Sakarya Üniversitesi İnsan Kaynakları Yönetimi Bölümü Blogu

Türkiye’de İnsan Kaynakları Yönetimi, lisans programı düzeyinde biri devlet, diğeri özel, iki üniversitede bulunuyor: Sakarya Üniversitesi ve Maltepe Üniversitesi.

Sakarya Üniversitesi İnsan Kaynakları Yönetimi bölümünün Facebook sayfasını uzun süredir takip ediyorum. Bugün ise bir mesaj geldi gruptan, sevindim:

Bölüm öğrencileri ‘sonunda’ bir blog açmaya karar vermişler.

Eğer bloga bakacak olursanız bölüm öğrencilerinden önce Kaynağım İnsan’ın takipçiler arasına girdiğini göreceksiniz. 🙂

Merakla bekleyeceğim geleceğin İnsan Kaynakları profesyonellerinin paylaşımlarını. Akademik bilginin önemi pratik içindekiler için çok önemli. Bu nedenle öğrencilerin blog üzerinden paylaşımları altın değerinde. Bütün meslekdaşları da bu blogu takip etmeye davet ediyorum.

Bilgi ve tecrübe paylaşarak büyüyor.

🙂

Yetkinliğe Dayalı İK Yönetimi

Yukarıdaki sunum Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Yönetim ve Organizasyon üzerine tezli yüksek lisans yapmakta olan Özge Güler’ e ait. Kendisinden 2008 yılında yüksek lisans grubuna yönelik hazırlamış olduğu çalışmasını Kaynağım İnsan okurları ile paylaşmasını rica ettim, beni kırmadı 🙂

Yetkinlik kavramını tarihçesinden başlayarak, metodolojisi, temel İnsan Kaynakları fonksiyonlarındaki (seçme-yerleştirme, ücret ve ödül yönetimi, performans değerlendirme, eğitim-geliştirme, kariyer yönetimi) uygulama örneklerine kadar bilgilendirici, net hazırlanmış, güzel bir sunum olduğunu düşünüyorum.

Sunumun 22. sayfasında yer alan “bu yetenek kişide doğuştan bulunabileceği gibi, deneyimin etkisiyle yaşanarak sonradan da kazanılabilir” açıklaması “Yetenek Yönetimi” süreçleri çerçevesinde ele alındığında genel kabulü yansıtmıyor. Yetenek, tezde belirtildiği üzere kişide doğuştan bulunmaktadır ama sonradan deneyimle kazanılamaz. Sonradan deneyimle kazanılabilen ‘beceridir’.

Değişim Adamı

Geçen cumartesi ilk üç konuşmacıyı dinleyerek önemli dersler aldığım Eğitişim Kariyer Enstitüsü CEO’lardan Yönetim Dersleri programının bugün üç diğer konuşmacısı ile buluştuk; Intel’in Orta Doğu Türkiye Afrika Satış Müdürü Ege Ertem, Reckitt Benckiser Türkiye Başkanı ve Iglo Genel Müdürü Caner Tunaman ve Otokoç Genel Müdürü Görgün Özdemir. Tahmin edebileceğiniz gibi dolu dolu saatler geçirdik.

Intel’in Orta Doğu Türkiye Afrika Satış Müdürü Ege Ertem konuşmasını kurum kültüründeki yer alan farklı diller, farklı renkler üzerine kurgulamıştı. Uzun yıllardır bünyesinde bulunduğu uluslararası platformdaki insan çeşitliliğinin yönetsel boyutta yaşattığı zorlukları büyük bir içtenlikle paylaştı katılımcılarla.

Ege Ertem’in bir saptaması ilgiye değerdi: “Türk şirketler yurtdışına çaycısına kadar yine Türk kadrolarla çıkıyor. Oysa yabancılar örneğin, Türkiye’ye gelirken işin başına Türkleri yerleştiriyor.” Ege Ertem, Türk şirketlerin bu genel tavrını içe dönüklüğe, dışa kapalılığa bağladı. Bunun sadece şirket yönetimleri için de geçerli olmadığını, genel olarak farklılıklara kapalı bir millet olduğumuz görüşünü paylaştı. Oysa ki, gelişim, değişim dışa açılabilmekte yatıyor.

