Etiket arşivi: Harvard Business Review

Klasik Drucker

Kaynağım İnsan’da farkettim ki kitap tanıtımı yeterince yapmıyorum. Büyük eksiklik. Haftada en az bir tane başarılı bulduğum kaynağı tanıtacağım bundan sonra.

Aslen Harvard Business School Press tarafından basılan, Türkiye’de ise Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları’nın Türkçe’ye kazandırdığı başucu kitabı niteliğindeki ‘Klasik Drucker’ bir nefeste okuduğum derlemelerden.

Kitabın Özsöz’ünü yazan ve 2002-2008 yılları arasında Harvard Business Review Genel Yayın Yönetmenliğini yapan Thomas A. Stewart, Peter Drucker’ın önemi, başarısının kaynağını üç ana faktöre bağlamış:

– Drucker, ‘Yönetim-Yönetici’ kavramlarını ilk defa bir meslek, bir disiplin olarak incelemiş ve işletmelerin verimliliği için yönetici konumunda oturan kişilerin yapmaları gerekenleri eşine rastlanmayacak mükemmellikte kelimeleri ile formülize etmiştir.

– O, işletmeleri bir bütün olarak görmüş, büyük manzaraya odaklanmış ve işletmeleri analiz edebilmek için en doğru soruyu üretmiştir.

– Sorunları incemek ve olası çözümleri üretmek için kendisini hiçbir zaman kısıtlamamış; akıl yürütürken hem tümevarım, hem de tümdengelim yaklaşımlarını beraber kullanmıştır.

Kitap iki kısımdam oluşuyor; Yöneticinin Sorumlulukları ve Yöneticinin Dünyası. Bu iki bölümde Peter Drucker’ın Harvard Business Reviev Dergisin’nde yayınlanmış toplam otuz sekiz makalesinden on beşine ulaşabileceksiniz. Kitapta tam yedi kez HBR tarafından en başarılı makale seçilen “Etkin Yöneticiyi Etkin Yapan Nedir?” ve Peter F. Drucker ile yapılan röportaj da bulunuyor.

Peter Drucker’ın hayatını çok güzel özetlediği için aşağıdaki ‘Yazar Hakkında’ bölümünü netkitap.com sitesinden alıntı yaptım.

Yazar Hakkında

Peter F. Drucker (19 Kasım, 1909, 11 Kasım, 2005), Avusturyalı yönetim bilimci.

Peter Drucker, 1909 yılında Avusturya;da eğitim seviyesi yüksek bir anne babanın çocuğu olarak dünyaya geldi. Evlerine dönemin entelektüel elitleri gelir gider, çeşitli konularda tartışmalar yapılırdı. Frankfurt Üniversitesin’de okudu. Keynes ve Schumpeter’den ders aldı. 1929’da Frankfurt’un en büyük günlük gazatesinde finans yazarlığı yaptı. 1933’te tutucu bir Alman filozofu olan Stahl hakkında yayımlanan yazısında Nazileri o kadar rahatsız etti ki, yayın yasaklanmakla kalmadı, yakıldı. Bir süre sonra, ‘Almanya’da Yahudi‘ sorunu başlıklı yazısı da aynı kaderi paylaştı.

Hitler başa geçtikten sonra Londra’ya göçtü. Bankacı oldu. Şöyle diyelim, Londra Bankası’nda ekonomist olarak işe başladı. 1937’de gazeteci olarak Amerika’ya gitti. Vermont’ta Bennington Koleji’nde siyaset ve felsefe profesörü olarak ders verdi. 1939’da ilk kitabı, ‘Ekonomik Adamın Sonu: Totaliterliğin Kökenleri‘ ni yazdı. 1945’te General Motors’u inceledi ve sonucunda 1950’de ‘İşletme Kavramı‘ başlıklı çığır açan kitabı basıldı. En önemli metni ‘Yönetim Uygulaması’ 1954’te yayımlandı. Bu çalışmasında işletmeleri masaya yatırdı. Özetle yönetimin bir bilim ya da sanat değil, bir meslek olduğunu gösterdi. 21 yıl boyunca New York Üniversite’sinde hocalık yaptı. O kadar popülerdi ki, dersleri spor salonunun yanında yüzlerce sandalyenin sığabileceği bir mekanda yapılıyordu. 1975’ten itibaren 20 yıl Wall Street Journal’da aylık köşe yazarlığı yaptı.

