Kategori arşivi: Haberler

Kaynağım İnsan Soru / Cevap Sayfası Açıldı !

Soru – Cevap « Kaynağım İnsan_1255414448127

İnsan kaynakları uygulamaları hakkındaki her türlü sorunuzu yöneltebileceğiniz “Kaynağım İnsan Soru / Cevap” sayfası bugün açıldı.

Soru sorabilmek için soru sahiplerini biraz zahmete girmesi ve bloga kayıt olması gerekiyor. Bunun iki nedeni var. Birincisi gereksiz veya spam soruları engellemek, ikincisi blog takipçisini sorusuna sahip çıkması için biraz çalıştırmak. İnsan bir parça ekstra efor harcamadığı hiçbirşeyi doğru düzgün sahiplenmiyor, hatırlamıyor; no pain, no gain.

Yöneltilecek sorularda soru sahiplerinden özellikle istediğim bana personel özlük işlemlerine yönelik merak ettiklerini iletmemeleri. Uzmanlık alanım personel işlemleri olmadığı için iş ve sosyal güvenlik hukuku hakkındaki bilgim ve tecrübem hiçbir zaman biifiil özlük işlemi, bordrolama yapan profesyoneller kadar olamaz.

Bu hassas konu dışında bana blogun sağ sütunundaki “Kategoriler“de yer alan bütün başlıklar hakkında istediğiniz soruyu iletebilirsiniz.

Şimdiden sorularınız için teşekkür ederim.

Bekliyorum.

🙂

Kaynağım İnsan

01a1

Yeni blogum Kaynağım İnsan hayırlı olsun.

🙂

Tasarımı ve html’i eşim İlhan ve Urbsz ekibi tarafından yapıldı ve bugün yani 9 Ekim tarihinde resmen açıldı. Kaynağım İnsan’a 2006 yılından beri yazmış olduğum diğer insan kaynakları yazılarımı da aktardık. Dolaysıyla blog yeni olmasına rağmen içi boş bir görüntü sergilemiyor.

Böyle bir blog yapmak aslında ne yaratıcı bir düşünce, ne de bir ilk. Dünyada onlarca insan kaynakları blogu var ama bu sayı Türkiye’de çok sınırlı. Kariyer üzerine Fatmanur Erdoğan’ın çok beğendiğim “Kariyer Yolculuğu”  ve takip ettiğim Yasemin Sungur’un “Kariyer Koçu” blogları var. Bu nedenle benim açacağım çapta bir insan kaynakları blogu bildiğim, araştırdığım kadarıyla Türkiye’de halen yok.

Bu yazıda birkaç kişiden sözetmeden geçemeyeceğim; ilki Ömer Ekinci. Altı ay önce bana açacağı Geliştrend blogunda insan kaynakları yazıları yazmam teklifini getirdiğinde aslında ne o, ne de ben bugüne kadar çoktan yapmış olmam gereken şey için anayolu açtığını, motivasyonu sağlayacağını bilmiyorduk. Teşekkürler Ömer 🙂

Ayrıca İK üzerine benimle kaynaklarını paylaşan Özgür Uçkan‘a da teşekkürlerimi borç bilirim. Akademisyen bakış açısı mesleki anlamda benim için çok önemli, bana çok önemli penceler açıyor, çok yönlü gelişmemi sağlıyor.

Ve son olarak blogun teknik süreçlerini seri şekilde götüren eşim İlhan ve Urbsz ekibinden Ozan ile Sevil’e teşekkür ederim. Siz olmasanız bu blog standart bir temadan açılacaktı ve belki bende bu kadar büyük bir heyecan yaratmayacaktı.

Dileğim bu blogun mesleği insan kaynakları olan, insan kaynakları uygulamalarını merak eden herkese iyi bir kaynakça olması. Blogun içindeki “Soru/Cevap”bölümünde bloga abone olan kişilerin İK üzerine her türlü sorusunu kısa ve öz biçimde cevaplamaya çalışacağım. Önümüzdeki günlerde hayata geçireceğimiz sağ sütundaki video bölümünde ise iki, üç dakikalık insan kaynakları konularına dair kendi kaydettiğim videoları yayınlamayı planlıyorum.

İnsan kaynakları üzerine yazacak, paylaşacak çok konu, çok bilgi var, okuyacak, araştıracak, öğrenecekse belki bütün bildiklerimin yüz bir milyon misli … eee kaynak insan olunca,  ucu bucağı yok büyük denizin. Blog ziyaretçilerine merhaba ve iyi okumalar …

🙂

Okurken çalışmak üzerine Hürriyet İK’nın soruları

ipek-aral-kisiogluHürriyet İK için Zeynep Mengi’nin sorularına verilmiş cevaplardır. Mengi’nin makalesi 27 Eylül Pazar günü yayınlanmıştır.

Soru: Üniversite eğitimde iş hayatına hazırlık konusunda nasıl eksiklikler var?
Cevap: Birincisi öğretim görevlilerinin öğrencileri çalışma hayatına yönlendirme konusunda ciddi eksiklikleri bulunuyor. Bana şöyle söylemler geliyor : Okulda hocası okurken çalışmak üzerine demiş ki : “git gez, eğlen, nasıl olsa bir ömür çalışacaksın?”. Bu çok yanlış bir yönlendirme. Adeta çalışma hayatından soğutma, onu bir külfetmiş gibi gösterme çabası. İkincisi ders programları daha derli toplu hazırlanabilir. Ben okuldayken en büyük sıkıntım bu olmuştu. Sabah saatine bir ders koyup, akşama üç, dört tanesini yerleştirince insan ne yapacağını şaşırıyor boş saatler boyunca. Bir diğer eksiklik ise mühendislik ve diğer bazı teknik bölümler dışında staj zorunluluğunun olmaması. Bence bütün bölümlerde staj zorunluluğu getirilmeli. O zaman şirketler de stajyer kullanımı konusunda sistemlerini ciddi olarak revize ederler. Bu şirketler için de büyük işgücü tasarrufu ve maliyetlerde azalma sağlayabilecek bir uygulama olur.