‘Peki, dışa açılmak için neler yapmalı?’

Karşımızdaki yabancıya

1) Soru sormalı,
2) Onu dinlemeli,
3) Onu itmemeli, kendimize çekmeli,
4) Katılımcı stratejik yönetim prensiplerini uygulamalıyız.

İkinci konuşmacı Reckitt Benkiser Türkiye Başkanı ve Iglo Genel Müdürü Caner Tunaman’dı. Kariyeri boyunca içinde bulunduğu global platformları engin vizyonu, girişimci ruhu, çok yönlü bakış açısı ile nasıl şekillendirdiğini büyük bir hayranlıkla dinledim. Caner Tumanman’ın hayatım boyunca bana büyük ilham kaynağı olacağını düşünüyorum. (Yukarıdaki fotoğraf kendisine aittir)

Konuşmasına “Ben bir pazarlamacıyım, ben iş dünyasının tanımı ile değişim adamıyım” diye başlayan Caner Tunaman’ın marka yaratmak, geliştirmek, konumlandırmak, değiştirmek konularında gerçek bir yetenek olduğunu belirtmek gerek. Türkiye’den global marka yaratabilmek, hatta Türkiye’yi bir global marka yapabilmek konusundaki azimli, hırslı ve sevgi dolu yaklaşımını da kendime örnek alacağımı söyleyebilirim.

Markanın ürün değil, kavram satmak olduğunu ve bu ‘kavram’ın içi doldurabildiğinde başarı sağlanabileceğini aktaran Caner Tunaman, beraber çalışacağı ekip arkadaşlarının çok çalışkan, çok yönlü, çok yaratıcı olmalarını beklediğini de ekledi.

Günün son konuşmacısı Otokoç Genel Müdürü Görgün Özdemir’di. Koç Holding’in kurum kimliğini %100 ruhunda taşıyan Görgün Özdemir, Otokoç’un 2001 yılından itibaren geçirdiği üç birleşme sürecini nasıl yürüttüğünü kapsamlıca anlattı. Konuşma içeriğinin ilham vermekten ziyade, iç bilgi ve veri aktarmaya yönelik olması otomotiv sektörü ile ilgili olmayan pek çok katılımcının dinleme hevesini biraz kırdı kanımca.

Görgün Özdemir’in geçtiğimiz on yıllık sürede özellikle İnsan Kaynakları Yönetiminin değişim ve gelişiine yönelik paylaşımları ise benim ilgimi çok çekti. Bu nedenle Otokoç’un İK yapılanmasına dair aldığım notları Kaynağım İnsan’a aktarmayı bir görev biliyorum. 🙂

Otokoç İK Yönetimi:
1. İş Analizi & Görev Tanımları
2. Yetkinlik Bazlı Mülakat
3. İş Değerleme ve İş Aileleri, Kademelendirme Sistemi – Hay
4. Ücret Yönetim Sistemi – Hay
5. Değişken Ücret Yönetimi (Prim)
6. Balanced Scorecard
7. 360 Derece Yetkinlik Değerlendirme – (terfiler-performans takip)
8. Kariyer Planlama ve Yedekleme
9. Eğitim ve Bireysel Gelişim

Otokoç’un onuncu madde olarak yakın zamanda “Yetenek Yönetimi” sistem süreçlerini de devreye alması dileğim ile …

İlgili diğer yazılar:

İnsan için

make.believe

Yerel Yönetimlerde Dengeli Performans Karnesi Uygulamaları

Biz özel sektöre Dengeli Performans Karnesi (Balanced Scorecard) uygulamasını anlatmaya, uygulatmaya çalışırken bir bakıyoruz Yerel Yönetimler özel sektörü çoktan sollamış, sistemi hayata geçirmiş, yetmemiş, bir de duyurmuş. İsimlendirme olarak bazısı Performans Programı, bazısı analiz tablolarına yani sonuca tam olarak gitmeden sadece Stratejik Planını belirtmiş ama metodoloji Dengeli Performans Karnesi.

