İpek Aral tarafından yazılmış tüm yazılar

İşe Alım Üçlemesi 1 – ‘İntihar Etmek’ Ne Demek?

bunalım Bir veya birkaç pozisyon için kimi zaman yüzlerce kişi ile görüşme yapmak gerekebilir. Hele ki perakendecilik sektöründe, kadrosu kalabalık mağaza açılışlarında görüşme etapları çok tempolu geçer. Genel itibariyle başvuru yapmış lise mezunu veya üniversite öğrencisi, yaşları ağırlıkla 18-22 arasında değişen gençler görüşmeye çağırılmayı merakla beklerler. Bu merakın seviyesi Anadolu şehirlerinde İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropollere kıyasla kat kat fazladır.

Samsun’da bahsettiğim tempoda bir görüşme etabı geçirmiş, mağaza kadrosu netleştirmiştik. Ankara’daki ofisime döndükten birkaç gün sonra olumlu adaylara işe alındıklarının bildirimlerini yapmıştım. Derken bir öğleden sonra telefonum çaldı.

“Migros, ben İpek” diyerek klasik telefon karşılamamı yaptım.

Karşı tarafta söylediklerini anlayamadığım derecede bağıran bir kadın vardı. Aradan net duyabildiğim birkaç kelime kadarıyla telefondaki kişi bir anneydi ve kızından bahsediyordu.

“Hanımefendi, lütfen biraz sakin konuşun, ne dediğinizi takip edemiyorum” dedim kibarca.

Sesinin şiddetini bir parça azaltmakla birlikte bağırma tonunu değiştirmeyen kızgın anneyi dinledim.

Anlattığına göre kızı Samsun mağazasının açılışı öncesi görüşmeye alınan gençlerden biriydi. Kızıyla beraber en yakın arkadaşı da görüşmeye alınmıştı. En yakın arkadaşı işe girmişti ama kızı girememişti. Kızı bu gurur kırıcı duruma dayanamayıp ‘intihar etmişti‘. Anne bana bunu nasıl yapabildiğimi, bunun hesabını vereceğimi söylüyordu, daha doğrusu haykırıyordu telefonda.

Duyduklarımı seri şekilde düşünüyor ve annenin ifadelerindeki “intihar etti” tanımlamasının gerçek anlamını çıkartmaya çalışıyordum. Kızı hayatta mıydı, değil miydi?

“Hanımefendi, Samsun’da birbirinden iyi adayla görüştük, karar vermek çok zordu, ancak bize başvuran bütün gençleri işe almamıza imkan yok …”

Anne sözümü kesti.

“Kızım bunalımda, bütün gün ağlıyor, bu ne hakla yaparsınız?”

Anlıyorum ki, kızımız hayatta … derin bir iç geçiriyorum ve en sakin, en ikna edici ses tonumla açıklamalarıma devam ediyorum. Anne bir şans daha verilmesini istiyor kızına. Önümüzdeki günlerde açılacak kadrolar olabileceğini ama şu aşamada işe alınan bir kişiyi işten çıkarmamı beklememesini istiyorum artık bağırmayı kesmiş anneden.

Konuşmamız dakikalarca devam ediyor ve saygılarımı sunarak telefonu kapatıyorum.

Büyük şehir insanının reddedildiği için üstünde belki bir dakika bile düşünmediği, üzülmediği “perakendecide kasiyer olmak ” işi, Anadolu’nun diğer bir köşesinde intihara teşebbüs, bunalıma girme nedeni olabiliyor. Yapılacak işe yüklenen anlam zamana, kişiye, yere göre ne kadar değişebiliyor…

Oturum Konuğunun Performansı

Egitisim

Dün Eğitişim Kariyer Enstitüsü‘nün 5N İK İnsan Kaynakları Sertifika Programı‘nın oturum konuğuydum.

Oturum konusu İnsan Kaynakları uygulamaları arasında en teknik olan Performans Değerlendirme’ydi.

Kimisi halen öğrenci, kimisi profesyonel hayat içinden, kimisi de iş arayan onaltı oturum katılımcısı ile tanıştıktan sonra hızlıca sunumumun içeriği paralelinde paylaşımlarıma geçtim. Kurumsal performansın ölçümlenmesinden bireysel performansın değerlendirimesine doğru ilerleyen çizgisinde iki saati aşkın süren sunumumun ana başlıkları;

* İpek Aral Kişioğlu, tanıtım
* İnsan Kaynakları nedir? Nasıl çalışır? Enstrümanları nelerdir?
* Kurumsal Performansın ölçümlenmesi; Balance Scorecard – Şirket Karnesi nedir?
* Örnekli Strateji Haritası Uygulaması
* Örnekli Şirket Karnesi Uygulaması
* Bireysel Performans Değerlendirme
* Bireysel Performans Değerlendirme Paketi Örneği
* Dünya Nereye Gidiyor?
* Yetenek Yönetimi Yazılım Çözümü Örneği – IBM Talent Management
* Sorular