Soru: Okunan bölüm çalışmayı nasıl etkiler? Yani sözel bölümlerde okuyanlar ve mühendislik bölümünde okuyanlar kendi alanlarında çalışmak istese (mezun olunmadığı ve öğrenilmesi gereken şeyler olduğu için) yetkinlik problem olur mu? Tabii bu soru okuduğu alanda çalışanlar için.
Cevap: Gençler okuldan mezun olduktan sonra bile okuduğu konu ile ilgili kolay kolay iş bulamadıkları bir ülkede yaşıyoruz. Bakıyoruz bir ziraat mühendisi araba satıyor veya biyolog market yöneticisi olmuş. Dolayısıyla üniversite öğrencisi bir gencin eğitimini aldığı konu üzerine bir işte çalışıyor olması gerçekten lüks kategorisine konulabilir. İşe girebildikten sonra yetkinlik bir problem olur mu? Yetkinlikten ziyade “nitelik” eksikliği kısa bir süre için problem olabilir. Ama işveren de zaten bu riski göze alarak genci işe almıştır. Eğer bir genç işe girmişse gerisini dert etmeyip, kendisine gösterilenleri bir an önce öğrenmeye ve uygulamaya çalışmalı. Eğer bunu yapamıyorsa işte o zaman bir yetkinlik eksikliğinden bahsedilebilir. Takım çalışmasına mı uymadı, analitik düşünemiyor mu?, zamanını mı düzgün kullanamıyor ? Bunlar ciddi olarak geliştirilmesi gereken yetkinlikler iş hayatında.

Soru: Okullar, öğretmenler öğrencilerin okurken çalışmasına nasıl bakıyor?
Cevap: Bu çok öznel bir soru. Kimisi destekler, kimisi notrdür, kimisi köstekler. Biraz önce bahsini ettiğim “Git, gez, eğlen, zaten bir ömür çalışacaksın” söylemine ben çok sık rastlıyorum. Bu aslında öğretmenlerin kendi hayatlarından duydukları memnuniyetsizliğin gençlere yansıması ve çok yanlış. Okulların da gençlerin çalışmasını destekleyici sistematik bir destekleri yok. Çok da kötümser olmamak lazım. Arada örnekler de çıkmıyor değil. Mesela bazı büyük üniversitelerin mühendislik bölümleri büyük şirketlerle ar-ge projeleri yürütüyor. Hem gençler tecrübeleniyor, hem para kazanıyorlar. Ama bu durum sözel bölümler için geçerli değil. Sözel bölümler bu açıdan çok başıboş bırakılmış. Umursamazlık da desteklememek kadar olumsuz bana göre.

Soru: Öğrencilerin bu konudaki düşünceleri neler?
Cevap: Öğrencilerin birçoğu sözde çalışmak istiyor. Ben okurken çalışmak konusunda öğrencileri üçe ayırıyorum : Birincisi gerçekten çalışmak isteyip ‘çalışanlar’, ikincisi çalışmak istediğini söyleyip kendisine bahane üretenler, üçüncüsü çalışmak isteyip ‘arkadaşlarım beni küçük görür’ kaygısı taşıyanlar. Birinciler her ne koşulda olursa olsun kendisine yapacak iş bulur, tecrübelenir, para kazanır. İkinci grup çalışmaya özenir ama tam motivasyona sahip değildir, bahaneler üreterek etrafından bir çeşit ilgi çeker, bundan da hoşlanır. Üçüncüsü ise bana göre en problemlisi, “arkadaşlarım benim kasiyer/tezgahtar/garson/vs. olduğumu görürse ne düşünür, rezil olurum?” şeklinde düşüncelere sahip olanlar. Bu grubun özgüven, emeğe saygı, iş hayatı, ünvan sahibi olmak konularında şiddetle desteğe, komplekslerinden arınmaya ihtiyaçları vardır.

Soru: Öğrenciler ne tip işlerde çalışmalı?
Cevap: Ben bu konuda ayırım yapmıyorum. Bazı gençler çok erken yaşlarda hayatlarına yön verecek mesleklerini seçmiş, bazıları ise okudukları spesifik konuya rağmen arayış içinde olabiliyor. Bazısı şanslı oluyor okuduğu dalda yarı zamanlı iş bulabiliyor, bazısı ise tecrübe edinmek amaçlı çok da seçici olmuyor. Burada önemli olan çalışma edimi. İster bir kasiyer olsun, ister bilgisayar programcısı önemli olan iş disiplini, sorumluluğu altına girmek. Bir kurum içinde yer almak, ast üst ve denklerle iş ilişkileri kurmak ve elbet para kazanmak. Açıkçası “ben çalışmak istiyorum ama okuduğum konu üzerine olmadıkça ne işe yarar” diye düşünen gençlere bu düşüncelerini değiştirmelerini tavsiye ediyorum.

Soru: Okulu aksatmadan çalışmanın yolları neler?
Cevap: Bunun açıkçası okulların ders programlarının hazırlanış yöntemi, öğretim görevlilerinin çalışan öğrencilere olan yaklaşımı ile büyük bağlantısı var. Ama en önemli olan gencin çalışma motivasyonudur. Bir işte çalışmanın kendisine olan faydasının bilincinde olan bir genç her ne koşulda olursa olsun zoru başarır. Okul ve iş hayatı için hedefler koyarak hareket etmek bir başlangıç. Örneğin “derslerimin ortalaması bu olmalı, çalışırken şunlara, bunlara dikkat etmeliyim, araştırmalıyım, öğrenmeliyim” gibi. Neyi, neden yaptığını bilmek çok önemli birey olmak yolunda.

Soru: Okul – iş dengesi nasıl kurulabilir?
Cevap: Nerede durup, nerede devam edilmesini bilerek. Bu aynen profesyonel hayat & aile dengesi kurmak gibidir. Çok işle ilgilenirseniz aileniz mutsuz olur, çok ailenizle ilgilenirseniz işinizden bile olabilirsiniz. Eğer bir genç okurken çalışmayı seçti ise bunu nerede yavaşlatıp, nerede ivmelendireceğini de derslerinin gidişatına göre tayin edebilmeli. Örneğin ben okul yıllarımı biraz uzatmayı tercih ettim. Doğru muydu? Bana göre evet. O yıllarda üniversite okumanın çok da gerekli olmadığı düşünüyordum. Ama iş hayatına girince zamanla üniversitenin önemini anladım. Bilinçlendim diyelim. Bu farkındalığa ulaşmak adına arada birkaç yılımı da feda ettim. Ama şimdi baktığımda kişisel gelişimim çerçevesinde bana en uygun olan işi yaptığımı görüyorum.