İnceleyelim:

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (Yukarıda yer alan sunumu özellikle 33. sayfadan sonra inceleyiniz, çok güzel bir çalışma, tebrikler.)

Ankara Büyükşehir Belediyesi (linkte 2010-2014 yıllarını kapsayan 13 adet stratejik plan dosyasını inceleyebilirsiniz ancak Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek strateji planı sonrasında deklere etmesini beklediğimiz belediyesinin performansına dair ölçüt ve hedeflenen rakamları açıklamamış, neden acaba ?! )

İzmir Büyükşehir Belediyesi( şifreli dosya olduğu için sunumu Scribd’e aktaramadım. Açılan İzmir Büyükşehir Belediyesi anasayfasının sol sütünü alt tarafında yer alan 2010 Performans Programına tıklayarak dosyayı indirebilirsiniz.)

Sevgili Hilal Hergel’e beni çalışmalardan haberdar ettiği için ayrıca teşekkür ederim. 🙂

YTÜ İşletme Kulübü – CV’ni Güncelle ’10

7-10 Aralık 2010 tarihleri arasında Yıldız Teknik Üniversitesi İşletme Kulübü’nun organize ettiği CV’ni Güncelle ’10 etkinliği var. Geçtiğimiz Mart ayında da tecrübe etme imkanı bulduğum etkinliğe ben de 7 Aralık yani yarın konuşmacı olarak katılıyorum.

YTÜ İşletme Kulübü yıl içindeki çalışmaları ile benim çok takdir ettiğim, örnek gösterdiğim bir ekip. Seminerler, konserler, eğitimler, dergiler … yıl boyunca hiç durmadılar, sürekli üretiyorlar. Geçtiğimiz bahar Davutpaşa Kampüsü’ndeki etkinliği Yıldız Kampüsü içinde yer alan Oritoryum Sergi Salonuna taşımış olmaları onların başarılarının okul yönetimi tarafından da onandığının göstergesi.

CV’ni Güncelle ’10 kapsamında davet edilen konuşmacılar birbirinden nitelikli ve etkinliği takip eden gençlere eminim büyük faydaları olacak. Herkesin ücretsiz katılımına açık olan CV’ni Güncelle ’10 u kaçırmayın ve yanınızda not deftersiz sakın gelmeyin derim 😀

Yer: Yıldız Oditoryum Sergi Salonu – C Blok Konferans Salonu
Benim konuşmam saat: 13:00-14:45

Etkinlik Detaylı içerik için tıklayınız

Facebook Etkinlik Sayfası

İnsan İçin

Dün Eğitişim Kariyer Enstitüsü’nün düzenlediği ‘CEO’lardan Yönetim Dersleri‘ programındaydım. Üç hafta sürecek programın ilk gün davetlileri İpragaz CEO’su Selim Şiper, Transtürk CEO’su Rıza Başoğul ve Unilever Türkiye Başkan Yardımcısı Cem Tarık Yüksel’di.

Programa büyük heyecanla gittim. Kariyerlerinin ileri seviyelerindeki bu üç profesyonelden öğrenebileceklerim, onların tecrübelerini dinlemek ve sorular yöneltebilecek olmaktı heyecanımın nedeni. Beklentilerimin hepsi gerçekleşti, bilgi ve tecrübe aktarımı dolu bir gün geçirdim.

Pek çok not aldım, bunları şimdi tek tek yazmanın çok anlamlı olacağını düşünmüyorum ama belki birkaç cümle günün tonunu size hissettirebilir.

