Yeni mezun bir genç, karşımda oturuyor, temiz bir özgeçmiş yazmış, ellerine sağlık. Ama arıyorum, arıyorum, dört yıllık üniversite hayatı boyunca uzun geçen yaz tatillerinde neler yaptığını göremiyorum, okuyamıyorum. Soruyorum “Stajlarınızı yazmayı mı unuttunuz?
Hayır, karşımdaki bu genç stajlarını yazmayı unutmuş değil, dört yıl boyunca tatillerde hiç staj yapmamış.
Mühendislik bölümlerinde okuyan öğrencilerin lanet ettikleri bir zorunluluktur stajlar, onlarsız okuldan mezun olunamaz. Keşke aynı zorunluluk sosyal ve idari bilimlerde okuyan öğrencilere de getirilse. O zaman etrafta “ben ne yapacağım?” diye dolanan bir sürü genç görmezdik.
“Eğitim şart” der gibi sürekli tekrarlıyorum yakınıma gelen gençlere “Staj şart“.
Neden?
Stajlar, bir gencin kariyeri adına ne istediğini değil, ne istemediğini anlamasını sağlar.
Stajlar, bir gencin kurumsal ortamdaki atmosferi ilk kez soluduğu zaman dilimidir. İşyerleri, iş ilişkileri okul hayatına benzemez. Stajlar bu gözlemi yapmak, ortamla, iş arkadaşları, yöneticiler ile empati kurmak için en mükemmel fırsattır.
Staj süreçleri bir gencin yetkinlikleri, kişilik özellikleri bakımından kendisini sorgulayabileceği çok önemli bir süreçtir. Gerçek hayata atılmış bu yarım adımda aslen kişi hayatının geri kalanının nasıl olacağını da sezinleyebilir. İş varsa çalışıp, iş yoksa boş oturmayı mı tercih ediyorsunuz? Aman dikkat ! Kariyeriniz boyunca da aynı tutum içinde olma ihtimaliniz yüksektir.
Mühendislik bölümlerindeki zorunluluk dışında, bireysel tercih ile staj yapmış olmak bir gencin işe, iş hayatına duyduğu hevesin göstergesidir.
Staj yapmış bir genç ile staj yapmamış olanın mülakatları birbirinden çok farklı seyreder. Staj yapan genç sanki yarın işe başlasa hemen üretken olacakmışcasına kendisine güvenlidir. Diğerinin işe karşı ürkekliğini hissetmek içinse İnsan Kaynakları profesyoneli olmanıza bile gerek yoktur.
Son söz olarak,
lütfen gençler, yaklaşan uzun yaz tatili boyunca yan gelip yatmayın, kendinize staj yapacak şirketler bulun ve bireysel gelişiminize yatırım yapın.
lütfen işverenler, işlerinizin verimliliğini arttırmak için staj yapmış gençleri tercih edin.
Geçtiğimiz günlerde Friendfeed sosyal ağından Ömer Ekinci bana asla geri çeviremeyeceğim bir teklif getirdi. Ömer Ekinci’nin teklifi Geliştrend.com isimli blog projesinde yazar olarak yer almam üzerineydi. Blogun diğer yazarları bloglarını takip ettiğim birbirinden değerli isimlerdi; Uğur Özmen, Hasan Basusta, Prof. Dr. Şule Özmen ve tabii ki Ömer Ekinci.
Teklifin ardından geçen süre içinde yazışmalarımız, kendi yazı ve konu başlıklarımı saptama çalışmalarımdan sonra Geliştrend.com‘un 23.05.2009 tarihi itibariyle yayına geçtiği haberini aldım ve çok mutlu oldum. Peki Geliştrend nedir, ne işe yarar ? İşte Ömer Ekinci’nin kendi anlatımıyla Geliştrend:
“Geliştrend.com, genç girişimci, yönetici ve patronlara yönelik bir hap-blogdur! 10 ana kategoride 10 değerli uzman yazar tarafından girilen ve hepsi hap niteliğinde, yani hemen uygula-hemen sonuç al mantığında yazılan yazılardan oluşur. Genç bir girişimciye, işini geliştirirken ihtiyaç duyacağı küçük ipuçlarını verir.
Geliştrend.com‘da uzun ve teorik yazılar bulunmaz. Olabildiğince uygulanabilir, hatta uygulanmış örneklerle anlatılan pratik örneklerle oluşturulan Geliştrend.com uzun saatler harcayabileceğiniz bir kaynak site değil, hergün 3 dakika okuyup hemen gerçek hayata dönüp uygulamanız gereken yazılardan oluşur.
Hergün günde 2 defa, özellikle de motivasyonunuzun düştüğü zamanlarda Geliştrend.com‘un işinizi geliştiren hapları sizi bekliyor olacak.”
Bugün itibariyle yayın hayatına başlayan Geliştrend.com‘daki ilk İnsan Kaynakları yazımı aşağıda okuyabilirsiniz ya da bizzat Geliştrend.com‘a giderek benim yazımdan çok daha fazlasına ulaşabilirsiniz. Bence bir bakın, memnun kalacaksınız 🙂
.
DİKKAT ! İNSAN KAYNAKLARI
20. yüzyılın son çeyreğine kadar dünya ekonomi literatüründe “İnsan Kaynakları” yoktur, “İnsan Sermayesi” kavramı vardır.