Soru: İş yerleri kendi bünyelerinde çalışmak isteyen öğrencilere nasıl bakıyor? İmkan sağlıyorlar mı?
Cevap: İşyerlerinden ziyade sektörler olarak yaklaştığımızda perakende ve hizmet sektörleri öğrencilerin bünyelerinde part time çalışmalarına yatkın. Hatta öğrencileri yetiştirmek ve yeteneklileri erkenden tespit edip yönetici kadrolara taşıyabilmek adına tercih bile ediyorlar. Bu sektörler çalışan sirkülasyonunun diğer sektörlere kıyasla yüksek olduğu sektörler ve bununla yaşamayı biliyorlar. Ama sanayi sektörünün öğrencilerin çalışmasına çok da yatkın olmadığını söyleyebiliriz. Bu sektör öğrencilerin işten ayrılma riskleri almak istemez. Çalışan sirkülasyonun artması sanayi de ciddi verimlilik düşmelerine neden olabilir.

Soru: İş yerleri bu öğrenciler için özel bir uygulama yapıyor mu? (Sigorta, maaş gibi)
Cevap: Kanunen hayır. 4857 sayılı İş Kanunu üniversiteli gençlerin tercih ettiği yarı zamanlı çalışmanın koşullarını 5. ve 13. maddelerde ele alıyor. Özetle bu maddeler işverenin tam zamanlı çalışan ile yarı zamanlı çalışan arasında farklı işlem yapamayacağını söyler. Yarı zamanlı çalışan öğrenci çalıştığı toplam saatin karşılığı olan ücreti alır. Sigortası ise işe başladığı gün itibariyle yapılması gerekir. Prim oranları aldığı saat ücret, toplam çalıştığı gün ve saatle orantılı olarak yatırılır. Burada dikkat edilmesi gereken konu yarı zamanlı çalışma sözleşmesinin mutlaka saat ücreti karşılığı çalışmaya uygun hazırlanmasıdır.

Soru: Kaçıncı sınıftan itibaren çalışmaya başlamaları uygundur?
Cevap: Birinci sınıf üniversiteyi, yeni sistemi, ortamı, insanları tanıma yılıdır. İkinci sınıfta branş dersleri alınmaya başlanır, yani ısınmaya devam. Bu arada staj yapılabilir. İkinci sınıf sonu itibariyle çalışmaya başlanabilir. Mühendislik bölümlerinin zorunlu staj mekanizması eğer staj yapılan şirket ile anlaşılabilirse sene içinde yarı zamanlı çalışmaya dönüştürülebilir. Bunlar idealleri. Ama her genc ne zaman çalışabileceğini en iyi kendisi bilir. 18 yaşını geçmiş bir birey artık çocuk değildir.

Soru: Okurken kazanmak öğrencilere neler kazandırıyor?
Cevap: Elbette insanın kendi emeği karşılığı olarak verilen parayı ilk eline aldığı zaman muhteşemdir. İnsana gurur verir. Büyük özgürlüktür. İnsanın kendine güveninin pekişmesidir. Birey olmaya atılan önemli adımdır. Sonrasında ise o para ile ne yapılacağı başka bir aşamadır. Kimisi harcar, kimisi biriktirir. Ben örneğin bütün ilk maaşımla aileme hediyeler almıştım. Enteresan seçimlerdir bunlar, kendinizi, hayattaki önceliklerinizi farketmenizi sağlar.

Soru: Dezavantajları oluyor mu?
Cevap: İnsanın kendisinin kazandığı paranın tadı çok tatlıdır. Paranın tadı ve getirdiği özgürlük kimi zaman okulun önüne geçebilir. Örneğin yarı zamanlı, primle çalışılan bir satış işi yapıyorsunuzdur. Hele ki satışa da yeteneğiniz varsa bir anda büyük paralar kazanabilirsiniz. Bu şekilde sigorta satarak büyük paralar kazanan arkadaşlarım olmuştur. Bu kazanç bir dönem okuldan soğumalarına, ‘okumaya ne gerek var?’ gibi bir düşünceye kapılmalarına neden olmuştur. Ama maaşlı bir işin böyle bir gevşemeye neden olabileceğini düşünmüyorum. Artık bütün gençler okumanın herşeyin önünde olduğunun bilincinde.

Soru: Okuldaki derslerini etkiliyor mu?
Cevap: Mutlaka. Hem olumlu, hem olumsuz anlamda. Olumlu olarak, genç teori olarak gördüğü derslere daha gerçekçi bakıyor, daha sorgulayıcı olabiliyor, daha fazla proje üretebiliyor, dersler ezberden çıkıyor bir anlamda. Olumsuzluğu notların düşmesi ihtimali.

Soru: Okuduğu bölümle ilgili çalışmak mı yaygın yoksa garsonluk, anketörlük gibi işler mi?
Cevap: Bir gencin okuduğu konu üzerine bir iş bulması daha önce belirttiğim gibi büyük lükstür, bu lükse sahip olabilenler kıymetini bilmeli. Ama öğrenciler ağırlık olarak hizmet ve perakende sektörlerinde yarı zamanlı işlerde çalışıyor.

Soru: Şirketler dönemsel eleman çalıştırmak konusunda ne kadar esnek? Bu konuya ne kadar destek oluyorlar?
Cevap: İş kanunu yarı zamanlı veya belirli süreli sözleşme ile çalışmak konusunda işverenin önünü açmış durumda. Hangi sektörler iş süreçlerini bu esnekliğe uygun tasarlamıştır diye baktığımızda öncelikli olarak perakende ve hizmet sektörlerini görüyoruz. Çalışma saatleri neredeyse bütün güne yayılan bu iki sektör özellikle akşam/ gece saatlerini yarı zamanlı çalışan ekipleriyle geçiriyor.