İpragaz CEO’su Selim Şiper:

Kem aletle kemalet olmaz – Kötü aletle iyi iş çıkmaz“,

Vasat insanlar eşitlikçidir, eşitlik insanları vasatlaştırır, lider eşitlikçi değil, adaletli olmalıdır

Liderlik sonuçla onanır

Lider olabilmek otorite (konusuna hakim, bilgili) olmayı gerektirir.”

Transteknik CEO’su Rıza Başoğul:

Değişim önce zihinde başlar

Şirketlerde operasyonel fonksiyonlar inanç, yönetim kurulları, CEO ise kurumsal kimliği yönetir

Değişim sürecini yönetebilmek farklılığı algılamaktan geçer

Unilever Türkiye Başkan Yardımcısı Cem Tarık Yüksel: Gün sonu değerlendirmemde beni en çok etkileyen konuşmacı olan Cem Tarık Yüksel’in hazırladığı sunum, içeriği itibariyle benim bugüne kadar gördüğüm en mükemmel çalışmaydı.

Hayatımda ilk defa bir profesyonelin toplum, siyaset, sağlık, bilim, ticaret, tüketim, silahlanma, enerji, doğa, biyoloji, trendler, ekonomi, teknoloji, internet ve belki şu anda aklıma gelmeyen pek çok ana başlığı, alt başlıklarına indirgeyerek, birbirleri ile olan bağlantılarını kurarak ve her birini onlarca örnek, yüzlerce veriyle destekleyerek nefes almaksızın, bu derece başarılı anlatabildiğine şahit oldum.

Cem Tarık Yüksel konuşması sonunda “sorunuz var mı?” diyerek bizlere baktığında, soru üretebilecek kadar bile zihnimde kendime ayırabileceğim alan kalmamıştı. Dinlediklerim, gördüklerim tüm beynimi kaplamış ve sindirilmeyi bekleyen büyük lokmalar şeklinde üst üste dizilmişlerdi. Bazı insanlar, bazı pozisyonlara boşu boşuna gelmiyor. İlerilerinin de çok açık olduğu kesin.

Cem Tarık Yüksel’in son sözü, arkasındaki büyük sunum görüntüsü ile şu oldu:

CEO’lardan Yönetim Dersleri; Unutmayın, iş hayatınızda her ne yapacaksanız yapın, bu gördüğünüz (aynı fotoğrafı kullandım) için yapacaksınız; insan için

İşte bir profesyonel ancak hayata böyle geniş açıdan, böyle veri odaklı bakarak, gördüğü büyük manzaradaki her bir noktayı birbiri ile bağlantılı hale getirerek ve vicdanını kaybetmeden başarılı olabilir. Bu da çok çalışmak, çok takip etmek, çok meraklı olmak, çok okumak, çok gezmek, çok dinlemek, çok araştırmak demek.

Keşke Cem Tarık Yüksel’in sunumuna bir yerlerden ulaşabiliyor ve Kaynağım İnsan arşivine de alabiliyor olsaydım…

İlgili diğer yazılar:

Değişim Adamı

make.believe

Zeynep Braggiotti

Her şey aslında internette “mantar çorbası”nın tarifini  aramakla başladı.

Yıllar önce; elim kalem tutmaya başlayıp kalemle parmaklar birbirlerine iyice ısındığından bu yana, bir günlük sevdasıdır gidiyordu benim için. Ağlarım yazarım, gülerim yazarım, severim yazarım, kızarım yazarım…

Sonra bir telaş aldı yaşamımı. İş güç, evlilik çoluk çocuk derken, günlük öksüz kaldı çekmecenin bir köşesinde. “Geçmişte neler döktürmüşüm, okuyup biraz güleyim” dediğim zamanlar açar olmuştum günlüğün sayfalarını. Ama o kalemi tutmayı, beyaz sayfaları karalamayı da çok özlemiştim. Hele bir de anne olduktan sonra yaşamım  sona ermeden kızıma beni hatırlatacak bir şeyler bırakma isteğim de artmıştı.

