Dört Jenerasyon Bir Ofiste

Sizin şirketinizde kaç kişi çalışıyor? 10 ?, 100?, 1000? … Şirketlerin demografik yapısına baktığımızda, içerideki çalışan sayısı arttıkça yaş yelpazesinin de genişlediğini görürüz. 1930’lı yıllarda doğanlardan itibaren 1990’lı yıllara kadar çok geniş bir yelpazedir incelemeye aldığımız.

İnsan Kaynakları teorisyen ve profesyonelleri günümüzde çalışanları doğum tarihlerinden hareketle aileleri, yetişme şekilleri, hayata ve işe yaklaşımlarına göre dört ana gruba ayırıyor:

– 1922-1945 arası doğumlu Veteranlar,
– 1945-1964 arası doğumlular Baby Boomer
– 1964-2000 arası doğumlular X Jenerasyon (ben bu gruptayım)
– 2000-devam arası doğumlular Y Jenerasyon

Geçtiğimiz günlerde Grag Hammill’ın dört jenerasyonun birlikte çalışması ve yönetilmesi üzerine çok güzel, açıklayıcı, örneklerle dolu bir makalesini okudum. Makaledeki tabloları da Türkçe’ye çevirdim, takip etmesi kolay olsun diye.

Elbette Hammill’in makalesi Kuzey Amerika kültürü ve yaşam standartları üzerinden kurgulanmış. Ancak Türkiye’deki kurumsal yapıları ve profesyonelleri düşününce yapılan tanımlamaların bizden de çok uzak olmadığını düşünüyorum.

İnsan Kaynakları profesyonelleri olarak sorumlu olduğumuz çalışanların hayat ve işe bakışları doğrultusunda şekillenen beklentilerini karşılayabilecek İK süreçleri kurgulamalıyız.  Bu kurguda ise çalışanların doğum tarihleri belki de bizler için gerçekten bir klavuz olabilir.

Özellikle aşağıdaki “Jenerasyonların İş Ortamı Karakteristikleri” tablosunu dikkatle inceleyin. Belki o zaman  yaşı 60’ı geçmiş patronunuzun size emirler yağdırmasına, resmiyetine, sizi yeterince motive edememesine bir anlam verebilirsiniz. Veya bir X Jenerasyon mensubu yönetici olarak Y Jenerasyondan ekip üyenizin gelişimine sınırsız destek vermeniz gerektiğini, yapılan işteki neden-sonuç ilişkisini aktarmadan ondan verim alamayacağınızı bilebileceksiniz.

A. Selim Tuncer

Kendi suyuna gitmek

Çocuktum. Evimizin önündeki sokakta arkadaşlarımla oynarken kızkardeşimin ilkokul öğretmeni göründü yolun başında… Evine bizim sokaktan giderdi hep… O zamanlar, kendi öğretmenimiz olmasa bile, öğretmenlere karşı o yapmacık ve öğretilmiş saygıyı göstermek zorundaydık. Öyle yaptık. Gerçi, pembe yüzlü, hafif etine dolgun, kıvırcık saçlı Nihal Öğretmen, hem sevilir hem de gerçekten sayılırdı. Oyunu bırakıp geçmesini beklemeye koyulduk. Gülümseyerek yanımızdan geçerken birden bana yöneldi: “Annen evde mi yavrum?”

Yüzünde herhangi bir kızgınlık emaresi olmadığına göre kızkardeşimi şikayet etmeye gelmemişti galiba… Annemle tanışırlardı, belki öylesine bir selam verecekti. “Evde öğretmenim!” dedim. Önden koşturarak bahçe kapısını açtım, anneme seslendim. Nihal Öğretmen de arkamdan geliyordu. Sesimi duyan annem kapıyı açtığında Nihal Öğretmen karşısındaydı: “İçeri girmeyeceğim Nedime Abla, şöyle iki dakika ayak üstü konuşalım.”

Annem de kaygılanmıştı. Sanıyorum kızıyla ilgili bir şikayet alacağından kuşkulanmıştı. Nihal Öğretmen hemen konuya girdi: “Abla, çocukları kıramıyorsun, biliyorum. Ama bu yaptığın onlar için doğru bir şey değil, ödevlerini kendileri yapmaları lazım.”