Soru: Okullar iş bulma konusunda öğrenciye yardımcı oluyor mu?
Cevap: Okulların öğrencilere iş bulma konusundaki en büyük desteği bir dönem çok gündemde olan kariyer günleriydi. Ama üniversite yönetimleri kariyer günlerine yönelik heyecanlarını yitirdi. Çünkü öğrenciler aradıkları verimi bulamadılar kariyer günlerinde. Ağızlarına bir kaşık bal çalındı büyük şirketler tarafından, heveslendiler, fakat mezun olunca birçoğu o bahsedilen işlere giremedi. Bu hayal kırıklığı bir zincirleme reaksiyon yarattı alt sınıflarda ve genel bir umutsuzluk havası içine girdi özellikle mezuniyete yakın olanlar. Son dönemdeki ekonomik iniş çıkışlara bakarsak da şirketler de artık yapamayacakları vaadlerde bulunmamak adına ünversitelerdeki kariyer günlerine katılmakta hevesli değiller. Şirketler fuar organizasyonları ile özgeçmiş toplama, adaylarla tanışma yoluna gidiyor. Bunun dışında öğrenci kulüplerinin iş bulma konusunda çalışmaları var desteklenmesi gereken okul yönetimleri tarafından. Web siteleri açıyorlar, şirketleri kendi CV bankalarına çekmeye çalışıyorlar.

Soru: Ailelerin bakış açısı nedir? Çocuklarını ne kadar destekliyorlar?
Cevap: Biz çok korumacı bir aile yapıları içinde büyütülüyoruz. Ebeveynler adeta çocuklarının büyümemesi, kendi kanatları ile uçmaması için ellerinden geleni yapıyorlar. Elbet bunun altında kötü niyet yok, yoğun sevgi var. Dolayısıyla Türkiye’de özellikle maddi durumları müsait aileler çocuklarının neden çalışmak istediğine başlangıçta hiç anlam veremiyor. Buna paralele olarak büyük bölümü derslerin olumsuz etkileneceği kaygısı ile çocuklarının çalışmasına karşı çıkıyor, engellemeye kalkıyor. Bu durumda aileyi ikna etmek gence düşüyor. Çalışmayı neden istediği konusunda geçerli gerekçeleri ebeveynlerine aktarabilmek belki de iş hayatı adına verilen ilk büyük sınav onlar için. Ebeveynlerin bir diğer kaygısı ise yapılan işin niteliği konusunda oluyor. Yapılacak işin gence ne katacağını sorguluyorlar haklı olarak. Bir diğer konu ise işin niteliğinin sorgulanması sonucu ulaşılan nokta ile ilgili, ailenin sostal statüsü. Birçok maddi durumu iyi aile çocuklarının bir pizzacıda garson veya bir market zincirinde kasiyer olarak görmek istemiyor. Oysa ki gelişmiş ülkelere baktığımızda aileler çocuklarına kendilerini taşıma sorumluluğunu üniversite değil, daha lise yılarında vermeye çalışıyor. Hatta eğitim sistemleri bu yönde tasarlanmış oluyor. Bizim ilk başta bütün eğitim sistemimizi, eğitim anlayışımızı revize etmemiz gerekiyor kanımca.

Eklemek istedikleriniz…
Üniversite yılları bir insanın kendisini keşfetme yolundaki en keyifli yıllar. Dünyayı ve insanları tanımak adına bir ara dönem. Bu ara dönemi dolu dolu ve verimli geçirmenin çok iyi yollarından biri okurken çalışmak. Bana “üniversite öğrencisi ne yapar?” diye sorarsanız, “ders çalışır, okulda topluluklara katılır, staj yapar ve yarı zamanlı çalışır” derim. “E, hiç mi eğlence yok?” diye sorabilirsiniz. Eğer bir birey çalışmayı eğlence haline dönüştürebiliyorsa, çalışmaktan büyük mutululuk duyabiliyorsa hayatını kaliteli geçirebilir. Bana bir iş görüşmesinde sormuşlardı : “nasıl çalışırsınız?”, “eğlenerek” diye yanıtlamıştım. “Çalıştığım her andan büyük zevk duyarak”. Çalışmanın bütün gençlerin hayatlarındaki en büyük eğlence olması dileğimle …

Geliştrend’de İnsan Kaynakları Üzerine Yazmak

Geçtiğimiz günlerde Friendfeed sosyal ağından Ömer Ekinci bana asla geri çeviremeyeceğim bir teklif getirdi. Ömer Ekinci’nin teklifi Geliştrend.com isimli blog projesinde yazar olarak yer almam üzerineydi. Blogun diğer yazarları bloglarını takip ettiğim birbirinden değerli isimlerdi; Uğur Özmen, Hasan Basusta, Prof. Dr. Şule Özmen ve tabii ki Ömer Ekinci.

Teklifin ardından geçen süre içinde yazışmalarımız, kendi yazı ve konu başlıklarımı saptama çalışmalarımdan sonra Geliştrend.com‘un 23.05.2009 tarihi itibariyle yayına geçtiği haberini aldım ve çok mutlu oldum. Peki Geliştrend nedir, ne işe yarar ? İşte Ömer Ekinci’nin kendi anlatımıyla Geliştrend:

Geliştrend.com, genç girişimci, yönetici ve patronlara yönelik bir hap-blogdur! 10 ana kategoride 10 değerli uzman yazar tarafından girilen ve hepsi hap niteliğinde, yani hemen uygula-hemen sonuç al mantığında yazılan yazılardan oluşur. Genç bir girişimciye, işini geliştirirken  ihtiyaç duyacağı küçük ipuçlarını verir.

Geliştrend.com‘da uzun ve teorik yazılar bulunmaz. Olabildiğince uygulanabilir, hatta uygulanmış örneklerle anlatılan pratik örneklerle oluşturulan Geliştrend.com uzun saatler harcayabileceğiniz bir kaynak site değil, hergün 3 dakika okuyup hemen gerçek hayata dönüp uygulamanız gereken yazılardan oluşur.