Performans Değerlendirme uygulamalarının kapsamı iki saate sığdırılamayacak kadar geniş olduğu için neredeyse mola (5 dakika) bile vermeden geçen egitisim2oturumun sonunda da katılımcılar ile İnsan Kaynaklarının diğer uygulamaları, meslek, kaynakçalar ve iş hayatı üzerine sohbet ettik.  Gençleri bayağı yordum ama bence yorulduklarına da değdi. Katılımcıların görüşlerini belirttikleri oturum etkinliği değerlendirmesi hafta içerisinde bana ulaştırılacak. Merakla bekliyorum.

Oturumun sonunda Eğitişim Kariyer Enstitüsü’nden iletişimde olduğum Zeyno Sezgin bana kurumun teşekkür plaketini ve Eğitim Gönüllüleri Vakfı’na adıma yapmış oldukları bağışın belgesini verdiğindeyse çok mutlu oldum.

Eğitişim Kariyer Enstitüsü’nden önümüzdeki zamanlarda da bir araya gelebilmek karşılıklı dilekleri ile ayrıldım. İnsan Kaynakları mesleğine girmek isteyen gençlerle mesleki bilgi paylaşıma girmiş olmanın bilgilerimi sistematize etmek bağlamında beni de çok geliştirdiğini düşünüyorum ve Eğitişim Kariyer Enstitüsü’ne bu imkanı bana verdikleri için buradan çok teşekkür ediyorum. 🙂

Cem Öztürk

Yoğun bir çalışmanın ardından günün son kahvesini yudumlarken Pulitzer ödüllü Tüfek, Mikrop ve Çelik kitabını elime almıştım. Prof. Jared Diamond’un yaklaşımına o kadar kaptırmıştım ki günün son kahvesine yazık olmuştu.

Diamond’a üzerinde otuz senelik çalışma motivasyonu sağlayan soru “İnsanoğlu eş zamanlarda var olduysa, neden uygarlıklar arasındaki fark bu kadar fazla ?”  idi.

Binlerce yıl öncesinde insanoğlu avcılık ve toplayıcılık ile hayatta kalma beceresine sahip iken bir kesim insan coğrafik koşullarının sağladığı arpa ve buğdayı kullanıp tarıma geçmişti.

Avcılık ile her birey salt kendini besleyip günü kurtarırken, tarım ile uğraşanlar kendileri dahil bir çok insana besin sağlayabiliyorlardı. Tarım teknolojisine sahip toplumlar günün çoğunu beslemenin dışında faaliyetlere vakit ayırarak geçirebiliyorlardı.

Ateş ve sonraları simya ile uğraşıp teknolojilerini geliştirdiler, çeliği, tüfeği icat ettiler, göreceli olarak yavaş gelişmekte olan diğer toplumları ya kullandılar yada yok ettiler ve süreç zarfında içinde bulunduğumuz küresel egemen medeniyeti var ettiler.

Medeniyetin taşınması zahmetli ve/veya an itibariyle gereksiz görüldüğü dünyanın ırak bölgelerinde hala avcılık/toplamacılık ile günü kurtarmaya çalışan küçük yerli toplulukları yaşamaktadırlar.

Diamond’in küresel tezini ansızın küçük dünyama, 10 senedir içinde bulunduğum bilişim  sektörüne uyarlanabileceğini gördüğümde içilemeyecek kadar soğumuş günün son kahvesini tazelemeye mutfağa gittim.

Aklıma ilk çalıştığım dijital ajanslar geldi, genellikle günün yoğunluğu içinde kaybolan çoğu  detaylar akşamları ajansların bol kahve stoğuna sahip mutfaklarında tartışılırdı. Hatta itiraf etmeliyim ki bu keyiflli sohbetler sabahları asık suratla bir masa etrafına toplanmış bir avuç mühendis ve pazarlamacının toplantısından çok daha verimli olurdu.

O dosyaların neden hala gönderilmediği, tasarımcılarla yazılımcıların tatlı mücadeleleri ve ancak müşterilere olmayacak işler için kısa süreler vaadetmiş pazarlamacılara karşı birlik olmaları, ötelenen iş-bitim zamanları…

Seneler geçtikçe, çoğu düzgün-doğrusal gelişen sektörlerin çalışanlarının pozisyonları, zamanın yönüde iyileşmekteyken, özellikle yazılım geliştiren iş arkadaşlarımın zamanla sektör dışında kaldığını görmeye, her ne kadar dramatikte olsa alışır olmuştum.