Mesele anlaşılmıştı, çünkü bir çocuk meleği olan annem, gerçekten de kendisine gelen kimseyi geri çeviremez, mahallenin bütün çocuklarının resim ödevlerini yapardı. Her ne kadar anlaşılmasın diye resimleri çalakalem yapsa bile, sonuçta kalem ve fırça izlerindeki ustalık gizlenebilecek gibi değildi.

Annem biraz utana sıkıla da olsa “Hoca’nım,” dedi, “sana yalan söylemeyeyim, ben çocukları reddedemem, en iyisi bu konuda onları sen ikaz et.”

*

Annem, ilk ve orta öğretim dışında, herhangi bir sanat eğitimi almamasına rağmen, ister kuru kalem ister sulu boya ister yağlı boya olsun, gerçekten de güzel resim yapardı.

Okul yıllarımda ben de fena değildim resim konusunda… Bunda kalıtımın mutlaka payı vardır. Ama hiçbir zaman sıkı sıkıya sarılmadım resme, çok büyük heyecan duymadım. Tabii öğretmenlerimi hayran bırakacak kadar iyi çiziktiriyordum herhalde ki, hep takdir görürdüm.

O yıllarda beni hikayeler daha çok çekerdi kendine… Tommiks, Teksas, Tenten gibi çizgi romanlardan İtalyan kökenli cep fotoromanlarına, Jules Verne ve Kemalettin Tuğcu gibi bildiğiniz yazarların romanlarından Ayşegül serilerine, ortaokul ve lise yıllarına erdiğimde ise klasik eserlerden abilerin ablaların okuduğu yerli romanlara kadar içinde hikaye olan her şey… Sinemanın da ayrı bir yeri vardı tabii… Okul kırıp beş film birden gösterilen ucuz halk matineleri vazgeçilmezlerim arasında yer alırdı. Dayımın yazlık sinemasında aynı filmi bir hafta boyunca tekrar tekrar izlemekten sıkıldığımı da hiç hatırlamıyorum.

Zaman mı genişti yoksa ben mi hızlıydım, bilemiyorum; aynı zamanda bütün bunları hem okulu idare ederek hem de diğer çocukluk haşarılıklarından hiçbir özveride bulunmadan yapabilirdim.

Ortaokul yıllarımda bir roman yazmaya bile başlamıştım. Tabii sadece başlamıştım, sekiz on Harita Metod Defteri sayfasında kalmıştı. Sonra da hiç öyle büyük işlere yeltendiğimi hatırlamıyorum, ama takma bir isimle bir aile dostumuzun çıkardığı yerel gazetede köşe yazıları yazıyordum. Okurlar o yazıları bir lise öğrencisinin yazdığını bilmiş olsa herhalde ciddiye bile almazlardı. Gazete sahibiyle aramızda bir sırdı bu!

Gazetenin basıldığı matbaaya da gidip gelirdim. Güzel bir eğlenceydi, kurşun harfleri, harf kasalarından tek tek alarak kumpas üzerine elle dizmek… Hatta çeşitli malzemelerden kesip biçip elde klişeler bile yapardım.

İçimdeki yazı ve hikaye tutkusu ile lisedeki edebiyat öğretmenimi rol-model olarak seçmem bir araya gelince yönümü tayin etmiştim. Kararımı verdim, üniversitede edebiyat okuyacaktım. Öyle de yaptım. Üniversiteyi bölüm birincisi olarak bitirdim.

80’li yıllar… Bir yandan Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisansa başlayarak akademiyle ilgimi koparmamaya çalışıyor, bir yandan da Türkiye’ye okumak için gelen Filistinli, İranlı, Ürdünlü öğrencilere Türkçe dersleri vererek özel girişimciliğin kapısını tıklatıyordum.

Önce bir yayınevi kurarak biraz daha idealist takılırken sonra buna bir de dersane ekleyerek para kazanma hedefine yöneldim. Dersanenin ilan tasarımlarını, yayınevinin kitap kapaklarını ve iç sayfa dizaynlarını kendim yapıyordum. İşadamı mıydım, akademisyen miydim, grafiker miydim, yoksa yazar mıydım, hepsini birbirine karıştırdım. Birkaç yıl yolumu aradım.

Evet, hem yazıya hem de görsel sanatlara ilgim ve yeteneğim vardı. Ve ne biri ne de diğeri tek başına beni tatmin ediyordu. Böylece, birkaç yıllık yalpalamalardan sonra, 1987 yılında, sözel ve görsel sanatlardaki yetenek ve birikimimi birlikte kullanabileceğim bir sektöre, reklam sektörüne geçtim.

