Son bir aydır kişisel gelişimim için dış kaynak kullanıyorum. Yani çeşitli eğitim programlarına katılarak kendi uzmanlık alanım dışındaki farklı disiplinleri öğrenmeye çalışıyorum. Farklı disiplinler bana ilham veriyor, düşünce açımı genişletiyor.
Son katıldığım eğitim ‘Satış Aşktır’ kitabının yazarı Özkan Kaymak‘ın Satış Yönetimi eğitimi idi. Özkan Kaymak’ın enerjisine, konuya hakimiyeti ve üslubuna hayran kalmamak elde değil. Bir gün boyunca, hiç ilgim dağılmadan, bir nefeste eğitimi geçirdim diyebilirim.
Özkan Kaymak eğitimin sonuna doğru bizimle ‘Başarılı Satıcının 7 İlkesi’ni paylaştı. Dikkatle maddeleri not ettim. Eve döndüğümde her madde üzerine düşündüm. Her biri hepimizin özünde çok iyi bildiği noktalar. Sanırım güzel olan hepsini alt alta dizili görmek. Şiir gibi akıyorlar adeta.
Şimdi bu yedi ilkeyi önüme aldığımda içeriği ‘satıcı’ tanımından çıkartarak genişletme ihtiyacı duyuyorum. Ve sizlerin önüne ‘Sürdürülebilir Başarının 10 İlkesi‘ listemi çıkartıyorum. Kırmızı ile yazılanlar Özkan Kaymak’ın paylaştığı listeye benim katkılarımdır :
1. Dürüstlük
2. Çalışkanlık
3. Planlı olmak
4. Disiplin
5. Kendini yönetmek
6. Özgüven
7. İstikrar
8. Olumlu olmak
9. Sürekli öğrenme / Kişisel gelişim
10. Hedef odaklı olmak
+1. Tutku (Gökhan’a katkısı için teşekkürler 🙂 )
+1. Sabır (Serhat Levent Kahyaoğlu’na katkısı için teşekkürler 🙂 )
+1. Etkin İletişim (gKc’ya katkısı için teşekkürler 🙂 )
+1. Kişisel Farkındalık (Aydan Çağ’a katkısı için teşekkürler 🙂 )
Belki siz de bu liste üstüne düiünerek kendi Başarı İlkeleri listenizi oluşturursunuz. Hatta bana yazarak yukadaki listeye katkıda bulunursunuz. Bekliyorum 🙂
İki gün önce Svagito R. Liebermeister‘ın Nart Risk Management Akademy’de verdiği “Liderliğin ve Başarının Prensipleri” isimli eğitimine katıldım. Bugüne kadar yaşadığım en değişik tecrübelerden biriydi diyebilirim.
Svagito Liebermeister, aslen Alman bir psikolog ve 25 yıldır insanlarla terapist olarak çalışıyor. Derin Doku Çalışması, Neo-Reich’çi Enerji Çalışması, Nabız, Psişik Masaj, Safir Yıldızı Enerji Çalışması, Danışmanlık ve Aile Dizilimi gibi pek çok terapi üzerine eğitimler vermesinin yanında Hintli mistik Osho’nun ‘nun 1981’den beri izleyicisi ve Hindistan’da Pune şehrinde bulunan Osho Meditasyon Merkezi’nde yılda bir defa yapılan Terapist Eğitim Programı’nın da koordinatörü.
Ben oldukça uzun bir süre önce meditasyon ile en yakın arkadaşım nedeniyle kenarından ilgilenmiş ve bana göre olmadığını görmüştüm. Böyle bir eğitime katılırken tek amacım da eğitimciyi tanımaktı. Bu derece doğu felsefesi, mistisizmi içinde olup Alman disiplini ile yetişmiş birinin profilini merak etmiştim.
Eğitim süreci her katılımcının iş hayatında yaşadığı veya yaşayabileceği bir problemi paylaşması şeklinde ilerledi. Her paylaşımda Svagito Liebermaister’ın farklı tutumları ve uygulamalarını gördük. En çok kullandığı yöntem canlandırmalardı. Benim soruma bu yolla cevap vermedi ama bir iki dakika gibi kısa süre içinde yaptığı üç saptama beni gerçekten etkiledi ve şaşırttı. Kanımca bu metodolojide bir eğitim pek çok şirket için iç sorunlarını anlama ve gidermede iletişim kanallarını açtığı ve düşündürdüğü için ilaç niteliği taşıyabilir.