İş arkadaşlarımın gözden kaçırdığı geleneksel bir sektörde olmadıkları, mesleki argümanlarının gelişiminin salt adaptasyonla takip etmenin ötesinde farklı öngörüler geliştirerek bir sonraki gelişimi tahmin etmek ve sektör içindeki varlık nedenlerini koruyabilmek için hazır olmak zorunda olduklarıydı.

Kesinlikle her sektör gelişir, ama yazılım-geliştirme içinde bulunduğu her sektörün gelişim hızına  cevap verebilmek adına baş döndüren bir ivmeyle gelişir, dallanır ve özelleşir.

Süreçten kopmamak için öğrenmeyi öğrenmiş olmak esastır.

Dönelim Diamond’in tezinin içinde bulunduğum bilişim sektöründeki iz düşümüne;

Özellikle dijital ajanslara çalışan yazılım geliştiricilerin devinimi baş döndüren WEB teknolojileriyle markalara özgü hızlı-tüketim-dijital-ürün oluşturma “ mücadelesi “ ülkemizin ekonomik şartlarıda göz önüne alındığında hayret verici derecede başarılı.

Sektör içinden biri olarak bu başarıda büyük emeği geçen yazılım geliştirici sayısının çok az olduğunu söylemek ise ne yazık ki yanlış olmaz.

Yazılım geliştirici başına günlük iş yükünün bu kadar fazla olması ülkemiz gerçeği olsa da, yarın da sektör içinde olabilmek ve “başarıların” parçası kalabilmek adına yazılım geliştiricilerin kullanıcı trendlerini takip ederek bir sonraki teknoloji çatallanmasını öngörüp, yeterli motivasyon öğesi yaratıp, hizmet verdikleri oluşuma değer katmanın yanında kendi gelişimlerine de zaman ayırması gerekmektedir.

Günün kahramanı olmak adına, rutin teknolojilerle gün aşırı ürün veren birçok yazılım geliştirici, kolobratif / zengin internet uygulamalarının ( WEB2.0/RIA ) sektör standartı haline geldiğinin çok geç farkına varabildi ve ne yazık ki hızlı geliştirme sürecine dahil olamadılar.

Keza Facebook ve türevi platformların internet kullanıcıları tarafından kültür olarak kabul edilmesiyle, masaüstü-oyunları ile basit-web-oyunları arasında kendine yer bulan  “Gelişmiş Web Oyunlarının ” yaygınlaşmasının farkına varamayan birçok etkileşimli-uygulama geliştirici, benzer uygulama taleplerini yeteri hızda karşılayamayıp sektör dışında kaldı.

Hızlı üretim sürecindeki günün kahramanlarının unutmaması gerek şey hizmet verdiği işletmenin bir ticari kurum olduğu, kurumun değişen taleplere hızla cevap verebilmek adına keskin manevralar yapabileceği ve kurum içindeki varlık nedeninin salt güncel bilgisi olduğudur.

Her ne kadar eksponansiyel olarak hızlanan dijital üretim/tüketim döneminde dijital ajansların sağlıklı büyümeleri için günün yorgun kahramanlarına kendilerini geliştirmeleri  adına kaynak ayırmaları gerekmekteyse de bu gereksinimin karşılanamadığı işletmelerde, yazılım geliştirici özveriyle kendi tarlasını kendi ekmelidir.

Özelleşmiş bir teknolojinin aranan bir geliştiricisi olsanız dahi, etkileşimde bulunduğunuz diğer teknolojilerinin sağlayıcılarının sitelerinden, bloglarından aylık / senelik yol haritalarını okumalı, laboratuvar ortamlar kurmalı, deneysel çalışmalarınıza devam etmeniz gerekmektedir.

Günü kurtarırken kaçırdıklarınız, yarınki başarısızlığınız olabilir.

Saygılarımla,

Cem Öztürk

Proje Yöneticisi/Yazılım Geliştirici

Buluştrend Şubat 2010’un Ardından

Ömer Ekinci-Nasuh Mahruki

Dün Yaprak’la Buluştrend için Astoria’ya gitmiş olmamıza rağmen toplantının lokasyonunun değişmesi nedeniyle Nasuh Mahruki’yi dinlemek imkanını bulamadık.

Caffe Nero’nun gürültülü ortamından çıkmak için yakındaki AKUT Merkezi’ne geçilmesi kararı sonrasında, benim Yaprak’ı uzun süre orada tutamayacağım ve etrafa rahatsızlık verebileceğimiz kaygım bizi AKUT Merkezi’ne gitmekten alıkoydu. Sonuç olarak Buluştrend Şubat 2010’u kenarından sıyırmış oldum diyebiliriz. Tabii ki üzgünüm …

Ancak Nasuh Mahruki ile geçirilen saatlerin içeriğine dair güzel yazısını Fatmanur Erdoğan ve Uğur Özmen hemen bloglarında yayınladılar.