İnsan, üretim sürecindeki “para,makine, insan” üçlü saç ayağından biri ve hatta en maliyetli olanıdır. İşe alınır, kullanım süreci dolunca ise derhal atılır. Kulağı son derece rahatsız eden bu yaklaşıma İnsan Kaynakları teorisyenlerinden önce Birleşmiş Milletler organizasyonu el atmış ve insanlık dışı koşullarda çalıştırılanlara yönelik bir dizi önlem getirmiştir.
1970’lere gelindiğinde ise Amerika Birleşik Devletler’indeki dünya devi firmaların yüksek maliyetler ve verimsizlik nedeniyle kar edemez hale gelmesi, akademisyenleri “İnsan Kaynağı” üzerine çalışma yapmak üzere tetiklemiştir. İnsanın sadece bir şirket girdisi sayılamayacağı, onun da ihtiyaçları, beklentileri, sıkıntıları olabileceği yaklaşımı kısa sürede karşımıza “İnsan Kaynakları Teorisini” çıkarmıştır.
Günümüzde her çaptaki şirket için en kısa tanımı ile İnsan Kaynakları “şirket bünyesine girmeye aday veya içindeki insanların ihtiyaçları ve beklentileri ile ilgilenen bölümdür”.
İnsan Kaynakları bölümleri şirket çalışanlarının bahsi geçen ihtiyaç ve beklentilerini elindeki bir dizi enstrümanla karşılar; işe alım ve oryantasyon, performans değerlendirme, eğitim yönetimi, ücretlendirme yönetimi, kariyer yönetimi, çalışan iletişimi ve motivasyonu , sosyal hak ve faydalar ve organizasyonel gelişim.
Bugünden itibaren Geliştrend.com’un İnsan Kaynakları bölümünde, bir şirket bünyesinde yer alan çalışanları içeren -özlük işlemleri- hariç bütün konular için “ne, neden, ne zaman, nasıl, nerede, kiminle” sorularına yanıt arayacağız ve bulacağız, görüşmek dileğimle 🙂
“Yay! Hareketi, adı üstünde, yaymaktan geliyor. Sanal ortamda, gerçek hayatta, elimizden geldiğince tepkimizi yaymak anlamını içeriyor.
Bu doğrultuda, elimizde çeşitli malzemelerimiz ve yönetmen arkadaşımız İlkay Kopan’ın çektiği videolarımız var.
11 Mayıs itibariyle, videolarımızı, manifestomuzla beraber bloglarımızda yayınlayarak, ortak bir mesaj vermeyi hedefliyoruz. Aynı gün, aynı mesajla ortaya atılarak kamuoyunun dikkatini çekmeyi amaçlıyoruz.
Öte yandan, videolar ve banner’lar sanalda yayılırken, gerçek hayatta da boş durmuyoruz tabii ki. Tepkimizi internetten çıkarıp, dışarıda da göstermek için poster ve sticker gibi malzemelerimizden faydalanacağız.
Amaç belli: Sansür, her yerde karşınıza çıkabilir. Malzemeler de bu doğrultuda hazırlandı, boşlukları malzemeyi kullandığınız yere göre yazabilirsiniz.
Örneğin, posteri bir restorana astınız, boşluğu “Bu restorana erişim engellenmiştir” şeklinde doldurabilirsiniz.
Bu fikirden hareketle aklınıza yeni bir malzeme fikri gelirse, atış serbest. Neler mi olabilir? Tribünlerde “bu tribüne erişim engellenmiştir” pankartı açmak olabilir, yine mecrasına uygun mesajlarla amerikan servis, tişört, bardak altlığı, föy, stensil gibi daha pek çok şey olabilir, bundan sonrası hepimizin hayal gücüne kalıyor aslında.
Sizden tek isteğimiz, bu malzemeleri kullandığınızda ya da gerçek hayatta karşınıza çıktığında, hemen bir fotoğrafını çekip, nerede olduğu bilgisiyle birlikte bize göndermeniz. Hareketin ne kadar yayıldığını görmek ve fotoğraflarla sitemizde sergilemek istiyoruz.
Kısıtlı sayıda malzeme elimizden bulunuyor. Bir süre için bize yazarak malzeme temin edebilirsiniz ya da doğrudan bu sayfadan indirip, kendiniz basabilirsiniz.”
Kitapçıda
Manavda
Diyor Sansüre Sansür.org Yay! Kampanya ana sitesi. Türkiye’nin aydınlık geleceği için ben de bu kampanyaya sonuna kadar destek veriyorum. Eğer siz de destek veren blog, site sahibi veya herhangi bir kişiyseniz mutlaka kampanyanınmanifestosunu okuyun. Hareket hakkında daha detaylı bilgi almak, blogunuza, sitenize veya istediğiniz her yere koyabileceğiniz görsellere ulaşmak için Sansüresansür.orgYay ! Hareketi sitesine buradan gidebilirsiniz.
Geçmişten günümüze deha olarak adlandırılan insanların hayatlarını farklı vesileler ile okur, izler, dinler öğreniriz. Onları “deha” kategorisine sokan şeyin yüksek IQ’leri mı, şans mı, çalışkanlık mı, doğuştan gelen bir gen mi farklılığımı olduğunu kendi kendimize sorarız ve hayıflanırız, neden onlarda olan şey ben de yok diye. Oysa ki, belki her birimizde de vardır o farklılık, sadece kendimizi yeterince keşfedememişizdir, tanıyamamışızdır.
