Kendimle Mülakat

“Aydınlatıcı olan yanıt değil, sorunun ta kendisidir” Eugene Ionesco

Kendimle Mülakat

Her sabah ayna karşısında diş fırçalarken gözlerimin içine bakıp sorarım:

“Mutlu muyum?”

Hayatta bir insanın kendi kendisine sorabileceği en zor ve kendi kendini kandırabileceği en kolay sorudur bu. Cevap aslında peşi sıra gelecek diğer sorularda saklıdır. Stratejik düşünmek diyoruz ya hep, işte hemen beynim de bir ayrıştırmaya gider özel ve iş hayatı diye. Ardından hiç beklemeden ikinci soru gelir:

“Başa dönsem yine aynı mesleği mi seçerdim?”

Cevap:

“Evet, yine İnsan Kaynakları üzerine uzmanlaşmayı seçerdim”

Neden İnsan Kaynakları?

Kapalı uçlu sorulara cevap vermek kolaydır. Ya “evet”, ya da “hayır” dersiniz. Ama unutmayın, eğer karşınızdaki tecrübeli bir soru üreticiyse (bir işe alım uzmanı örneğin) aldığı tek kelimelik yanıt sonrasında size hemen açık uçlu sorusunu yöneltir:

“Neden?”

Bir kişi neden İnsan Kaynakları mesleğini seçer, seçmelidir? Sistemli çalışalım, bu önemli sorunun cevaplarını maddeleştirelim:

1. Kendisini ve insanları çok sevdiği, optimist ve sabırlı olduğu için.

2. Kendisine her ne koşulda olursa olsun çok güvendiği için.

3. Empati ve iletişim becerileri kuvvetli olduğu için.

4. İnsan gibi sınırsız ve ölçümlenemez bir varlık üzerine kariyerini şekillendirmeye karar verecek kadar çılgın olduğu için.

5. Birbirinden çok farklı alanlarda bilgilenmeye ve gelişime meraklı olduğu, araştırmacı ruhu ile çok iyi bir kaynak takipçisi olduğu için.

6. Meslekle yakından ilgilendiği, eğitimini aldığı, seminerlerine katıldığı, sertifika sahibi olduğu

    için.

    Eğer siz de birgün İnsan Kaynakları mesleğine girmeye hevesliyseniz yukarıdaki altı maddenin bünyenizdeki mevcudiyetini iyi sorgulayın ve bizim eşikten içeri ayağınızı bilinçle, kararlı şekilde atın. Çünkü adım attınız kapının ardındaki işiniz gerçekten çok zor olacak.

    İnsan Kaynakları Neden Zor?

    Pazartesi sabahı ofisime gelip bilgisayarı açtığımda illaki hafta/aylık programımı gözden geçiririm. Bakalım neler varmış:

    –          İlan çalışması ve özgeçmiş tarama

    –          İşe alım görüşmeleri , raporlama

    –          İşbaşı işlemleri ve yeni işe giren grubun oryantasyon programlarının başlatılması ve takibi

    –          Performans Değerlendirme ölçümleme, raporlaması ve geri bildirim görüşmeleri

    –          Motivasyon ve iş süreci iyileştirme projeleri inceleme toplantısı

    –          Gelecek haftasonu eğitimi için katılımcıların bilgilendirilmesi ve katılım teyitleri

    –          Bölüm içi haftalık eğitim programı

    –          İnsan Kaynakları istatistiksel verileri ve maliyetlerinin takibi, raporlama

    –          Genel Müdür ile İK bölüm ve Eğitim bütçesi revizasyon toplantısı

    –          Şirket içi yetenek bazlı kariyer koçluğu görüşmeleri ve diğer koçların takibi, raporlama

    –          Durumsal ödüllendirme kapsamına giren çalışanları saptanması, bölümlerle görüşme

    –          Şirket içi karma proje toplantılarına katılım

    –          Çarşamba günü açık kapı görüşmeleri

    –          Yönetici yetiştirme programının ve katılımcılarının takibi, raporlama

    –          Aylık şirket partisi organizasyonu ve bütçesi

    –          Sosyal sorumluluk proje takibi, raporlaması

    –           İş süreçleri üzerinden İK ekibinin takibi ve yönlendirilmesi

    Yukarıdaki iş listesi İnsan Kaynakları uygulamaları devredeki  bir şirketteki alışıldık manzaradır. Listeye bir de henüz varolmayan, projelendirilme çalışmalarının yürütüldüğü, araştırma evresinde veya proje sonrası hayata geçirilme aşamasındaki iş yükleri eklenebilir. Örneğin şirketinizde Şirket Karnesi (Balance Scorecard) uygulamasını devreye almaya çalışıyorsanız, mesainizin büyük bir bölümünü bu dev projeye ve ekip çalışmalarına ayırmak zorunda kalabilirsiniz.

    İnsan Kaynakları bölümlerinin kurum içindeki nihai iki hedefi çalışanların verimlilik ve motivasyonunu yüksek seviyede tutmak ve mümkün olan en tepe  noktaya çekmektir. Bu hedeflerini  elindeki İnsan Kaynakları enstrümanlarını çalışanların sınırsız beklenti ve ihtiyaçlarını karşılayacak yöntemlerle kullanarak tutturmaya çalışır.