Şubat 2010 Buluştrend’i de bloglar üzerinden takip etmiş oldum, Yaprak’ı yanıma alıp almama konusunda bir sonraki aya daha dikkatli olacağım. 🙂

Bana Bahaneni Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim !

excuseOBEY Yönetim Danışmanlığın sahibi, sevgili eski patronum yönetim danışmanı Oktay Bora Yağız’dan öğrendiğim ve sonrasında kendi yorumumu da katarak sıklıkla kullandığım bir söz vardır :

Bir insanın kalitesi ile ürettiği bahanelerin sayısı ters orantılıdır

Kaynağım İnsan’ı açtığımdan beri ilk defa 12 Şubat 2010 tarihinde yazı girmedim bloga. İsterseniz size hemen beş tane bahane sıralayabilirim;

1. Türk Telekom’dan internet bağlantım yoktu, bloguma ulaşamadım.

2. İşim çoktu, zaman bulamadım, yazamadım.

3. Kendimi iyi hissetmiyordum, yazamadım.

4. Konu bulamadım, yazamadım.

5. Blog çalışmıyordu ( ! – ne demekse … ama siz nereden bileceksiniz, belki doğrudur dediğim)

İnsan bahane üretme yoluna bir defa girmeyecek olsun, isterseniz “elektrik kesikti”ye kadar bahane kalitenizi de sıfırlayabilirsiniz. Ama ne demiş büyüklerimiz “haticeye değil, neticeye bakacaksın“. Neticede isterse dünya ortadan çatlamış olsun yazılmamış bir yazı var. Kaynağım İnsan için koyduğum “Her gün bir yazı yazmak” hedefini 2010 yılında ilk kırışım. İlk ve son olsun! …

Aslında bahane üretmek bir alışkanlıktır, kötü bir alışkanlık. Çıkış noktası ise tembelliktir.

Benimle yeni çalışmaya başlayan iş arkadaşlarıma ilk bahane üretimlerinde derhal yukarıdaki sözü gülerek tekrarlar, kibarca uyarımı yaparım. Eh, kötü alışkanlıklara uğraşamayacak kadar değerlidir zaman, meydanı boş bırakmamak lazım 😀

Dr. Ebru Baranseli

Dünyanın en iyi mesleği

Sevgili İpek Aral Kişioğlu mesleğimle ilgili yazmamı teklif ettiğinde hemen kabul ettim. Yaptığım işle ilgili yazmayı da konuşmayı da çok seviyorum çünkü. Mesleklerin tıpkı ellerimiz, gözlerimiz gibi birer organ olduklarını düşünüyorum. Bu organ; bireylerin kişisel tercihlerini, karakter özelliklerini, davranış biçimlerini, yaşam alışkanlıklarını ve hayata karşı duruşlarını yansıtma, kendilerini ifade etme aracıdır. Elbette herkes için doğru aracı/organı bulmak her zaman çok kolay olmayacaktır. Kimi zaman bilinçli/şanslı tercihler, kimi zamansa tesadüfler bu konuda belirleyicidir.

Benim kariyerimi ise farkına varıp değerlendirebildiğim dönüm noktaları belirledi diyebilirim. Yaz aylarında İstanbul’da sürekli gittiğim bir sanatevine ziyarete gelen grafik tasarım hocasının, yaptığım işleri görüp “neden grafik tasarım okumadığımı” sorması dönüm noktalarından biriydi. Grafik tasarımla ilgileniyordum elbette, tarihini okuyordum, hobi olarak yaptığım işlerde grafik anlatım dili ile kendimi ifade etmek fikrinden hoşlanıyordum ancak “meslek” olarak edinmeyi düşünmemiştim. Orta öğretimde matematik bölümünden mezun olduğumdan üniversite tercihlerimde de ilgili bir bölümü tercih edip, üniversite öğrenimine başlamıştım bile. Ancak bu sorudan sonra gözlerimi kapatıp 4 yıl sonrasını hayal ettiğimde kendimi hiç de “orada” göremediğimi farkettim. Ve grafik tasarım okumaya karar verdim. Bir yıllık zorlu bir çalışmanın -bir yandan okuduğum bölümün hayli yoğun ders programını aksatmamaya çalışırken bir yandan da grafik tasarım yetenek sınavlarına hazırlanıyordum- sonunda istediğim bölümde okumaya başladım. Okul sırasında mecburi staj için gittiğim reklam ajansı staj sonunda yarı- zamanlı iş teklif ettiğinde düşünmeden kabul ettim. Yarı-zamanlı çalışma hayatım farklı reklam ajanslarında mezuniyetime kadar sürdü. Yaptığım işi çok sevdiğim için okulla birlikte yürüyen yoğun tempolu iş hayatını zor -gerçekten zor- olduğu kadar zevkli de buluyordum. Bu tecrübe öğrenim hayatımın çok önemli bir parçasını oluşturdu. Öğrenmek istediğim her şeyi sorabileceğim, sorularımı bıkıp usanmadan yanıtlayan çok sevdiğim bir arkadaşımı bu sayede tanıdım. Onun motivasyonu ve desteğiyle mezuniyet projemde o zamana kadar Türkiye’de örneği henüz çok olmayan bir proje yapmaya cesaret edebildim. Mezun olduktan sonra yine reklam ajanslarında tam zamanlı grafik tasarımcı ve sanat yönetmeni olarak çalışmaya devam ettim. Eş zamanlı olarak yayınevleri için kitap kapakları tasarlıyor, yanı sıra serbest (freelance) olarak etkileşimli projeler tasarlamayı özellikle tercih ediyordum. Yeni medyayı ve grafik tasarıma olan etkilerini heyecanla izliyordum.

