Kişileri değil, iyi fikirleri aramalıyız. – Noah Avram Chomsky
-“Ben reklamcı olmak istiyorum!”
-“Selamınkavlen!” dedi annem, oturdu karşıma,
-“Nereden çıktı oğlum reklamcılık?”
Böyle başladı hayatın bana çizdiği tuhaf yol. Annem şaşkındı, şaşkın olmakta da haklıydı zira değil ailemizde; sülalemizde reklamcı yoktu. Tamam kendisi güzel sanatlardandı, dekorasyon okumuştu. Babamın da dededen gelen (büyük dede Atatürk’ün heykeltıraşı oluyor) bir el becerisi durumu vardı ama sülalenin bir yarısının tıp diğer yarısının turizm ile uğraştığı bir ortamda “reklamcı” olacağım diye çıkan birisi garip gelmişti.
Ve bu dediğim 1992, yani o zamanlar o kadar da popüler, hayranı bol, tartışması çok bir alan değildi reklamcılık.
Neticede ailede isteğime karşı çıkmadı, ama çok da alkış tutmadı.
Sonrasında lise bitti, bir takım olaylar birbirini kovaladı ve ben kendimi 94 Kasım’ında Antalya’da buldum.
Hiç bilmediğim bir şehir, hiç bilmediğim insanlar ve ben.
Aynı sene Mayıs ayında anneler günü için ne hediye alsam paradoksunun sonucunda; bir dosya kağıdına –o zamanlar benim için adı buydu, A4 değil- çizdiğim bir ilan ile annemin mağazasının bulunduğu pasajdaki ilan bürosuna gitmemle hayatımda bir kırılıma yol açtığımı nereden bilebilirdim.
İlan Hürriyet Akdeniz’de yayınlandı. Ben mutlu oldum, annem ağladı. Ama işin ilginci, Hürriyet Akdeniz’in telefonları kitlendi, ilandaki lakaplar kimindi, o anne kimdi, bu ilanı kim yapmıştı…
İlanı çıkartmamda yardımcı olan kişi; Antalya’nın o dönem en büyük reklam ajansında müşteri direktörü olmak dışında yerel popüler bir radyo kanalında program yapıyordu. Sıkılmama ilaç olur düşüncesiyle; İstanbul’da korsan radyo yayını yaptığım dönem aklında kalan annem konuyu kendisine açarak radyoda benim çalışmamın mümkün olup olmayacağını sormuş, kendisi de ben de bu çene olduktan sonra 10 numara radyocu olacağıma karar vermiş, beni görüşmek için çalıştığı reklam ajansına çağırmıştı.
Ve ben 94 senesinde bir Haziran günü hayatımda ilk kez bir reklam ajansında içeri girdim.
Ajansın alt katında yaptığımız görüşme sonunda ise radyo programı yapmak için girdiğim ajans kapısından, bir kişinin sırf önsezileri ile bana inanması sonucu jr.sanat yönetmeni olarak çıkıyordum!
Ben lise hayalimden vazgeçmiştim, ama o benden vazgeçmemişti.
İşe başladığımın tam 12.gününde ise; 12 gün önce hayatında ilk defa bir Macintosh başına oturmuş, bilgisayarın CD gözünü nasıl açacağını anlamak 10 dakika debelenmiş ancak gene de bulamayınca yardım sonucu klavyeden açıldığını öğrenip çok şaşırmış, “Biri bakarken çalışamıyorum”cu sanat yönetmenlerinin arasında Photoshop’u açıp “Lessons” kısmından neyin ne olduğunu anlamaya çalışmış birisi olarak; Hürriyet Akdeniz’de arka sayfada “4 sütuna 25 santim” arz-ı endam eden ilk ilanıma bakıyordum.
Deli gibi okudum, matbaalarda sabahladım, tüm merakımı işe akıttım. Küçük şehirde olmanın tüm dezavantajlarını avantaj haline çevirdim, “tek kişilik dev kadro” gibi. Bir yandan da Hürriyet Akdeniz’de “Atta İzlenimleri” adında kısa hikayeler yazıyordum.
Devam eden süreci uzun uzun anlatmayacağım; en ufağından en kocamanına reklam ajanslarında geçen 14 yıl. Ulusal ve uluslar arası reklam yarışmaları, finalistlikler, ödüller, tebrikler, senaryolar, ilanlar.
Tüm bu süreçte nice ustalar ile tanışma, beraber çalışma fırsatı buldum. Tedrisat eğitimini aldım anlayacağınız. Ve tüm bu sürede Haluk (Mesci) Abi’nin deyimiyle “Sanat yönetmeni görünümlü reklam yazarı” huyum hep baki kaldı. O “tek kişilik dev kadro” hamurunu hep korumaya çalıştım. Gelen işe hiçbir zaman “iş” olarak bakmadım, “brief” benim için asker mektubu gibiydi.
Sonra, 2005 yılında ev ve iş bilgisayarımın bookmarklarını eşitlemek zor geldiği için “Bunları nasıl ortak bir yerde toplarım ki?” düşüncesinin sonucunda en iyi fikrimi buldum; “iyi fikir!” blogunu açtım. Bu blog sayesinde içinde olduğum internetin en dibine indim, dünya ile eş zamanlı olmanın hazzını yaşadım. Her geçen yıl internetle olan samimiyetim arttı ve aynı yıl Kasım ayında bir adamla tanıştım. Tüm vizyonumu kökünden sarsan bir adamla. Hawaii doğumlu bu Amerikalı katıldığım konferansın ardından benimle bir kahve içme büyüklüğünü gösterdi ve ben olmak istediğim şeyi buldum; “hibrid”.
Bu güne geldiğimizde; kendi adıma yürümek istediğim yoldayım. Olcayto Cengiz “Satan Fikirsel Faaliyetler” olarak çeşitli markalara “Reklam stratejisi tabanlı dijital marka iletişimi” hizmeti sunuyorum, eğitimler veriyorum, “Biri bakarken çalışamıyorum”culara inat “Emin beni, etimden sütümden yararlanın” diye yetiştirdiğim kişilerin koca koca ajanslardaki başarılarına keyifle bakıyorum.
Mesleğim hayatımda en gurur duyduğum konuların başında geliyor. Hiçbir zaman bir torpilim olmadan, “tanıdık vasıtası” ile ilerlemeden –ki çok ihtiyacım olan zamanlar oldu-, Antalya’dan çıkıp İstanbul’da kendime yer açabildim.
Bunun tek bir sebebi vardı; “iyi fikir”.
Bu yazıyı okuyan ve yolun başında olan arkadaşlarıma en büyük önerim budur. Bir fikriniz olsun, ve o gerçekten “iyi fikir” olsun.
Ve siz de o fikrin, o inandığınız iyi fikrin peşine düşün. Kendinize ve fikrinize inanın. Önünüze türlü zorluklar çıkacaktır, sevdiğiniz, inandığınız bir amaç var ise elinizde zaten sizi kimse engelleyemez, ancak geciktirebilir. Ancak bunu yaparken de kör kör gitmeyin. Okuyun, takip edin, araştıma becerilerinizi geliştirin. Hedefinize ulaşın.
Sonra yeni bir iyi fikir bulun.
Zira; kişileri değil, iyi fikirleri aramalıyız.
OC.