İnsan Kaynakları Yönetiminde Ölçme Ve Değerlendirme – Doç. Dr. Lale Tüzüner

Bu kitap bütün İK’cılar için bir tercih değil, bir zorunluluk !

Çok iddialı bir cümle yazmış olabilirim ama altı boş değil bilesiniz.

Artık hepimizin çok iyi bildiği gibi stratejik insan kaynakları yönetimine geçmenin en önemli koşullarından birisi organizasyonumuz için yarattığımız faydayı sayılarla ifade edebilmek, kilit İK fonksiyonlarımızın parasal karşılıklarını bulabilmek. Kısaca İK metrikleri dediğimiz söz konusu ölçme ve değerlendirme süreçlerini ülkemizde ne derece etkin ve etkili kullanabildiğimiz ise henüz benim için büyük bir soru işareti.

Eğer İK metrikleri konusunda bilgi açığınız olduğunu düşünüyorsanız, yarın bir kitapçıya gidip Doç. Dr. Lale Tüzüner’in İnsan Kaynakları Yönetiminde Ölçme ve Değerlendime adlı kitabını istemelisiniz. Kitabın içeriği kafanızdaki olası bütün soruları cevaplayacak ve dahasını da masanızın üstüne sürecek zenginlikte.

Kitabın birinci bölümü, personel yönetiminden insan kaynakları yönetimine geçiş sürecini hikayelemekten ziyade teknik bakımdan inceleyerek okuyucusuna sunuyor.

İkinci bölümde, insan kaynakları yönetimi fonksiyonlarının ölçme ve değerlendirmesi üzerine temel kavramlar ile geleneksel ve modern yaklaşımlar paylaşılıyor. Bu bölümdeki geleneksel veya modern İK yaklaşımlarını daha iyi anlamak istiyorsanız kitabı bitirdikten sonra her birini farklı kaynaklardan da incelemeniz ve detaylandırmanız faydalı olacaktır kanımca.

Üçüncü bölümden ise kilit insan kaynakları fonksiyonlarının (seçme yerleştirme, işgücü devri, devamsızlık, eğitim-gelişme, performans yönetimi, ücret yönetimi, iş sağlığı ve güvenliği) nasıl ölçülebileceğine dair kapsamlı açıklama ve formüllere ulaşabiliyorsunuz.

Böyle aydınlatıcı bir kitabı İK dünyasına kattığı için Doç Dr. Lale Tüzüner’e çok teşekkür ediyorum. Eminim kısa sürede bu kitap bütün İK’cıların kütüphanelerinde en kolay erişilir bölümdeki yerini alacak. 🙂

 

 

 adresinden vereceğiniz tüm siparişler kargo ücretsiz olarak gönderilmektedir.Kaliteli  sipariş etmek istiyorsanız ziyaret ediniz.

Türkiye’de kaliteli mersin escort hizmeti veren elit mersinelitescort.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Kaliteli uçak bileti fiyatlarının yer aldığı ve Türkiye’nin bir numaralı hava yolu acenta sitesi ucakbiletiall.com.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.

PERYÖN Üyesi Olmak

PERYÖN – Türkiye İnsan Yönetimi Derneği’ne Ağustos 2012’de üye oldum.

Tarihi benim yaşım kadar eski olan PERYÖN’e meslekte geçen on beş yılın sonunda sadece bir ay önce üye olmamın üç önemli nedeni var:

Birincisi, İK’cıları temsil eden ilk ve en büyük sivil toplum kuruluşu olarak PERYÖN’ün son dönemde bizlere ulaşmak için samimi bir şekilde yoğun çaba sarfediyor olması,

İkincisi, PERYÖN bünyesinde ‘sonunda‘ düzenlemeye başlanan eğitim ve sertifika programları,

Üçüncüsü ise, yıllarca neden o kadar yüksek olduğunu fayda/maliyet analizi sonunda anlayamadığım üyelik kayıt ve yıllık aidat miktarlarını dikkat çekici şekilde düşürmüş olmaları.

Kanımca, sivil toplum kuruluşları temsil ettikleri kitleyi ‘bir gün gelirler belki‘ diyerek beklemek yerine, onları kendisine çekmek için doğru gerekçe ve faydaları yaratırlarsa gerçekten başarılı oluyorlar. Bu doğrultuda dilerim PERYÖN’nün de yönetim ve icraatlerinde yarattığı değişim ve dinamizm sürdürülebilirdir ve dalga dalga bütün Türkiye’deki İK’cıları sarar.

Yönetim bilimlerinin katılımcılık prensibi üzerinden şekillendiği 21. yüzyılda bütün İK’cılara (özellikle de genç İK’cılara) PERYÖN’e kayıtlarını yaptırmalarını ve mesleğin şekillenmesinde söz sahibi olmak için ilk adımlarını atmalarını öneririm.  

 

Kötü Liderlik – Barbara Kellerman

Liderlik üzerine kitap okumayı seviyorum. ‘İyi lider’ olarak tanımlanan, yaşayan veya tarihe malolmuş insanların hayatlarını, yaptıklarını, nasıl yaptıklarını, neler yaşadıklarını, yaptıklarının sonuçlarını okumak bana hem heyecan, hem de ilham veriyor. Ama hayat her zaman toz pembe değil. Bu nedenle Barbara Kellarman’ın ‘Kötü Liderlik’ isimli eserini kitapçının rafında görünce iyilerden olduğu kadar kötü liderlerden de öğrenilecek çok şey olduğunu düşündüm. Nitekim kitabı çok hızlı ve bir o kadar da merakla okudum.

Barbara Kellerman kitabının başında insanların lider ve liderliğe neden ihtiyacı olduğunu gayet basit ve net bir şekilde tanımlıyor. Lider konumundaki kişilerin insanların bu çok temel sayabileceğimiz ihtiyacını karşılarken ‘kötü’ sıfatı ile taçlandırılmasının o kadar da kolay olmadığını söylüyor. Kötü nedir? diye soruyor Kellerman ve okuyucuya kendi kötü çeşitlendirmesini 7 başlıkta sunuyor:

1. Yetersiz liderler,
2. Bağnaz liderler,
3. Taşkın liderler,
4. Duygusuz liderler,
5. Ahlaksız liderler,
6. Umursamaz liderler,
7. Şeytani liderler.

Barbara Kellerman her başlığın altını bazısı yerel (Amerikan), bazısı uluslararası çapta tanınan liderlerle dolduruyor. Örneğin yetersiz lider olarak Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin yirmi yıl başkanlığını yapan Juan Antonio Samaranch’ı, bağnaz lider olarak Rusya devlet baskani Vladimir Putin’i, taşkın lider olarak Washington D.C.’nin dört defa belediye başkanlığını yapmış ağır kokain bağımlısı Jesse Jackson’ı, umursamaz lider olarak Ruanda’da 1,5 milyon Tutsi’nin Hutu’lar tarafından korkunç şekilde katledilmesine seyirci kalmayı tercih eden Bill Clinton’ı, şeytani lider olarak Bosna’da on binlerce müslüman Bosnalı’yı vahşice öldürten, on binlercesine işkence yaptıran, sistematik şekilde tecavüz ettiren Radovan Karadziç’i ve Kamboçya halkının üçte birini yokeden (1,5 milyon insan) Pol Pot’u okuyucunun dikkatine sunuyor.