Kariyerimin ikinci dönüm noktası bu dönemdeki bir iş seyahati sırasında gerçekleşti. Projenin fotoğraf çekimleri için Eskişehir’e gitmiştim. İlk kez gittiğim bu şehirde Anadolu Üniversitesi’nin Yunus Emre Kampusünde bir gece yürüyüşü yaparken tesadüfen farkettiğim Yüksek Lisans ilanına başvurmaya karar verdim. Bu sayede sürekli kendimi geliştirme, okuma, yazma ve öğrendiklerimi paylaşma olanağı bulacaktım. Bu karar akademik kariyerimin başlangıcı oldu. Derslere girmek, öğrencilerle birlikte olmaksa kendimi geliştirmek için başka bir fırsattı ki ben bunu “taze beyinlerle” beslenmek olarak adlandırıyorum. Benim kadar bu işi seven, öğrenmek isteyen her öğrenciden yepyeni şeyler öğreniyorum.  Dersler sırasında anlattığım, paylaştığım bir bilginin öğrencilerin -hepsinin olmasa bile- gözlerinde yarattığı ışığı görmek paha biçilmez. Diğer yandan onların geliştirdiği her yeni fikir beni beslemekte, derslerimin içeriğini organik olarak değiştirmekte, yepyeni projeler üretmeme neden olmakta. Ekonomik olarak çok da zekice bir karar olmadığını bildiğim halde bu dönüm noktasından hiçbir zaman pişmanlık duymadım. Bunda elbette üniversitenin kurumsal olarak teknolojik gelişmelere olan yakın duruşunun etkisi büyük. Grafik tasarım gibi iletişim teknolojileriyle beslenen bir alanda ancak bu tavır sayesinde gelişmeye devam edebilirsiniz.

Bilgisayar ve internet teknolojilerinin, bilgi ağlarının günlük yaşamın bir parçası haline gelmesi günlük hayatın ta kendisiyle ilgili olan grafik tasarım disiplinini de her geçen saniye değişmekte ve dönüşmektedir, o kadar ki bilgisayar destekli grafik tasarımın ve sayısal iletişimin öncülerinden April Greiman bu etkinin sonucu olarak grafik tasarımın artık yeni bir adla anılması gerektiğini düşünmektedir. Geçmişte iki boyutlu, durağan görseller tasarlamakla sorumlu grafik tasarımcılar artık melez bir medya için tasarım yapmaktalar. Grafik tasarım zaman-hareket ve ses gibi enstrumanların da katılmasıyla dört boyutlu ve akışkan özellik kazanmıştır. Chris Pullman’ın tanımlamasıyla; grafik tasarımcı, kompozisyonla değil, kareografi ile uğraşır. Amaç; güzel bir kare yakalamanın ötesinde; zaman, hareket ve sesin işin içine girmesiyle, tipografinin, sözlerin, sesin ve görsellerin birbirleriyle aralarındaki ilişkinin nasıl değiştiğini iyi anlamaktır. Bu değişim ve dönüşümü anlayıp yapılan işe yansıtmanın tek yolu ise sürekli güncellenebilmektir. Ki benim için işin eğlenceli kısmını bu başlık oluşturuyor.

Akademik kariyerin getirilerinden biri çalıştığım, araştırdığım alanda ulusal ve/veya uluslararası platformda projeler geliştirme ve farklı partnerlerle uygulama imkanı sunmasıdır. Bu araştırmaların, projelerin sonuçlarını öğrencilerle paylaşarak pratiğe geçirmek ise bir diğer heyecan verici uzantısı. Bir yandan öğrenirken diğer yandan uygulamak ve sonuçlarını gözlemek bence kendini geliştirmenin ve güncellemenin en iyi yolu. Bu nedenle her dönem verdiğim derslerin – Grafik Bölümünde Grafik Desen, Web Tasarımı ve İnteraktif Grafik Tasarım, İletişim Bilimleri Fakültesi, Sinema- Televizyon Bölümünde Video-Grafi dersi- içeriklerini güncelliyorum. Her dersin temelini kavramsal tasarım ve fikir eskizleri oluşturuyor. Öğrencilerin farklı medyaya proje üretmelerine olanak verecek, internet teknolojilerini, bilgi ağları ve yapılarını tanımalarını ve aktif olarak kullanmalarını sağlayacak projelere önem veriyorum.