    ‘Sınırsız’ sıfatı peşine takılmış her işle çalışmak zordur. İnsan gibi zihinsel ve davranışsal sınırları, kapasitesi asla kesin belli olmayan, standardize edilemeyecek bir kaynak  üzerinden bölüm hedeflerini  koyan biz İnsan Kaynakları profesyonellerinin işinin ne kadar zor olduğunu sanırım hayal edebilirsiniz. Özetle kariyer yolunuz boyunca elinizdeki hiçbiri birbirine benzemeyen, her biri kendisine has nitelik ve yetkinliklerle donanmış, değişken insan kaynağınız ile size gösterilen tepeye (şirketin strateji ve hedefleri)çıkmaya çalışır durursunuz.

    İnsan Kaynakları Bölümlerini başka en çok kim(ler)/ne zorlar?

    İnsan Kaynakları uygulamalarının çalışanlar ötesinde yönetim kadrosuna hitap edebilmesi, yönetim kadrosu tarafından bilinmesi, benimsenmesi bölümün zor olan iş yükünün bir parça hafiflemesine neden olabilir. Ancak bir de tam tersinin yaşandığını düşünün. Çalışanları memnun etmek bir yana, yönetici kadroyu İnsan Kaynakları üzerine eğitmek, geliştirmek ve negatif tutumlarla, yerleşmiş önyargılarla mücadele etmek, onları tersine çevirmeye çalışmak, sıklıkla bizleri en çok yıpratan ve zamanımızı alan konu başlıklarımız haline gelir.

    İnsan Kaynaklarının çalışanlar, yöneticiler haricinde karşısına çıkabilecek, işlerini zorlaştırabilecek en önemli faktör ise kurumun kısa, orta ve uzun vadeli strateji ve hedeflerinin belirsiz olmasıdır. Hiçbir İnsan Kaynakları bölümü nereye kürek çekeceğini bilmeden, el yordamıyla yüzde yüz “doğru” yolda ilerleyemez.

    İnsan Kaynakları Bölümlerinin Performansı Nasıl Ölçülür?

    İnsan Kaynakları bölümlerinin asli iki hedefini ne derece tutturduğu sorusu bizi İnsan Kaynakları bölümünün performansının ölçümlenmesi sürecine getirir.

    İşe alım yapan, yeni çalışanları oryante eden, performans ölçen, eğitim ve ödül veren, kurum kültürünün gelişmesi için emek sarfeden, çalışanlara ve organizasyona ait her türlü gelişim, değişim verisini tutan, strateji üreten, ücretlendirme ve sosyal hakları ayarlayan İnsan Kaynakları bölümlerinin saydığım fonksiyonları hayata geçirirken aşağıdaki dört unsura çok dikkat etmesi gerekir. Bu dört unsur bölüm performasının başarı anahtarlarıdır.

    –          Uygulamalar kurumun tanımlanmış ihtiyaçlarını karşılayabilmelidir.

    –          Uygulamaların zaman planlaması doğru yapılmalıdır.

    –          Uygulamalardaki uzmanlık üst seviyede olmalıdır.

    –          Uygulamalar anlaşılır olmaladır.

    Dört ana unsuru sağlamış İnsan Kaynakları uygulamalarının performans değerlendirme sistemini kurmak kolaydır. Bölüm olarak kuruma sunduğunuz hizmetler üzerinden anket yapar, memnuniyeti ölçebilirsiniz, ardından bölümünüze SMART hedefler belirler, mümkün olduğunca insandan kaynaklı subjektivite probleminden uzaklaşabilirsiniz.

    İnsan Kaynaklarında Subjektivite Problemi Nedir?

    Uzun yıllar boyunca çalışanların ve İnsan Kaynakları bölümünün performans değerlendirmeleri sayılardan ziyade kavramsal tanımlara dayanarak yapıldı. Oysaki kavramlar kişiden kişiye, algıdan algıya değişkenlik gösteren yapılardır. Benim çok olumlu baktığım bir hizmete, bir diğer yönetici olumsuz bakabilir ve değerlendirmesini bu yönde yapabilir.  Bu olumsuzluğun kaynağı sorgulandığında kişinin aslında konu hakkında bilgisiz olduğu veya değerlendirdiği bölümün yöneticisi ile problem yaşadığı gibi tümüyle hizmetten bağımsız, subjektif nedenler ortaya çıkabilir. Eğer bir performans değerlendirme sürecine subjektivite hakimse, o değerlendirmenin güvenilirliği ortadan kalkar. Hele ki bizim gibi işe fazlasıyla gönül odaklı yaklaşan kültürlerde subjektif bakış iş süreçlerinin sağlıklı işleyişinde ciddi bir problem haline dönüşür.

    İnsan Kaynakları Karşılaştığı Problemleri Nasıl Çözer?

    Problem yaşamak elbette sadece İnsan Kaynakları bölümüne has bir olgu değildir. Ama kurum içindeki çalışanların ihtiyaç ve beklentilerini karşılamaktan sorumlu birim olarak ‘problem’e diğer bölümlere kıyasla çok daha bütüncül çözümler üretebilmek zorundadır.