Dr. Win Wenger “Dehayı Ödünç Almak” adlı kitabında ilkel topluluklarda şaman kabilelerinin ava hazırlarken avlanacak hayvanın yaptıklarına işaret eder. Dansın en hareketli noktasında, kabile reisi bir geyik ya da ayının içi boşaltılmış kafasını takarak avın ruhuna “dönüşür”. Wenger bu örnekten hareketle kitabında bir alıştırmaya yer verir. Bu alıştırmada, okuyucudan bilincini ve ruhunu taşımak istediği dahinin “kafasını takarak” kendisine hayal gücünü benzer bir biçimde çalıştırmasını ister.
Niteliklerini edinmeyi en çok arzu ettiğiniz, hayatını okuduğunuz, bildiğiniz dahilerden birini seçin: mesala Mimar Sinan’ı. Mimar Sinan’in yaptığı bir caminin tam önünde oturduğunuzu gözünüzde canlandırarak, hayal gücünüzü harekete geçirmeye başlayın. Gözlerinizi kapatın ve mümkün olduğunca zengin bir anlatımla, bir dinleyiciye veya bir kayıt cihazına camii ve etrafını tarif edin. Cami ve çevresinin varlığını iyice hissetmek için yavaş yavaş 360 derecelik bir dönüş yaparak gördüğünüz herşeyi anlatın. Etrafınızdaki eşsiz güzelliklere, mimari dehasına yoğunlaşın. Ardından bahçeyi ince duyusal ayrıntılarla ve şimdiki zamanda anlatın. Etraftaki seslerden, kokulardan, parmaklarınızla mermerlere dokunduğunuzda yaşadığını hislerden bahsedin. Üç-beş dakika kadar anlatımınızı kesmeyin. Kendinizi hayal gücünüzün akışına bırakın, eğer camii ve çvresinin görüntüsü başka birşeye dönüşecek olursa keyfinizi bozmayın, devam edin. Aklınız bilinçdışı başka ortamlara yöneliyorsa onu özgür bırakın.
Sonrasında Mimar Sinan’nın yanınıza geldiğini hayal edin.
Onu, tüm duyularınızı kullanarak zengin bir dille tarif etmeye çalışın.
Siz onu anlatırken, büyük mimarın sıcak ve içten varlığını size hissettirdiğini düşünün. Onun bu içten yaklaşım bırakın sizi mutlu etsin.
Artık Mimar Sinan ile nörolojik temas sağladığınıza göre, bir de içeriden bakma vakdi gelmiş demektir. Dahinizi içeriden keşfetmenin nasıl bir duygu olduğunu anlamak üzeresiniz.
Mimar Sinan’ın bedeninin hayalini, sırtı size dönük biçimde kolunuzu uzatsanız dokunabileceğiniz bir uzaklığa getirin. Şimdi yavaşça sokulun ve onun varliğina karışın. Bunu yapmanın iki yolu vardır. Ya içeriden “yüzersiniz”, ya da başı kulaklarından tutup kaldırdıktan sonra bir kask gibi kendi kafanıza takar ve sonra da bedenin geri kalan bölümünü lastik giysi gibi üstünüze geçirirsiniz.
Kendinizi Mimar Sinan’ın bedenine iyice yerleştirin. Gözlerinizi göslerine denk getirin ki onun gibi etrafa bakabilesiniz. Kulaklarınızı denk getirin ki, onun gibi duyabilesiniz. Ve aynı işlemini bedenini bütün bölümleri için uygulayın.
Şimdi, tüm zamanların en usta mimarlarından birinin gözleriyle camiiye bakın. Bazı şeylerin artık size farklı göründüğünü fark edeceksiniz. Mimar Sinan’ın perspektifinden bakarak bu farklılıkları anlatın.
En az üç, en çok beş dakika anlatmaya devam edin.
Sonra, Mimar Sinan kimliğinizi koruyarak, defterinizin başına geçin. Sinan’ın aklını kullanarak gördüğünüz, işittiğiniz, tattığınız, dokunduğunuz, kokladığınız herşeyi duyusal ayrıntıları ile tarif edin. Mimar Sinan’ın ne gibi el, kol hareketleri var? Hali, tavrı nasıl? Güçlerinin zirvesinde iken Mimar Sinan tasarımlarını nasıl yapıyor? Bedeninin her bölümü bu süreçte size neler hissettiriyor? Bedensel duyulara özellikle dikkat edin ve bu çalışmaya en az beş dakika devam edin.
Şimdi Mimar Sinan’nın o muhteşem kubbelerinin tasarımlarını yaptığı anı yaşayın. O anı ve o anın parçası olan algı ve anlayışları yazın. “Şimdi tasarladım” anının tarifini şimdiki zamanda yazıya dökün. Bu aşamaya en çok beş dakika devam edin.
Deha keşfi alıştırmanızı bitirmeye hazır olduğunuzda kocaman bir boy aynasının karşısına geçtiğinizi hayal edin. Karşınızda dikilen Mimar Sinan yansımasının aynadan size baktığını düşünün. Şimdi aynayı buharlaştırın. Ayna yok oldu gitti ama Mimar Sinan hala size bakıyor. Siz ve Mimar Sinan artık bir değil, ayrı bedenlersiniz.