Sayısal tasarımın en heyecan verici göstergelerinden biri olan yeni melez meslekler, yeni uzmanlık alanları, beceri ve disiplinlerarası iş birliği yaratmaktadır. Günümüzde grafik tasarımcılar, bilgisayar teknolojilerinin ve sayısal sistemlerin sağladığı olanaklarla geçmişte olduğu gibi, tek başılarına çalışmayı tercih edebilirler. Diğer yandan başka tasarım alanlarından tasarımcılar, yazılımcılar, elekronik medya pazarlama uzmanları, mimarlar, mühendisler, müzisyenler ve hatta doktorlarla uyum içinde çalışacağı projelerde de yer alabilirler. Yeni çağın oyuncakları enerjisinin ve entellektüel doyumunun kaynağı başkalarına ait problemleri çözmek olan grafik tasarımcılara daha iyi fikir bulmak, daha stratejik düşünmek için zaman kazandırmıştır. Kendi adıma bu zamanı mümkün olduğunca birbirinden bağımsız alanlarda projeler üreterek değerlendirmeye ve yansımalarını öğrencilerimle paylaşabileceğim ders içeriklerine dönüştürmeye çalışarak değerlendiriyorum. Aktif bir internet kullanıcısı olduğumdan kendimi bir netdaş olarak niteliyorum. Bir netdaş olarak da internet kullanıcılarının haklarını, internetin hayatımıza getirdiği özgürlük ve demokrasi anlayışını savunmak gerektiğini düşünüyorum. İnternet sansürüne karşıyım bu da beni Sansüre Sansür aktivistlerinden biri yapıyor. Yaşadığım zamandan ve yaptığım işten çok memnunum. Mesleğimin benim için doğru bir “organ” olduğuna inanıyorum. Bu nedenle de dünyanın en iyi mesleğine sahip olduğumu düşünüyorum. Herkesin doğru organlara sahip olması dileklerimle yazımı çok sevdiğim bir alıntıyla sonlandırıyorum.

“Grafik Tasarım ölmüştür. Süper-hızlı çipli bilgisayarlar, gigabaytlarla aşırı yükleme ve fire-wire denen şeyler tarafından öldürülmüştür. Endişelenmeyin. Bugün artık önemli olan sonuçlandırmak, karakterleri düzenlemek ya da kadraj almak değil. Fikir, malikanenin lordu, kabilenin şefidir. Bir “grafik tasarımcı” bir film yapmak isteyebilir, bir mektup göndermek, hatta el çantası formunda bir lazer heykel  apmak isteyebilir. Peki, öyle olsun! Gerçek eğlence şimdi başlıyor…” Kessels Kramer Amsterdam.

Dr. Ebru Baranseli

Anadolu Üniversitesi

Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü; Öğr. Gör.

Anadolu Üniversitesi Televizyonu; Sanat Yönetmeni

Anadolu Üniversitesi Grafik Tasarım Ofisi; Yaratıcı Yönetmen

Vaka Çalışmalarına Ulaşmak

case study

Eğer sizde benim gibi iş konuları hakkında vaka çalışmalaları okumaktan hoşlanıyor ve vaka çalışmalarında ilham alıyorsanız harika bir site önerim olacak: Case Studies And Management Resources

Site hintliler tarafından yapılmış ve ufak bir ücret karşılı (300 rupi = 10 TL), farklı konu başlıkları altındaki yüzlerce sektör, firma bazlı kısa veya uzun vaka çalışmalarına ulaşabilme imkanı sağlıyor. (adet üzerinden fiyatlandırma). İsteyenler vaka çalışmaları dışında da birçok dokümana, rapora veya kitaba ister pdf, ister basılı kopya (hardcopy) olarak bedelini ödeyerek sahip olabiliyorlar.

Genel olarak baktığımızda vaka çalışmaları İnsan Kaynakları Yönetimi, İş Ahlakı, Ekonomi, Finans, İnovasyon, Sigorta, Bilişim, Pazarlama, Operasyon, Proje Yönetimi, Kurumsal Yönetim, İş Çevresi, Risk Yönetimi başlıkları altında toplanıyor. İlgilendiğiniz bir vakanın detaylı bilgisini de okuyabiliyorsunuz ve satınalmaya karar verdiğinizde ise basit birkaç işlemde sonuca gidebiliyorsunuz.

Örneğin ben İnsan Kaynakları Yönetimi vaka çalışmalarına baktığımda Sony, Microsoft, Apple, Nike, Generel Motos, Wal Mart gibi devler hakkında dokümanlara ulaşabiliyorum.

