Kaynağım İnsan’ın 25 Şubat 2010 tarihli yazısı ‘Sosyal Sorumluluk Projelerinde İnsan Kaynakları Yönetimi’ konuk yazar Davut Topcan‘a ait. Davut, içindeki yaşama ve üretme coşkusu ile bir başka sosyal sorumluluk projesine imza atmıştı o dönemde. Ben de ondan bu projede İnsan Kaynakları ile ilgili yaşadıklarına dair bir yazı yazmasını rica etmiştim. Sağolsun isteğimi ikiletmeden ertesi gün yazısını iletmişti Davut.
Şimdi ise ben klayve başına oturdum. Yazacaklarım ne İnsan Kaynakları, ne de sosyal sorumluluk üzerine. Sadece konuk yazarım, sevgili arkadaşıma eğer toparlayabilirsem birkaç cümle ile veda etmek istiyorum. Bilemiyorum nasıl olacak …
Sosyal medya aracılığıyla tanıştığım Davut’u ilk gördüğümde üstünde siyah deri montu ve eldivenleri vardı. “Sıska bir motosikletci, yüzü de ne kadar beyaz” demiştim içimden. Burak Dönertaş‘ın Savarona yatı gezi organizasyonundaydık. O gezinin sonunda bu beyaz yüzlü, sıska, uzun boylu genç adamın kanser olduğunu öğrendim.
“Ne kadar genç …”
Aklımdan Davut’un kanser mücadelesiyle bağlantılı kaymaya başlayan bu kelimeleri, tatlı bir arkadaşlık takip etti. O elinde zıpkını Datça’da kendini denize bırakırken, ben kıyıda oturup “bu kadar güneşte kalması doğru mu?” diye sorguladım onu sesli sesli söylenerek. Ama o mutluydu, çünkü biliyordu … yaşamaktan haz alabileceği hiçbir anı kaçırmaması gerektiğini.
Kömür ateşinde fazlaca kavrulmuş sinariti yerken neredeyse hep ben konuştum masada. Datça anılarımı anlattım, iki söyleyip, beş gülerek. O alnını masanın kenarına hafif ve halsizce dayadığında ne konuşmamı kestim, ne de gülmemi, çünkü kanser yoktu bizim masamızda. Sadece anılar ve gelecek planları, hayaller vardı. 2011 Ocak ayında İspanya’ya gideceğini söylediğinde heyecanla, “Madrid mi, Barselona mı?” diye alternatiflerini de sundu. “Elbette Barcellona” dedim gülerek. Biliyordu, … biliyorduk, ama O hiçbir zaman hayallerinden vazgeçmedi.
Hastanedeki ilk ziyaretimde, gözlerindeki bıkkınlığı gördüğümde, ben de bıktım şiddetle. Faşist damarım kabardı; dünyada bu kadar gereksiz insan yaşamaya devam ederken, Davut bu yatakta yatan kişi olmamalıydı.
Hastenedeki son ziyaretimde ise elini sıkıca tutup, yanağını, saçlarını okşadım. Aylardır karşısındayken tuttuğum hıçkırıklarımı onun morfinle uyuşturulmuş olmasından faydalanarak özgür bıraktım. Hemen sonra aniden açılan gözleriyle saniyelik bir umut ışığı yandı ve sonra söndü içimde. Bitti.
…
Mezarının başında yığılı toprağın içinden bir ıslak beyaz taş geldi elime, aşağıdan aldım tepeye koydum. Sırtını dayadığın Spil dağına ve ayaklarının altındaki Manisa’ya baktım doğrulup sonra. Sisli, zor bir İstanbul gecesinden, ait olduğun güneşli Manisa gününe teslim ettik seni.
Hayatı bir binaya benzetirim ben. Duvarları ise hayatımıza aldığımız insanlar örer. Davut hayatına girdiği birçok insanın binasında yerini aldı yaşama tutkusu, iyi insanlığı, savaşçı karakteri ile. Kanımca o, birçoklarımızın onyıllarca yaşayarak yapamayacağını yirmi dokuz yıllık kısa ömrümde fazlasıyla başardı.
Seni sevgi ile uğurluyorum Davut’cuğum,
Görüşürüz
🙂