    Peki, İnsan Kaynakları karşılaştığı problemleri nasıl çözer? Başlangıç olarak problem yaşanılan durumu analiz eder, yani SWOT tekniğini uygular. Elindeki problemin ana kaynağını güçlü (strong), zayıf (weak), fırsat (opportunity) ve tehdit (threat) içeren tarafları ile sorgular ve problemin alt neden(ler)ine ulaşmaya çalışır. İkinci adımda SWOT ile tespit edilen alt nedenlere çözüm alternatiflerini üretir. Ardından alternatif çözümler arasından en uygunu devreye alır  ve problemin devam edip etmediğini gözlemler. Problem devam etmiyorsa çözüm uygulamasını sürdürür ve gelişmeleri takip eder, ta ki o konuda yeni bir problem çıkana kadar. Yeni problem ile aktarmış olduğum proses başa döner. Çok özet haliyle paylaştığım bu süreci biz aslen Değişim Yönetimi olarak adlandırıyoruz. Değişim Yönetimi asla durmayan bir döngüdür ve sayesinde İnsan Kaynakları bölümleri dinamik yapılarını kaybetmez, süreli iş süreçlerinin verimliliğini, doğruluğunu sorgular ve geleceği sağlıklı planlar hale gelirler.

    İnsan Kaynaklarının Dinamik Yapısının Kurumun Bütünü Üzerindeki Etkileri Nelerdir?

    Dinamik İnsan Kaynakları uygulamaları kurumun diğer bölümlerini ve çalışanları tetikler, aktif kılar. Kendileri ile yakından ilgilenildiğini bilen çalışanların kurumlarına yönelik sadakat, aidiyet duygusu, işe yönelik motivasyonları ve verimlilikleri artar. Yani İnsan Kaynakları bölümü asli hedeflerini tutturmuş olur.

    Son Sözlerim Ne Olurdu?

    Eğer siz de kariyerinizi iş hayatındaki en kıymetli ama en bilinmez unsur “insan” üzerine inşa etmek istiyorsanız, kurumun bütününde neler olduğunu bilmek hevesindeyseniz  ve yukarıda bahsetmiş olduğum altı maddeyi karşılayabiliyorsanız İnsan Kaynakları tam size göre bir iş olabilir. Ama çok kırılgan ve sabırsız yapınız varsa, saatlerinizi bilgisayar başında kaynak, veri, özgeçmiş okuyarak, insanların dertlerini dinleyerek geçiremem diyorsanız bir kere daha etraflıca düşünmenizi tavsiye ederim. İnsan Kaynakları belki de gerçekten sizin için doğru kariyer yolu değildir.

    Bu yazı Yıldız Teknik Üniversitesi Profil Dergisi için hazırlanmıştır.

    Gül Fatma Koz

    İpek Hanım bana mesaj attığında ne yapacağımı bilemedim… Çünkülerim çoktu.

    Bir kere kendisini, zarifliğini, profesyonel hayattaki tutumunu hayranlıkla takip ediyordum. Kendimi sayesinde özel hissettim.

    Öncelikle kendimi tanıtayım… Edebiyatçı bir baba ile resim öğretmeni bir annenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldim. Evimiz evden ziyade kitap evine benzerdi. Raflar dolusu kitap, hatta bazen rafları taşan kitaplar. Babam eve genelde elleri dolu gelirdi ve paketten yine kitap çıkardı. O derece kitap tutkunu bir babanın en büyük isteğinin ne olduğunu, o kitapların kıymetini anlayacak bir sektörde çalışsan keşke cümlesiyle anladım. Ağabeyim kimya mühendisi olmuştu. Matematiği oldukça zayıf olan ben sosyal öğrencisi olarak baba izinden ilerlemeye karar verdim. Üniversitede karmaşık bir eğitim aldım. Arkeoloji, tarih, azıcık sanat tarihi, azıcık edebiyat… Zor bir öğrencilikti, neden diyeceksiniz. Tüm hocalarım, evimizde görmeye sıklıkla alışık olduğum insanlardı. Ancak bu durum benim için zordu başlarda… Sabri Koz’un kızı olmaktan, Gül Fatma Koz olma yolunda ilerlemek kolay değildi. Sektörün tanınmış insanlarından birinin kızı olarak, yaptıklarınıza dikkat etmeliydiniz en başta. Notlara dikkat, işlere dikkat, ödevlerin verilme zamanına dikkat… Ama O’nun kızı olmaktan gurur duymaya ancak yüksek lisansım bitip de işime başladığımda başlayabildim. Çünkü yaptığı işlerin farkına varıp, O’nun izinden ilerlemek için önümde bir yol vardı. Babasının kızı olmak gurur vericiydi.