Liderler taşıdıkları üstün nitelikler nedeniyle diğerlerini peşinden sürükleyebilen insanlardır. Eğer lider kötü ise söz konusu kötülüğün üst sınırlarının neler yapabileceğini bu kitapta okuyabilirsiniz. Okuduklarınızın hiçbiri hoşunuza gitmeyecek belki ama eminim bu kitabı okuduktan sonra benzer profiller ile karşılaştığınızda anında beyninizde alarm zilleri çalmaya başlayacak.

Diğer taraftan kitap okuyucuya şunu da soruyor: Tamam lider kötü. Ya onu yıllarca bütün kötülüğünü bilip azimle takip eden yandaşları? Kötülüğü bilip müdahale etmeyerek seyirci kalmayı tercih edenler… onları ne yapacağız? Biz bu noktada şu an nerede duruyoruz veya duracağız?

Kötülüğün ne olduğuna dair farkındalığınızı her açıdan arttırmak için tavsiyem bu kitabı okuyun.

 

Sosyal İşe Alım

Bugün BNC Turkey’in düzenlediği İşe Alım ve Mülakat Teknikleri Zirvesi‘ndeydim. Sosyal İşe Alım üzerine sunum yapmanın ötesinde diğer konuşmacıların nitelik dolu paylaşımlarını dinlemek inanılmaz öğretici oluyor. BNC Turkey’in butik zirveleri katılımcılarına olduğu kadar konuşmacılarına da büyük fayda sağlıyor.

Sunumu kısaca özetlemek gerekirse:

Sosyal işe alım adı üstünde İK’cıların kapalı kutularından çıkıp topluma karışarak işe alım süreçlerini yürütmeleri demek. Sosyalleşirken kullandığımız en önemli mecra da sosyal ağlar. Anlaşılabileceği üzere sosyal medya sadece pazarlamacıların iş süreçlerini geliştirmedi. İK’cılar da özellikle şirketlerine yeni yetenekler bulmak ve işveren markalarını tanıarak işveren olarak cazibe merkezi haline gelmek için sosyal ağları ve teknolojilerini her geçen gün artan oranda kullanıyorlar.

Sosyal işe alım sadece sosyal ağları kullanmak anlamına da gelmiyor. Mobil uygulamalar geliştirmek, şirket intranetimizi sosyalleştirerek işe alım süreçlerinde çalışanları birer iş ortağı haline dönüştürmek de sosyal işe alımın parçası.

Sosyal işe alım süreçlerini en başarılı yürüten şirketlerden biri Microsoft. Sosyal ağları kendi yetenek network-ağını beslemek üzere çok akıllı bir şekilde kullanıyor. (Sunumun orijinalinde Microsoft İK’nın işlettiği Facebook sayfası, Linkedin hesabı, Youtube İK kanalı, Twitter İşe Alım hesabı ve İK blogunun ekran görüntüsü üstüste bulunuyor ancak slideshare sadece blog görüntüsünü aldı, siz bütün ağlardaki hesapları inceleyin)

Sosyal işe alımı İK’cıların tercih etmesinin elbette çok rahat ölçümlenebilen nedenleri var: orta vadede işe alım süreleri azaltıyor, aday çeşitliliği sağlıyor, aday niteliğini yükseltiyor ve işe alım alım maliyetlerini düşürüyor.

Sosyal işe alım kavramından çok daha önce iş sürecimiz haline gelen online iş görüşmeleri ise sosyal ağlardan ilham alarak dijital iş görüşmesi haline dönüştü. Artık adaylarımızla online video iş görüşmesi yapma, görüşmeleri kaydetme, paylaşıma aşarak ilgililerine aday puanlatmak gibi hizmetler veren portallar var. Diliyorum bu tip hizmetler ülkemizde de en kısa sürede hayata geçer. Girişimcilere buradan duyurulur 😉

İşe Alım Ve Mülakat Teknikleri Zirvesi

Eylül ayı ile birlikte biribirinden önemli insan kaynakları aktivitelerini konuşacağız. Bunlardan ilki BNC Turkey’in 13 Eylül 2012 Perşembe günü düzenleyeceği İşe Alım ve Mülakat Teknikleri Eğitimi Zirvesi. Benim de “Sosyal İşe Alım” başlığı ile açılış konuşmacısı olarak yer alacağım zirvede ele alınacak konular ve konuşmacıları aşağıdaki programdan inceleyebilirsiniz.

İşe alım, insan kaynakları uzmanlarının hiçbir zaman tükenmeyecek ve sürekli  kendilerini geliştirmeleri gereken bir faaliyet alanı. Her geçen gün karşımıza farklılaşan insan profilleri, beklentiler çıkıyor. İnsanı analiz etmek için çeşitli testlere başvurmak çok uygulanan bir metod ama ben asla iyi bir mülakatçının yaptığı iş görüşmesini elde kalemle işaretlenen, doldurulan üç beş sayfaya değişmem. Bu nedenle de zirvedeki uzmanların paylaşımlarını can kulağı ile dinleyeceğim.

Zirveye katılmayı düşünüyorsanız detaylı bilgi için buraya tıklayabilirsiniz. 

Zirve Programı 

09:15 – 10:15

İşe Alımda Yeni Uygulama: Sosyal İşe Alım…!
Sosyal İşe Alım Nedir? Medyada Online Mülakat Nasıl Uygulanır?

İpek Aral KİŞİOĞLU – Kaynağım İnsan• Sosyal İşe Alım Nedir?
• Sosyal İşe Alımın Faydaları
• Sosyal İşe Alımda Dikkat Edilecek Konular?
• Örnekler

10:15 -11:00

Sosyal Medya Tabanlı İşe Alım Örnek Uygulaması
“gnctrkcll temsilcileri uygulaması”
Derya ER GİDRİSLİOĞLU – İşe Alım Müdürü – TURKCELL

11:00 -11:15

Çay Kahve – Network Arası

11:15 -12:00

Yetkinlik Bazlı ve Davranış Odaklı Mülakat Tekniği Nedir? Nasıl Kullanılır?
Dr.Barbaros KON – YKB – Humanica Danışmanlık• Yetkinliklere Dayalı Stratejik İşe Alım Sistemi
• Yetkinlik Nedir? Neden Yetkinlikler Gereklidir? Yapılandırılmış Mülakat ve Önemi
• Mülakat Aşamaları
• Yetkinlik Sorusu Hazırlama
• Görüşme Sırasında Yapılan Hatalar

12:00 – 12:45

İşveren Markası ve Kurumsal Portalların Yetenekli Elemanların ve Y Kuşağının
İşe Alımındaki Rolü 

Aylin OLSUN – İK Direktörü – Scneider Electric

12:45 -14:00

Öğle Yemeği – Network Arası

14:00 -14:45

Kötü İşe Alımın Şirketlere Maliyeti Nedir? Nerlerden Kaçınmak Gerekir?
Mert EMCAN – Kıdemli Müdür – İşe Alım Hizmetleri Lideri – PwC• Firmaya Özel İşe Alım ve Mülakat Teknik Stratejilerinin Belirlenmesi
• İşe Alım ve Mülakat Tekniklerinde Yapılan Hatalardan Kaçınma

14:45:15:30

İşten Çıkışta Yapılacak Mülakat Nasıl Olmalı? Hangi Mülakat Teknikleri Uygulanabilir?
Özlem KÖKER ÖZDEMİR
 – İK Direktörü – Electro World Türkiye – Dixons Retail Plc• Şirketlerde Yaşanan ve Politikalardan Kaynaklanan Olumsuzlukları Saptamak İçin
Neler Yapılabilir?