Yazmak istiyordum. Sadece nerden başlayacağımı bilemiyordum. Sırf içimden geliyor diye yazsam ne olacaktı ki, eninde sonunda oturup yine ben okuyacaktım yazdıklarımı. Bu değildi arzu ettiğim…

İşte bir gece çorbanın tarifini ararken rastladım bloglara. Şaşırmıştım. O güne kadar haberim yoktu blog olayından. Kendimi kaybettim sayfalar arasında. Birinden atlayıp ötekine geçiyordum. Kazıdıkça binlercesi geliyordu karşıma.

Bir ışık yanmıştı beynimde o anda. Yazmak istediklerimi bu sayede yazabilir, sesimi bir çok kişiye duyurabilirdim.

Günler geçti, takip ettiğim blog sayfaları çoğaldı. Her gün yeni yeni şeyler öğreniyor, yeni yeni insanlar tanıyordum. Sanal ortamda çokça arkadaşım olmuştu.

İşte o arkadaşlarımın içinden bir hemşehirlim ile gün geçtikçe dostluğum ilerledi. İlerledikçe, sohbetlerimiz koyulaştı. Koyulaştıkça birbirimize ilham kaynağı olduk.

Ben yazıp bir şeyler ortaya çıkarmak istiyordum o ise o sırada ilk kitabını hazırlıyordu. Ortak yanlarımız o kadar çoktu ki… Ama can damarımız İtalya idi. Ve bir gün sordu : “Neden soyadını aldığın aileni anlatmıyorsun?”

Levanten bir aileye gelin olmuştum 15 sene önce. Kayınvalidemin leziz sofralarında bulunmuştum çoğu kere. İtalya’nın dokusunu, kokusunu seviyordum üstelik. Neden olmasın dedim. Ve 3 sene boyunca yazdım, yazdık.

O dönemde her gün yeni bir araştırma yapıyor, o araştırmaların sonunda yeni bir lezzet deniyordum mutfağımda. Ev halkı ne yazık ki, kendi kurbanlarımdı. Mecburen, sevseler de sevmeseler de yaptıklarımı denemekle yükümlüydüler. Kah birlikte keyif aldık tattıklarımızdan, kah birlikte sevmedik üzerini çizdik pişirdiklerimizin.

Bana soruyorlar;  “Bu kitaptaki her şey size mi ait?”

“Pişirdim, yedim, yedirdim, fotoğrafladım” diye cevaplıyorum onları.

Binnur ile sürekli internet üzerinden irtibat halinde kalıp her ikimizde kendi bölümlerimizle ilgili bir şeyler denediğimizde mutlaka fotoğrafını birbirimize yolluyor, o tadın nasıl bir etki bıraktığını paylaşıyorduk. Değil aynı şehir ya da aynı ofiste, ayrı şehirlerde olmakla da bir ekip çalışmasının olabileceğini gösterdik diye düşünüyorum.  Artık  “İtalyan Aşkı-İtalyan Mutfağına Dair Bir Serenat” adlı kitabımız tüm kitapçıların raflarında.

Doğma, büyüme, okuma, evlenme… Her şekilde İzmir’liyim. Bu şehirden kısa sürelerle kopmuş olsam da yine tilki gibi kürkçü dükkanına  geri dönmüşümdür. Seviyorum; kolay yaşamını, dinginliğini, ılımanlığını.

Daha önceki profesyonel hayatım bankacılıkla başladı. İlk adımlarımı İstanbul’da atmaya başladığım bankacılık mesleğini ekonomik krizler sebebiyle sadece 8 yıl sürdürebildim. Aslında şimdi düşünüyorum da, bir arkadaş tavsiyesi üzerine girdiğim bu alan hiç de bana göre değilmiş. Kişi kendini çok iyi tanımalı. Ne istediğini çok iyi tartmalı. Elbette, Türkiye gibi bir memlekette ne yazık ki ne eğitim sistemi, ne aile yapısı bu tür kararlar  alınmasına izin vermiyor. En azından o zamanlar mümkün değildi. Tek bilinen; ya doktor, mühendis ya da avukat, işletmeci olunurdu. Bugünlerde artık gençlerin daha farklı alanlarda kendilerini göstermelerine seviniyorum.