“Bazı eğitimler vardır, anlatılmaz sadece yaşanır” demek sanırım Cuma günü yaşadığım tecrübe için yanlış olmaz. Svagito Liebermeister’ın iki kitabını aldım: Danışmanlığın Zen Yolu ve Sevginin Kökleri. Merakla kitapların sayfalarını karıştırmaya başladım.
Beni eğitime davet ederek böylesi bir tecrübeyi yaşamamı sağlayan sevgili Aslı Aydınlık’a teşekkür ediyorum 🙂
Not: Svagito Liebermeister’ın yukarıdaki gülen fotoğrafını kullandım çünkü eğitim süresince onun böyle güldüğünü görmedim. Sanırım güldüğünü de görmedim.
Kaynağım İnsan TV’nin 11. videosu 23 gün gibi bir ara sonrasında yeni bir konu ile devam ediyor: Sosyal Medya ve İK
Sosyal Medya’nın benim için önemli olması çok doğal. Kaynağım İnsan da bir Sosyal Medya ürünü ne de olsa. Sosyal Medya’yı doğru ve verimli kullanabilmenin iyi örneklerinden biri olarak görüyorum blogumu. Bifiil içinde ciddi zaman ve emek harcadığım Sosyal Medya’nın artıları ve risklerini iliklerime kadar yaşadığımı söylersem abartmış olmam. Dolayısıyla bu ve bundan sonraki birkaç videoda konu ile ilgili tecrübemi meslekdaşlarımla paylaşmak istiyorum.
Bu videonun odak noktası ise Sosyal Medya içindeki Kuşaklar. Baby Boomer, X, Y, Z-Millenium kuşakları şeklinde çeşitli tarih aralıkları ile değerlendirdiğimiz bu ayrımın aslında ülkemiz için oldukça yanlış yorumlandığını açıklamalarım eşliğinde paylaşıyorum.
İnsan, onun bilgisi, tecrübesi, yeteneği kurumların en değerliği varlığı. Dolayısıyla kurum içindeki insanların performansına doğrudan veya dolaylı etki edebilen her faktör biz İK’cıların gündeminde en ön sıralarda yer alıyor. Son zamanlarda da Sosyal Medya çalışanlar üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileriyle İK’cıların en çok tartıştığı, anlamaya, öğrenmeye çalıştığı konu konumuna yükseldi.
Bugün teknoloji ve internet ile en barışık olmayan insanlar bile sosyal ağları kullanıyor. Türkiye’deki 28 milyon Facebook kullanıcısının %65’i aktif iş hayatındaki insanlar. Geçtiğimiz aylarda Türkçeleştirilen kariyer sosyal ağı Linkedin’de her geçen gün ülkemizden daha fazla nitelikli insanın özgeçmişini bulabiliyoruz. Böylesine büyük kitlelerin hayatlarını kavrayan sanal sosyalleşme sürecine İK’cıların mesleki olarak kayıtsız kalması, Sosyal Medya’nın içinde aktif olarak yer almamaları artık imkansızlaştı diyebiliriz. Ancak İK’cıların Sosyal Medyayı kendi iş süreçleri ile entegre etmeden önce üstüne düşünmeleri gereken bir kaç önemli soru var:
1. Sosyal Medya nedir biliyor musunuz? İK ekibiniz Sosyal Medya hakkında ne derece bilgili?
2. Sosyal Medyadaki amaç ve hedeflerinizi, hedef kitlelerinizi tespit ettiniz mi?
3. Hani sosyal ağların, hangi iş sürecinizde, nasıl çözüm ortağı olabileceğinin farkında mısınız?
4. Sosyal Medya risklerinin farkında mısınız? Kurumsal Sosyal Medya Politikanızı oluşturdunuz mu?
5. Sosyal Medya bedava değil. Yürütebileceğiniz projeler için bütçeniz var mı? Yatırımın geri dönüşü için Anahtar Performans Ölcütlerinizi çıkartınız mı?
6. Sosyal Medydaki ürün/hizmet markanızla mevcut konumunuz, itibar yönetiminiz nasıl? Kurumunuzda kim(ler) bu süreçlerin sorumluluğunu üstlenmiş durumda?
