabloda yer alan Neden 1 sütununu okuyun. İstediğimiz nitelikteki insan kaynağını bulamamamızın bu örnekte iki gerekçesi var. 1. İşveren markamız cazip değil ve 2. aday arama kanallarımızı genişletmememiz. Şimdi bulduğumuz bu gerekçelere 1.sine “neden” diye soralım. Cevaplarımızı da Neden 2 sütunundan takip edelim: Neden işveren markamız cazip değil? Cevap: üstüne yeterince çalışmadık. …

Kısacası her bulduğunuz neden sorusunun cevabı olan gerekçeye 5 defa neden diye soruyorsunuz. Bu yolla eleştirel ve dürüst bir şekilde problemin merkezine ulaşıyorsunuz. Ardından ulaştığınız problemin “kök nedenlerini” nasıl iyileştirebileceğinize dair daha bilinçli ve farkındalığı yüksek şekilde fikir fırtınasına girebiliyorsunuz.

Ben bu yöntemi çok seviyorum. Çünkü insanın kendisine, yöneticilerine ifade edemediği hassas noktaların tartışmaya açılmasını sağlıyor, tıkanmış iletişim kanallarını açıyor, problemlere çok daha verimli, akılcı çözüm yolları bulunmaya çalışılıyor.

İlk Kaynağım İnsan E-Bülteni

Sevgili iş arkadaşım Nevra Işık’ın uzun süre önceki bir sitemiydi Kaynağım İnsan’ın E-Bülteni’nin olmayışı. Her zaman bloga girip bakacak vakit olmuyordu. İçerikleri takip edebilecek bir bültenin varlığı blogun takipçisinin işine çok yarayabilirdi.

Hizmette sınır yok elbette, Kaynağım İnsan teknik ekibi E-Bültenimizi hazırladı ve 14 Ağuston 2011 Pazar günü sistemde kayılı 498 e-posta adresine ilk E-Bültenimizi gönderdik. Hayırlı olsun. 🙂

Halen Kaynağım İnsan E-Posta Listesine kayıt olmayan takipçiler anasayfa sağ sütundaki liste için belirtilen alana e-posta adreslerini bırakabilirler.

İlk E-Bültenimizi görüntülemek için ise buraya tıklayınız.

Microsoft İK Stratejisi – Bir Analiz

Bu aralar internette çok fazla Microsoft ile ilgili kaynağa ulaşıyorum. Hepsi çok ilgimi çekiyor, beğeniyorum. Yukarıdaki dokuman da İK Stratejisi olarak güzel bir örnek çalışma.

Elbette İK fonksiyonlarına Microsoft kadar para yatırabilecek kurumlarda çalışmıyor %99’umuz. Ama böyle kapsamlı stratejileri okumak, başarısı dünya tarafından tescillenmiş Microsoft da İK işlerinin nasıl yürütüldüğünü anlamamızı sağlıyor.

Microsot’ta yürütülen Performans Kültürü Modeli şirketin başarısının ana nedeni olarak kabul ediliyor. Şirketin İK Gelişimi pramidi dahilinde performans metrikler-ölçütleri aşağıdaki gibi kategorize edilmiş:

1. Organizasyon: Organizasyon büyüklüğü(size), açık pozisyonlar, İK oranları (line HR ratios)
2. Organizasyon Sağlığı: İş Grubu Sağlık Endeksi ( Workgroup Health Index), Microsoft Tempo Endeksi (Pulse Index), Microsoft Kültür Endeksi
3. İşe Yerleştirme: İşe Alım İstatistikleri – işe alım çeşitleri, kanal bazlı işe alım istatistikleri, içten kapatılan pozisyonlar, işe alım harcamaları, süresi, işe alım planı %’si, net ilanlar, teklif kabul oranları, teklif red nedenleri.
4.Yetenek Yönetimi:  Olumlu yıpranma, Olumsuz yıpranma, YOY ve Qtr‐on‐Qtr takibi, Olumsuz yıpranmanın nedenleri, üst pozisyonları elde tutma oranı, terfi %leri , Başarı planı göstergesi, başarı planı kullanımı
5. Çeşitlilik: Kadın yüzdesi (hedeflenene karşı mevcut), işe alınan kadın %’si, yetenekli kayıp kadın %, olumsuz yıpranma nedenleri, liderlik başarı sıralamasındaki kadın %si, % of Managers and employees completing MS Diversity training programs, diğer çeşitlilik işe alım %si
6. Yönetici Becerileri: Kontrol Aralığı, Organizasyon derinliği, Yönetici %si
7. Öğrenme ve Gelişme: Alan hazırolma Endeksi, Çalışan geliştirme programlarında eğtime alınan çalışan syısı, yönetici mükemmeliyet çalışmalarına katılan yönetici sayısı (kariyer içerikli aktiviteler, sürekli öğrenme ve büyüme bağlantıları)
8. Liderlik Gelişimi: lider işe almları %’si, liderlik yıpranma %’si, başarı planı endeksi(liderlik rolü için hazır olan başarılılar %’si
9. Ödüller: Bütçede ödüller için kullanılan %

Microsoft İK Stratejisinde dört konu üzerine titizlenildiğini görüyoruz: yetenek kazandırma ve gelişimi, yönetici gelişimi, liderlik gelişimi, Microsoft kültürel evriminin yönetimi. Şirketin İK tepe yöneticisinin 2005 yılından beri bir kadın olması-Lisa Brummel- yapıda kadınlar üzerinde hassasiyetle durulmasının belki bir nedeni. Ayrıca Microsoft’un İK’sının SWOT analizi de incelemeye değer.

İyi okumalar 🙂

Alo SGK – Sosyal Güvenlik Konuları

Bugün sosyal güvenlik konularına dair harika bir bilgi kaynağı keşfettim: Alo SGK.

