Geçen hafta iş görüşmesinde beğendiğim makina mühendisi adaylardan birinin Amerika Birleşik Devletleri’nde sistem mühendisliği üzerine katıldığı yüksek lisans programı için yaptığı net analiz çok hoşuma gitti. Adayım şöyle dedi:
“Ben Türkiye’de bütün mühendislik eğitimim boyunca veya öncesinde hep öğretmen, profesör bana ne verecek diye bekledim. Bir şeyler vermediğinde eleştirdim, sinirlendim. Oraya gittiğimde ise sudan çıkmış balığa döndüm ilk zamanlarda. Bırakın profesörün birşey vermesini, o oturduğu yerden sürekli “benim için ne yaptınız?” diye soruyordu. Kendimi bir anda korkunç bir araştırma, inceleme, değerlendirme, geliştirme, sorgulama süreci içinde buldum. Türkiye’de bir projeyi uflaya puflaya çıkartırken, orada bir yıl içinde dört yıllık lisans programında yapmadığım kadar çok iş çıkardım”
Evet, orta öğretim hayatımızda bize temel sosyal ve fen bilimleri öğretiliyor. Peki ya üniversitede? Türkiye’de üniversitelerde bizler hangi sürece giriyoruz veya girmeliyiz? Öğretim mi, öğrenim mi? Ben söyleyeyim, görünüşteki ismi yüksek öğrenim ama ezberci zihniyetin bir yansıması olarak realitede yaşadığımız öğretim.
Üzücü ama gerçek.
🙁
Bu konuyla ilgili benim de hep düşündüğüm bir nokta var. Talebe – Öğrenci farkı…
Talebe bana daha yakın geliyor. Talep eden, araştıran, daha çok öğrenmenin tarafında aktif olarak yer alan.
Öğrenci bu noktada tam tersi gibi… Öğrenme eylemini pasif olarak gerçekleştiren, kendisine öğretilmesini bekleyen gibi.
Bu yüzden öğrenci yerine talebe olmak daha iyi gibi 🙂