    Devlet Memuru olmak da sanırım babadan kıza geçen ritüellerden biri oldu bizim ailede. Öğretmen bir ailenin kızı olmak, az çok devlet memuriyetine alışığım. Erken kal, özenli giyin, işine vaktinde git, üst-alt ilişkisine dikkat et, amirlere-şeflere-müdürlere-başkanlara hürmette kusur etme… 4. seneme girmeme rağmen hâlâ babam düzenli aralıklarla hatırlatır bana bunları. Ama yeri geliyor bunları uygulamadığınız zamanlar oluyor bir devlet dairesinde. Çünkü insan faktörü var. Her iş yerinde olduğu gibi benim iş yerimde de insan faktörü yüzünden aksayan işler, yürümeyen projeler oluyor. Ama yapılacak en iyi şeyin kendimi kapatıp okumak, hem de çok okumak, kendimi geliştirmek ve böylece “insan” faktörüne yeri geldiğinde bilgimle karşı durabilmek olduğunu öğrendim.

    Eğer tarih, sanat tarihi, arkeoloji alanlarında eğitim görüyor iseniz çalışma alanlarınız çok dar olduğunu bilmenizi isterim. Bu ne yazık ki ülkemizin en büyük sorunu. Her sene bu bölümlere alınan onlarca öğrenci var, ama mezun olan insanların kendi alanlarında çalışmasını sağlayacak bir istihdam sahası yok. Ya yüksek lisans yapıp akademik kariyere adım atacaksınız ya pedagojik formasyon alıp öğretmen olacaksınız ya da eğitimini gördüğünüz alanın çok dışında çalışacaksınız… Bunların hepsini deneseniz bile sonunda işsiz kalma olasılığınız çok yüksek. Sadece üniversite mezunu olarak bulabileceğiniz işlerle yetinmeniz, iş buldum diyerek sevinmeniz gerekecektir. Müzelerde çalışmak istediğinizde devlet sizden KPSS sınavına girmiş olmanızı, ayrıca bakanlığın açtığı sınavda da başarılı olmanızı, bir de sağlam bir “referansınız” olmasını bekleyecek. Ama unutmayın sizin gibi bu sınavlara giren yüzlerce insan var. Şansınız, tanıdığınız insanların sayısı ve “referansları” çok önemli. Diyelim bir müzede işe alındınız. Kültür Bakanlığı’nda çalışıyor olmak konusunda çok bilgili değilim. Sadece duyduklarımdan hareketle şunu diyebilirim ki, devlet müzelerinde müze araştırmacısı olmak sağlam bir çıraklık döneminden geçmenizi gerektiriyor. Bunun sebebi de Kültür Bakanlığı müzelerinde müze araştırmacıları çalıştıkları seksiyona ait eserlerin zimmetlerini üzerlerinde bulundurmaktadır. Bir eser ile ilgili her ne varsa ondan siz sorumlusunuz. Güvenliği de buna dahil. Gecenin ikisinde çalan alarma hazırlıklı olmak lazım. Araştırmacılara açık olduğu için parmak izi kontrolüne, dur dokunma uyarılarına da hazırlıklı olmak lazım. Benim çalıştığım, Milli Saraylar, TBMM’ye bağlı. Bünyemizde 3 saray, 6 tane de köşk bulunmaktadır. Ofisim Dolmabahçe Sarayı’nda. Kültür Bakanlığı’ndan biraz daha farklı olarak zimmet sorumluluğumuz yok.

    Görevlerim seksiyonuma ait eserlerin envanterini çıkarmak, onlar için uygun koruma koşulları sağlamak, gerektiğinde sergilere-araştırmacılara danışmanlık hizmeti vermek, diğer müze görevleriyle ilgilenmektir. Eserin envanterini çıkartmak, envanterinde yer alacak değişiklikleri işlemek önemli bir durum. Bu sayede eserin kondisyonunu sıklıkla kontrol edebiliyorsunuz ve işlerinizin hızlı yürümesinde faydalı oluyor. Ama en önemlisi güvenlik. Sadece eşyanın saklama ve dış etkilerden korunması değil. Aynı zamanda depo koşullarının iyileştirilmesi de önemli. Eserlere uygun nem-ısı-ışık değerlerinin tespit edilmesi işinizin en önemli parçalarından biri. Uluslar arası yayınlar bu konuda gelişmeme çok yardımcı oldu. Konunuzla ilgili yayınları takip edin. İnanın bana faydasını göreceksiniz. Konunuzla ilgili konferans, seminer ve kongreleri kaçırmayın. Sektörden insanlarla bir arada olmak işinize tahmininizden daha fazla yarayacaktır. Kısır bir sektör olduğundan kültür-sanat camiasından olabildiğince fazla tanıdık elde etmeye bakın. Ben bu konuda çok ama çok şanslı biriyim. Babam sayesinde bu sektördeki hemen hemen herkese ulaşabilme şansım oldu. Pek çok kişinin “bey” dediği insana “amca” demem, çok çabuk ulaşabiliyor olmam belki rahatsızlık verdi bazılarına. Ama ben başlarda kızdığım bu olayı sonra aleyhime çevirmeyi başardım. Tekrar ediyorum bunu belki ama karşınıza nerede-ne zaman- ne çıkacağı belli olmaz. Bir bakmışsınız çok yakın bir arkadaşınız sizden eser istemeye gelivermiş…