Kısacası, yirmi yılı aşkın süredir kendime reklamcı diyorum. Tabii, reklamcıyım demekle de kalmıyor, iletişim, marka yaratımı ve stratejileri, bütünleşik pazarlama iletişimi, grafik tasarımı, alfabe ve tipografi, etik ve estetik kuramları, algı ve imaj ilişkisi, dil ve kitlesel iletişim kodlamaları, kültür kodları, sosyal sistemler ve pazarlama, siyaset ve iletişim, kurumsal kimlik, tüketim psikolojisi, bilgi sermayesi ve yaratıcılık gibi konularla enikonu ilgilenmeye çalışıyorum. Zaman zaman çeşitli mesleki yarışmalarda jüri üyeliği yaptığım, uzmanlık konularımla ilgili konferans ve seminerler verdiğim, kimi eğitim programlarında görev aldığım oluyor. Çeşitli yayın organlarında ve kişisel bloğumda kaleme aldığım yazılarda mesleki deneyimlerimden yola çıkarak “pazarlama iletişimi” ve “grafik tasarımı” konularını pratikten teoriye irdeliyorum. Yazılarımın meslekten olmayanlar tarafından da ilgiyle okunduğu söyleniyor. Reklamcılar Derneği üyesiyim ve şu anda bir reklam ajansının başkanlığını yürütüyorum.

Kendi suyuma gitmiş, yolumu bulmuştum. Bunu en önemli başarı faktörü olarak görüyorum. Eğitim, deneyim, birikim, hepsi tamam, ama aslolan kendi su yolunu bulmak bence…

*

“Anne,” diyorum, “senden aldığım genlerle ekmek paramı kazanıyorum.”

Çok hoşuna gidiyor.

A. Selim Tuncer
http://selimtuncer.blogspot.com/

İnsan Sorumsuzluğu

Halen Datça Aktur’da tatildeyim. Aktur sitesi bir yarım adanın iki kenarındaki kumsallar boyunca kurulmuştur. Binin üstünde hanesiyle yaz aylarında tam bir sahil kasabası görünümü sergiler. Sahil kasabamızın etrafı ise çam ormanları ile çevrilidir. Bu nedenle de yangına karşı önlenler azami seviyededir. Site içinde, ağaçsız bölgede bile mangal yakmak yasaktır. Orman alanı yangın söndürme sistemi ile donatılmıştır.

Ama bazen hiçbir önlem ve sistem üç beş gencin tedbirsizliğinin, bilinçsizliğinin önüne geçemiyor. İşte biz de bugün bu bilinçsizliklerden birini yaşadık, korkulu anlar geçirdik site sakinleri olarak.

Saat 19:00 civarı ablam “yangın çıktı” haberi ile eve geldi. Hemen bisiklete atladım ve hızla sahile sürdüm. Yıllar boyu tepesine defalarca tırmandığım yarımadanın tepeleri yanıyordu. Alevleri gören herkes sahile doluşmuştu. İçimde büyük bir korku belirti, kim bu tepelere ulaşabilir, yangın nasıl söndürülebilirdi? Tek bir olumlu durum vardı, rüzgar siteye ters yönde esiyordu.

Dumanlar yükselen tepeye bakarken aklımdan tek soru geçti:

Ben ne yapabilirim?

Hemen bisikletimin pedallerına yüklendim yangına nasıl müdahale edildiğini görebilmek, gerekirse yardım edebilmek isteği ile. Evden fırlarken bir refleks fotoğraf makinamı da almıştım. Ne doğru bir refleks.

Ben yarımadaya en yakın konuma ulaştığımda bir yangın söndürme helikopteri ile askeri helikopter gelmişti bile. Yangın söndürme halikopteri suyunu denizden alıp yükseliyor,  yarımadanın etrafında tur atıp, konumu ayarladıktan sonra yangının üstüne kocaman küresindeki suyu boşaltıyordu. İlk küre boşalınca etrafımdaki sayısı birkaç yüzü geçen insan topluluğundan bir alkış yükseldi.

Bu arada üç tane yangın söndürme kamyonu , iki kamyonet dolusu itfaiyeci tepeye tırmanya başladılar.