Claremont Üniversitesinde Yüksek Lisans öğrencilerine ‘İşletmede Drucker’ dersi veren Joseph A. Maciariello, Drucker için “Daireler halinde düşünürdü” diyor. Dehasının bir kısmı bağlantısız görünen öğretiler arasında ortak kalıplar bulabilmesinden kaynaklanıyor. Drucker’in yazdığı kitaplar akademik kaynak olarak kullanılmadı. Oysa 37 dile çevrilen 38 kitap ve çok sayıda makale yazdı. Akademik çevrelerin üretitiği gerekçe lineer olmayan bir yaklaşımı olması ve çalışmalarının ölçümlere dayanan araştırmalar içermemesi diye özetlenebilir. Tipik yönetim danışmanı kalıbına hiçbir zaman uymadı. Ev-ofisinden çalışırdı ve asla bir sekreteri olmadı. Telefonlarını hep kendi açardı.

ABD Başkanı George W. Bush 2002 yılında Drucker’a Başkanlık Özgürlük Madalyası verdi. Buraya kadar Drucker’ın bilinen hayat hikâyesi, bundan sonrası hayat hikâyesinin yönetim bilimindeki izdüşümü:

1940’larda, organizasyonların temel prensiplerinden olan, sorumluluğun dağıtılması fikrini ilk o tanıttı.

1950’lerde işçilerin yok edilmesi gereken mükellefiyetler değil, değerler olduğunu ilk o dile getirdi. Şirketin sadece kar makinesi değil, çalışana güven ve saygı üzerine kurulu bir insan topluluğu olduğu görüşünü üretti İlk kez o, yeni pazarlama kafa yapısında basit bir kavram olan ‘müşterisiz iş yoktur‘u açıklığa kavuşturdu.

1960’larda, içeriğin önemine değindi.

1970’lerde, bilginin Yeni Ekonominin asıl sermayesi olduğunu yazan yine Drucker oldu.

1980’lerde kapitalizim ve iş dünyası hakkında ciddi şüpheler edinmeye başladı. İşletmelerin toplumların yaratılması için ideal yer olmaktan çıktığını, bireysel çıkarların eşitlikçi prensiplere karşısında her zaman galip geldiği bir yer olduğunu söylüyordu. Amerikan iş dünyasının en önemli eleştirmenlerinden biri oldu. Yöneticiler imparatorluk kurmakla uğraşırken fazla personel ve etkisiz bir sürü asistanların oluşuna karşı çıktı. Onu en çok kızdıran işletmelerin işten çıkarmalarda elde ettikleri büyük kazançlardı: “Bu ahlaki ve sosyal olarak affedilemez. Bunun için çok büyük bedel ödeyeceğiz.”

Drucker, 1980’lerde yoğun olarak yaşanan ve yasal dayanakları zayıf olduğu için eleştirilen satın almalar, birleşmeler ve benzeri operasyonlar kapitalizminin son hatası olarak görüyordu: “Serbest pazara inansam da, kapitalizm hakkında ciddi şüphelerim var.”

Herkesin hoşlanmadığı çıkışlar yapmaya bayılıyordu, örneğin; 1984’te bir tepe yöneticinin en düşük maaş alan işçinin 20 katından fazla maaş almasının doğru olmayacağını ilan etti. Drucker, kapitalizm aç gözlülüğü performans kadar hızlı ödüllendirdiğini savunurken, onun bu eleştirilerindinden hoşlanmayan ve giderek sayıları artan bir danışmanlar topluluğu oluştu. Drucker’ın zamanının da modasının da geçtiğini söylemeye başladılar. Birçoğu pazarlama fantastiği yeni nesil gurular türedi. Popüler kitaplar yayınladılar, konuşma turlarına çıkıp zengin oldular. Yeni nesil yönetim guruları Drucker;ı gölgede bırakır oldu. Drucker ilerleyen yıllarda dikkatini ve çalışmalarını kar amacı gütmeyen işletmelere yönlendirdi.