    Eğer çalışmak istediğiniz sektör tarih ve sanat gibi sosyal alanlarsa yapacağınız en iyi şey okumaktır. Ancak okumak tek başına yetmiyor. Araştırma yapmayı öğrenmeniz de gerekiyor. Şu yıllarda görüyorum da, hatta bazen kendim bile bu hataya düşüyorum, araştırma için online kaynak kullanılıyor. Pek çok konu için doğrudur ama kitabın kokusunu, kütüphanenin havasını koklamadan araştırma yapmayı doğru bulmayanlardanım. Eğer tarih-sanat-sanat tarihi konularında çalışacaksanız biraz kalkın bilgisayar başından. Üniversite kütüphaneleri herkese açık. Kitaba dokunmayı, onu kendine ait mekânda okuyarak çalışmayı deneyin. Her zaman mümkün olamıyor bu farkındayım ama en azından deneyin, zorlayın. Bir kitaba ulaşma yolunda onlarca kitaba ulaşırsınız kütüphanelerde. Araştırma enstitüleri (özellikle Alman Arkeoloji Enstitüsü), kütüphaneler (özellikle Milli Kütüphane, İstanbul Üniversitesi Merkez Kitaplığı) sizlere inanılmaz kapılar açacaktır. İlk stajımı, Türkiye’nin en önemli kazılarından birinde yaptım. Ve kazı başkanı ile tesadüfi bir şekilde kütüphane rafları arasında rastladım. Yabancı dil bilmenin bir avantaj olduğunu da ilk kez o zaman anladım. Lisede Almanca okumuş, ardından da İngilizce eğitim almış biri olarak yabancı dilimi geliştirmek konusunda insanların bana verdiği öğütleri hep dinlediğim için şu an kendimi şanslı hissediyorum. Ayrıca eğer tarih öğrencisi iseniz, okulda size Osmanlıca öğreteceklerdir ki, inanın bana yarın öbür gün bir Osmanlı Sarayında çalışmaya başlarsanız işinize çok yaracak bu, ne kadar zor olsa da vazgeçmeyin 🙂

    Kitaplardan edindiğiniz bilgiler arasında kaybolma konusunda şikâyetiniz olacaktır. Düzenli not tutmak sizlere faydalı olacaktır. Babadan kalma bir gelenekle “defter” tutmaya başladım üniversitede. Not alma sistemi, eğer kendinize ait bir sistem de oluşturursanız hem sonraki çalışmalarınız için faydalı olacaktır hem de aradığınızı bulmak konusunda verim almanızı sağlayacaktır.

    Gelelim kamu sektöründe çalışmaya…

    Öncelikle en çok şikayetçi olduğum konudan başlayayım. Genç olmak… Gençsiniz, her konuda en güncel bilgiye sahipsiniz… Bu sebeple enteresan bir rakipsiniz. Bildiklerinizi kendinize saklamayı öğrenmezseniz, “bilmiş” insan damgası yemeniz an meselesidir. Bu insanlardan uzak durulur, bilgilerinden yararlanalım denmez tam tersine dışlanır. Çünkü bilgiye ulaşma konusunda diğerlerinden daha hızlısınızdır. Size tavsiyem, nerede susup nerede konuşacağınızı iyi bilin. Özel sektörde de olsanız bu böyle olacaktır ama kamu sektörü bu konuda çok hassastır. Lütfen iki kere susup, yarım defa konuşmayı kendinize ilke edinin. Eğer idealist iseniz bu sektörde karşınıza çok engel çıkacaktır. Çünkü kabullenmişlerin arasında çalışıyorsunuz, öncelikle sizin de bunu kabul etmeniz lazım. Bazı konularda törpülenmeniz, hırslarınızdan arınmanız lazım. Ben bu konudaki çözümü hırsımı kendimi geliştirmek için kullanmak yönünde buldum. Çünkü işe yaramıyor. Gerçi bunun özel sektörü-kamu sektörü farkı yok. Her yerde her zaman karşınıza sizi engellemek için insanlar çıkacaktır. Yılmayın… Belki alakasız bir birimde bulabilirsiniz kendinizi, belki “aykırı” damgası yersiniz. Ama bilin ki işinizi iyi yaptığınız, konunuzda çalışmayı bırakmadığınız için bilgilerinizi güncelleyebildiğiniz sürece hiç kimse size dokunamaz. Kendinize güvenin, kendinize ve bilginize inanacak kadar çok okuyun.

    Gül Fatma Koz

     

    2010 Blog Ödülleri Naklen Pozitif TV’de

    Kaynağım İnsan’ın 2010 Blog Ödülleri Garanti İş Dünyası kategorisinde ilk beşe girdiğini bugün metrobüste öğrendim. Hiç beklemediğim bir anda aldığım haber beni gerçekten çok mutlu etti. İlk üç ise yarın, yani 6 Mayıs’da açıklanacak. Hayırlısı diyelim … birinci olursam kanatsız uçan bir kuşa dönüşürüm herhalde. 😀

    2010 Blog Ödülleri Ödül Töreni ise 8 Mayıs Cumartesi günü yapılacak. Günün programı çok yüklü ve davetli sayısı da sınırlı. Blog Ödülleri organizasyonuna katılmak isteyen kişilerin fazlalılığı ile birlikte, bu yoğun talebe çözüm de hızla geliştirilmiş;

    Blog Ödülleri Töreni canlı yayınla Pozitif TV Live’da!