Aradan on dakika geçmeden iki yangın söndürme uçağı ve iki helikopter daha operasyona katıldı. Site sakinlerinden tepeye tırmanmayı başaranlar ellerindeki çalı çarpılarla su serpilen bölgeleri soğutmaya çalışıyorlardı.

Yaklaşık bir saatlik bir çalışmadan sonra tepeye yayılmış alevler söndü. Herkes rahat bir nefes aldı. Herkes Orman Müdürlüğü’nün kullandığı uçak ve helikoplerlerinin çalışmasına hayran oldu. Ama eminim herkes çok daha büyük bir yangının tehlikesini yüreğinin en derininde hissetti.

Gelelim yangına neden olanlara:

Tepeye tırmanan site sakini gençler. Jandarma hemen yakalamış gençleri. Kimbilir ne yaptılar tepede? Hiçbir fikrim yok ama büyük suç işlediklerini ve binlerce insanın yaşamını tehlikeye attıklarını biliyorum.

İnsan hatasının nelere malolabileceğini her zaman düşünmeli ve hataları telafi etmenin mümkün olmayacağı durumların içine girmemeye özen göstermeliyiz.

Buradan da T.C Orman Genel Müdürlüğü’ne teşekkür ederim bütün Aktur site sakinleri adına.

İK Gündemi

Son günlerde okumaktan çok büyük keyif aldığım, her yazısından birçok bilgi edindiğim sevgili Emre Kavukçuoğlu’nun İK Gündemi isimli mesleki blogunu tanıtmak artık boynumun borcu oldu.

İK Gündemi, Emre Kavukçuoğlu’nun ilk İK blogu değil. İK Gündemi’nden önce, 2007 yılında tutmaya Human Capital Strategy isimli İngilizce blogunu da unutmamak gerek.

Kavukçuoğlu’nun yazılarını neden sevdiğime gelince … ?

Vizyonumu genişlettiği için.

Dünyadan nitelikli İK bilgi ve verisi taşıdığı için.

Yazılarında neden sonuç ilişkisini çok özenle kurguladığı için.

Her yazısı sonunda, ‘bakalım bundan sonra ne yazacak’ diye aklımda büyük merak uyandırdığı için.

Çok teşekkürler Emre (sanal samimiyetine sığınarak) değerli paylaşımların için 🙂

Kâr Merkezleri

Bir şirket içinde bulunan bütün bölümlerin birer kâr merkezi haline gelmesi kulağa çok cazip geliyor. Özellikle şirket iç hizmet bölümleri için (Mali İşler, İnsan Kaynakları, Bilgi İşlem, vs) kâr merkezi olmak çok uzak kavramlar. Ama konu üstüne uygulamaya yönelik birçok projelendirme yapılabilir, yapılıyor.

Örneğin Mali İşler bölümü Satış bölümünden gelen, işleme soktuğu her satış faturası için Satış bölümüne hizmet bedeli tarifesi uygulayabilir. Bu bedeller yıl sonunda Mali İşler bölümünün geliri, Satış bölümünün ise masrafları arasında görülür. Mali İşler para kazanmak için daha seri çalışırken, masraflarını kısmak çabasındaki Satış bölümü faturalandırma sürecine daha özenir, iade fatura, fatura iptali gibi problemleri daha az şirkete yaşatmaya çalışır.

Bir diğer örnek, İnsan Kaynakları bölümü bitirdiği her işe alım süreci için ilgili bölüme adeta bir danışmanlık firması gibi hizmet faturası kesebilir veya eğitime aldığı her çalışan için bağlı olduğu bölümden katılım bedeli talep edebilir. Bu sayede İnsan Kaynakları bölümü sadece masraf çıkartan bölüm olmaktan çıkar, masraf olarak algılanan birçok fonksiyonu üzerinden para kazanır hale gelebilir.

Ve elbette bütün bu bölümler arası alışveriş SMART hedefler çerçevesinde çalışırlır. Her bölüm kendisi için saptayacağı SMART hedefler ile hem diğer bölümlerle etkileşim/iletişimini, hem de şirket verimliliğini arttırmış olur.

Şirket Karnesi (Balanced Score Card)uygulamalarının, şirketlerin stratejileri ve misyonunun fiziksel ölçütler haline dönüştürülmesi süreci olduğunu daha önce belirtmiştim. İşte bu kapsamda kâr merkezi odaklı iyi kurgulanmış şirket iç süreçleri Şirket Karnesi uygulamalarını hedefine ulaştırmada dinamo görevi görebilir.