7. İşveren marka değerleriniz belli mi? Kurum ile çalışanları kurumsal değerler konusunda mutabık mı?
8. Sosyal Medyaya giriş var, çıkış yok. Sosyal Medya iş/proje sürdürülebilirlik kapasiteniz yeterli mi?
Yukarıdaki soruların cevaplarını verebilir hale gelen İK bölümlerinin ve profesyonellerinin bir an evvel Sosyal Medya’da yerlerini alarak kurumlarına katabilecekleri artı değerlerden kendilerini mahrum bırakmamalarını dilerim.
VizualResume içinde örnek yaratıcı özgeçmişler ve indirilmeye hazır yaratıcı özgeçmiş şablonları bulunduran bir site. Sitenin diğer sunduğu hizmet ise kendi üretiminiz olan yaratıcı özgeçmişinizi yapıya yükleyerek meraklısına ulaştırabilmeniz. Yani yaratıcılığınızı VizualResume üzerinden görücüye çıkartabilirsiniz.
Sitedeki bazı örnek yaratıcı özgeçmişler gerçekten benim çok hoşuma gitti. Kullanıma açık yaratıcı özgeçmiş şablonları da deneye değer. Eğer kendim bir özgeçmiş yaratmak istiyorum diyorsanız, ilham almak için de siteyi kullanabilirsiniz. Bence her ne olursa olsun bir bakın 🙂
2011 Blog Ödülleri’ne kayıt süresi kapandı ve oylama başladı.
Kaynağım İnsan, 2010 yılında Geliştrend’in ardından 2. olmuştu. Geliştrend’de İK yazarlığı yaptığım için Kaynağım İnsan’ın 2010 ikinciliği çifte ödül hissi vermişti bana.
2011 yılında yine Garanti İş Dünyası Blogları kategorisinde yerimi aldım. Bu yıl da hedefim, birbirinden iyi 32 blog arasından sıyrılarak takipçilerimin oyları ile birinci gelmek.
Kayıt işlemleri sırasında cep telefonunuza gelen kodu kullanıyorsunuz. Bu süreçte bazı kişilerin problem yaşayabildiğini öğrendim. Dilerim sizin başınıza oy verme işlemi esnasında hiçbir sıkıntı yaşamazsınız. Her ne olursa olsun yılmayın 🙂
Üniversite öğrencilerine tek bir şey söylemem gerekse herhalde hayallerinin peşinden gitmelerini söylerdim.
Eğer bunun için derse girmemeniz gerekiyorsa girmeyin, eğer bunun için sabahlara kadar batak oynamamanız gerekiyorsa oynamayın, eğer bunun için havaalanlarında ya da otobüs terminallerinde uyumanız gerekiyorsa veya otostop çekmeniz gerekiyorsa hiç durmayın, hemen yola çıkın arkadaşlar. Çünkü hepinizin aslında çok iyi bildiği gibi o dört sene o kadar hızlı geçiyor ki mezun olduğunuzu anlamıyorsunuz bile. Zaten asıl mesele üçüncü sınıfın yazı ile son sınıfta başlıyor. Staj koşturmacası, mezuniyet de yaklaştı ben olacağım kaygısı alıp başını gidiyor. Nacizane bir kaç tecrübemi paylaşmak isterim sizlerle. Hepinizin girdiği her derste sorduğu “bu öğrendiklerim iş hayatında ne işime yarayacak” sorusunu inanın bende kendime soruyordum ve cevabım sizinkinden farklı değildi. Gerçek hayatta kullanmayacağımız onlarca şey öğreniyoruz derslerde. Biliyorum çok sıkıcı, biliyorum sadece vize ve final öncesi ezberleyip geçiyoruz dersleri. Maalesef okullarda gerçekte var olmayan meslekler için hazırlanıyoruz. Avukat ya da doktor olmayacaksanız işiniz zor çünkü dünya o kadar hızlı değişiyor ki bir bakmışsınız geçen sömestr duyduğunuz bilgi atık geçerli değil. Peki eğer iş hayatında ihtiyacımı olan bilgileri derste öğrenemeyeceksek nereden öğreneceğiz biz bu işleri? Ya da okulda ne öğrenirsek en çok işimize yarar? İkinci sorunun cevabı basit: Eğer değişimi yönetmeyi öğrenebilirseniz her şey daha kolay olacaktır.