Hergün günde 2 defa, özellikle de motivasyonunuzun düştüğü zamanlarda Geliştrend.com‘un işinizi geliştiren hapları sizi bekliyor olacak.”

Bugün itibariyle yayın hayatına başlayan Geliştrend.com‘daki ilk İnsan Kaynakları yazımı aşağıda okuyabilirsiniz ya da bizzat Geliştrend.com‘a giderek benim yazımdan çok daha fazlasına ulaşabilirsiniz. Bence bir bakın, memnun kalacaksınız 🙂

.

DİKKAT ! İNSAN KAYNAKLARI

20. yüzyılın son çeyreğine kadar dünya ekonomi literatüründe “İnsan Kaynakları” yoktur, “İnsan Sermayesi” kavramı vardır.

İnsan, üretim sürecindeki “para,makine, insan” üçlü saç ayağından biri ve hatta en maliyetli olanıdır. İşe alınır, kullanım süreci dolunca ise derhal atılır. Kulağı son derece rahatsız eden bu yaklaşıma İnsan Kaynakları teorisyenlerinden önce Birleşmiş Milletler organizasyonu el atmış ve insanlık dışı koşullarda çalıştırılanlara yönelik bir dizi önlem getirmiştir.

1970’lere gelindiğinde ise Amerika Birleşik Devletler’indeki dünya devi firmaların yüksek maliyetler ve verimsizlik nedeniyle kar edemez hale gelmesi, akademisyenleri “İnsan Kaynağı” üzerine çalışma yapmak üzere tetiklemiştir. İnsanın sadece bir şirket girdisi sayılamayacağı, onun da ihtiyaçları, beklentileri, sıkıntıları olabileceği yaklaşımı kısa sürede karşımıza “İnsan Kaynakları Teorisini” çıkarmıştır.

Günümüzde her çaptaki şirket için en kısa tanımı ile İnsan Kaynakları “şirket bünyesine girmeye aday veya içindeki insanların ihtiyaçları ve beklentileri ile ilgilenen bölümdür”.

İnsan Kaynakları bölümleri şirket çalışanlarının bahsi geçen ihtiyaç ve beklentilerini elindeki bir dizi enstrümanla karşılar; işe alım ve oryantasyon, performans değerlendirme, eğitim yönetimi, ücretlendirme yönetimi, kariyer yönetimi, çalışan iletişimi ve motivasyonu , sosyal hak ve faydalar ve organizasyonel gelişim.

Bugünden itibaren Geliştrend.com’un İnsan Kaynakları bölümünde, bir şirket bünyesinde yer alan çalışanları içeren -özlük işlemleri- hariç bütün konular için “ne, neden, ne zaman, nasıl, nerede, kiminle” sorularına yanıt arayacağız ve bulacağız, görüşmek dileğimle 🙂

Sansüre Sansürü Yay! Hareketi

“Yay! Hareketi, adı üstünde, yaymaktan geliyor. Sanal ortamda, gerçek hayatta, elimizden geldiğince tepkimizi yaymak anlamını içeriyor.

Bu doğrultuda, elimizde çeşitli malzemelerimiz ve yönetmen arkadaşımız İlkay Kopan’ın çektiği videolarımız var.

11 Mayıs itibariyle, videolarımızı, manifestomuzla beraber bloglarımızda yayınlayarak, ortak bir mesaj vermeyi hedefliyoruz. Aynı gün, aynı mesajla ortaya atılarak kamuoyunun dikkatini çekmeyi amaçlıyoruz.

Öte yandan, videolar ve banner’lar sanalda yayılırken, gerçek hayatta da boş durmuyoruz tabii ki. Tepkimizi internetten çıkarıp, dışarıda da göstermek için poster ve sticker gibi malzemelerimizden faydalanacağız.

Amaç belli: Sansür, her yerde karşınıza çıkabilir. Malzemeler de bu doğrultuda hazırlandı, boşlukları malzemeyi kullandığınız yere göre yazabilirsiniz.

Örneğin, posteri bir restorana astınız, boşluğu “Bu restorana erişim engellenmiştir” şeklinde doldurabilirsiniz.

Bu fikirden hareketle aklınıza yeni bir malzeme fikri gelirse, atış serbest. Neler mi olabilir? Tribünlerde “bu tribüne erişim engellenmiştir” pankartı açmak olabilir, yine mecrasına uygun mesajlarla amerikan servis, tişört, bardak altlığı, föy, stensil gibi daha pek çok şey olabilir, bundan sonrası hepimizin hayal gücüne kalıyor aslında.

Sizden tek isteğimiz, bu malzemeleri kullandığınızda ya da gerçek hayatta karşınıza çıktığında, hemen bir fotoğrafını çekip, nerede olduğu bilgisiyle birlikte bize göndermeniz. Hareketin ne kadar yayıldığını görmek ve fotoğraflarla sitemizde sergilemek istiyoruz.

Kısıtlı sayıda malzeme elimizden bulunuyor. Bir süre için bize yazarak malzeme temin edebilirsiniz ya da doğrudan bu sayfadan indirip, kendiniz basabilirsiniz.”

Kitapçıda

Manavda

 

Diyor Sansüre Sansür.org Yay! Kampanya ana sitesi. Türkiye’nin aydınlık geleceği için ben de bu kampanyaya sonuna kadar destek veriyorum. Eğer siz de destek veren blog, site sahibi veya herhangi bir kişiyseniz mutlaka kampanyanın manifestosunu okuyun. Hareket hakkında daha detaylı bilgi almak, blogunuza, sitenize veya istediğiniz her yere koyabileceğiniz görsellere ulaşmak için Sansüresansür.org Yay ! Hareketi sitesine buradan gidebilirsiniz.