Siteyi uluslararası platforma çıkabilmek ve kurumsal iş süreçleri nasıl yürüyor inceyebilmek adına takip etmekte, kullanmakta fayda var derim 😀


İş’te Mutlu Olmak İçin;

mutluluk

Bazen bir iş arkadaşınıza “Günaydın” demek,

Bazen sabah kahvenizden aldığınız bir sıcak yudum,

Bazen bilgisayarınızın masaüstünden size gülerek bakan çocuğunuzun gözleri,

Bazen termini gelmiş bir raporun son noktasını koymak,

Bazen o en önemli projede verilen görev,

Bazen geliştirdiğiniz önerinin kabul edilmesi,

Bazen öğlen yemeğinde arkadaşlarla atılan iki üç kahkaha,

Bazen de uzun bir toplantıdan net sonuçlarla çıkmak size yetebilir.

İş hayatının özel hayatınızdan tek farkı, mutlu olmak yolunda harcadığınız emek için size para ödenmesidir. Çünkü eğer çalışmaksa sergilenen edim, iş veya özel, hayatı kategorize etmenin anlamsız olduğunu düşünenlerdenim.

Asıl cevap verilmesi gereken soru;

Siz hayatı amatörce mi, profesyonelce mi yaşıyorsunuz?

Mutlu olabilmenin getirdiği ağır sorumluluğu kaldırabiliyor, gereken emeği sarfedebiliyor musunuz?

Yoksa tembelliği seçip kronik mutsuzluğu mu tercih edenlerdensiniz?

Optimizm, pesimizm?

Düşünün …

Siz kimlerdensiniz?

Buluştrend Şubat 2010

19367_327545292836_580932836_4854945_1841280_n

Buluştrend 4. buluşması 13 Şubat 2010 Cumartesi günü.

Sevgili Ömer Ekinci bu ay bize bir sürpriz yapmış ve Buluştrend’e çok değerli bir de konuk davet etmiş; Nasuh Mahruki. Doğrusu alanında uzman kişiler ile tanışmak, söyleşme imkanı bulabilecek olmak güzel. Anlaşılıyor ki Ömer Cumartesi buluşmalarını alışganlık haline getirmek ve katılımcıların zihinlerinde artı değer yaratmak için çalışmalarına azimle devam edecek. Eh, bize de onu takip etmek kalacak. 🙂

Ben ve Yaprak 13 Şubat Cumartesi günü saat 15:00-18:00 arası Astoria Cafe Nero’da olacağız. Görüşmek dileğimizle 😀

Buluştrend Şubat 2010 Facebook Etkinlik Sayfası için tıklayınız.

Yeşil İşler

greenjobsYaşanan çevre felaketleri ve  küresel ısınma, dünya için büyük sorun oluşturmaya ve ekonomik kayıplar yaratıyor. Bununla birlikte bu zararı azaltmak ve dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirmek için de çalışmalar yapılıyor. Kyoto Protokolü uygulamaları, yenilenebilir enerji kaynakları yatırımları, karbon vergisi, çevre bilinci oluşturma çabaları bunlardan bazıları. Bu çabalar ise yeni iş çeşitleri ve çok sayıda yeni meslek ortaya çıkarıyor. İşte yeşil işler bu şekilde ortaya çıkıyor. Çevreye verdiğimiz zararı fark ettiğimiz anda, bu zararı azaltacak veya ortadan kaldıracak meslekler ve işler gelişmeye başladı. Özellikle karbon vergisinin ilerleyen yıllarda çoğu ülkede uygulanmaya başlamasıyla birlikte, daha çok kurum yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelecek. Bu da yeşil işlere ve yeşil yakalılara olan ilgiyi yükseltecek.

Dünyada çokça yeşil iş ve yeşil meslek var ve daha da yeni yeşil işler ortaya çıkacak. Şimdiye kadar duyduklarımın bazıları şunlar:

√ Yenilenebilir Enerji Danışmanı / Uzmanı / Mühendisi
√ Rüzgar Enerjisi Uzmanı / Teknikeri
√ Yeşil Pazarlama (Green Marketing) Danışmanı,
√ Karbon Satış Uzmanı,