Mimar Sinan’a aklının ve bedenini sizinle paylaştığı için teşekkür edin ve onun da sizin teşekkürünüze karşılık verdiğini hayal edin. Siz ayrılmadan önce Mimar Sinan’ın size birkaç çift sözü var: Bu deneyim hakkındaki görüşlerini sizinle paylaşacak, onu can kulağıyla dinleyin. Onun neler dediğinizi defterinize yazın ve kayıt cihazına söyleyin.
Dahi keşif alışmasından sonra hiç vakit kaybetmeden kendinizi sorguya çekin. Yaşadığınız herşeyi, bilhassa dahinizin gözlerinden camii ve çevresine baktığınızda fark ettiğiniz değişimleri defterinize kaydedin.
Bu alıştırmayı diğer beğendiğiniz dahilerle de uygulayarak belli bir soruyu yanıtlamakta, belli bir sorunun içyüzünü kavramakta kullanabilirsiniz. Dr. Wenger, bu alıştırmanın müzikal ve diğer performans alanlarındaki ilerlemeyi çarpıcı bir şekilde hızlandırmak için kullanılabileceğini kanıtlamıştır. Bu alıştırmayı sadece dehalarla değil, çok daha spesifik pek çok konuya yanıt bulmak için devreye sokabilirsiniz.
Dr. Win Wenger’in “Dehayı Ödünç Almak” kitabındaki alıştırmalarının kullanım yolları hakkında daha fazla bilgi almak için www.winwenger.com adresindeki web sitesine gidebilirsiniz.
İnsan Kaynakları mesleğine girdiğimden beri gözlemlediğim durumlardan biri de özellikle satış, pazarlama, üretim, ar-ge, iş geliştirme gibi bölümlerde en çok aranan niteliklerden birinin “yaratıcılık” olduğudur. Yaratıcılık deyince herkesin aklına bilim adamları, mimarlar, tasarımcılar, sanatçılar gelir ilk başta. Onlar işleri gereği olmayanı bulmak, tasarlamak gibi bir misyon yüklenmişlerdir hayatta. Sanki onların beyinleri diğerlerine göre daha özgürmüş gibi gelir büyük çoğunluğa. Oysaki hepimizin beyinlerinde aynı yaratıcılık potansiyeli mevcuttur. Yaratıcılık niteliğini kullanmak isteyenler için tek yapılması gereken şey hayata baktığımız pencereyi biraz genişletmek, farklılaştırmak, eğitmektir.
Yaratıcılık niteliğinin kullanılabilmesi için bireyin algılarının gelişmesi, özgürleşmesinin yanında elbetteki bilgi düzeyinin de artması çok önemlidir. Herkesin bildiği “dehanın yüzde doksandokuzu çalışmak, gerisi yaratıcılık ile olur” sözü boşuna sarfedilmemiştir. Ama benim bu yazımın amacı size “şöyle kitap okuyun, böyle kitap seçin” gibi tavsiyelerde bulunmak değil. Ben yaratıcılığın başlangıç noktası düşünmekten hareketle okuyucudaki yaratıcılık kıvılcımını ateşlemeye çalışacağım.
Düşünmek süreci içinde insanın kafasından birbiri ile ilgili, ilgisiz bir sürü kişi, nesne, durum geçer. İşte yaratıcılık bu hızlı düşünce akışı içinde birbiri ile hiç ilgisi yokmuş gibi görünen girdiler arasında beklenmedik ilişkiler görmek, alışılmadık bağlantılar kurabilmekte yatar. İşte size birbiri ile alakasız gibi görünen kişi, durum, nesneler ile beklenmedik, alışılmadık bağlantılar kurmak üzerine ufak bir egzersiz. Bu egzersiz için tek yapmanız gerek bir kağıt ve kalem almak. Aşağıda okuyacağınız ikili kümelerin her biri için üçer tane bağlantı kurun. Bu egzersizin “doğru” veya “yanlış” cevabı yok. Burada tümüyle kendi birikiminiz, algınız ve tabii ki yaratıcılığınız ile berabersiniz.
1. Einstein’ın saç modeli ve işiniz
2. Isaac Newton ve meyve
3. Işık hızı ve en sevdiğiniz kuzeniniz
4. Marlyn Monroe ve aya yolculuk
5. Çin seddi ve makarna
Düşünmek bağlantı kurmaktır. Yukarıdaki tür egzersizler, daha düzgün tanımlaması ile çağrışım oyunları, yaratıcılığı uyandırır ve aklı özgürleştirir. Rastlantısal görünen bağlantılar kurmak, sonsuz tematik aratırma kanalları açar ve kişiyi koşullu düşüncenin kısıtlayıcılığından kurtarır. Bu yapmış olduğunuz ve kendi başınıza da farklı ikililer oluşturarak devamını getirebileceğiniz basit egzersiz sizi hem eğlendirecek, hem de beyninizdeki blokajları yenmenizde size yardımcı olacaktır.
Örneğin ben ikinci madde “Isaac Newton ve meyve” için şunları yazmışım :
1. Isaac Newton meyvelerin renklerini, tatlarını, kokularını sayılar ile sembolize eder ve meyvelerin matematiksel karşılığından yola çıkarak, doğayı formulize ederdi. Meyveler onun en büyük esin kaynağıydı.
2. Isaac Newton küçükken çürük bir elma yemişti. Bu elmanın tadını hiç unutmadı. Geçerliliğini yitirmiş teoriler, köhneleşmiş düşünceler ona hep bu yediği çürük elmayı hatırlattı.