Üniversitenin bizi hayata hazırladığını değil, hayata hazırlanmak için bir alan oluşturduğunu düşünüyorum. Yani eğer ben okulumu 4 senede bitiririm hatta birde 3’ün üzerinde ortalama yaparsam süper bir kariyer beni bekliyor diye düşünüyorsanız yanlış yere bakıyorsunuz demektir. Şirketler akademik olan verilen bilgiyi ne kadar iyi bildiğinizle tahmin ettiğinizden daha az ilgileniyor. Unutmayın ki sizi işe alacaklar kişiler de aynı sıralarda okudu ve okulda ne öğrenildiğini de vize-final öncesi sabahlayarak alınan notları da gayet iyi biliyorlar. İyi güzel de ne yapmak gerek diye içinizden geçiriyorsunuz sanırım. Öncelikle iyi bir kariyer için bize derslerin değil ders dışı yaptıklarımızın daha çok yardımcı olacağını anlamamız gerek. Buda sivil toplum örgütlerinde, öğrenci topluluklarında daha fazla vakit geçirmek demek. Çünkü öğrenci kulüpleri iş hayatının ufak bir simülasyonu gibidir, başarıyı, başarısızlığı, sorumluluk almayı hatta terfi etmeyi, kulis yapmayı ve daha nice şeyi orada öğrenirsiniz. Bu faaliyetler sırasında tanıştığınız insanlar sayesinde staj yapabilir ve hatta işinizi bile ayarlayabilirsiniz. Diğer bir nokta trendleri takip etmeniz. Yüksek ihtimalle derslerde fil tarihinden kalma teorileri okuyup duruyorsunuzdur. Bunları öğrenmekle birlikte güncel versiyonlarını takip etmeniz gerekli. Ekonomi nereye gidiyor, Hindistan’da olan sel niye Bursa’da bir tekstil fabrikasını batırıyor diye kafa yormakta fayda var. Penguen okumaya devam ama arada Capital’de okumak lazım. Bana bunu öneren kişi zamanında üniversiteye konuşmacı olarak davet ettiğim Hakan Alp’dir. Kendisi o zamanlar Finansbank’da IK grup yöneticisiydi. Aradan yıllar geçti ben Management Centre Türkiye’de çalışmaya başladım ve bir toplantıda Hakan bey ile karşılaştık. O genel müdür yardımcısı olmuş ben çalışmaya başlamıştım ve bana Capital okumamı tavsiye eden kişi olduğu için teşekkür ettiğimde gerçekten ilginç bir sohbet ortaya çıkmıştı.
Gelelim şu hayal meselesine. Steve Jobs ne güzel söylemiş “Aç kal, budala kal” diye. Öğrencilik hayatında aç kalmakta budala kalmakta size hiçbir şey kaybettirmez tam tersine kazandırır. Yapacağınız yanlışların en rahat tolere edileceği yerdesiniz. Bu yüzden hata yapmaktan korkamayın, tam tersine bol bol hata yapın, işleri batırın. Üniversite 2. Sınıftayken staj için başvurduğum uluslar arası bir şirkete yaptığım yanlışlar, başvurduğum ama seçilmediğim yerler ve diğer hatalarımla dolu bir CV gönderdim. Bir süre sonra IK müdürleri arayarak dalgamı geçiyorsunuz bizimle diye sorduğunda “hayır efendim olur mu hiç, sadece neleri öğrendiğimi ve bildiğimi göstermeye çalıştım” demiştim. Tabi sonuç olarak orada stajyer olamadım ama aradan 3 sene geçti ve bu olayı şirketin global IK yöneticisine anlattığımda bana yaptıkları iş teklifi için artık çok geçti.
Üniversite hayatım boyunca öğrenci faaliyetleri, kongreler, seminerler, eğitimler ve toplantılar vs bahanesiyle onlarca ülke ve memleketin onlarca şehrini gördüm. Bir sürü şey öğrendim, çok güzel dostluklar edindim. 3 farklı üniversite de okudum, her yaz staj yaptım ve daha mezun olmadan çalışmaya başladım. Bütün bunların başlangıç noktası ise hayal etmekti. Önce hayal ettim ve inanın bu hayallerin nasıl gerçekleşeceği ile ilgili en ufak bir fikrim bile yoktu. Fakat bir kere yola çıkınca sizin gibi insanları buluyorsunuz ve her şey daha kolay oluyor.
