Yaprak’la blogları ayırıp kişisel bloguma da yeni bir kimlik kazandırınca kendimi çok ihmal eder oldum. Bunun bir geçiş devresi olmasını umuyorum. Yazmak isteyip aylardır beklettiğim, kafamı ve kaynakları toparlayamadığım veya yazmak için bir türlü zaman ayarlayamadığım öyle çok konu birikti ki, sanırım hepsi hayatımdaki kayıplar hanesine teker teker yazılacaklar hatta şimdi bile yazılıyorlar.
Sanat Tarihi bölümüne eklemek istediğim “Sanatta -izm’ler” başlıklı yazıma başlayabilmek için neyi bekliyorum bilmiyorum veya İnsan Kaynakları’nda tamamlamam gereken “Kariyer Yönetimi” gibi yazı dizileri var. Son iki yıldır sene kapanışlarını yapamadım. Gündelik hayatta sinirimi bozan onca olayın sadece bir ikisinden dem vurabildim. Yazı trafiğimde Yaprak’ın çok üstüne düştüğümün farkındayım. Dengeyi en kısa sürede bir şekilde sağlayacağımı umuyorum.
Günler hızlı ama hayattaki gelişmeler çok yavaş ilerliyor. Beklemeler, bilinmezler içinde bir dinlenme molası verdiğim bloglarım olmasa ne yapardım acaba diye soruyorum kendi kendime veya başka insanlar yazmadıkları, yazabileceklerini düşünmedikleri, kurgulamadıkları, araştırmadıkları zaman ne yaparlar diye düşünüyorum.
Geçenlerde Marx’ın bir sözünü okudum; “İnsanlar ihtiyaçları kadarını gerçekleştirebilirler” diyor. Bu cümle beynimde şimşekler çaktırdı. Birden panik oldum. Nedir benim ihtiyaçlarım, nereye kadardır gerçekleştirebileceklerim, hayallerim de ihtiyaçlarım dahilinde midir? Ben sanırım yazılarım ile yaşanılan, yaşanılmış anı arşivlemeye çalışırken, geleceği de “o an” geldiğinde kaçırmış olmamak adına şimdiden klavye başında yakalamaya uğraşıyorum. Sanki yazı yazarsam bir yerlerinden 2010, 2011’lere uzanabilirmişim gibi geliyor ve içimdeki bunca itiş kakış arasında merak etmekten kendimi alıkoyamıyorum; “boş kalabilince” insanlar ne -yapmıyor-, nasıl “boş kalmayı” başarabiliyor, boş kalmak fiziksel mi, yoksa %100 zihinsel bir süreç midir? Boş kalmak nedir ?