3. Isaac Newton kuzeni James’den nefret ederdi. Hayatında ilk defa karpuzu gördüğünde ilk aklına gelen şey “aman tanrım ne büyük şey, bu koca meyveyi havaya ne kadar bir kuvvetle fırlatırsam acaba aptal kuzemin James’in kafasına düşecek kadar ivmelenebilir?” oldu ve bu karpuz vakasından sonra F=ma formulunu buldu.
Micheal H. Hart’ın “En Etkin 100” kitabına göre dünya tarihine yön veren 50 bilim insanı ve kaşifin bir cümle yaptıklarını paylaşmak istedim.
1. Isaac Newton (1642-1727) : Mekanik (F=ma), matematik (integral, binom teoremi), optik, termodinamik, akustik, astronomi alanlarında çığır açmıştır.
2. Ts’ Ai Lun (yaklaşık MS 105): Çinli kaşif kağıdı bulmuştur.
3. Johann Gutenberg( 1400-1468) : Matbaanın mucididir.
4. Kristof Kolomb ( 1451-1506): Amerika kıtasını keşfetmiştir.
5. Albert Einstein (1879-1955): Görelilik – yerçekimi kanunu, fotoelektrik etki kuramları ile tanınır.
6. Louis Pasteur (1822-1895): Hastalıkların mikroplardan kaynaklandığı kuramı ve koruyucu aşı geliştimesi ile tanınmıştır.
7. Galileo Galilei (1564-1642) : Mekanik konusundaki önemli çalışmalarından çok onu astromoni dalındaki saptamaları ile tanıyoruz. Teleskopu geliştirerek Copernikus’un ileri sürdüğü gezegenlerin güneş etrafında döndüğü teorisini kanıtlamıştır.
8. Aristoteles ( MÖ 384-322) : Formel mantık ve felsefe üzerine çalışmaları yanında astronomi, zooloji, embriyoloji, coğraya, jeoloji, fizik, anatomi, fizyoloji, ekonomi, psikoloji, retorik, siyaset, tanrıbilim üzerine çalışmıştır.
9. Euclid (MÖ 300): Düzlem ve somut geometri konularını incelemekle birlikte “Elementler” kitabı ile cebir ve sayı teoremlerini geliştirmiştir.
10. Charles Darwin ( 1809-1882) : Doğal şeçme yoluyla evrimleşme kuramının kurucusudur.
11. Nicolaus Copernikus ( 1473-1543): “Gök Cisimlerinin Hareketi Üzerine” adlı kitabında ilk defa dünyanınk endi etrafında, ayın dünyanın etrafında ve diğer bütün gezegenlerle beraber dünyanın güneşin etrafında döndüğünü yazdı.
12. Antoine Laurent Lavosier (1743-1794) : Kimya kuramını formule ederek kimya bilimini doğru yola yönlendirmiştir.
13. James Watt ( 1736-1819) : Buhar makinasını yapaarak Sanayi Devriminin kilit adamı olmuştur.
14. Micheal Faraday ( 1791-1867) : Kapalı bir devre içinde mıknatıs gezdirilmesi halinde mıknatıs hareket ettiği sürece devrede akım olduğunu keşfetmiştir. Bu etki “elektromanyetik endüksiyon”” olarak adlandırılır ve Faraday Kanunu olarak anılır. Ayrıca ilk elektrik motoronu yapmıştır.
15. James Clerk Maxwell ( 1831-1879) Elektrik ve manyetizmanın temel kanunlarını ifade eden dört denklemi ortaya koymuştur.
16. Karl Marx ( 1818-1883) : Bilimsel sosyalizmin kurucusudur.
17. Martin Luther ( 1483-1546): Teoloji dalında Roma Katolik Kilisesine meydan okuyarak Protestan Reform hareketini başlatmıştır.
19. Adam Smith ( 1723-1790) : Ekonomi teorisinin gelişimine özellikle “Ulusların Zenginliği” kitabı ile büyük katkıları olmuştur.
20. John Dalton( 1766-1844) : Atom hipotezi ile kmiya bilimlerindeki kaydedilen müthiş gelişmeleri imkanlı kılmıştır.
21. Thomas Edison ( 1847-1931) : Edison elektrikle aydınlatma sistemini icat eden kişi değildir, o geliştirdiği elektrik dağıtım sistemi ile elektrikle aydınlatmanın evlerde kullanılmaya elverişli hale getirmiştir.
22. William T.G. Morton (1819-1868): Ameliyatlarda anestezi kullanılmaya başlanmasında en fazla payı olan bilim insanıdır.
30. Rene Descartes (1596-1650) : Analitik geometriyi anlatmış, evreni mekanik bir sistem olarak görmüş, herşeye şüphe ile yaklaşılması gerektiğini söylemiş ve epistomoloji(bilgibilime ) büyük önem vermiştir. “Düşünüyorum öyleyse varım” sözü ile varolduğunu, Tanrı’nın varolduğunu, dünyanın varolduğunu kendisinin tamin edecek şekilde kanıtlamıştır.
31. William Harvey (1578-1657) Kandolaşımı ve kalbin işlevini keşfetmiştir.
32. Ernest Rutherford (1871-1937) : Deneysel fizik dalında 20. yüzyılda yetişen en büyük bilim adamı kabul edilir. Radyoaktivite hakkında bilinenlerin merkez kişiliğidir.
33. Gregor Mendel ( 1822-1884) : Mendel bütün canlı organizmalarda bugün “gen” adı verilen temel birimin olduğunu ve kaltsal özelliklerin bu birinler yoluyla ana-babadan yavruya geçtiğini söyleyen kalıyım kuramının sahibidir.