Günümüzde iş hayatının hızlı değişkenliği çok detaylı projelerin hayata geçse bile, uzun süre hayatta kalmasına imkan vermiyor. Bu nedenle de olası projelendirmelerin en basit nasıl işleyebileceği çok iyi düşünülmeli. … Ben düşünüyorum.

Almanya Başarabilir Mi?

(“İşyerindeki kültürel çeşitliliği bayağı keyifli buluyorum. Otuz dilde ‘HAYIR’ demeyi öğrendim.” )

Geçtiğimiz gün Hürriyet gazetesinde çıkan bir haber çok ilgimi çekti. Konu özünde şirketler bünyesindeki insan ve kültür çeşitliliği ile ilgiliydi. İnsan ve kültür çeşitliliği bir kurumsal zenginlik olarak algılanması gerekirken, kimi zaman “ayrımcılık” dediğimiz büyük probleminde çıkış noktasını oluşturmaktadır.

Habere göre Almanya’da bulunan bazı uluslararası büyük kuruluşlar özgeçmiş uygulamalarında farklılaşmaya gidiyorlar. Bizde de geçerli olan fotoğraf, medeni durum, milliyet, doğum tarihi gibi özgeçmiş bilgileri artık adaylardan istenmeyecek. Hatta adaylar isimlerini bile beyan etmeyecekler. Özgeçmişler tümüyle tecrübe ve yetkinlikler üzerine kurulu olacak. Bu sayede de ayrımcılık nedeniyle iş bulamayan insanlar işe alımda eşit fırsata sahip olacak. Kısacası Almanya’da yaşayan üç milyon Türk için bu gerçekten önemli bir gelişme.

Haberde aktarılan pozitif tablo işler ise ne güzel. Gerçekten şirketlerin yetenek yönetimi açısından büyük bir adım.

Şimdi birçok kişi “Bu tip ayrımcılık durumları bizim ülkemizde yaşanmıyor” diyebilir. Yaşanıyor. Örneğin başı kapalı kadınlar, Kürtler, engelliler bu ayrımcılıkla başı çeken mağdurlar.

Biz İnsan Kaynakları profesyonellerinin kurumsal olarak en büyük ödevlerinden biri insan ve kültür çeşitliliğini yapıya en sağlıklı şekilde yansıtmak ve içinde yaşatmaktır. İnsan Kaynakları profesyonelleri olarak kendi önyargılarımızdan kurtulmadıkça üstümüzde taşıdığımız ‘insan haklarına saygılı, eşitlik prensiplerine bağlı kurumsal yapıyı inşa etme‘ misyonumuzu gerçekleştiremeyiz.

Toplum hayatında özlemle beklediğimiz, istediğimiz eşitliği önce şirketlerimizde bizler inşa edebilmeliyiz.

İnternet Sansürüne Karşı Protesto Yürüyüşü

Günlük hayatımın önemli bir bölümü bilgisayar başında ve internette geçiyor. Ama gerek iş, gerekse hobilerimi yürütmek için internet başında severek harcadığım dakikalar için artık kaygılıyım.

Neden?

İçinde özgürce dolaşmaktan büyük zevk aldığım internete devlet eliyle uygulanmaya başlayan yoğun sansür nedeniyle.

Devletin başlangıçta internet kullanıcısını koruma amacıyla devreye aldığı sansür mekanizmalarının birkaç önemli gerekçesi vardı. Benim de hassas olduğum çocuklara yönelik cinsel istismar bunlardan biriydi. Atatürk’e, Türkiye Cumhuriyeti’ne hakaret içerikli yayınlar ise gerekçelerden bir diğeri. Konu üzerine çok tartıştık, YouTube’u bu yolda ‘kaybettik’.

Fakat son dönemde bir bakıyoruz, farklı kamu otoriteleri de kendi sorumluluk alanları çerçevesinde site kapatma yetkisine sahip kılınmış. Örneğin Diyanet İşleri veya Polis Teşkilatı. Çok net görülüyor ki, olay bambaşka yerlere gidiyor. Devlet ve hükümet “ben ne istersem sen ona bakabilirsin” diyor bize. Ne haddine ?! Yakında Maliye Bakanlığı da bu yetkiye sahip olursa hiç şaşırmayacağım. Hükümetin icraatlerini eleştiren herhangi bir ekonomi yazısı anında yayından alınacak örneğin. Sansür yeme korkusuyla yazı yazma hürriyeti sindirilecek, susturulacak.’ Tele kulak ile yaratılan korku ortamı internet üzerinde de mi yaratılmaya çalışılıyor?’ diye bir soru geliyor aklıma.