    İnternet kullanıcısının ilgiyle takip ettiği internetin en pozitif kanalı Pozitif TV bir yeniliğe daha imza atıyor ve bu yıl 3. kez düzenlenen, Blog Ödül Töreni’ni kurduğu canlı yayın platformu Pozitif TV Live üzerinden canlı yayınlıyor.

    8 Mayıs günü gerçekleşecek olan Blog Ödül Töreni’ni 14:00 – 20:00 saatleri arasında http://live.pozitiftv.com/ adresinden canlı olarak izleyebilirsiniz.

    Kimbilir, belki beni de ödülümü alırken naklen takip edebilirsiniz 😉

    Etkinin Yedi Hali

    Meslek hayatımız boyunca çok farklı profillerle yolumuz kesişiyor. İş nedeniyle her el sıkıştığımız insanın ilk başta fiziksel görüntüsü; hacimsel etkileyiciliğini algılıyoruz. Konuşma aşamasında iletişim becerileri, kişinin beden dilini nasıl kullandığı dikkatimizi çekiyor. Zaman ilerledikçe ise bilgi ve tecrübe girdisi, uygulamacı yetkinliği sahneye çıkıyor. Ve o aşamadan itibaren karşımızdaki kişi ile iş ilişkimize devam edip etmeyeceğimize karar veriyoruz.

    Geçmişe dönüp zihnimin içinde bugüne kadar iş hayatımda tanıştığım, ilişki içine girdiğim binlerce insanı düşündüğümde onları bende bıraktıkları etkiye göre yediye ayırabiliyorum:

    1. Zirvedekiler: Görüntüsü, duruşu, konuşması, bilgi, tecrübe ve uygulamarıyla beni %100 etkisi altına alanlar.
    2. Ustalar: Bilgi, tecrübe ve uygulamaları ile tartışmasız bir numara ama görüntü, konuşma, etkileyicilik anlamında beni bütünüyle kavrayamayanlar.
    3. Uzmanlar: Bilgi, tecrübe,uygulama seviyeleri, konuşma, görüntü olarak dikkate ve takibe değer bulduklarım.
    4. Profesyoneller: Her açıdan mesleki formasyonunu standardize etmiş olanlar.
    5. Korunanlar: Görüntü ve iletişim becerileri ortalama olup bilgi, tecrübe ve uygulamada yetersiz kalanlar. Görüntü ve iletişim becerileri onları korur.
    6. Düşme Hattındakiler:  Hiçbir açıdan iddialı olamayıp, hayatta tek kaygıları elde ettikleri konumdan düşmemek olanlar, hep mutsuzdurlar, hep dır dır ederler.
    7. Kurbanlar: Hiçbir niteliği bünyesinde barındırmayanlar.

    Zirve‘de yer almak ne kadar zorsa aslen ‘kurban‘ olmak da aynı derecede uçtur. Bu saptamadan hareketle genel yığılmanın 3,4,5. maddelerde olduğunu söyleyebilirim.

    Profesyonellik ortalama olmak ise aşağıya veya yukarıya hareket sizin elinizde. Ama unutmamak gerek, ne davranışsal becerileri, ne bilgi ve tecrübeyi, ne de uygulamacı karakterinizi  geliştirmek dünden bugüne bir anda olmuyor. Çok ama çok çalışmak lazım.

    😀

    İnsan Kaynakları Yönetimi – Beta Yayınları

    İnsan Kaynakları Yönetimi, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi, İnsan Kaynakları Yönetimi Anabilim Dalı öğretim görevlileri tarafından hazırlanmış, kanımca Türkiye’de İnsan Kaynakları üzerine kullanımda olan en özenli Türkçe üniversite ders kitaplarından biri.

    İlk basımı Ekim 2009’da gerçekleştirilen kitabın yazarları; Prof Dr. Cavide Uyargil, Prof. Dr. Zeki Adal, Prof. Dr. İsmail Durak Ataay, Prof. Dr. Ahmet Cevat Acar, Prof. Dr. A. Oya Özçelik, Prof. Dr. Gönen Dündar, Doç. Dr. Ömer Sadullah, Doç. Dr. Lale Tüzüner.

    Kitaptaki konu başlıklarını inceleyecek olursak:

    Bölüm 1 – İnsan Kaynakları Yönetimine Giriş
    Bölüm 2 – İş Analizi ve İş Dizaynı
    Bölüm 3 – İnsan Kaynakları Planlaması ve İşgören Seçimi
    Bölüm 4 – Eğitim ve Geliştirme
    Bölüm 5 – Performans Değerlendirme
    Bölüm 6 – Kariyer Geliştirme
    Bölüm 7 – İş Değerleme
    Bölüm 8 – Ücret Yönetimi
    Bölüm 9 – İnsan Kaynakları Yönetiminde Koruma İşlevi
    Bölüm 10 – İnsan Kaynakları Yönetiminin Hukuki Boyutları
    Bölüm 11 – Uluslararası İnsan Kaynakları Yönetimi

    Kitabı incelediğimde temel/geleneksel İnsan Kaynakları teorisini başarıyla aktarmakla beraber 21. yüzyılda İnsan Kaynakları uygulamaları, gittiği yön, tercihler, teknolojisi üzerine yeterli bilgi olmadığı saptamasını yapabilirim. İnsan Kaynakları ile teknolojinin ayrılmaz birlikteliği, sosyal medyanın kurumsal kültür ve İnsan Kaynağı yapısı üzerindeki gün geçtikçe büyüyen etkileri, Yetenek Yönetimi, Kurum-Bölüm-Bireysel Hedef Bazlı Performans Yönetimi gibi güncel konu başlıklarına kitapta rastlayamıyoruz.