34. Max Planck ( 1858-1947) : Radyasyon (ışınım) enerjisinin sürekli dalgalar halinde değil de , “kuanta” adını verdiği küçük kütleler veya yumrular halinde yayınım gösterdiklerini söyledi. Klasik ışık ve elektromanyetiklik teorileriyle çelişen bu hipotez, kuantum teorisinin çıkış noktası olmuştur.
35. Joseph Lister (1827-1912) Cerrahide aniseptik önlemlerin kullanımını başlatan İngiliz cerrahtır.
36. Nikolaus August Otto (1832-1891): İlk yanmalı motorun mucididir.
38. Edward Jenner ( 1749-1823) Yüzbinlerce insanın ölümüne neden olan çiçek hastalığnın aşısını geliştirmiştir.
39. Wilheim Conrad Röntgen (1845-1923) : X ışınlarını bulan bilim adamıdır.
40. Johannes Kepler (1571-1630): Gezegen hareketlerinin bağlı olduğunu kanunları bulmuştur.
41. Enrico Fermi (1901-1954) İlk nükleer reaktörün tasarımını yapmıştır.
42. Leonhard Euler (1707-1783) Matematikte en yaygın kullanılan Euler formulünü bulmuş, matemetikte “pi” sembolünün kullanımını sağlamıştır.
43. Thomas Malthus (1766-1834) Nüfus artışının giderek besin kaynaklarını tüketeceği tezinin sahibidir.
44. Gregory Pincus (1903-1967) Ağızdan alınan gebeliği önleyici hapların geliştirilmesinde en önemli role sahiptir.
45. Vasco Da Gama (1460-1524): Avrupa’dan Hindistan’a Afrika kıyılarından dolaşılarak doğrudan ulaşımı sağlayan deniz yolunun kaşifidir.
46. Henry Ford (1863-1947): Büyük partiler hlainde üretim yapılmasını sağlayacak tekniklerin (bant üretim) kazandırma konusunda herkesten büyük paya sahiptir.
47. Arşimed (MÖ 287-212) Kaldıraç ilkesi ve özgül ağırlık kavramı ona aittir.
48. Charles Babbage ( 1792-1871) : Çözümleme Motoru adını verdiği makina ile günümüzün hesap makinalarının yapabileceği herşeyi yapabilmişit.r Genel amaçlı digital bilgisayarın çalışma ilkelerin bulmuştur.
49. Marie Curie (1867-1934) Radyum elementini bulmuş ve yalıtmıştır.
50. Ferdinand Magellan ( 1480-1521) Dünyanın etrafını dolaşan kefiş ekibinin lideridir.
Benjamin Franklin Amerikalılar için büyük anlam ifade ederken bizim gündemimize David Boyle’un “Slumdog Millionaire” filmi ile girdi. Filmin “20.000.000 rupi’yi kim ister ?” yarışması esnasında sunucu baş karakter Jamal’a sorar “Amerikan 100 dolarının üstündeki resim hangi Amerikan büyüğüne aittir?”. Jamal sorunun cevabını kör dilenci arkadaşı ile arasında geçen konuşma sayesşinde bilir. Peki, sadece “bir Amerikan lideri” olarak bildiğim Benjamin Franklin kimdir? Neden önemlidir ? Ben de merak ettim, biraz okuma yaptım. İşte birkaç cümle ile Benjamin Franklin …
Benjamin Franklin çok yönlü bir dahi, bir gazeteci, bilim adamı, mucit, diplomat ve Aydınlama düşünürüydü. Benjamin Franklin’in başarıları hayret vericidir. Mütevazi geçmişine ve on yaşında son verdiği resim eğitimine karşın, Franklin’in özgürlüğe, öğrenmeye ve yaşama duyduğu güçlü tutku dünyayı değiştirmiştir.
Franklin çalışma hayatına bir matbaacı olarak başladı. 1729’da henüz yirmi üç yaşındayken Pennysylvania Gazette‘ialın aldı. Coşkulu bireysel girişimcilik ruhundan ve doymak bilmeyen hevesinden güç alan Franklin, ilk Amerikan başarı timsali oldu.Poor Richard’s Almanack‘ı yazıp yayınlamaya başladı. Almanack’da Amerikalılara başarılı olma yolları hakkında düzenli olarak tavsiyelerde bulundu.
Franklin tarafından gerçekleştirilen ünlü elektrik deneyi, onun Londra’daki Royal Society bilim derneğine seçilmesini sağladı. Deney, şimşek ile elektriğin aynı şey olduğunu kanıtlayıp, pozitif ve negatif elektrik arasındaki ayırımı ortaya koyuyordu.
Franklin, çift odaklı bir gözlük, etkili bir soba ve binaları koruyacak bir paratoner icat etti. Kuzey Amerika üzerinde etkili olan fırtınaların ve Golfstrim akıntısının yol haritalarını çıkardı.