Ben, giderek artan ve beni ‘yetersiz insan’ yerine koyma çabasındaki devlet eliyle sansür politikasından çok rahatsızım. Benim iyi ile kötü, doğru ile yanlışı ayıracak bir beynim var. Üstelik sözde ‘yanlış’ olanı da okumak hakkına sahip olmalıyım. Bu benim vatandaş olarak özgürlüğüm. Devlet benim ne okuyup okumayacağım üzerinde söz sahibi olamaz, olmamalıdır. “Vatandaş anlamaz, o yeterince bilgili değil, onu korumalıyım” şeklindeki faşizan, kibirli tutum, bu ülke vatandaşlarının olgunlaşmasını kasıtlı olarak istemeyen zihniyetin bir ürünü olabilir ancak.

Şu an İstanbul’da değilim. Eğer olsaydım yarın beni nerede bulabileceğiniz belliydi: Taksim.

Yapacağım duyuru şöyle:

İnternet’te uygulanan sansürü protesto etmek için 17 Temmuz 2010 Cumartesi günü Taksim Meydanında saat 17:00’de buluşuyor, temel hak ve özgürlükler için yürüyoruz.

http://www.sansurekarsiyuruyus.com/

Bedenim değil ama aklım ve yüreğim yarın Taksim’de olacak.

.

İnternet’te sansüre karşı ortak platform deklarasyonu:

Temel Hak ve Özgürlükler Engellenemez

1. Internet kullanıcılarının düşünce özgürlüğü ve bilgiye erişim hakkı engellenemez.

2. Türkiye’de bireylerin, kurumların, ve şirketlerin bilişim alt yapılarını istedikleri şekilde oluşturmaları ve istedikleri servislerden yararlanmaları engellenemez. Sansür ülke ekonomisine de kabul edilemez bir bedel yüklemektedir.

Hukuka Aykırı, Ölçüsüz ve Keyfi İdari İşlem Demokratik Hukuk Devletinde Kabul Edilemez

3. 03 Haziran 2010 tarihinden beri Google servislerine uygulanan dolaylı sansür Anayasa’ya ve hukukun temel ilkelerine aykırıdır. BTK ve TİB tarafından alınan karar ve uygulama ölçüsüz ve tutarsız bir uygulamadır. Bu konuya ilişkin yapılan açıklamalarda, idarenin böyle bir yetkisinin olmadığı vurgulanmıştır. Nitekim, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı talebi ile Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 17.06.2010 tarihinde YouTube sitesine erişim sağlayan 44 IP adresini engelleme kararı daha önce yapılan işlemin yetki bakımından hukuka aykırı olduğunu ispatlanmıştır.

4. 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 17.06.2010 tarihinde verdiği ek karar, yetki sorununu çözmüş bulunmakla birlikte, kullanıcıların anayasal haklarını dikkate almadığı için yanlıştır ve en kısa sürede kaldırılması gerekir.

Sansür Amaçlı Kullanılan 5651 Sayılı Kanun Kaldırılmalıdır

5. Erişim engelleme hukuka aykırı içeriği engellemede yetersiz bir yöntemdir. Mevcut engelleme yöntem ve araçlarının hiçbiri hukuka aykırı olduğu veya çocuklar açısından uygun olmadığı iddia edilen içeriğe ulaşmayı engelleyecek etkili bir çözüm sunmamaktadır. Erişim engelleme ile iddia edilen suçu işleyenden ziyade tüm Internet kullanıcıları cezalandırılmaktadır. Eğer filtre kullanımı gerekli görülüyorsa, bu kullanım bireyler tarafından kendi kişisel bilgisayarları üzerinde gerçekleştirilmelidir.

6. Ayrıca, engelleme kararları sadece hukuka aykırı olduğu iddia edilen içeriğe değil, bu sistemlerin tümünün çalıştığı tek bir alanın içeriğinde bulunan milyonlarca yasal sayfa ve dosyaya da erişimi imkânsız kılmaktadır. Bu nedenle, 5651 sayılı Kanun ve uygulaması, Anayasa’da öngörülen ve AİHM tarafından geliştirilen zorunluluk ve orantılılık testlerinin gereğini yerine getirememektedir.