15:30 -15:45

Çay Kahve – Network Arası

15:45:16:45

İşe Alım ve Çıkış Süreçlerinde Dikkat Edilmesi Gereken Etik İlkeler ve Hukuksal Konular Neler?
Doç.Dr.Erdem ÖZDEMİR – Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi

16:45 -17:30

PANEL:
İşe Alım Süreçlerinde Kişilik Envanteri Testleri Ne Kadar Önemli?
Piyasadaki Hangi Testi Kullanmak Gerekir? Testler Hep Doğruyu mu Gösterir?

Talent Management Handbook – Berger & Berger

The Talent Management Handbook, Lance A. Berger ve Dorothy R. Berger‘in yetenek yönetimi üzerine yazılmış yazıları derleyerek oluşturdukları çok başarılı bir kitap. Kitabın ismindeki ‘Handbook- El Kitabı’ kelimesine sakın aldanmayın, çünkü yaklaşık 600 sayfa boyunca çeşitli akademisyen, danışman ve profesyonellerin kalemlerinden yetenek yönetimine dair hassas konuları, örnekleri, metodolojileri, uyarıları okuyabiliyorsunuz.

Kitap altı ana bölümden oluşuyor. Size sadece bölümlerin isimlerinin çevirilerini yapsam dahi eserin içerikğinin zenginliği anlayabilirsiniz:

1. Organizasyonun Mükemmelliği İçin Yetenek Yönetimi Programı Yaratmak

* Yetkinlik Değerlendirmesi
* Performans Ölçümlemek
* Yedekleme ve Kariyer Yönetimi

2. Yetenek Yönetimi Proseslerinin Devamını Sağlayan Koçluk, Eğitim ve Gelişim Takiplerini Formule Etmek

3. Ücretlendirme ve Yan Hakları Yetenek Yönetimi Programlarının Parçası Haline Getirmek

4. Mükemmellik Kültürünü Sürdürmek İçin Yetenek Yönetimini Kullanmak

* Kurum Kültürü İçin Yetenek Yönetimi Tekniklerini Kullanmak
* Rekabet Avantajı Yaratacak Kültürleri hedeflemek
* Çeşitliliği Rekabet Avantajı Haline Getirmek

5. Yetenek Analiz ve Planlama Tekniklerini Yetenek Yönetimi Programını Güçlendirmek İçin Kullanmak

6. Organizasyonunuzun Yetenek Yönetimini Şekillendirecek Yenilikçi Düşünce

The Talent Management Handbook için en büyük dileğim ülkemizdeki bir yayın kuruluşunun onu Türkçe’ye çevirip piyasaya sürmesi. Özellikle kitaba ulaşamayan veya İngilizcesi yetersiz İK profesyonelleri için büyük bir mesleki katkı niteliğinde olur böyle bir kitap yayını.

Bir diğer dileğim de bu çalışmanın ülkemizdeki akademisyenler, danışmanlar ve İK profesyonellere ilham vermesi. Bizim İK kültürümü ve uygulamalarımızı yansıtan, yetenek yönetimine farklı perspektiflerden bakan işin İK uzmanları, danışmanlar, akademisyenler  neden böyle bir derlemede yer almak istemesin ki?

Yetenek Yönetimine Hazır Mısınız?

Son dönemde Yetenek Yönetimi söylemi ve uygulamaları ‘insan kaynakları’ söyleminin önüne geçti.

Neden?

Çünkü Yetenek Yönetimi dinamikleri İnsan Kaynakları uygulamalarını topluca kavramakla kalmadı, onlara daha büyük bir anlam, amaç ve değer kattı. Artık işe alım, performans değerlendirme, eğitim, ödüllendirme/takdir, ücretlendirme, kariyer yönetimi, yedekleme süreçlerimizi yetenekli aday ve çalışanlarımızı memnun etmek, sonrasında da kaybetmemek üzere baştan aşağı değiştiriyoruz, yeniliyoruz. Büyük hedefler peşinde koşan şirketlerimizin bu hedefleri gerçekleştirecek en önemli değeri olan insana her geçen gün farklı hizmetler, imkanlar sunması gerekiyor. Dolayısıyla yetenekli insanlar için bugün geliştirilen İK çozümleri hızla değişen iş dünyasında yarın atıl, etkisiz kalabiliyor.

Dünya ölçeğinde olay bu yönde ilerlerken ülkemizde de özellikle uluslarası şirketlerde ve birkaç yerli organizasyonda yetenek yönetimi adına güzel uygulamalar geliştiriliyor. Örneğin Turkcell ve Ülker yetenek yönetimine ciddi yatırım yapan yerel yapılardan.

Yetenek Yönetimi metodolojisinin yerel kuruluşlarda gereken hızda yapılandırılamamasının iki ana nedeni olduğunu düşünüyorum:

1. Yetenek Yönetimi maliyetli. Pek çok yerli kuruluş insan kaynağına sürdürülebilirliği olan büyük yatırım yapma konusunda isteksiz. Pek çok patron/yönetici insanlardan şirketlerini uçurmasını beklerken, onların uçmasını sağlayacak kanatları da kendi kendilerine inşa etmelerini bekliyor. Bu aslında patron/yöneticilerin entellektüel sermayesini kullanmakta olan çalışanlarına bilek gücünü kullanmakta olan işçi muamelesini yapmaları demek. ‘Biraz daha kuvvet harcarsa üç değil beş parça iş yapabilir!’. Hayır, entellektüel sermayesini kullananlar için çarklar öyle dönmüyor. Yetenekli zihinleri mutlu etmenin, kuvvetli pazuları memnun etmekten farklı olduğunu üst kademelerin anlaması gerekiyor.

2. Yetenek Yönetimi üzerine Türkçe kaynak eksikliği. Ülkemizde çıkan iş kitaplarını yakından takip etmeye çalışıyorum. Maalesef ki, Yard. Doç. Dr. Mehmet Altınöz’ün Yetenek Yönetimi kitabı halen piyasadaki tek Türkçe kaynakça. Hani zamanım olsa oturup ben çevireceğim yabancı kaynakları, ama zamanım yok. Aslında bu nokta da iğneyi yayıncılara, çuvaldızı biz İK’cılara batırıyorum:

Talep yok ki, arz olsun.

Yeterli bilginin olmadığı ortamda Yetenek Yönetimi uygulamaları nasıl gelişebilir ki?

Not: Yarın yayınlayacağım yazımda Berger & Berger’in ‘Talent Management Handbook‘ adlı eserini tanıtacağım.

İK Şehrine Dönüş

Kısa bir süre için yazılarıma ara verdim. Ağustos ayı ile birlikte tekrar paylaşımlarıma başlıyorum. Geçen süre zarfında 1 Temmuz tarihli yazımda bahsettiğim kitap çalışmamın yarısını tamamladım. Kalan bölümünü ise ay sonuna kadar bitirmeyi planlıyorum. Sonbahar tüm yoğunluğu ve hızıyla yaklaşıyor. Ne heyecan 🙂

Haziran-Temmuz-Ağustos ayları boyunca pek çok yerli, yabancı insan kaynakları kitabını okuma veya inceleme fırsatım oldu. Kitapları sizler ile paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Okuduklarım bana meslek olarak ne kadar sınırları aşan bir yapıya ulaştığımızı gösteriyor. Her kuruluşun kendi içsel İK çözümlerini üretmek zorunda olduğu bir dönemdeyiz artık. İK’cılar çok çalışmak ve organizasyonlarının iş süreçlerine insanı kavrayan ve dahil eden yenilikçi yaklaşımları katmak mecburiyetindeler. İş dünyası çok hızlı değişiyor. Bu nedenle İK’cılar temsil ettikleri yapının kısa, orta, uzun vadeli strateji ve hedeflerini çok iyi takip etmeli, anlamalı, özümsemeli, ardından da bütün çalışanlara manzarayı şeffaflıkla aktarabilmeliler.