Franklin, herkesin hayranlığı kazandığı Paris’te geçen seneleri süresince, Bağımsızlık Savaşı’nda Amerika’ya Fransa’dan destek sağladı ve aynı zamanda, eşitlikçi özgürlük ve kardeşlik kavramlarının Amerika’ya ihraç edilmesine yardımcı oldu. Fransızlara 1789’da kendi despot yönetimlerini devirirken yol gösteren “Liberte, Egalite, Fraternite” (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) sloganında onun ruhunu hissetmek mümkündür. Sonraları bir diğer Amerikan devlet adamı Thomas Jefferson, Fransız dışişleri bakanı Vergennes Kont’unu ziyaret ettiği zaman, kont ona “le Docteur Franklin”in yerine geçip geçmediğini sormuş, Jefferson’un yanıtı ise şu olmuştu: “Onun yerine kimse geçemez, bayım. Ben sadece onun halefiyim”.
Founding Brothersadlı kitabında Joseph Ellis şu yorumu yapıyordu: “Voltaire Fransa için ne idiyse, Franklin de Amerika için oydu, insanoğlunun modernliğe ulaşma başarısının sembolüydü”. Ellis, Franklin için şunları söylüyor: ” Amerika’nın en büyük bilim adamı, en hünerli diplomatı, en başarılı nesir üslupçusu, en keskin zekası olan Franklin, bu unvanların her birini açık ara ile kazanmıştır”.
İnternet istenildiği kadar engellenmeye çalışılsın dünya üzerindeki en büyük özgürlük alanı. Bugün, İran İslam Cumhuriyeti’nin Devrim Muhafızları’nın ülkeye internet yoluyla gelen özgürlük havası, laik düşünce, aykırı Şii fikirlerle mücadele amacıyla 10 bin adet din içerikli blog açmaya karar verdiğini öğrendim. Bu yapılanmanın ismi de herhalde olsa olsa “Devrim Muhafızları Blogcu Taburu” olur. 🙂
Birleşmiş Milletler Örgütü 1975’i Dünya Kadınlar Yılı olarak duyurduktan sonra, 16 Aralık 1977’de de 8 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü olarak kabul etti. Kadınlar adına pozitif ayrımcılığın her zaman arkasında olduğum gibi, 8 Mart Dünya Kadınlar Günümüzü de çok önemsiyorum. Bu nedenle bir yazı yazmaya karar verdim, kendi görüş açımdan kadını anlatmak, biraz da belki kendi kadınlığım üzerine yazarak düşünmek istedim.
Yazıma çocukluk yıllarıma dönerek başlayacağım. Fazlaca azgın bir velet olarak ebeveynlerime oldukça sıkıntılı zamanlar yaşattığımı biliyorum. O yıllarda barbie bebekleri ile oynayan sokaktaki kız çocuklarına bakar sonra da gider apartmanımızın girişindeki demirde takla atardım veya bisiklete biner, gitmemizin yasak olduğu çevre sokaklarda gezerdim veya yan apartmanın bahçesinde misket oynar, “keşke hemen büyüsem” derdim. Kızlarla fazla oynayamaz, onlardan sıkılır, erkeklerin yanında başlangıçta mutlu olsam da ilerleyen dakikalarda kendimi “onlardan” hissetmezdim.
Çocukluktan ergenlik dönemlerine geçtiğimde de durum pek farklı olmadı. En yakın arkadaşlarım, doğal sürecinde tabii ki kızlardı ama ya onlarda bende olmayan birşey vardı, ya da bende olan birşey onlarda yoktu. Bu farklılığı hep hissettim, hala da hissederim. Nedir bu farklılık peki ? Hepimiz “kadın” genellemesinin altında olsak da her kadını hemcinslerine göre farklılaştıran şey nedir? …. bu sorunun cevabı bence “ruh” tur.
Tanrı bizlere ortak olarak yuvarlak hatlı vücutlar, büyüyen göğüsler, bir vajina ve doğurganlık özelliğini vermiştir. Bu fiziksel niteliklerimiz ve toplumsal kültür doğrultusunda yıllar içinde zorunlu şekillenen beynimiz ile biz kadınlar birbirimizden sadece “ruhlarımız” ile farklılaşırız. Ruhlarımız bizi, beni tüm kadınlardan, tüm insanlardan farklı ve özgür kılar.
Bana göre kadının doğurganlık niteliği erkek ile arasındaki ana hayata bakış farklılığını yaratıyor. Bu farklılığı ben 34 yaşımdan sonra hissettim. 34 yaşıma kadar kelimenin tam anlamıyla bencil ve özgür bir hayat süren ben, tekil olmaktan çoğulluğa geçme isteğini, ihtiyacını bu yaştan sonra hissetmeye başladım. O güne kadar hayatı ciddi bir eğlence olarak algılarken, bu ihtiyacı hissetmeye başladıktan sonra yuva kurmak, çocuk doğurmak üstüne düşünmeye başladım. Ve gördüm ki, insan zihninde bir arayışa başlarsa eğer gerçek sonuca ulaşabiliyor. Şimdi bir yuvam, eşim ve çocuğum var … ve hayat bu büyük artıları ile “aynen” devam ediyor. Ben anne olduktan sonra ruhumun özgür yapısının farklılaşacağını düşünürdüm, öyle değilmiş, hayata çılgın bakışımın durağanlaşacağına inanırdım, hiç alakası yokmuş. Anne olmak meğerse kadın ruhunun özünü hiç değiştirmiyormuş, bütün yaşam çoşkusunu korumanın ötesinde bir de onu çok zenginleştiriyormuş. Meğerse ruhum minik bir beynin, kızım Yaprak’ın hayata, insanlara, objelere değişik, yaratıcı yaklaşımları ile şoke olabiliyor, heyecanlanabiliyor, hayran kalabiliyormuş.