Bugün bildiğimiz yönetim uygulamalarının çoğunluğu Peter Drucker’ın düşüncelerinden türetildi. Kişileri ve kurumları yönetmenin karmaşıklıklarla dolu olduğunu söylüyordu. Yöneticilere iyi çalışanı tutmanın önemini, sorunlara değil imkânlara odaklanmak gerektiğini, müşterinizle masanın aynı tarafında oturmayı, rekabet avantajlarını anlama ihtiyacını ve bunları yenilemeye devam etmeyi öğretti.

EQ – Duygusal Zekam Beni Lider Yapar mı?

religious_politicalleaders300dpi_6

Geçen gün Harvard Business Review‘de Daniel Goleman’nın “What makes a leader?” başlıklı, 1998 yılında yayınlanmış güzel bir yazısına denk geldim.Yazı temel olarak EQ – duygusal zekayı (Emotional Intellegence) detaylı incelerken, liderlik kavramını da bu bağlamda mercek altına alıyordu.

Yazıda Goleman duygusal zekayı da kendi içinde beşe ayırmıştı ve okuyucularına soruyordu: “Evet, duygusal zekanız var ama acaba aşağıdaki beş EQ alanından hangisi diğerlerine kıyasla daha baskın ?”

  • Kişisel farkındalık: kendi güçlü, zayıf, sizi harekete geçiren yönlerinizi, değerlerinizi, başkaları üzerindeki etkiniz
  • Kişisel hakimiyet: Olumsuz nitelikteki  içgüdü ve ruh hallerinizi kontrol etme ve yeniden yönlendirme
  • Motivasyon: başarılarını kendisi için keyifli hale getirmek
  • Empati: başkalarının duygusal maskesini anlamak
  • Sosyal beceriler: başkalarını istenilen tarafa yönlendirmek için uzlaşma sağlamak

Bireylerin sahip olduğu IQ’nun özellikle teknik iş becerilerindeki önemi çok büyük ama profesyonel hayatta pozisyon yükseldikçe teknik donanımdaki üstünlüğün yerini EQ – duygusal zeka alıyor. Teknik anlamda çok başarılı birçok kişinin, mesleklerinini ilerleyen dönemlerinde iş ekip kurmak ve yönetmeye geldiğinde çok başarısız olabildiklerini görüyoruz. Goleman’da yazısında bu vurguyu yapıp, başarılı liderlerin hepsinde yukarıdaki beş maddenin de, farklı oranlarda olsa bile yüksek seviyede bulunduğunu söylüyor.

Goleman’nın bir diğer görüşü ise IQ’nun tersine, bir kişinin isterse, üzerine çaba harcarsa EQ’sunu yükseltebileceği üzerine. Ben açıkçası Goleman’nın EQ yükselmesi olarak adlandırdığı süreci bir profesyonelin tecrübe kaynaklı iş hayatında pişmesi olarak kabul ediyorum. Yaşanmışlıklardan dolayı ekip yönetiminde daha temkinli, daha akılcı olmayı öğrenebiliyor insanlar. Ama maalesef bu öğrenme, gelişme dönemi boyunca da kötü yöneticilik vasıfları nedeniyle çok kişinin canını yakabiliyorlar.

Peki size bir soru daha; sizce, sizin yukarıdaki beşliden en yüksek seviyedeki EQ alanınız, en makbul olanı mı? Yaptınız seçimin değerlendirmesi ve ne derece makbul olduğunu anlamak için şimdi hemen yazıya girin derim. Faydalı bir okuma …

🙂