Bugün Cumhuriyet Gazetesi‘nin Pazar ekinde Sinem Dönmez’in Sosyal Medya üzerine ilgi çekici bir makalesi yayınlandı: Blogunuzda Patronunuza Yağ Çekin !
Sinem Dönmez makalesinde üç ayrı kişinin görüşlerine başvuruyor; Radikal Gazetesi‘nde telifle yazan ve gazete hakkındaki olumsuz tweeti nedeniyle işinden olan Lube Ayar, blogunda işyeri üzerine olumsuz içerik üreten ve işinden olan İnci Vardar ve ben.
Sinem Dönmez’in sorularına verdiğim yanıtlar gazetede biraz kısaltılmış olsa da özünü korumuş. İşte tam cevaplarım:
– Bir çalışan sosyal medyada şirketi hakkında konuşurken temkinli mi olmalıdır?
Mutlaka olmalıdır. Şirketler herkesin aklına her geleni geleni dilediği gibi, dilediği yerde söyleyebileceği özgür, demokatik ortamlar değildir. Şirketler otokrasi ile yönetilir. Şirketi yönetme erkine sahip olan kişiler kurumun iç süreçlerini, doğrularını, yanlışlarını belirler. Bu nedenle özellikle şirket alehinde söylediğiniz her söz sizi bağlar, sizi aşağı çekebilir.
– Eğer mutsuzsa ya da bir şeyden memnun değilse bunu dile getirmemeli midir? Getirirse sizce yaptırımı olmalı mıdır?
Mutlaka her çalışanın şirketi hakkında olumsuz düşünceleri, söylemleri vardır. Şirketler, çalışanların yaşadığı olumsuzlukları, mutsuzukları tespit ederek gidermek için İnsan Kaynakları bölümlerini sorumlu kılmıştır. Çalışan Memnuniyeti Anketleri başlığı altında toplayabileceğimiz araçlarla İnsan Kaynakları bölümleri çalışanların kafalarından geçen olumlu veya olumsuz bütün düşüncelere ulaşmaya çalışır.
Anketler haricinde de, çalışanlardan birebir gelen işe veya özele dair hiçbir olumsuz düşünce, tespiti bizler reddetmeyiz. Mutlaka dinleriz ve çözüm üretmek için sonuna kadar çaba sarfederiz.
Ancak derdine şirket iç süreçleri ile çare aramak yerine, dışarıda genele yakınmak yönteminin ne dertliye, ne de derdin kaynağı konumundaki şirkete bir faydası olur. Hatta zararı olabileceğini görüyoruz.
– Mesela böyle bir durum olduğunda karşılıklı konuşmak gibi bir çözüm varken işten uzaklaştırmak sizce ne kadar doğru?
Anketler veya yüzyüze görüşmelerde belirtilen olumsuz düşüncelerden ötürü hiçbir çalışan asla sorgulanmaz. Tam tersi bu açıklık için teşekkür edilir. Olumsuzların nasıl giderilebileceğine dair öneriler istenir, projeler geliştirilebilir.
Kurumların çalışanlara ulaşmak için geliştirdikleri enstrümanlar yanında açık kapı politikasını bütün İnsan Kaynakları bölümleri uygular. Karşılıklı konuşmak çabası içindeki hiçbir çalışanı İnsan Kaynakları veya yönetici reddetmez. Ben açıkçası bu tip çabanın da çok az olduğunu söyleyebilirim. Çözüm değil, çözümsüzlük için çaba gösteriliyor genelde.
Burada çalışanın konuşmak için seçtiği ortamın şirket yönetimi değil, sosyal medya olduğunu görüyoruz. Sosyal medya mı çalışanın sorununa çare bulacaktır? Hiç sanmıyorum. Sosyal medya onu unutup gidecektir. Bir yola çıkılırken ister çalışan, ister şirket olarak büyük manzarayı görmek gerek kanımca. İş Hukuku ve Borçlar Hukuku kapsamında her iki tarafın birbirine karşı (imzaladıkları iş sözleşmesi gereği) yükümlülükleri vardır. Kısacası taraflar özgür değildir.
– Bir çalışan şirketi hakkında kötü bir şey söylerse sizce kurumsal kimlik ne derece zedeleniyor?
Ciddi zedeliyor. Şu anda dünyada İnsan Kaynakları dünyası bu konuyu tartışıyor. Sosyal medyada işveren markasının konumlandırılması. Yurtdışında şirketlerin çalışanlar tarafından en ince detayına kadar değerlendirildiği siteler var. Hiçbir şirket kendisi hakkında olumlu veya olumsuz yazı yazılmasını, görüş bildirilmesini engelleyemez. Ama buna karşı çeşitli stratejik sosyal medya planları geliştirebilir. Şu an Türkiye’de sosyal medya dünyaya kıyasla şirketlerde uyuklama döneminde. Hatta yasaklı. Ama bu değişecek. Sosyal medya platformları önümüzdeki beş yıl içinde işverenlerin çok aktif yer alması gereken yerler haline dönüşecek. Neden? Olumsuz repütasyonların önüne geçmek için. İşverenler sosyal medyayı yasaklamak bir yana, çözüm ortağı olarak kullanmayı eninde sonunda öğrenecek. Kurumsal kimliğinin gücünü sergileyecek şekilde sosyal medyada varolarak olumsuz söylemleri bertaraf edebilecek.
– Peki interneti, sosyal mecraları bir çeşit özgürlük gibi görüyoruz, aslında değil miyiz?
Sosyal mecralar aslında gerçek hayatın bir yansıması. Kanımca sosyal mecraları sınırsız özgürlük alanı olarak kabul edenler büyük hata yapıyorlar. Gerçek hayatlarımızdaki edimlerimiz bizi nasıl bağlıyorsa, sosyal mecralardaki hal, görüş, yazışmalarımız da eş değer bizi bağlıyor. Kişilik bölünmesi yaşamamak gerek. Ben sokakta ne isem, ekran karşısında da oyum. Hele olay profesyonel hayata gelince, bu konuda şirketlerin esneklik göstermesi zaten beklenemez. Dediğim gibi, şirketler otokratik yapılardır. Bu yapılarda işveren ile işgören bir akit ile bir araya gelir. Bu akit iki tarafa da çeşitli yükümlülükler getirir.
– Sosyal mecralarda yer alanlar bir şey paylaşırken ne kadar güvende? Patronları “blocklamak” mı lazım?
Hayır, tam tersi. Bence patron bir güvence olur. Zannetmeyin ki sizin sosyal medya aktivitelerinizi patron görür. Onların kafalarını kaşıyacak vakitleri yok. Genelde bu tip bilgiler diğer çalışanlar tarafından taşınır yönetime. İşte iş hayatının gerçekleri bunlar. İş hayatındaki rekabetin sanal veya gerçek hayat diye bir ayrımı yok. Ama sanal aktivitelerin sonuçları gerçek hayatı çok olumsuz etkileyebileceği örnekten de hareketle kesinleşiyor.