İran Devrim Muhafızları Blogcu Taburu



İnternet istenildiği kadar engellenmeye çalışılsın dünya üzerindeki en büyük özgürlük alanı. Bugün, İran İslam Cumhuriyeti’nin Devrim Muhafızları’nın ülkeye internet yoluyla gelen özgürlük havası, laik düşünce, aykırı Şii fikirlerle mücadele amacıyla 10 bin adet din içerikli blog açmaya karar verdiğini öğrendim. Bu yapılanmanın ismi de herhalde olsa olsa “Devrim Muhafızları Blogcu Taburu” olur. 🙂

www.kadinbloglari.com açıldı

“Minik Yaprak’ın Günlüğü” blogumu takip eden arkadaşlarımızın bildiği gibi, blogumuzun “Anne Blogları” sayfasında sayısı 400’ü geçmiş anne blogunu bir dizin halinde yayınlıyorum. Bu dizine başlarken arayışım biraz “diğer bebekler neler yapıyor, aynı problemler yaşanıyor mu?” diye araştırmak, biraz da başka anneleri öğrenerek, izleyerek keyifli vakit geçirmekti. Blogları topladıkça çok değişik ve hoşuma giden yemek, el işi ve kişisel bloglarla da karşılaşmaya başladım. Hiçbirini kaybetmek istemiyordum ama hepsinin adresini de tutabileceğim bir alanım yoktu.

Derken aklıma bir “kadın blogları” dizini oluşturmak fikri geldi ama bu dizin benim Anne Blogları dizininden biraz daha profesyonelce olmalıydı. Sonuçta bu düşüncemi İlhan’a açtım. Ben araştırdım nasıl olabilir diye ve İlhan’nın da verdiği teknik destekle bugün sonunda “Kadın Blogları” web sitesini açtık. 🙂

Kadın Blogları toplam 10 kategoride kurguladığı kadın bloglarını topluyor;

Anne Blogları
Yemek Blogları
Kişisel Bloglar
El Sanatları / Tasarım / Dekorasyon Blogları
Edebiyat / Şiir / Sanat / Tiyatro Blogları
Moda / Güzellik / Diyet Blogları
Meslek / Profesyonel Bloglar
Din / Tasavvuf Blogları
Karışık İçerikli Bloglar
Diğer Bloglar ( Edebiyat, Sanat, Şiir, Teknoloji, Dİn vs.)

Kadın Blogları üye olan kullanıcılarına inceledikleri bloglara oy verme imkanını da sağlıyor. Böylece günlük en aktif bloglar, en aktif etiketler incelenebiliyor. Blog kayıtları için serbestlik sözkonusu. İsteyen site kullanıcısı kendi blogu ile beraber başka hoşuna giden, takip ettiği kadın bloglarını da siteye kaydedebiliyor. Blog sahibi olmayan bir kişi yaptığı ekleme nedeniyle eklediği blog üzerinde herhangi bir hakka sahip olmuyor. Kısacası yayınlanan bütün bloglara ait her hak blog sahibine ait. Eğer bir blog sahibi bu dizinde yer almak istemez ise bunu site yönetimine bildirip, dizinden çıkabiliyor.

Kadın Blogları hızla daha da gelişecek.Yakın zamanda wordpress üzerinden blog yapma hizmeti de verecek. Henüz %100′ü bitmemesine rağmen ben bütün kadınların faydalanabileceği bu kaynağı daha fazla kapalı tutmak istemedim. Çünkü “kadınbloglari.com” kadın bloglarının ve kadınların birbirlerine ulaşabilirliğini görsellerle destekleyerek arttırabilen, blogları popüler kılabilen, tek bir yapı üzerinden blog yapmak isteyen kadınlara da destek verebilen benim bildiğim, araştırdığım kadarıyla Türkiye’deki, hatta dünyadaki tek site.

Sözün özü “Kadın Blogları” sitesinin bütün kadınlara hayırlı ve uğurlu olmasını dilerim. Ayrıca bütün bizi takip eden arkadaşlarımızdan, ‘cinsiyet ayırmaksızın’, destek beklediğimi özellikle iletirim. 🙂

Tuzla Tersanesi’ndeki İş Kazaları

Son 8 ayda 18 kişinin hayatını yitirdiği ve kimbilir kaç işçinin yaralandığı Tuzla Tersanelerindeki iş kazaları İnsan Kaynakları işinde profesyonelleşenler için çok dikkatle takip edilmesi gereken bir durumdur. Toplamda 22 bin civarında işçinin emek verdiği tersanelerdeki güvenlik uygulamalarının sadece dört bin işçiyi kapsaması ve gerisinin insanlık dışı koşullarda çalışması acaba ne zaman son bulacak? Günlük 20 ile 50 YTL arasındaki yevmiyeler ile çalışan ve bir bölümünü de vasıfsız göçmen işçilerin oluşturduğu bu kitlenin geçim zaafiyetlerinden faydalanan taşaronlar ne zaman ‘gerçekten‘ cezalandırılacak ?

Tuzla tersanelerindeki taşeron işçiler arasında örgütlü Limter İş, TMMOB İstanbul il Koordinasyon Kurulu, Türk Tabipler Birliği ve İstanbul İşçi Sağlığı Enstitüsünün ortak hazırladığı raporaki çözüm önerileri, hayata geçirilmeyi bekliyor. Ortak rapora göre, iş kazalarının ana nedeni işverenlerin işleri taşeronlar eliyle yürütmesi. Hazırlanan raporda özetle şu tespit ve önerilere yer verildi:

Nedenler :

1. Ölümcül iş kazalarının temelinde, gemi inşa yapımındaki iş ritminin ve çalışma saatlerinin artırılması, mekânın daralması ve büyümeye uygun iş güvenliği tedbirlerinin ana işverenlerce karşılanmaması yatmaktadır.

2. Tersanelerdeki ana iş (çelik profilleri işlemek) hukuka aykırı şekilde taşeron şirketlere kaydırılmıştır. Bu, iş güvenliği, emek maliyeti ve sosyal hakların da esas işveren olan tersane sahipleri tarafından, daha zayıf ve daha küçük işletmelere aktarımıdır.

3. Aynı anda aynı tersanede onlarca başka irili ufaklı taşeron şirketle yan yana çalışan taşeronların bir araya gelip, çalışma alanında önleyici genel tedbirleri (kabloların bakımı, gaz ölçümü, iskelelerin uygun kurulması) alma gücü yoktur. Bu konuda ana işverene yükümlülükler düşmektedir.