7. 5651 Sayılı Kanunun uygulanması sansürle aynı kapıya çıkmaktadır. Türkiye’de mahkeme kararları ve idari engellemelerle 5000’den fazla web sitesi şu anda erişime kapatılmış bulunmaktadır. Yüzlerce web sitesi de 5651 Sayılı Kanun’un kapsamı dışında engellenmiştir. Mevcut rejimin taşıdığı esasa ve usule dair eksiklikler ifadeyi sansürleyen ve susturan bir yapı oluşturmuştur. Kanun ve uygulamasının etkileri geniştir, yalnızca ifade özgürlüğünü değil, özel yaşamın gizliliğini ve adil yargılanma hakkını da ihlâl etmektedir. Demokratik bir toplumda sansürün bu ölçüde yaygınlaşması kabul edilemez.

8. 5651 Sayılı Kanun Kaldırılmalıdır. 5651 Sayılı Kanun, çocukları hukuka aykırı ve zararlı İnternet içeriğinden korumak amacıyla hazırlanmıştır. Fakat benimsenen engelleme politikası, hükümetin çocukları koruma amacının çok ötesine geçmektedir. Uygulamada yaygın olarak görünen sonuç, hukuka aykırı olmayan içeriğin ve 03 Haziran 2010’dan itibaren Google şirketinin Türkiye’den milyonlarca kişi tarafından kullanılan 40’a yakın servisine yetişkinlerin erişiminin ve bu servislerin kullanılmasının yasaklanması olmuştur.

Çocukların Zararlı İçerikten Korunması için Öngörülen Devlet Politikası Yetişkinleri Etkilememelidir

9. Hükümet, mevcut politikası yerine çocukları gerçekten zararlı İnternet içeriğinden korumak için yeni bir politikayı katılımcı bir şekilde geniş kamuoyu desteği (sivil toplum, akademi, ve özel sektör) ile geliştirmelidir. Ancak bu yeni yapılanma, çoğunluğun ahlaki değerlerini diğerlerine dayatacağı bir çalışma olmamalıdır. İnternet düzenlemesine ilişkin yeni politika, ifade özgürlüğüne ve yetişkinlerin her türlü İnternet içeriğine erişim ve tüketim haklarına saygı temelinde geliştirilmelidir. Bu ilkeleri içeren yeni politika, şeffaf, açık, katılımcı, ve çoğulcu bir yöntemle belirlenmeli ve hayata geçirilmelidir.

10. Vatandaşların Anayasa’da güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerini korumak hükümetin ve idarenin asli görevidir. Bu güvencenin sağlanmaması halinde sorumluların istifa etmesi demokratik bir toplumun zorunlu sonucudur. Bu nedenle, yukarıda sayılan önlemleri en kısa sürede almamaları halinde gelişmelerden sorumlu Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı İnternet Daire Başkanlığı Başkanı Sayın Osman Nihat Şen, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı Sayın Tayfun Acarer ve Ulaştırma Bakanı Sayın Binali Yıldırım’ın istifa etmesi acil bir zorunluluk haline gelecektir.

Yürüyüşe destek veren siteler:

ankara.net
bildirgec.org
bobiler.org
engellerikaldir.com
fizy.com
hafif.org
oyungezer.com.tr
inci.sozlukspot.com
istanbul.net
itusozluk.com
izmir.net
komikaze.net
penguen dergisi
seslisozluk.com
sozluk.sourtimes.org
uludagsozluk.com
uzman.tv
tomshardware.com.tr
zargan.com
zaytung.com

Kaynağım İnsan Halk Oylaması Birincisi !!

Bu öğleden sonra günüme ayrı bir güzellik, ayrı bir coşku geldi.

E-Posta kutumu açtığımda Altın Örümcek Web ödüllerinden gelen “bilgi” mesajımı hemen dikkatimi çekti. Tıkladım.