İK şehrine dönüşümde vurgulamak istediğim bir diğer konu nitelikli çalışanın yetkinlikleri üzerine. Benim için nitelikli çalışan görev tanımı ile kısıtlı kalmaktan hoşlanmayan, çok yönlü, girişimci ruhlu, yenilikçi, değişime açık, sosyal sorumluluk bilinci olan, enerjik insandır. Oysa özellikle son bir yıldır nitelikli insan arayışımda bu profilde adaylara ulaşmakta gerçekten zorlanıyorum. Bunun biri olumlu, diğeri olumsuz iki nedeni olabilir:

1. Olumlu nedeni, bu profildeki insanların zaten bir yerlerde çalışıyor ve hayatından memnun olması. Elbette bu Türkiye ekonomisi için iyi birşey. Her ne kadar Türkiye genelinde Mayıs ayı işşizlik oranı %8,2 çıksa da, bu işşizlik oranı nitelikli işgücünden ziyade ağırlıklı yeni mezun ve niteliksiz işgücünü yansıtıyor.

2. Olumsuz nedeni ise, iş dünyasının hızlı değişim ve gelişiminin çalışanlara tam tersi şekilde yansıması. Değişim dinamiklerine ayak uydurmak ciddi disiplin, inanç ve sabır gerektirir. Değişim sancılıdır çünkü değişim ilk başta çalışanların etkinliğini azaltan mevcut alışkanlıklarını kırmalarını gerektirir. İş piyasasında bir grup insan var ki, onlar değişimin doğasını anlayamadıkları için hep sabırsız, inançsız ve sonuç olarak disiplinsizler. Bu tutumları doğal olarak iş görüşmelerine de yansıyor ve benim nitelikli insan profilimin dışına çıkıyorlar.

Ayrıca biz İK’cıların kanımca bundan sonraki dönemlerde de şirket içindeki en büyük sınavı bu grup, yani değişimi dinamiklerini özümseyemeyenler ile olacak. Eğer organizasyonunuzda ‘Böyle gelmiş, böyle gider, burada hiçbir şey değişmez‘ diyen çalışanlarınızın oranı yüksekse işiniz daha da zor. Hemen algınızı, aklınızı, fikrinizi onlara çevirin ve onların bu yargılarını değiştirecek katılımcı metodları geliştirin. İnsan Kaynakları Uzmanları olarak sahip olmak istediğimiz nitelikli insan profilinin hem birer örneği, hem de çalışanlarımızın topyekün zihniyet değişiminin lideri olmamızın vakti çoktan geldi.

Dünyamızın Penceresi – WOW 2012, Londra

Kasım 2011’de Avrupa Birliği’nin yetişkinler için olan Grundvig eğitim programlarını uzun uzun incelemiş ve aralarından on tanesine başvurmuştum. Aradan iki ay geçti ve Ocak 2012’de İngiltere, Londra’daki başvurduğum “Window On Our World – WOW ” başlıklı çalıştaydan kabul mesajı aldım. Onay mesajı sonrasında yaşadığım mutluluğu o günlerde Kaynağım İnsan’a da kayıt olarak düşmüştüm.

Yolculuk (10.06.2012)

Sayılı gün çabuk geçiyor. Çalıştayın yapılacağı 10-16 Haziran 2012 tarihi de bir çırpıda geldi. Kabul mesajı sonrasında çalıştayı yapacak olan Enfield Konseyi Öğrenme Topluluğu açtığı wiki ile okumamız, doldurmamız için pek dokuman gönderdi. Çalıştayın bütün katılımcılarının ülke ve bilgilerini paylaştı. Ben de bu sayede çalıştaya Türkiye’den gidecek tek kişi olmadığımı öğrendim. Bir Birleşmiş Milletler çalışanı olan sevgili Sertaç Turhal da ekipteydi. Onun haricindeki diğer katılımcılar Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, İtalya, Estonya, Latvia, Fransa, Polonya ve Romanya’dandı.

Sertaç’la yolculuk gününe kadar ilk başta mesajlaştık, sonra da birçok kez telefonda konuştuk. 10 Haziran günü onu Atatürk Hava Limanı’nda gördüğümde sanki bir yabancının değil, bayağı süredir tanıştığım bir arkadaşımın elini sıkıyor gibiydim. Dolayısıyla anlaşılabileceği üzere Londra Heathrow Hava Limanı’na kadar olan dört saatlik uçak yolcuğumuz da bol sohbetli ve keyifli geçti.

Hava Limanında bizi Malatyalı bir taksi şöförü karşıladı ve çalıştayın gerçekleşeceği De Vere Theobalds Park‘a götürdü. De Vere Theobalds Park yukarıdaki fotoğrafta da görülebileceği gibi doğanın ortasında, sakin ve pek çok büyük firmanın günlük toplantı veya eğitimlerini düzenlemeyi tercih ettikleri bir mekan. Hafta sonu ise açık hava düğünleri için ideal ortamı sunuyor. Kaldığımız süre boyunca iki düğünün bizler de şahidi olduk diyebilirim.

Otele vardığımızda bizi çalıştayın koordinatörü sevgili Dr. Ben Charles karşıladı. Ben, samimi yaklaşımı ile çalıştay organizasyonunun ilk ve en önemli yüzü olarak bizim gönlümüzü hemen kazandı. Sertaç’la eskiden ahır olup, otele dönüştürülen odalarımıza uyumak için giderken kafamızda pek çok değil sadece tek düşünce vardı: İyi bir uyku çekerek ertesi güne hazır olmak.

1. Gün – Tanışma (11.06.2012)

Kahvaltı sonrası saat 09:30’da yukarıdaki fotoğrafta görmüş olduğunuz ve takip eden altı gün boyunca da çalıştayın kalbi olacak çalışma salonumuza geçtik. Ben Charles kendisini tekrar topluluğa tanıttıktan sonra altı günümüzü birlikte geçireceğimiz diğer yetkili sevgili Elina Kumpina’yı bizimle tanıştırdı. Ardından da bütün katılımcılar kendilerini ve bu çalıştaya neden katılmak için başvurduklarını kısaca aktardılar.

Hiçbir katılımcının ana dili olmayan ve farklı seviyelerde bilinen İngilizce ile paylaşıma geçmek gerekliliği bazen çok güzel, bazen de zorlayıcı. Özellikle çalıştayda sosyolojik, ekonomik, kültürel paylaşımlara girecek olmamız belki de grupça birlikte geçireceğimiz altı günün en geliştirici noktasını oluşturuyordu: Her ne koşulda olursa olsun ortak dili saygı ve sabır kuralları çerçevesinde işler kılmak, sonrasında da anlaşmak, paylaşmak, tartışmak ve sonuçlar çıkarmak.

Çalıştayın ilk aktivitesi çalıştay süresince hepimizin titizlikle uyacağı kuralları belirlemek oldu. Dakik olmak, birbirini dinlemek, aktivitelerde katılımcı olmak, cep telefonlarını çalışma süreleri boyunca kapalı tutmak gibi. Sonrasında Elina katılımcılara bütün çalıştay boyunca elimizden düşürmeyeceğimiz “Learning Log – Öğrenme Günceleri“mizi dağıttı.

.