Profesyonel hayat, amatör kazanç derken sonunda en iyisi “uğraşma evde otur, Zeynep” dedim kendime. Kimi formlarda “meslek” bölümüne “ ev hanımı” yazar olmuştum, büyük bir keyifle. Kendimle dalga geçiyordum. Diplomalı Ev Hanımı !

Çok takıldım kaldım bu konuya ama sonra özümsedim acıtmamaya başladı. İşte o sıralarda yukarıda anlattığım “mantar” çorbası” hikayesini  yaşadım.

Şimdi bakıyorum da, o çorbanın üzerinden 5 seneye yakın bir vakit geçmiş. Başlarken bunları hayal etmiş miydim bilemiyorum. Ama inanıyorum ki, evren siz isteseniz de istemeseniz de yolunuzu hazır ediyor. Size sadece o yolda yürümek kalıyor. Hangi tali yolları seçeceğiniz size kalmış. Ama eninde sonunda, pes etmediğiniz sürece o yolun en aydınlık yerine ulaşıyorsunuz.

Hani yazımın başında demiştim ya; geriye bırakacak ve beni hatırlatacak bir şeylerim olsun istiyorum diye. Artık endişe etmeme gerek yok. Üzerinde ismimin yazdığı bir kitabı hediye ettim benim ve ailemin yaşamlarına. Ben keyiflenmeyeyim de kimler keyiflensin?

Zeynep Braggiotti

http://kalemtras.blogspot.com
http://mutfakrobotu.blogspot.com

Ben Seviyorum


Ben bir İnsan Kaynakları Danışmanıyım. Bir elimde İnsan Kaynakları süreçleri, diğerinde danışmanlık hizmetleri, her sabaha gözlerimi coşku ile açıyorum. Neden mi? Çünkü her iki uzmanlık alanımda da çok severek çalışıyorum. Yeteneklerim çerçevesinde aklımı verimli ve değişim esaslı kullanmamı sağlayan bu sevgi bana büyük mutluluk veriyor. Sonuç olarak, mutluluğun yarattığı genel optimizm de kariyerim adına hedeflediğim başarıya ulaşmamı sağlıyor.

Şimdi sizden yukarıdaki paragrafta dikkatinizi çeken kelimelerin altını çizmenizi istesem … elinizde kaleminiz olmayabilir, o nedenle sizi fazla da uğraştırmayayım, ben dikkatinizi çekmek istediğim kelimeleri sıralayayım: sevgi, coşku, uzmanlık, çok, çalışmak, yetenek, verimli, değişim, mutluluk, optimizm, sonuç, kariyer, hedef, başarı.

İşte size iş hayatınızın nasıl şekillenebileceğine dair anahtar kelimeler. Bu kelimlerin sizin iş hayatınızda nasıl sıralandığı, onların altlarını nasıl doldurduğunuz, birbirleriyle nasıl kurguladığınız tümüyle sizin bilebileceğiniz bir konu, bir beceri. Ama unutmayın ki, bu kelimelelerden birinin eksikliği diğerlerinde de sıkıntıya yol açacaktır.

İş hayatının anahtar kelimeleri’ tanımlaması kelimeler yanyana dizildiğinde çok da anlamlı gelmeyebilir size. O zaman kelimeleri açalım, içlerini birlikte dolduralım. Eğer şimdi karşıma oturuyor olsaydınız, size her kelime ile ilgili aşağıdaki soruları soruyor olurdum:

1.        Sevgi: Kendinizi seviyor musunuz? Ya işinizi seviyor musunuz?

2.        Coşku: Sabahları güne gözlerinizi nasıl açıyorsunuz? Bugün neler yapacağım, yetiştirmem gereken işler, sonuçlandıracaklarım, eksiklerim neler diye düşünerek heyecanlanıyor, telaşlanıyor musunuz?