” …

Bu sene 8.si düzenlenen organizasyonda finale kalan siteler arasından halk ve jüri oylaması birbirinden ayrılarak jürinin değerlendirmeleri sonucunda dereceye giren sitelerin yanında, sadece internet kullanıcılarının kullandığı oylar ile her kategoride Halkın Favorileri de belirlenmiştir. Bu şekilde internet kullanıcılarının kendi beğenilerini ortaya koyabilecekleri bir platform sağlanmıştır. Halk Oylamasında, http://kaynagiminsan.com sitesi Seri İlan/Kariyer/İK Kategorisinde Halkın Favorisi olarak seçilmiş olup, başarılı projenizden ötürü sizi tebrik ederiz.

….”

İlk başta şaşırdım. Mesajı baştan aşağı bir defa daha okudum. Hiç beklemediğim bir anda gelen bu habere ilk üç beş dakika ekran başında tepki veremedim. Sonrasında benim için cep telefonları aracılığıyla oy mesajı atan tanıdığım, tanımadığım herkesi düşündüm ve o an Kaynağım İnsan’a gösterilen bu takdirin büyüklüğünü yüreğimde hissettim.

Sevgili Kaynağım İnsan Okurları,

Herbirinize verdiğiniz destek, yazılarıma yaptığınız yorumlar ve ziyaretleriniz için sonsuz teşekkür ederim.

Takdir ve ilginize layık olmak için hep çok çalışacağım.

😀

Şirketler Neden İş Başvuru Formu Doldurtur?

Şirketler mülakata çağırdıkları adayların önüne doldurmaları için iki veya dört sayfadan oluşan İş Başvuru Formu verirler. Bazı adaylar bu formları itirazsız doldurur, bazısı ise doldurmayı reddeder. “Ben size özgeçmişimi gönderdim, neden aynı bilgileri tekrar tekrar yazıyorum?” diye çıkışırlar.

O halde meraklısı için neden adaylara İş Başvuru Formu doldurttuğumuzu madde madde açıklayayım:

1. İş Başvuru Formunun doldurulması isteği şirketin potansiyel çalışanından ilk talebidir. Bu ilk iş talebi aday nezninde bir angarya niteliği taşıyabilir ama zaten iş hayatında da ne angaryalarla karşılaşmıyor muyuz? İlk angaryayı reddeden işe girdiği takdirdekarşılaşacağı büyük veya küçük bütün angaryalarda problem çıkatacak, işi aksatabilecektir.

2. İş Başvuru Formuna gösterilen özen; temiz ve eksiksiz doldurulması adayın işe genel yaklaşımının bir aynasıdır, uyum, uzlaşma ve çalışanlık göstergesidir.

3. İnsan Kaynakları Uzmanları İş Başvuru Formu doldurulurken kullanılan yazı karakterlerini analiz edebilmektedir.

4. İş Başvuru Formları İnsan Kaynakları bölümünün kurumsal kimlik kapsamındaki kıymetli evraklarından biridir. Mülakata alınan adayların bilgilerinin belirli standartlarda arşivlenmesini sağlar. Aday formda beyan ettiği bilgilerin doğru olduğuna dair formun altına imzasını atar. Şirket ise bilgilerin gizliliği üzerine adaya güvence verir. Karşılıklı bu taahhüt özgeçmiş üzerinden yapılamaz..

5. Özellikle özenerek İş Başvuru Formunu dolduran adaylar, formu kurumun ciddiyetinin bir göstergesi olarak algıladıklarını net olarak ifade etmektedirler.

6. İş Başvuru Formları kurumsal pazarlama anlamında büyük değer taşır. Aday formu dolduruğu süre boyunca elindeki evrak vasıtasıyla kurum ile resmi bir bağlantı içine girer. Bu bağ kurum ve marka bilinilirliği açısından önemlidir.

7. İş Başvuru Formlarının tasarımı ve içeriği vasıtasıyla adayın özgeçmişinde bulunmayan bilgilere ulaşılabilmekte, adaya çeşitli kişisel sorular yöneltilebilmektedir.

Sıraladığım temel doldurulma nedenleri dışında şirket bazlı farklı detaylar da listeye eklenebilir.

Sevgili iş arayanlar, lütfen iş görüşmesine gittiğinizde sizden doldurmanız istenen İş Başvuru Formunu dikkatle, temiz ve doğru içerikle, üşenmeden doldurun. İnsan Kaynaklarının bu ricasını reddetmeyin.

Örneğin ben çok güzel doldurulmuş bir form elime gelirse adaya teşekkür ederim. + 1 puan alır.  Zaten adayı beğenip çağırmışım, elimdeki form da pırıl pırıl … süper 😀