√ Yeşil İnsan Kaynakları Yönetmeni,

√ Yenilenebilir Enerji Hukuku (Çevre ve Enerji Hukuku) Uzmanı /Danışmanı,

√ Organik Tarım Mühendisi,

√ Doğal Yaşam Koçu,

√ Yeşil (Ekolojik) Turizm / Tatil Danışmanı,

√ Isı Yalıtım Uzmanı,

√ Çevre Mühendisi,

√ Ekolojik Bina Tasarımcısı / Mimarı,

√ Atık Su Uzmanı/Mühendisi,

√ İçilebilir Kullanılabilir Su Uzmanı/Mühendisi

Türkiye de ise yeşil işler daha yeni gelişmeye başlıyor, bu yüzen şu anda yeşil mesleklerin sayısı yabancı ülkelere göre daha az görünüyor.  Yenilenebilir Enerji Danışmanı, Yenilenebilir Enerji Mühendisi, Rüzgar Enerjisi Uzmanı, Organik Tarım Mühendisi, Doğal Yaşam Koçu,  Isı Yalıtım Uzmanı, Çevre Mühendisi bunlardan bazıları. Hem kamu, hem özel sektöründe yeşil işler ile ilgili ilerleyen yıllarda daha çok istihdam olacak gibi görünüyor. Türkiye’de daha çok Organik Tarım ve Rüzgar Enerjisi alanında yoğunlaşma olduğunu söyleyebiliriz. Şu anda çoğu büyük şirket de enerji ihtiyaçlarını azaltmak ve yenilenebilir enerji kullanabilmek için çalışmalara başlamış durumda. İlerleyen yıllarda daha çok şirketin yeşil enerjiye yönelebileceğini düşünüyorum.

Yeşil işlerin gelişebilmesi için bu alanda çalışacakların eğitimi de büyük önem taşıyor. Türkiye’de şu anda yeşil işlerle ilgili eğitim veren kurum sayısı az. Bu alanda eğitim veren kurumlara gelince:

İstanbul Teknik Üniversitesi’nde bulunan Enerji Enstitüsü de enerji mühendisi yetiştiriliyor. Geçmişte bu bölüm, nükleer enerjiye odaklanmışken şu anda yenilenebilir enerji ve konvansiyonel enerji ile de ilgili branşlarda da eğitim veriyor.

Bu alanlarda eğitim verilen başka bir bölümde Bahçeşehir Üniversitesinde açılan Enerji Sistemleri Mühendisliği Bölümü. Bu bölüm mezunlarını oldukça güzel işlerin bekliyor.

Rüzgar enerjisi alanında, ülkemizde yüksek lisans ve doktora eğitimi veren bir kurum var. Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rüzgar Enerjisi Araştırma Merkezi. Burada rüzgar enerjisi, rüzgar türbinleri ve teknolojileri üzerine eğitimler veriliyor. Mezunları iş bulma konusunda çok şanslı görünüyor.

Enerji hukuku alanında çalışan “Enerji Hukuku Araştırma Enstitüsü” ve “Banka Ve Ticaret Hukuku Araştirma Enstitüsü” var. Bu kurumlar da enerji hukuku alanında sertifika veriyor.

Yeşil işler ile ilgili istihdamda da önem taşıyan bir konu. Daha önce, Pazarlama Blogu’nda yeşil işlerle ilgili yazdığım bir yazıyla ilgili, internette araştırma yaparken, Türkiye’de yeşil işler alanında,elli bin kişinin çalıştığına dair yazılar ve araştırmalar okudum.Tabi bunun şimdiden tahmin edilmesi zor ama yapılan araştırmalar ve yatırımları göz önüne alarak  birkaç sene içinde bu sayının artması muhtemel görünüyor. Hatta yeni meslekler bile ortaya çıkabilir. Bu da yeni istihdamlar yaratabilir. Bu istihdamları değerlendirmek için sadece yeşil işler üzerine uzmanlaşan İ.K ve Danışmanlık şirketleri ilerleyen yıllarda büyük başarılar elde edebilirler.

Yeşil yakalılar, öncelikle dünyaya çok büyük bir artı katacaklar. Dünyanın katı yakıtlarla kirlenmesine engel olacak, dünyanın daha güzel, daha doğal ve daha yaşanabilir bir yer olmasına büyük katkı sağlayacaklar. Şu anda yeşil işlerle ilgili alanlarda eğitim veren çok fazla yer olmaması ileride bu alanda büyük iş gücü açığı olabileceğini gösteriyor. Bu yüzden Yeşil yakalılar, ilerleyen yıllarda, mesleklerinde uzmanlaştıklarında sektörlerinde aranılan kişi haline gelecekler. Bu da çalışma şartları ve maddi olanakları daha yüksek bir işleri olacağı anlamına geliyor.

Ama bu alanda çalışacakların unutmaması gereken önemli bir şey var: Geleceğin yeşil meslekleri, karma disiplinlerden/işlerden oluşan, yaratıcılık ve hayat boyu eğitim/değişim/gelişim gerektiren meslekler olacak. Bu yüzden yeşil işlerde çalışmak isteyen/çalışan kişilerin, kendilerini sürekli yetiştirmeleri, alanları dışında, pazarlama, iletişim, reklam, psikoloji,sosyoloji gibi disiplinler hakkında da bilgi sahibi olmaları gerekiyor.

Cengiz Çatalkaya – Pazarlama Blogu.Com