Öğrenme Güncesi: Çalıştayın başlangıcında çalıştaya dair hedeflerimiz  ile çalıştay boyunca her gün neler öğrendiğimizi, düşüncelerimizi, işleğimiz konuların zihnimizdeki yansımalarını organize bir şekilde aktararak hareket planlarımızı oluşturmamıza destek veren dokuman.

İşleyişte her sabah ve her akşam güncemize gerekli notları alacak süre veriliyordu. Bu kayıtları düzenli tutmamız sayesinde çalıştayın başlangıcındaki hedeflerimiz ile sonundaki düşüncelerimiz ve ulaştığımız noktayı karşılaştırma fırsatı bulduk. Benim açımdan sürecin kötü ilerleyen tarafı son gün güncemi kaybetmek oldu. Neyse ki çalıştay boyunca kullanılan sunumların fotoğraflarını çekmiştim. Öğrenme güncem olmasa bile kameramdaki görsel hafıza ile Kaynağım İnsan yazımı yazabiliyorum.

Öğrenme güncesinin girişinde WOW çalıştayının amacı bütün katılımcılara şu kelimelerle aktarılmıştı: “Bu çalışatayın amacı, bütün katılımcıların dünyanın birbirine bağlı doğasını, farklı ülkeler ve insanların birbirleri ile olan bağlantıları ve bu bağlantıların gündelik hayatlarımızdaki etkilerini anlamaları ve bunu takdir etmeleridir. Bu çalıştay ayrıca katılımcıların aktif birer vatandaş olma yolunda kültürel farkındalığını ve becerilerini arttıracaktır.

.

İlk günün ilerleyen dakikalarında Ben Charles bize İngiltere’yi ve Enfield‘ı tanıtan bir sunum yaptı, Enfield Konseyi (Belediye) Öğrenme Topluluğu olarak etnik çeşitliliğin ileri düzeyde olduğu ilçede yaşayan 300 bin kişinin birbirleri ve İngiltere ile uyumlu yaşamalarını sağlamak üzere yürüttükleri faaliyetlerden bahsetti.

Birinci günün en önemli konularından ilki kültür ve kültürlerarası diyalog ile yetkinlikler idi. Ben Charles toplumsal kültürü incelerken Edward T. Hall’un Kültürel Buzdağı Modelini kullandı:

‘Toplumun kültürel yapısını eğer bir buzdağına benzetirsek, hepimizin farkında olduğu buzdağının görünen kısmından çok daha büyük bir kitle suyun altında gizlenmiştir. Toplumun sergilediği davranışlar buzdağının görünen bilinçli kısmı iken, toplumun değer ve inançları buzdağının gizlenmiş bölümünü yani bilinç altını işaret eder. Bir toplumun gizlenmiş kültürü ancak o kültür içinde yaşayarak öğrenilebilir.

Kültürlerarası öğrenme” ise bir kişinin kendi kültürü ile birlikte diğer kültürlerin de farkında olma, onları daha iyi öğrenme ve anlama sürecini tanımlar. Kültürlerarası öğrenmenin amacı toleransı, gruplar ve bireyler arası anlayış ve saygıyı besleyerek birbirine kenetlenmiş bir toplum oluşturmaktır.

Kültürlerarası yetkinlikler ise bir profesyonelin veya tüzel yapının kültürlerarası etkin çalışabilmesi için gerekli, sistematize edilmiş uyumlu davranışlar, tutumlar, politikalar kümesini tanımlar.

Kişinin kültürlerarası yetkinlik akışında kendisini nerede gördüğü ile gerçekte nerede bulunduğunu analiz edebilmek çok önemlidir. Kültürlerarası yetkinliğin sürekliliği:

1. Farkındalık … 2. Bilgi ve Anlayış … 3. Duyarlılık … 4. Beceri … 5. Yetkinlik

Öğle yemeğinden sonra konuk konuşmacı olarak Londra Üniversitesi’nden Dr. Douglas Bourn bizlerle birlikteydi. Dr. Bourn, Küreselleşme ve Küresel Beceriler başlığı altındaki paylaşımında küresel becerileri altı madde ile özetledi:

1. Birbirinden farklı sosyal ve kültürel geçmişlerden gelen insanlarla iletişim kurabilen,

2. Birbirinden farklı geçmiş ve ülkelerden gelen insanlarla takım çalışmasına girebilen,

3. Dünyanın değişik yerlerinden gelen seslere ve perspektiflere açık,

4. Problemleri çözmeye ve çözüm yolları aramaya istekli,

5. Küresel güçlerin insanların hayatı üzerindeki etkisinin farkında ve bunları anlayan,

6. Toplum içinde gerek yerel, gerekse uluslararası etkin rol almaya hazır.

Elbette bu beceriler davranışa dönüşebildiği zaman kişi “küresel boyutta yetkin” bir birey olabilir.

Dr. Bourn’un, ilk gün itibariyle bizim karışık ekipler halinde çalışmamızı sağlayan iki önemli egzersizi oldu. Birincisi küreselleşmenin günümüzdeki artan veya azalan yönlü etkileri idi. Örneğin küreselleşme zenginle fakir arasındaki uçurumu arttırmakla beraber doğanın yokedilme sürecini de hızlandırdı. Bankacılık sisteminin ve para piyasalarının  gelişmesini sağlarken sosyal devlet anlayışının azalmasına neden oldu. İletişim arttı ama bilginin kalitesi ve güvenilirliği düştü. Diğer egzersiz ise bir profesyonelin küresel bazda çalışabilmesi için tabandan tavana ne gibi yetkinliklere sahip olması gerektiği üzerine idi. Her iki egzersizde de grupların farklı yaklaşım, yaratıcılık ve değerlendirmelerini dinlemek, yaşamak çok öğreticiydi.

.

2. Gün (12.08.2012) – R.I.S.C.

İkinci gün bence çalıştayın en sıradışı günüydü. Kahvaltıdan sonra otobüse binip 45 dakika mesafedeki Reading’e gittik. Buradaki durağımız Reading International Soludarity Center – RISC’di. RISC, geçmişi 1980 başlarına uzanan, ‘gelişim eğitimi‘ üzerine odaklanmış bir sivil toplum kuruluşu. RISC, okullar, toplum örgütleri ve halkla çalışarak uluslararası meseleleri gündemde tutmaya ve toplumu sürdürülebilir büyüme, eşitlik ve sosyal adalet konularında eyleme teşvik etmeye çalışıyor.

Gelişim eğitimi tanımlamasıyla anlatılmak istenen “gelişim” ise üç ana maddeden oluşuyor:

1. İnsanların, hayatlarının dünyanın öbür ucunda yaşayan bambaşka insanlarla nasıl bağlı olduğunu anlamalarını sağlamak,

2. Hayatlarımızı şekillendiren ekonomik, politik, sosyal ve çevresel konularda farkındalığı arttırmak,

3. Dünyayı daha adil, güçlerin ve kaynakların eşit paylaşıldığı bir yer haline dönüştürebilmek için hayatlarımızın kontrolünü ele almamızı sağlayacak beceri, tutum ve değerleri geliştirmek.

Peki RISC odaklandığı gelişim eğitimini gündelik hayata nasıl yansıtıyor diye soracak olursanız, bize de bu bilgiyi bütün günümüzü birlikte geçireceğimiz RISC’ın etkili, yetkili, sorumlu kişisi Dave Richards verdi. RISC, düzenlediği konserler, festivaller, sanat aktiviteleri, kampanyalar, etnik mutfak günleri, işlettiği küresel kafe ve dükkanı, özenle baktıkları küresel bahçeleri, verdiği eğitimler ve bizim gibi Avrupa’nın dört tarafından gelmiş insanlarla bilgi ve tecrübelerini paylaşarak mesajlarını dalga dalga bütün dünyaya yaymaya çalışıyor.