    Sözün özü Beta Yayınlarının İnsan Kaynakları Yönetimi, “İnsan Kaynakları nedir?” sorusunun başlangıç kapsamlı cevabı olarak bütün meslekdaşlarımın kütüphanesinde yer alması gereken bir kitap, tavsiye ederim.

    Özlem Ercan

    Dikkat: Bu yazı bir aydınlanma hikayesi içerir!

    Son bir yıldır hayatımla ilgili daha fazla düşünür oldum. Detaylara inmeye başladıkça hayallerim ne kadar büyük olursa olsun, onlara ulaşmamın aslında mümkün olduğunu gördüm.

    Geçmişimi kısaca geçip şimdi neler yaptığıma bundan sonra neler planladığıma odaklanmak istiyorum, çünkü benim hayatım öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılıyor 

    Geçmişimin çok kısa özeti:

    Üniversite birinci sınıftan itibaren part-time işlerde çalışmaya başladım. Okul bitince bir fuar firmasında işe başladım ve başlayış o başlayış… Geçen yıl işi bırakana kadar da fuar sektöründeydim.

    Pazarlama, organizasyon, halkla ilişkiler bölümlerinde çalıştım. Türkiye’nin en büyük fuar firmasının Kurumsal İletişim Müdürü pozisyonundayken işi bıraktım.

    Önemli: Bugüne gelene kadar iş hayatımda bana destek olan kişileri unutmadığım gibi köstek olanları da unutmadım. Derslerimi aldım ve yoluma devam ettim.

    Peki sonra ne oldu?

    Büyük değişimlerin sanıldığı gibi birdenbire olmadığına inanıyorum. Evet, kafada fikrin apaçık belirdiği bir “Zen” anı var ama o da hayatın sizi bir yerlere sürüklemesi sonucu geliyor.

    2008 Aralık ayında birden “Ben neredeyim, burası neresi, ne yapıyorum?” sorusu kafamda belirdi. Bu fikrin belirdiği an Afrika’da safarideydim ve her an bir aslanla karşılaşabilirdim. Korumasızdım, yanımızdaki rehberin bir anlık hatasında bir aslana yem olabilirdik. Zaten o bölgeye girerken “Vahşi bir hayvan tarafından saldırıya uğrarsam, bu tamamen kendi sorumluluğumdadır” gibi şeyler yazan kağıtlar imzalamıştık.

    O sırada karşıma bir aslanın çıktığını ve bana saldırdığını hayal ettim. Normal hayatta ben, yani büyük bir firmada büyük bir pozisyonda çalışan biri, asla gözden çıkartılamazdım. Ama bir de aslanın açısından düşündüm: “Hmm, bu insan Kurumsal İletişim Müdürü, o yüzden onu yemeyeyim.” diye mi düşünecekti? Tabii ki hayır. Vahşi (aslında doğal) hayatta ben bir hiçtim, bir geyikten veya zebradan farkım yoktu. Aslan geyik de görse, beni de görse bir lokmada yiyecekti. O zaman neden kendimi iş hayatımdaki kimliğimi kullanarak tanımlıyordum ki? İşte o anda kendimi inanılmaz sahte, sıkışmış ve mutsuz hissettim.

    Böylece hayatımı baştan sona gözden geçirmeye başladım. İş hayatıma baktım, özel hayatıma baktım, yaşadığım şehire baktım, ülkeye baktım, kızımla ilgili düşündüm, taşındım ve eşimin de büyük desteği ile kararımı verdim.

    Tabii ki sıkıntılı bir dönemdi. Hem iş hayatını devam ettirmek, hem yeni baştan bir hayat yaratmak bizi oldukça yordu. Bu dönemde sakinleştirici olarak sık sık meditasyon ve yoga yaptım.

    Şimdi …

    Antalya’da yaşıyoruz. Altı ay önce İstanbul’u terk edip Antalya’ya geldik. Eşimle beraber kendi şirketimizi yönetiyoruz. İşlerimizi de tamamen internet ortamına taşıdık. Yine pazarlama iletişimi ve satış işleri yapıyoruz ama müşterilerimizin çoğu hala İstanbul’da. Tüm iletişim yollarımız açık olduğu için herhangi bir problem yaşamıyoruz.

    Kısa ismiyle söylemek gerekirse “yerden bağımsız” bir işimiz var. Laptopumuz ve telefonumuz yanımızda olduğu sürece, nerede olduğumuz hiç fark etmiyor. Bazen sahile gidiyoruz çalışmak için, bazen bir kafeye, bazen de arkadaşlarımızın evine…

    Başka bir şehre gitmemiz bile işimizi etkilemiyor.