Baturay Özden
Araştırmacı/Analist
Management Center Türkiye www.baturayozden.com
Deprem Bölgesindeki 300.000 Çocuğun Yaşamı Risk Altında
VAN-ERCİŞ BÖLGESİ’NDEKİ ÇOCUKLARIN YAŞAMINI KORUMAK İÇİN
HERKESİ İVEDİLİKLE HAREKETE GEÇMEYE ÇAĞIRIYORUZ.
Van Erciş bölgesinde 23 Ekim’de meydana gelen 7.2 şiddetindeki depremin yıkımının ardından kış koşulları da bölgede yaşamı zorlaştırmaya devam ediyor. 2309 binanın yıkıldığı, 11847 binanın ağır hasarlı, 17923 binanın orta hasarlı olduğu bölgede süregiden 5 ve üzeri büyüklükteki artçı depremler sebebiyle bölge halkı yaşamını dışarda, edinebiliyorlarsa çadırlarda yoksa derme çatma barakalarda geçirmeye çalışıyor. Bir milyonu geçen bölge nüfusuna rağmen devlet tarafından kurulan çadırkent, mevlana kent, konteryner kentlerde barınan nüfusun toplamı yirmi bini geçmiyor.
Kar yağışının başlaması ile barınmaya ilişkin sorunlar had safaya ulaştı. İmkanı bulunanların yanında ve devlet olanakları ile bölgeden hızlı bir göç yaşanıyor. Ancak halen bölgede 600.000’den fazla insanın depremin ve kışın etkilerine maruz kalarak yaşamaya çalıştığı tahmin ediliyor.
Her zaman olduğu gibi bu afette de çocuklar öncelikle ve daha fazla zarar görüyor. Depremin etkilediği bölgede göçün ardından geride kalan 300.000 çocuk bulunduğu tahmin ediliyor. Yoğun kar yağışının başladığı 11 Kasım tarihi ardından -15 dereceleri bulan soğuk hava ile birlikte ilk üç günde 300 çocuğun zature teşhisi ile hastanalerde tedavi altına aldındığı bildiriliyor. Basına yansıyan bu rakamın çok daha ötesinde sayıda çocuğun soğuk kaynaklı hastalıklarla yüzyüze olduğu tahmin ediliyor. Şimdiye kadar resmi rakamlarla Erciş’in Çelebibağ Beldesinde 1 çocuk donarak, önceki gün ise Vanın Karpuzalan köyünde çadırda çıkan yangında 6 ve 12 yaşlarında iki çocuk yaşamını yitirdi, iki çocuk ağır yaralandı. Tedbir alınmadığı taktirde, çocuk ölümlerinin devam etmesinden endişe ediyoruz.
Türkiye 2011 yılında, 20 Kasım Çocuk hakları Günü’nü bu kara tablo ile karşılıyor. Bölgedeki 300.000 çocuğun yaşamı ciddi risk altında. Koordinasyondan uzak, dağınık, işlevsiz, mağduriyeti arttıran çalışmalar ve göstermelik önlemler ile deprem bölgesi dışındaki toplum kesimlerini ikna çabası bir yana bırakılıp durumun ciddiyetinin farkına varılmalıdır. Daha fazla gecikmeden çocukların yaşamını koruyacak etkin önlemler alınmalıdır.
Bu çerçevede:
– Her türlü iç ve dış olanaklar bir ön önce bu amaç doğrultusunda seferber edilmeli, bölge sivil toplumun, ulusal ve uluslararası yardım kurumlarının etkinliklerine açılmalıdır.
– Yardım dağıtımları düzenli olarak ve çadırkentlerde olmasalar dahi tüm ihtiyaç sahiplerini kapsayacak şekilde yapılmalıdır. İhtiyaç sahibinin yardıma değil yardımın ihtiyaç sahibine ulaştığı bir sisteme geçilmeldiir.