4. Uygulanması gereken eğitimler, işçi sirkülasyonunun yoğunluğundan çalışma şartlarına uygun ve efektif değildir. İşçilere işe uygun kişisel koruyucu donanımın sağlanması işletmelerin insafına kalmıştır.

5. İşyeri hekimi hizmetleri, yalnızca ana işveren tersane sahibinde kadrolu olanları kapsamaktadır. Tersanelerde bu alandaki imkânlar çok yetersizdir.

6. Bakanlığın teftişlerinin kapsamı dar kalmakta ve haberli yapılmakta, kazalardaki sorumluluğun büyük kısmının işverenler olduğu tespiti ve noksanların dökümü kurumun kendi raporlarıyla tespit edilmesine rağmen, uygulanan (çoğunlukla parasal) yaptırımlar yetersiz kalmaktadır.

Çözümler :

1. Gemi yapım sürecinin asıl iş alanı olan çelik profil ve sac işleme işinin İş Yasası’na aykırı olarak çeşitli tanımlar altında taşerona verilmesi kayıt dışılığa neden olmaktadır. Talebimiz, sigorta primlerinin ana işveren tarafından ve alınan ücret üzerinden ödenmesiyle her türlü kayıtdışılığın önüne geçilmesidir.

2. İş güvenliğinden sorumlu mühendis ya da teknik elemanın denetim bağımsızlığı sağlanmalı, efektif üretim süreci kontrolü gerçekleştirilmelidir.

3. Her tersanede, işçi sayısının 50’yi aşmasına bakılmadan, işin ağır ve tehlikeli olma niteliği dikkate alınarak revir (işyeri sağlık birimi) ve ambulans bulundurulması sağlanmalıdır.

4. Tuzla Bölgesi’nde tam teçhizatlı bir kamu hastanesi kurulmalıdır.

5. Tersane mesaisinde, işverenlerin çalışma süresinin günde 7,5 saat, haftada 37,5 saat sınırlandırılmasına kesinlikle riayet etmesi sağlanmalıdır.

Günün Haberi MİGROS’dan

Benim İnsan Kaynakları kariyerimde çok önemli yeri olan Migros’un satışı son günlerde ekonomi gündemini meşgul ediyordu. Nitekim sonunda İngiliz BC Partners’a satıldı. Bugünkü Radikal’de aşağıdaki bloguma taşıdığım haber çıktı ve ben çok sevindim.

Bülend Özaydınlı ben Migros’da çalışırken Nakaştepe’ye çekilmişti. Kendisi açısından çok parlak olan bu ilerleme Migros’da tam tersi etki yaratmıştı. Bana göre Bülend Bey’in ayrılması ile Migros Türkiye perakendecilik sektöründeki innovatör kimliğini tümüyle kaybetti. Ben şirkette çalışırken, Bülend Bey’in gidişinden çok kısa süre sonra insanların kafaları ve ellerinden çok ağızları “kötü niyetli” çalışmaya başladı.

Aslında Koç’un Migros’u elden çıkaracağını duyduğumda hiç üzülmemiştim. Zaten Rusya Ramstoreların Enka’ya devredilmesi dünya devine dönüşebilecek bir şirketi göz göre göre parçalamak demek. Ama tabii şirketi dünya devine dönüştürebilecek kapasitede yöneticileriniz yoksa ( ki yok ), Koç Holding’in başında oturanlar da çareyi dinamik perakendeden çıkmak ve stabil enerjiye yönelmekte bulmuşlar. Benim bıraktığım Migros “yenilikçi-yaratıcı” yönetim açısından gerçekten berbattı, Bülend Bey’in mirasını sadece tüketen mirasyediler gibiydiler ama şimdi görülüyor ki herşey değişecek … okuyun lütfen …

Migros’a 1.9 milyon YTL veren grubun yönetimini, vaktiyle Koç’ta CEO ve Migros’ta müdür olan, kurumun satışına karşı çıkan Özaydınlı üstlenecek.

RADİKAL – İSTANBUL – Bülend Özaydınlı 2000 yılında Tofaş’ın başına geçmek için ayrıldığı Migros’a yeniden dönüyor. Koç Holding İcra Kurulu Başkanlığı’ndan geçen yıl Migros’un satışını istemediği için ayrılan Özaydınlı bu kez Türkiye’nin süpermarket devinin kapısından patronlardan biri olarak giriyor. BC Partners’ın satın alma operasyonuna baştan sona kadar katılan ve yeni dönemde şirketin Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapacak olan Özaydınlı’nın Migros’ta bir miktar hissesi de olacak.

Çünkü BC Partners, 10 yılını verdiği Migros’u daha da büyütmesini istiyor. Bunun yanı sıra dünyanın büyük şirketlerinde üst düzey yöneticilere verilen hisse senedi opsiyonları Özaydınlı’ya da verilecek. Önümüzdeki yıllarda Bülend Özaydınlı’nın Migros’taki payı şirketin hisse senedi ve mali performansına bağlı olarak artabilecek.”Girişim sermayesi şirketleri genelde beş yıl kalıp sonra ortak oldukları şirketten hisseleri satıp ayrılır. BC Partners da böyle mi yapacak” sorusuna “BC Partners isterse ayrılabilir, ama ben hep burada olacağım ve Migros’u Türkiye’nin en kurumsallaşmış şirketi haline getireceğim. Migros’un Türkiye’deki geçmişi kendisine talip olanların tümünün kuruluşundan bile eski. Yani bu anlamda da çok önemli bir kuruluş” diyor.

‘Birbirimizi bulduk’
Migros’un yeni sahiplerinden Özaydınlı “Siz mi BC Partners’ı, yoksa onlar mı sizi buldu?” sorusuna ise şu yanıtı verdi:”Migros iş hayatımın en güzel yıllarının geçtiği şirketlerden birisi. Koç Holding satışa çıkardığını açıklayınca çok ilgilendim ve ciddi mesai harcadım bu iş için. Onlar da ilgileniyorlarmış ve böylelikle bir araya geldik. Yani birbirimizi bulduk.”