Dave Richards’ın hepimizi etkileyen RISC’in faaliyetlerine dair paylaşımı sonrasında günün önemli konusu olan Milenyum Gelişim Amaç ve Hedefleri üzerine çalışmaya başladık. Milenyum Gelişim Amaç ve Hedefleri, 2000 yılında Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanmış ve 189 ülkenin altına imza attığı Milenyum Deklerasyonunda yer alıyor. Bu amaçlar sırasıyla: (bize verilen dokumanda her bir amacın altında hedefleri ve toplam 18 hedefin takibini sağlamak için oluşturulmuş toplam 48 ölçüt de yer alıyor ancak bu bilgilerin hepsini Kaynağım İnsan’a taşıyamıyorum)

Amaç 1: Yoksulluğu ve açlığı yoketmek

Amaç 2: Evrensel ilköğretim yapısını hayata geçirmek (kız ve erkek çocuklarının eşit koşullarda ilköğretime gitmesini sağlamak)

Amaç 3: Cinsel eşitlik ve kadınların güçlendirilmesi

Amaç 4: Çocuk ölümlerinin azaltılması

Amaç 5: Hamilelik ve anne sağlığı koşullarının geliştirilmesi

Amaç 6: HIV/AIDS virusü ve malarya gibi salgın hastalıklarla savaş

Amaç 7: Sürdürülebilir çevreyi sağlamak

Amaç 8: Gelişim için küresel bir ortaklık geliştirmek

Milenyum Gelişim Amaç ve Hedefleri ile ilgili bizler de iki aktivite yaptık. Bunalardan birincisinde gruplara ayrılarak seçtiğimiz bir milenyum amacını nasıl iyileştirebileceğimize dair çözüm önerilerimizi hazırladık ve sunduk. İkinci aktivite ise çok eğlenceliydi. Seçmiş olduğumuz milenyum amacına yönelik toplumsal farkındalığı arttıracak bir reklam kampanyası tasarladık. Sonrasında tasarımızı elimizdeki imkanlar çerçevesinde yazarak, çizerek, videoya çekerek realize ettik.

RISC’de geçirdiğimiz günün en şaşırtıcı ve özel dakikalarını Dave bizi bulunduğumuz binanın çatısında oluşturulmuş Küresel Bahçe’ye çıkarttığında yaşadık. 2009 yılında Observer tarafından En İyi Etnik Bahçe ödülüne layık görülen Küresel Bahçe’de dünyanın dört yanından getirilmiş bitkiler özenle yetiştiriliyordu. Türkiye florasında bulunan kekik, fesleğen, biberiye, anason, nane, muşmula gibi pek çok bitkiye bahçeyi dolaşırken rastladık. Dünyanın farklı bölgelerinde köylülerin yerel olarak uyguladıkları sulama metodlarını kullanarak sürdürülebilir yaşamın küçük modellerini de hayata geçiren bahçede yaprakları şeker tadında olan bitki benim çok ilgimi çekti. Dünyanın dev şeker üreticilerinın bu bitkinin yapraklarının şeker niyetine kullanılmaması için yaptıklarını, yapabileceklerini düşünebiliyorum ve düşüncelerim beni ürkütüyor.

Akşamüstü otobüsümüze dönüş yolu için binerken bütün WOW ekibi çok mutluydu. RISC’deki aktivitelerimiz, Küresel Bahçe ve Dave’in inanılmaz pozitif enerjisi hepimizi çok etkilenmişti. Nitekim Reading’de geçirdiğimiz gün çalıştayın sonunda yaptığımız konuşmalarda da sürekli “en çok beğenilen, en unutulmaz gün” olarak taçlandırılacaktı.

.

3. Gün (13.06.2012) Küresel Öğrenme ve ECOPARK 

Çalıştayın 3. günü sabah bölümünde İngiliz eğitim sisteminde yaşanan değişikliklerden bahsetmek üzere Think Global‘ın CEO’su Tom Franklin bizimleydi. Tom Franklin’in paylaştığı değişimin boyutları bizi şaşırttı, hatta kimi yerde sert eleştirilerimize neden oldu. Şimdi düşününce biraz yersiz bulduğum eleştirilerimizin nedenlerini sizinle paylaşayım.

Aslında çalıştayımızın ana teması küreselleşme, küresel beceriler, kültürlerarası diyalog ile çok örtüşen bir dönüşüm yaşanmaya başlıyor İngiliz eğitim sisteminde. İngiltere, 3-16+ yaş grubundaki bütün İngiliz çocuklarını sorumlu birer küresel vatandaş olmak, küresel düşünmek, diğer kültürlere açık olmak, onları tanımak, anlamak gibi kavramları temel alarak yetiştirmeyi hedefliyor. Bu değişimin ana gerekçelerinden pek çoğunu Tom Franklin’in bize dağıttığı iş dünyası ile yapılan anket araştırması sonuçlarından çıkartabiliyoruz. İngiltere çapında 500 tepe yönetici ile yapılan anket çalışmasından çıkan sonuçlara göre;

* Yöneticiler, yeni yetişmekte olan İngiliz gençliği küresel düşünmeyi öğrenmezse İngiltere’nin Çin, Brazilya, Hindistan gibi hızlı büyümekte olan ülkelerin gerisine düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalacağına inanıyor.

* Yöneticiler, gençlerin büyük çoğunluğunun küreselleşmiş ve kültür çeşitliliği olan bir ekonomide çalışabilecek ufka sahip olmamasından dolayı endişeliler.

* Yöneticiler, birer işveren olarak farklı ülke ve kültürlerden gelen müşteri ve işlerle etkin şekilde çalışabileceğini gösterebilen personele değer veriyor.

Dolayısıyla bu çıktıları pozitife dönüştürecek değişimin yaşanmasının İngiltere için bir zorunluluk halini aldığını anlayabiliyoruz.

İngiliz eğitim sistemindeki bir diğer önemli dönüşüm liberalleşme üzerine. Bizim ana eleştirilerimizi alan da bu aşama oldu zaten. Tom Franklin’in anlattığına göre artık her okul kendi müfredatını kendi belirleyebilecek. Veliler okulların müfredatlarını inceleyerek çocuklarını hangi okula göndermek istediklerine kadar verecek. Devletin minimum müdahalesi olan, hiçbir okulun sunduğu eğitim içeriğinin birbirine benzemediği, eğitim piyasası koşullarının sistemi şekillendireceği bir yapının nasıl kontrol edileceği, verilen eğitimin kalitesinin, seviyesinin ne olduğunun nasıl anlaşılacağı gibi sorular Tom Franklin’in tatminkar cevaplar veremediği kanımca aslında en kilit konulardı. Eğitim durumu çok iyi olmayan velilerin çocuklarına hangi bilgi ve algı ile okul seçenekleri büyük bir muamma iken, öğretmenlerin bu yeni sistemi hayata geçirecek bilgiye ne derece sahip oldukları da bir başka bulanık alandı kanımca.

Ancak İngiltere’nin eğitim sistemindeki bu dönüşümün bazı noktalarda da hakkını vermek gerek. Özellikle bizim ülkemizde neredeyse her yıl farklı eğitim modelleri ile karşımıza çıkan Milli Eğitim Bakanlığı’nın altyapısız ve bilinmezlerle dolu, velileri bezdiren değişim çabaları yanında, İngilizlerin kendi dönüşümlerinin dinamosu olarak açtıkları Global Dimention eğitim protalının içindeki kaynaklar ve sistem karşısında etkilenmeden edemiyorsunuz.