3.        Uzmanlık: Bir konuyu diğer insanlara göre daha detaylı, derinlemesine biliyor, o konuya çok daha geniş perspektiften bakabiliyor musunuz? O konu hakkında çok çalışmaktan ve konuyu etrafınızla paylamaktan keyif alıyor musunuz?

4.        Çok: Hayatın zirvelerine ‘az’ ile ulaşılamayacağının farkında mısınız?

5.        Yetenek: Doğuştan sahip olduğunuz ve sayesinde işinizde sizi diğerlerine göre bir adım öne çıkartan bir/birkaç beceriniz var mı?

6.        Verimli: Aldığınız eğitim, becerileriniz ve yıllar içinde edindiğiniz tecrübeyi yani öz kaynaklarınızı hem kendiniz, hem de sorumlu olduğunuz iş süreçlerine fayda yaratacak artı değerlere dönüştürebiliyor musunuz?

7.        Değişim: Doğduğumuz andan itibaren bedenimiz, hormonel yapımız sürekli değişiyor. Dolayısıyla zihinsel fonksiyonlarımız, yaşla birlikte edindiğimiz tecrübeler farklılaşıyor, birikiyor, dönüşüyor. İçinde bulunduğunuz değişim dinamiklerini iş üretirken de kullanıyor musunuz?

8.        Mutluluk: Mutluluk kavramına anlık değil, inişleri ve çıkışları ile uzun soluklu bir süreç olarak yaklaşılmasının onun zihinlerdeki hızlı tüketimini engelleyeceğinin farkında mısınız?

9.        Optimizm: Büyük buluşların, büyük işlerin ana varoluş nedeni optimizmdir. “Nasıl olsa olmaz”, “Ben yapmam” diye yola çıkan bir mucit biliyor musunuz?

10.     Sonuç: Her sarfedilen emek ve sonucu risk taşır. Olumlu veya olumsuz, siz sonuç riskini göğüsleyebiliyor musunuz?

11.     Kariyer: Gerçekten ‘neden’ çalıştığınızı hiç düşündünüz mü? Para mı, ünvan mı, başarı mı, hobi olarak mı çalışıyorsunuz? Veya bu dörtlü arasındaki birbirini besleyen, kopmaz ilişkinin farkında mısınız?

12.     Hedef: Hiç yola nereye ulaşacağınızı bilmeden, öngörmeden, düşünmeden çıktınız mı?

13.     Başarı: En son iki elinizi de havaya kaldırıp “BAŞARDIM” diye ne zaman sevindiniz?

Sorulara verdiğiniz cevapları ben duyamıyorum ama eğer siz aklınızdan geçen yanıtlardan memnun kaldıysanız ne mutlu. Demek iş hayatınızın hangi safhasında olursanız olun doğru yolda gidiyorsunuz. Eğer verdiğiniz cevaplardan sizi tatmin etmeyenler var ise, bu konulara odaklanmanızı, konular üzerine memnuniyetsizliğinizin ‘neden-sonuç’ ilişkilerini kurmaya çalışmanızı öneririm.

İş hayatının yönü ve ulaşacağı nokta özünde sadece kişinin kendisinin elindedir. Bu nedenle yolunuz boyunca yukarıda sıraladığım anahtar kelimelere dair kendinize doğru soruları sorma, ardından da dürüstçe cevaplama becerisini edinmeli ve gün sonunda siz de “ben seviyorum” diyebilmelisiniz.

.

Bu yazı Sevgili Yasemin Sungur‘un öncülüğünde Aralık 2010’da yayın hayatına başlayan Martı Dergisinin ilk sayısında yayınlanmıştır.