– Devlet bölge halkına tam olarak ulaşamamaktadır. Bölgede sosyal hizmet altyapısı yoktur. Çocukların durumunun tespiti ve yerinde destek verilebilmesi için sosyal hizmet altyapısı hızla kurulmalıdır. Bu hizmetin sağlanması için ulusal ve uluslararası sivil toplumdan gelen destek talepleri hızla değerlendirilmeli ve sonuçlandırılmalıdır.
– Sivil toplum örgütleri için işletilen “akreditasyon” sistemi bölgede çalışma konusunda izin almayı haftalara yayan bir bürokrasiye dönüşmüştür. Akreditasyon ile ilgili kalıcı muattap belirlenmeli ve süreç tüm sivil toplum kuruluşları için açık, adil ve hızlı bir şekilde işletilmelidir.
– Kızılay çadırları yerine biran önce kış koşullarına uygun konteynerler, pünomatik ve/veya prefabrik yapılar kurulmalıdır. Bu yapıların sayıları sembolik olmaktan çıkarılmalıdır.
– Çadırkentte yaşamak yardım almanın şartı olmaktan çıkarılmalıdır. Evlerinin bahçelerinde ya da civarında barınmak zorunda olan ailelere de koşulsuz, yerinde, geçici barınak, gıda ve sağlık desteği verilmelidir.
1995’ten bu yana BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin tarafı olan Türkiye sözleşmenin 6. Maddesinde belirtildiği üzere öncelikle çocukların yaşam hakkını korumakla yükümlüdür.
Bu yükümlülüğün ve bölgedeki durumun gereği tüm kamuoyunu, ulusal ve uluslararası tüm kurum ve kuruluşları İVEDİLİKLE, bölgedeki çocukların yaşamını korumak için harekete geçmeye çağırıyoruz.
Gündem: Çocuk! Çocuk Haklarını Tanıtma, Yaygınlaştırma, Uygulama ve Uygulamaları İzleme Derneği Tunalı Hilmi Caddesi No:54/8 Kavaklıdere/ ANKARA * Tel-Faks: 0312 437 76 41 www.gundemcocuk.org * [email protected]
*Gündem: Çocuk!, her çocuğun hak sahibi, eşit, özgür ve onurlu birer birey olarak, barış içerisinde, iyi ve mutlu bir yaşam sürmesi için çocukların yararına bütüncül bir dönüşümü ısrarla savunan bir sivil toplum örgütüdür. Çalışmalarını çocuk hakları alanında yaşanan sorunların temelindeki paradigmanın değişmesi, savunuculuk, ağ çalışmaları ve katılım programları altında, öncelikli çalışma arkadaşları olan çocuklarla birlikte sürdürür.
17 Kasım 2011 Perşembe günü BNC Türkiye’nin organize ettiği ve benim de konuşmacı olarak katırdığım Performans Yönetimi Zirvesi çok verimli geçti. Zirveye katılan konuşmacıların (ilk konuşmacı David Muffin hariç) sunumlarını dikkatle dinledim. Özellikle geri bildirim görüşmeleri esnasında nelerin yapılması, nasıl iletişim kurulması gerektiğine dair Net Danışmanlık Genel Müdürü Mükrime Alptekin’in aktardıklarını tek tek not aldım.
Benim konuşmam Dengeli Performans Karnesi – Balanced Scorecard ile Performans Değerlendirme süreçlerinin entegrasyonu üzerine idi. Kurumsal, bölümsel ve bireysel hedeflerin biribiri ile ilişkilendirilmesi ve bu sürecin kurumlara verimlilik artışı şeklinde geri dönüşünü 45 dakikalık süre içinde katılımcılar ile paylaştım.Umuyorum böylesine kısa bir sürede aktardıklarım katılımcıların zihninde hedef yönetimi süreçlerinin şekillendirmesi ve bütün bu süreçlerde İK’cıların rolü, ağırlığı konusunda ilham kaynağı olur. Zirve konuşmam süresince kullandığım sunumumu yukarıda inceleyebilirsiniz.
Her ne kadar İngiliz Konsolosluğu’ndaki bir etkinlikte tanıştığım David Muffin’in konuşmasını kaçırsam da kendisi beni 21 Kasım 2011 Pazartesi günü düzenlenecek eğitimine davet etti. Büyük bir merak ile Pazartesi gününü bekliyorum. Eğitimi sizinle de paylaşacağım.