    Ne iş yaptığımızı merak edenler vardır. Şunları yapıyoruz:

    – Şirketlerin yurtdışı pazarlama ve satışlarına destek veriyoruz. Bu doğrudan satışı da içeriyor, e-ticareti de, fuar katılımlarını da.

    – Web sitelerinin içeriklerini ve yapılarını oluşturuyoruz. Tasarım, yazılım ve metin yazımı konularında destek veriyoruz.

    – Reklam ajanslarına dışarıdan metin yazımı, sosyal medya pazarlaması gibi hizmetler veriyoruz.

    Gelecek…

    Şimdi bu noktada olmak benim için mutlu son değil, aksine daha başlangıç.

    Bundan sonra işimizi aynı şekilde yurtdışına taşımayı düşünüyoruz. İlk hedefimiz ise Cape Town, Güney Afrika. Neden derseniz, doğal (ve vahşi) hayatı sevmemiz, yaşam maliyetlerinin düşük ama buna karşın yaşam kalitesinin yüksek olduğu bir yer olması.

    Bu şekilde devam ederek belki de dünyayı dolaşmaya başlayacağız. Güney ve Orta Amerika, Tayland, Avustralya ve Yeni Zelanda en çok görmek istediğimiz yerler arasında.

    Elveda Ofis adlı bir blogumuz var. Yaşadığımız hayatı, karar verme süreçlerini, hedef belirleme ve iş kurma aşamalarını anlatıyoruz. Bunların yanı sıra işlerini herhangi bir ofise veya şehire bağlı olmadan sürdürmek isteyenler için taşınma, seyahat ve herhangi bir yerden bağımsız olarak çalışmanın ipuçlarını veriyoruz.

    Bizi takip edenlerle birlikte yeni projeler yaratıyoruz, bu çalışma şeklini daha geniş bir kitleye yaymak için çalışıyoruz.

    Önümüzdeki günlerde freelance çalışanlar için bir destek platfomu kurmak da planlarımız arasında yer alıyor. Ayrıca seyahat ve yurtdışında yaşamla ilgili daha detaylı bilgiler içeren sayfalarımız da olacak.

    Her gün aklıma yapacak yeni bir şeyler geliyor. Her gün yeni bir heyecan yaşıyorum. Başkalarının benim için belirlediği sınırlardan kurtuldum ya hiç bir şey imkansız görünmüyor gözüme.

    Son bir söz gerekirse:

    Şimdiki hayatımızı kurmak için aslında çok fazla yeni şey öğrenmemiz gerekmedi. İş hayatımızda neler yapıyorsak, yine onları yapıyoruz. Ama her yaptığımız işi kendi isteklerimize göre uyarlıyoruz. Bizi mutlu ettiği şekilde yapıyoruz, böylece tekrar aynı “yoğun ve sıkıcı iş” döngüsüne girmekten kaçınıyoruz.

    İş tanımımızı kendimiz belirlediğimiz için müşterilerimizi de kendimiz seçebiliyoruz. Bunun verdiği mutluluğu ve rahatlığı sanırım herkes tahmin edebiliyordur.

    Asıl hedefimiz: Kendimizi hayatın akışına bırakarak, nasıl istiyorsak öyle yaparak mutlu olmak. Siz de bu yöne doğru bir adım attığınıza bunun için çok paraya pula da gerek olmadığını göreceksiniz.

    Sevgilerimle…

    Özlem Ercan

    Blog ve e-mailimiz:

    http://elvedaofis.com

    [email protected]

    Nefis Bir Çalışma; İnsan Kaynakları ve Marka

    Golden Grahams Kuzey Amerika’da tüketilen bir kahvaltı gevreği markası. Ama bu yazımın konusu ne sabah yediğimiz ürünler, ne de markanın kendisi üzerine. Yazı bu markanın düzenlediği kampanyanın içeriği hakkında.

    Golden Grahams Golden Grant sitesinin açılmasını biraz beklemek zorunda kalabilirsiniz, lütfen dayanın. Sonrasında karşınıza çıkan ekranın sol tarafında şöyle bir yazı göreceksiz: “Tell us about your ridiculous job searh story” – “Bize yaşadığınız gülünç iş arama hikayenizi anlatın.”

    Siz gülünç iş arama hikayenizi ilgili bölüme yazdıktan sonra, yazdığınız hikaye değerlendirmeye giriyor ve beğenildiği takdirde animasyona dönüştürülüyor. Ekranın ortasında yer alan büyük ekranda da aşağıdan görüntü serisinden seçtiğiniz ve katılımcıların anlattığı hikayelerden yaratılmış animasyonları izleyebiliyorsunuz.

    Bu bir markanın pazarlama kampanya çalışması ve içeriği İnsan Kaynakları işe alım süreci üzerinden yaratmışlar. Yazdığına göre kampanyanın amacı eğlendirmek, bilgi vermek ve eğitmek. Animasyonlar içinde çok komik, çok enteresan hatta çok anlamsızlar var. Yine de bana göre çok ilgi çekecek ve ilginin hiç tükenmeyeceği bir konu bulmuşlar marka pazarlaması adına; iş aramak, iş görüşmesi yapmak ve anıları ölene kadar hiç kimsenin hayatından eksik olmayacak, değil mi?