Bir kadının hayatındaki en önemli paydaşı kendisine seçtiği partneri, eşidir herhalde. Uzun veya kısa süreli, sürekli etkileşim içinde olduğunuz karşı cinsin hayata bakışı, ahlakı, çalışkanlığı, alışkanlıkları, sohbeti, bilgisi, estetiği illaki sizi de yoğun şekilde etkiler. Zaten bu girdileri birbirinden çok farklı olan insanların birlikteliklerinin de verimli veya tarafları geliştirici olacağına inanmıyorum. Hani derler ya “bana arkadaşını göster, sana kim olduğunu söyleyeyim”, aynı söylem bence evlilik hayatı içinde geçerli “Bana eşini göster, sana kim olduğunu söyleyeyim”.
Bana göre kadın hayatta ve birlikteliğinde kendisini kabul ettiği, kendisine güvendiği kadar güçlüdür, hakimdir. Bir kadının ruhu ancak olmayı istediği derecede özgürdür. Bir kadın hayal edebildiği sürece gelişir, değişir. Bir kadın kazanmayı istediği kadar savaşır. Bir kadın saygılı olduğu kadar saygındır. Kadın mutlu olduğu kadar mutlu eder, çalıştığı kadar kazanır. Kadın bir tek çocuğu için kendinden vazgeçer, böyle bir fedakarlığı da ruhunda büyük zenginleşme ile kendisine döner.
Ancak kendi ruhunun ve ruhundan kaynaklı yaratıcı gücünün farkında olmayan kadınlar bekler, gösteri mahiyetinde ağlar, bol bol estetik yaptırır, ağzından dedikodudan başka birşey çıkmaz, giderek yanlızlaşır, çoraklaşır ve toplumdaki ahlak seviyesinin düşmesine neden olur. İşte ben 8 Mart Kadınlar Gününde bütün kadınlardan kendilerinin farkına varmalarını, mevcudiyetlerinin nedenini sorgulamalarını, kendilerini sevmelerini ve hayal kurmalarını istiyorum. O zaman dünya kadınlar için daha yaşanır bir hale gelecek.
Ben de kendi çapımda kadınların kendi güçleri, akılları, annelik dışındaki üretici vasıfları ile en önemlisi birbirlerindeki potasiyeli görüp, esinlenmeleri ve hemcinslerinin farkına varmaları için Kadın Blogları web sitesini açtım. Gün geçtikçe üye sayımız artıyor. Ama sitenin teknik desteğini veren “erkek” kısmı biraz daha iyi ve terminlere uygun çalışırsa herşey çok daha daha güzel olacak; aynen hayatın her alanında olduğu gibi. 😉
Bu arada 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın ilçenin bütün kadınlarının ev kapılarına bıraktığı kırmızı karanfiller için teşekkür ederiz. 😀
Yaprak’la blogları ayırıp kişisel bloguma da yeni bir kimlik kazandırınca kendimi çok ihmal eder oldum. Bunun bir geçiş devresi olmasını umuyorum. Yazmak isteyip aylardır beklettiğim, kafamı ve kaynakları toparlayamadığım veya yazmak için bir türlü zaman ayarlayamadığım öyle çok konu birikti ki, sanırım hepsi hayatımdaki kayıplar hanesine teker teker yazılacaklar hatta şimdi bile yazılıyorlar.
Sanat Tarihi bölümüne eklemek istediğim “Sanatta -izm’ler” başlıklı yazıma başlayabilmek için neyi bekliyorum bilmiyorum veya İnsan Kaynakları’nda tamamlamam gereken “Kariyer Yönetimi” gibi yazı dizileri var. Son iki yıldır sene kapanışlarını yapamadım. Gündelik hayatta sinirimi bozan onca olayın sadece bir ikisinden dem vurabildim. Yazı trafiğimde Yaprak’ın çok üstüne düştüğümün farkındayım. Dengeyi en kısa sürede bir şekilde sağlayacağımı umuyorum.
Günler hızlı ama hayattaki gelişmeler çok yavaş ilerliyor. Beklemeler, bilinmezler içinde bir dinlenme molası verdiğim bloglarım olmasa ne yapardım acaba diye soruyorum kendi kendime veya başka insanlar yazmadıkları, yazabileceklerini düşünmedikleri, kurgulamadıkları, araştırmadıkları zaman ne yaparlar diye düşünüyorum.
Geçenlerde Marx’ın bir sözünü okudum; “İnsanlar ihtiyaçları kadarını gerçekleştirebilirler” diyor. Bu cümle beynimde şimşekler çaktırdı. Birden panik oldum. Nedir benim ihtiyaçlarım, nereye kadardır gerçekleştirebileceklerim, hayallerim de ihtiyaçlarım dahilinde midir? Ben sanırım yazılarım ile yaşanılan, yaşanılmış anı arşivlemeye çalışırken, geleceği de “o an” geldiğinde kaçırmış olmamak adına şimdiden klavye başında yakalamaya uğraşıyorum. Sanki yazı yazarsam bir yerlerinden 2010, 2011’lere uzanabilirmişim gibi geliyor ve içimdeki bunca itiş kakış arasında merak etmekten kendimi alıkoyamıyorum; “boş kalabilince” insanlar ne -yapmıyor-, nasıl “boş kalmayı” başarabiliyor, boş kalmak fiziksel mi, yoksa %100 zihinsel bir süreç midir? Boş kalmak nedir ?