Her ne kadar Tom Franklin’i eleştirilerimiz ile bunaltmış olsak da, verdiği bilgiler doğrultusunda yaptığım okuma ve portal incelemelerinin ilköğretim ve lise eğitimi konusundaki vizyonumu çok açtığı söyleyebilirim.

Öğle yemeği sonrasında Londra’nın kuzeyinin bütün atıklarının toplanarak farklı şekillerde değerlendirildiği ve dönüştürüldüğü London Waste – ECOPARK‘ın büyük tesisine gittik. Sürdürülebilir atık yönetiminin ne demek olduğunu anlayabilmek için bu tesis ideal örnekti. Tesisteki atıkların bir bölümü yakılıp enerjiye dönüştürülerek şehrin aydınlatılmasında kullanılıyor, bir bölümü de gübreleştirilerek halka bedava dağıtılıyor.

Tesisi komple gezmek için gerekli ayakkabılar ben dahil pek çoğumuzda yoktu. Dolayısıyla tesisin açık alanlarından ziyade kapalı bölgelerinin gösterildiği turumuzda tek tahammülü zor şey kokuydu. Hepimiz bu koşullarda çalışmakta olan insanlar için “Allah sabır versin” demeden edemedik.

İstanbul’da atık dönüşüm tesislerinin olduğunu biliyorum ama böyle çok fonksiyonlu bir yapının varlığından haberim yok. Eminim İstanbul’a böyle birkaç tesis kurulsa çevrenin korunması ve atıkların katma değerli dönüşümü adına büyük adım atılmış olur.

.

4. Gün (14.06.2012) – Küresel Boyut

Çalıştayın 4. gününün konuşmacısı kaldığı yerden sözlerine devam eden Dr. Douglas Bourn’du. Gün boyunca küresel boyutta ele almamız gereken sekiz ana kavram üzerine odaklandık, grup çalışmalarına girerek her bir kavram üzerinde düşündük, tartıştık, paylaştık. İncelemeye aldığımız sekiz küresel kavram:

1. Küresel vatandaşlık: Aydın, aktif, sorumlu birer küresel vatandaş olabilmek için gerekli bilgi beceri ve anlatışa sahip olmak

2. Çeşitlilik: İnsanlar arası farklılıkları anlamak ve ortak insanlık değerleri adına bunlara saygılı olmak

3. İnsan hakları: Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları dahil olmak üzere bütün insan haklarını bilmek

4. Dayanışma: İnsanların, bölgelerin, ekonomilerin birbiri ile ayrılmaz derecede bağlı olduğunu ve yaptığımız seçeneklerin, içinde bulunduğumuz olayların küresel boyutta yankıları olduğunu anlamak.

5. Sürdürülebilir büyüme: Gelecek kuşaklar için gezegenimizi yok etmeden hayat kalitemizi korumak ve yükseltme ihtiyacımızı anlamak

6. Değerler ve algılar: Küresel meselelerin eleştirel bir değerlendirmesini geliştirmek ve bu meselelerin insanların tutum ve davranışları üzerindeki olumlu/olumsuz etkilerini takdir etmek

7. Sosyal adalet: Sürdürülebilir büyüme ve insanların ortak refahı için sosyal adaletin önemini anlamak

8. Çatışma çözme: Çatışmaların doğasını ve çatışmaların gelişim üzerindeki etkilerini, bu çatışmaların uyumlu yaşamak yolunda neden çözümlenmesine ihtiyaç olduğunu anlamak

Birbirinden önemli olan bu sekiz konuyu incelerken Dr. Douglas Bourn bize pek çok aktivite yaptırdı. Bu aktiviteleri unutmamak için başlıklar halinde sıralayacağım:

a. Karikatür aktivitesi (pırlanta şekli)

b. Gelişim cumleleri aktivitesi (pırlanta şekli)

c. Ülke tanıma (sosyal, kültürel bilgiler üzerinden)

d. Eğer dünya yüz kişinin yaşadığı bir köy olsaydı egzersizi

e. İnsan hakları aktivitesi

f. Küresel vatandaş kimdir? aktivitesi

.

5. Gün (15.06.2012) Final Değerlendirmeler

Çalıştayın final günü itibariyle bütün WOW ekibi birbirimize iyice ısınmış, dostluklar kurmuştuk. Özellikle koordinatörümüz Ben Charles ile olan iletişimimiz çalıştaydaki paylaşımlardan daha da öteye taşınabilir hale gelmişti. Ben, sonbaharda hazırlığını bitireceği AB projesinde Türkiye adına ortak olup olmayacağımı sorduğunda mutluluk içinde olumlu cevabımı verdim. Şimdi merakla önümüdeki aylarda karşıma çıkacak proje içeriğini bekliyorum. Sonrasında gerekli ortaklık koşullarını karşılamak için çalışmalarıma başlayacağım.

Son gün dakikalarca aramama rağmen öğrenme güncemi bulamamak çalıştayın benim açımdan en üzücü olayı oldu. Bunun haricinde ekipçe birlikte geçireceğimiz son saatlerde öğrenme güncelerimizi (ben yenisini !!!) tamamladık, çalıştayın bize kattıkları, bizi en çok etkileyen noktalarını birbirimizle ‘speed dating’ usuluyle paylaştık. RISC’de  iken yarım kalmış olan reklam kampanyası egzersizimizi tamamladık ve ardından çıkardığımız işleri dinledik, izledik. Bol bol fotoğraf çektik, güldük. Nihayetinde de ayrılıyor olduğumuz için hüzünlendik. Birlikte geçirdiğimiz nefis altı günü hiçbirimiz unutmayacaktık. Ben bütün ekibe çalıştayı Kaynağım İnsan blogumda yazarak internete yerleştireceğimi söyledim. Böylece çalıştayda yaşadıklarımız zaman içinde hafızamızdan silinmeyeceti. Ayrıca üniversitelerde sonbahar ve takip eden zamanlarda yapacağım seminerlerde çalıştayda işlediğimiz konuları üniversite gençliği ile paylaşacağımı da belirttim.


Öğle yemeği sonrasında bize verilen serbest zamanda ise Londra merkezine gitmeyi tercih ettik. Trenle merkeze, metro ile ise Picadelly Circus’a geçtik. Oradan Trafalgar Meydanı’na, ardundan da da West Minister’a yürüdük. Thames Nehri kenarına ulaştık. Akşam saatleri geldiğinde metro ile kendimizi Oxford Caddesi’nde attık. Akşam yemeği için İspanyol mutfağını tercih ettik ve nefis paellalarımızı afiyetle yedik.

6. Gün (16.06.2012) Londra’ya Geçiş

Son gün WOW ekibi birbiri ile kahvaltıda vedalaşarak uçuş saatlerine göre teker teker otelden ayrıldı. Ben de takip eden dört günümü geçireceğim Londra merkeze doğru yola çıktım. Böylece muhteşem olarak nitelendirebileceğim altı günün sonuna geldik.

WOW ekibi ile İstanbul’a dönüşte hemen sosyal ağ başlantılatını kurduk ve yazışıyoruz. Kısacası WOW ruhu farklı bir boyutta halen devam ediyor ve edecek. Kanımca WOW çalıştayı üniter anlamda  bizleri bu derece altı dolu şekilde bir araya gitirip kaynaştırarak hedefine ulaştı.