Özaydınlı şirketin kaptan köşkündeki ‘bir numaralı kişi’ olacak ve yönetimi tayin edeceği bir genel müdürle birlikte götürecek. Grubun en hızlı büyüdüğü Tansaş’ı, Yapı Kredi Bankası’nı ve Tüpraş’ı bünyesine kattığı dönemde kaptan köşkünde oturan Özaydınlı için Migros’un önemi büyük. Çünkü 2007’nin mart ayında Koç Holding İcra Kurulu Başkanlığı’ndan sürpriz bir şekilde ayrılan Bülend Özaydınlı uzun yıllar Migros’ta Genel Müdürlük yaptı. Migros, Özaydınlı’nın yönetiminde olduğu 1990-2000 yılları arasında çok hızlı şekilde büyüdü, bir perakende devi haline geldi ve yurtdışına açıldı. Gruba yakın kaynaklara göre Özaydınlı’nın Koç Holding’den ayrılma kararı vermesinde Migros’un satışı konusundaki görüş farklılılığı da önemli rol oynadı. Migros’un satılmasını istemeyen ve bu şirketin Arçelik’le birlikte bir dünya şirketi haline gelebileceğini düşünen Özaydınlı elden çıkarma kararının ardından Koç Grubu ile yollarını ayırdı.

Satışa katılım neden az oldu?
Özaydınlı’nın Migros’u Koç Grubu’nun her gün Türk halkının önemli bölümüyle iletişim kurduğu bir kanal olarak gördüğü biliniyor. Migros’ta son tura kalan alıcı sayısının az olmasının en büyük nedenlerinden birisi sektörün önde gelenlerine göre Koç Holding’in Rusya’daki 43 RamEnka mağazasında sahip olduğu yüzde 50 hisseyi ortağı Enka Grubu’na devretmesi. Başta Moskova olmak üzere Rusya’nın önemli şehirlerindeki mağazaların Enka Grubu’na devri, bu dev pazara girmek isteyen ve bu nedenle de Koç Grubu ile görüşmeler yapan Amerikalı perakende devi Wall Mart’ı küstürdü. Fransız perakendeci Carrefoure’un da bu nedenle Migros’tan vazgeçtiği öne sürülüyor.

Vesbo Turquality

TURQUALITY® KAPSAMINA GİREN 33 FİRMADAN SEKTÖRÜNÜN “TEK” İ : VESBO

YK Başkanımızın mesajı :

Değerli Novaplast Çalışanları,Uzun zamandır çalışmaları devam eden Turquality programı neticeleri, Samet Bey’in bildirdiği gibi 13 aralık 2006 gunu açıklanmıştır.

Vesbo markası, ilk desteklenecek 33 firma arasına girerek büyük bir başarı kazanmıştır.

Bu başarı, Novaplast’ın senelerdir taviz vermeden yürüttüğü çalışmaların sonucunda meydana gelmiştir. Başarı hepimizindir.

Bu belge, hem firmamız ve şahsımızın itibarına, hem çalışanlar olarak Sizlerin itibarına yapılmış çok değerli bir katkıdır.

Hepinizi tebrik ediyor, başarılarınızın devamını diliyorum.

Faruk Berksan

GM Mesajı :

Sayın Çalışma Arkadaşlarım,Firmamız Novaplast’ın, VESBO markası ile Turquality Destek Kapsamına alınmış olmasından duyduğum mutluluğunu sizlerle paylaşmak isterim.

Firmamız geçen sekiz ay içerisinde, uzmanlığı dünyaca kabul görmüş olan Deloitte Denetim ve Danışmanlık firması eşliğinde Dış Ticaret Müsteşarlığı müfettişlerince çok detaylı bir şekilde incelenmiş ve Sn. Devlet Bakanımız Kürşat Tüzmen’in “10 senede 10 Türk Dünya markası Yaratma” projesinde desteklenmeğe layık görülmüştür.

Ekte konuyla ilgili bilgi yazımız vardır.

Bu vesileyle, gerek incelemeler sırasında, gerekse çalışmalarıyla sürekli olarak firmamızın bu seviyeye gelmesinde emeği geçen sizlere teşekkür etmek isterim.

Hedefimiz VESBO’yu 10 sene içinde bir Dünya markası yapabilmektir.

Saygılarımla,

Samet Samedi
Genel Müdür

İA’nın blog mesajı :

Şirketim; Vesbo markası, yöneticilerim ve çalışma arkadaşlarımla gurur duyuyorum. VESBO’yu bir dünya markası yapacağız.

Firmalar nasıl seçildi?
Firmaların TURQUALITY® kapsamına alınabilmesi için, bağımsız bir danışman kuruluş olan Deloitte ile işbirliğine gidilerek seçim için kriterler oluşturuldu. Buna göre, gelişim potansiyeli olan değişik sektörlerdeki firmalar 10 ayrı performans başlığı altında değerlendirildi. Bu değerlendirme kapsamında Deloitte Danışmanlık, marka destek havuzundaki firmaları teker teker ziyaret ederek, 3 ana ve 10 farklı performans bazında inceledi. Deloitte Danışmanlık, söz konusu performans kriterleri doğrultusunda firmalara yönelik ön inceleme yaparak TURQUALITY® Çalışma Grubu’na bir değerlendirme raporu sundu. Söz konusu raporu Çalışma Grubu istişari görüşü ile birlikte Dış Ticaret Müsteşarlığı’na (DTM) sundu. Yapılan değerlendirme sonucunda DTM hangi firmaların kapsama alınıp alınmadığına karar verdi.

Kapsama alınan markaların listesi:
Alix Avien, Atasay, BGN, Bossa, Colin’s, Cross Jeanswear Company, Damat-Tween, Derri, Desa, Duru, ECA, Efes, ETİ, Gilan İstanbul, Goldaş, Hamam, Hidromek, İpekyol, Jimmy Key, Koton, LTB, Network, Öztiryakiler, Pınar, Ramsey, Sarar, Serel, Şölen, Taç, Temsa, Vesbo, Vestel, Zen.