Alo SGK, sosyal güvenlik ile ilgili aklınıza gelebilecek her noktaya, her uzmana, her konuya ulaşmış. Bilgiyi başarıyla kategorize etmiş. Ayrıca sosyal güvenlik ile ilgili çeşitli hesaplama araçları ve linkler sunulan diğer faydalı hizmetlerden birkaçı.

Alo SGK sosyal güvenlik ile ilgili verebileceği bütün hizmeti bonkörce sunuyor, gerisi size de kalıyor: takip etmek.

Alo SGK aracılığı ile elinizin altına gelen birkaç kategoriyi sayayım:

– Türkiye’deki en yetkin uzmanların farklı web sitelerinde sosyal güvenlik ile ilgili yayınlanan yazıları,

– Gazeteler ve internet medyasında sosyal güvenlik ile ilgili çıkan haberler,

– Sosyal güvenlik ile ilgili yargı kararları,

– Sosyal Güvenlik Kurumu,

– Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı,

– Sağlık Bakanlığı,

– İŞKUR,

– KOSGEB,

– SSS

– Sosyal güvenlik ile ilgili bölgesel haberler,

– Sosyal güvenlik ile ilgili Bakanlar Kurulu ve Danıştay kararları.

Checkster: Yeteneğinizi Keşfedin Ve Geliştirin

Yetenek Yönetimi İK’cıların son zamanlarda ana gündemi.

Yetenekleri bulmalıyız, işe almalıyız, onların yeteneklerini işleyip geliştirmeliyiz, onları elde tutabilmek için çalışma yol, yöntem, çeşitlerimizi geliştirmeliyiz, onları mutlaka memnun etmeliyiz. Bunları yapmalıyız ki, gitmesinler ve kurumumuzun vizyonunu hayata geçirebilsinler, geleceğin liderleri, sürükleyici güçleri olsunlar.

Buraya kadar yazdıklarımı onlarca yerde okudunuz. Peki, bu bahsettiğimiz yetenekli kişileri bulurken veya mevcuttaki insan kaynağınızın yetenek analizlerini yaparken hangi araçları kullanıyorsunuz?

… veya kurumları bir tarafa bırakalım.

Siz, belki iş arayışında olan bir kişisiniz, belki de hali hazırda çalışıyorsunuz. Kendinizi, yeteneğinizi analiz etmek istiyorsunuz. Etrafınızdaki yönetici, iş arkadaşı, öğretmenlerinizin sizin hakkınızda ne düşündüğünü merak ediyorsunuz. Bu bilgiye sistematik ve bilimsel bir şekilde nasıl ulaşacaksınız?

İşte sorularınızın cevabı olacak A.B.D’de son günlerdeki en popüler yetenek keşfetme ve geliştirme aracı Checkster

Checkster’a kişisel veya kurumsal olarak üye olabiliyor ve sitenin sunduğu formlar aracılığı ile arayışınıza cevap bulabiliyorsunuz. Ben 19.50 $ ödeyerek kişisel hesabımı açtım ve ilk formumu halen çalışmakta olduğum 11 çalıştığım yöneticiye gönderdim. Toplamda 60 kişiden görüş alma hakkı veriyor Checkter. Sonrasında ise analizleri yaparak üyesine detaylı raporunu gönderiyor.

Checkter’a kurumsal olarak üye olursanız işe alım süreçleri ve mevcut kadronuzun yetenek analizleri için sunulan araçları kullanabiliyorsunuz. Checkster’la çalışan kurumlara ve insanlara baktığımda etkilendiğimi söylemeden geçemeyeceğim.

Böyle uygulamalarda genelde en büyük eleştiri Amerikan ve Türk iş kültürü ve zihniyet farklılıklarıdır. Sorulan soruların pek çoğunun bizim insanımıza hitap etmediği belirtilir. Ancak ben Checkster’da böyle bir içerik görmedim. Uluslararası İK’nın ön planda olduğu günümüzde dünya ile homojen bir analiz sürecinden geçmek kişilerin ve kurumların yetenek algılarının gelişmesi adına çok daha faydalı olacaktır.

Teknolojinin Kötü Cilvesi

6 Ağustos tarihli “Hack Günü De Nesi?” yazımı yayınladıktan bir saat sonra Kaynağım İnsan’da garip şeyler olmaya başladı. Hangi linke tıklasam beni boş bir sayfaya ve ilgisiz bir domaine atmaya başladı blogum. “Eyvah!” dedim içimden, “işe bak! hacklendim”.

İki gündür pek çok kişiden Kaynağım İnsan’a giremediklerine dair masej alıyorum. İşin ilginç yanı aynı sayfaya beş dakika ara ile bir girebiliyor, bir giremiyor olmanız. Dolayısıyla “yapılan temizleme müdahaleleri işe yaradı” demenize kalmadan halen içerinin temizlenmediğini görüyorsunuz. Sayfalar işlemez oluyor. Yazdığım yazı kaydedilmiyor.

Bugün Kaynağım İnsan’a yapılan saldırının içerini öğrendim. WordPress ve Joomla tabanlı sitelerin şifrelerini çalarak .htaccess dosyalarını modifiye ediyor ve bu modifikasyon sonucu siteye girmek isteyenleri çoğunluğu .ru uzantılı domainlere yönlendiriyorlarmış. WordPress tabanlı Kaynağım İnsan da maalesef ki bu saldırı mağdurlarından biri oldu.

Sağolsun sevgili teknik ekibim bu akşamüstü problemi tümüyle giderdi. Hepsine ve FF‘de konu ile ilgili yazışan herkese teşekkür ederim.Aman siz bloglarınıza dikkat edin.

Neyse bu da geçti … tekrar yayındayız. 😀