.

Çalıştayın Satır Araları: 

1. Bütün katılımcılar çalıştayın başında tespit edilen çalıştay kurallarına özenle uydu. Bu nedenle hiçbir huzursuzluk yaşamadık.

2. Çalıştayın nasıl yürütülmesi gerektiğine dair ciddi bilgi edindim. Toplam zamanın 3/4’ünde katılımcıların konuştu. Konuşmacılar sadece konuyu açmakla ve temel bilgiyi vermekle yetindi. Sonrasında bütün düşünce egzersizleri, paylaşımlar, tartışmalar, doğru ve yanlışların tespitleri katılımcılar tarafından yapıldı. Böylelikle çalıştay bir kulaktan girip öbüründen çıkan bilgiler yığını değil, uygulayarak anladığımız süreçler haline dönüştü.

3. Grup çalışmalarında sürekli farklı insanlarla çalışmak farklı ülkelerin ve insanların algılarını, düşüncelerini anlamak bakımından çok önemliydi.

4. Çalıştayın başında özellikle kültürlerarası süreklilikte kendimi ‘yetkin’ bulurken, çalıştayın sonunda düşündüğümden daha geri bir noktada olduğumu farkettim. Bu bana özellikle bilgi bakımından gelişmem gerektiği gösterdi. Küresel konuları daha fazla okumalı, öğrenmeli, anlamaya çalışmalı ve duyarlılık geliştirmeliyim.

5. 3-18 yaş grubu gençlerin eğitimi konusundaki farklı modelleri daha fazla incelemeli, daha küresel düşünmeliyim.  Özellikle de çalıştayda çok eleştirdiğim İngiltere’de uygulanmaya başlayan yeni modelin önümüzdeki yıllardaki sonuçlarını takip etmeliyim.

.

Yazımın sonunda herkese Avrupa Birliği’nin Grundvig Erişkin Eğitim Programını takip etmesini tavsiye ederim. Ben kurallar gereği üç yıl boyunca bir daha eğitime başvuramıyorum ama siz başvurabilir ve böylesi mükemmel bir tecrübeyi yaşama imkanını elde edebilirsiniz.

.

Son olarak sözlerim Ben ve Elina için;

Many thanks dear Ben and Elina. WOW workshop was one the best time of my life. I’m sure we’ll never lose contact with each other. I love you both.

😀

Tanımsızlık Alışkanlığını Değiştirebilirsen Lidersin

Şirketlerin verimlilik çalışmaları esnasında değiştirmekte en çok zorlanılan girdi olumsuz alışkanlıklardır. Hatta olumsuz alışkanlıklar bir çok organizasyonda o kadar içselleştirilmiştir ki, artık kurum kültürünün bir parçası olmuştur. Örneğin saatler süren, birbirini seri şekilde takip eden ve hiçbir işe yaramayan toplatılar, bol keseden dağıtılan ünvanlar, hiçbir şekilde işe yaratacak şekilde sayısallaştırılmayan iş ve çalışan performansları gibi.

Eğer bulunduğunuz organizasyona makro düzeyde bakma yeteneğine sahip bir patron veya profesyonel iseniz, böyle kötü alışkanlara saplanıp kalmış bir şirketin ana probleminin ne olduğunu hemen adresleyebilmeniz gerekir: Liderlik zaafiyeti.

Kıdemli bir yönetim danışmanı bir gün bana “Hiçbir patron veya genel müdür kendi performansı hakkında kötü şey duymaktan hoşlanmaz, onlarla konuşurken dikkatli ol” demişti. Onun bu nasiyatını hiç unutmadım ama hiç de tutamadım. Durum neyse odur, ne ötesi, ne de berisidir.

Bugüne kadar karşılaştığım pek çok patron ve genel müdüre “lider kişi kimdir?” ve “liderlik süreci nedir, nasıl hayata geçirilir?” sorularını sordum. Hemen hemen hiçbirinden üzerine daha önceden düşünüldüğünü anlayabileceğim sistemli bir tanımlama alamadım. Zaten aslına bakacak olursanız şirketlerin gerçek problem de budur: tanımsızlık alışkanlığı. Eğer en tepe kişi iş ortamında kendi bireysel mevcudiyetinin içeriğini oluşturamıyorsa bu tanımsızlık alışkanlığı alt kadrolara da aynen yansır. Şirket içinde bir türlü aşılamayan motivasyon ve iş performansı istikrarsızlıkları da aslında bu tanımsızlığın doğal sonuçlarıdır.

Maalesef böyle “kriz” zamanlarında derhal sokaktan bulunan danışmanlar devreye alınır.  Danışmanlara sorunlar ‘kendilerince’anlatılır ve acil çözüm üretmeleri istenir. Danışmanlar şirketi, iş süreçlerini, çalışanlarını didik didik ederler, havadan bile nem kaparlar, ölçerler biçerler ve uzun uzun raporlar yazarlar. Raporlarda neredeyse herşey, her insan vardır, bir kişi hariç: patron veya genel müdürün kendisi. Sayısı az olan cesaretli danışmanlar çuvaldızı şirket çalışanları ile iş süreçlerine, iğneyi patron veya genel müdüre batırabilirler.

Bu bir dram.

O zaman şimdi sıra bende. Sorum şu: şirketinizde verimsizlik problem yaşadığınızı düşünüyor musunuz? Cevabınız evet ise derhal aynanın karşısına geçin. Verimsizlik nedeni kanlı ve canlı bir şekilde karşınızda duruyor. Neden sizsiniz. Ve siz, şirketinizin biricik lideri olarak şu mevcut tanımsızlık alışkanlığınızı değiştirmediğiniz sürece bir adım bile ilerleyemeyeceksiniz. Ayrıca danışmanların şirket için karaladığı tedavi formulleri dua edin ilerleyen günlerde size daha da hastalandırmasın.

O zaman ne yapmak lazım?

Elinize bir kalem, önünüze boş bir sayfa alın. Sayfayı ortdan ikiye bölcek şekilde bir çizgi çizin. Şimdi bir lider olarak kendinizde en beğendiğiniz üç niteliğinizi birer örnekle kağıdın sol, geliştirmeniz, değiştirmeniz gerektiğini düşündüğünüz üç niteğinizi de örnekleri ile beraber sağ bölüme yazın. Bu çalışmayı lütfen yazarak yapın. Yazı kalıcı, düşünceler ve sözler ise uçucudur. Ben size sağ alan için yardımcı olabilirim: “Tanımsızlık alışkanlığım”.

Size tanımsızlık alıkanlığı aşmak için birkaç adımdan oluşan bir metod da verebirim:

* Bol bol liderlik ve iş kitap, dergileri, kaynakları okuyun, okuduklarınız arasında beğendiğiniz bölümleri, kelimeleri, örnekleri not alın.
* Hemen sonrasında yakın iş çevrenizle okuduklarınızı paylaşın, tartışın.
* Liderlik üzerine bol bol düşünün, düşüncelerinizi not alın. Bu yolla zaman içinde kendinizdeki gelişim, değişimi takip edebilirsiniz.
* Güvendiğiniz iş arkadaşlarınızdan sizi bir lider olarak değerlendirmelerini isteyin. (şeffaflık gerektiren soruları siz hazırlayın)
* Kendi “Liderlik Manifesto”nuzu özenle yazın. Sürekli güncelleyin, geliştirin.
* Bu metodolojiyi sizinle çalışan bütün yöneticilerinize uygulattırın ve sonuçları sizinle paylaşmalarını sağlayın.