Ben liseden 1989 yılında mezun oldum. O yıl, bütün lise son sınıfı öğrencileri gibi benim de ana gündemimde mezuniyet ve üniversite giriş sınavı vardı. Şimdiki sınavdan farklı olarak biz üniversite ve bölüm seçeneklerimizi sınava girmeden önce yapardık. Ankara’da onca üniversite ve bölüm varken ilk beş seçeneğimin Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Hukuk Fakültesi olması bir tesadüf değildir. Çünkü içten içe bu iki komşu fakülteden birine gireceğimi biliyordum.
Sınav sonuçları açıklandığında Hukuk Fakültesi’ni kazanamadığıma üzülmüştüm. Ancak Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki yoğun hukuk derslerini alırken kendi kendime “iyi ki hukuk kazanmamışım” diye şükrettiğimi çok iyi hatırlarım. ‘Başarılıdır’ tanımlamalarım arasına “kanun ezberlemeyi” hiçbir zaman sokamadım.
Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin namı değer “amele inekleri” ÇEKO’culardan biri olmak benim kaderimdi. Mülkiye’de ve ÇEKO’da geçen yıllarım Türkiye’nin birbirinden değerli insanlarını hayatıma, düşünce, bilgi dünyama kattı. Okulumun, bölümümün ve bugünkü imkanlarla kıyaslanınca bize mevcut kıt kaynaklar ile ellerinden gelenin en iyisini vermeye çalışan hocalarımızın değerini insan kaynakları mesleği içine girince çok daha fazla anladım ve kendimi gerçekten çok şanslı bir insan olarak kabul ettim.
Sevgili bölüm başkanım Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, bütün meslek hayatım boyunca benim en sık andığım hocamdır. Pek çok dersin içeriğini unutmuşumdur, ondan aldığım sendikacılık ve çalışma ekonomisi derslerini hiç unutmadım. Onun aktardığı bilgilere olan inancı, adanmışlığı ve öğrencilere yaklaşımındaki içtenlik benim gibi derslerle pek de ilgisi olmayan ( ! ) bir öğrencinin bile merakını çekebilecek kalitedeydi.
Geçmiş yazılarımda bahsetmişimdir, okuduğum yıllarda Mülkiye’de derse girme zorunluluğu yoktu ve benim aklım da hep sokaklardaydı. Üniversite yıllarım boyunca pek çok işte çalıştım. Prof. Dr. Alaslan Işıklı, kapısına gittiğim şirketlerin iş başvuru formunda referans bölümüne yazdığım tek isimdir. “Sizi referans olarak verebilir miyim?” diye tereddüt ederek sorduğumda, “sen tabii ki verebilirsin, gurur duyarım” diyecek kadar mütevazi bir insandı benim Alpaslan Hoca’m.
ÇEKO’nun 2. ve 3. sınıflarında aldığım Sosyal Politika 1 ve 2 zorlu derslerdi. Prof. Dr. Pars Esin, taviz vermeyen, ciddi tavırları ile dersini anlatırdı. Ağırdı. Öğrenciler ondan çekinirdi. İnsan kaynakları uygulamalarının altyapısını oluşturan iş bölümü, yabancılaşma gibi pek çok kavramı ve etkilerini ilk olarak kendisinden dinledim. Özellikle yabancılaşma sürecinin beni çok etkilediğini hatırlıyorum. İnsan kaynakları mesleğini çok ciddiye almamın alt nedenlerini sosyal politikalar dersinde gördüklerimin üzerimdeki etkisiyle ilişkilendiririm her zaman.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuduğum uzun yıllar boyunca Alpaslan Hoca ile Pars Hoca’nın anlattıklarının tam göbeğinde bir iş hayatımın olacağını hiç düşünmemiştim. Şimdiyse, ne kadar kuvvetli ve değerli insanlar tarafından yetiştirilmiş olduğumu biliyor ve övünç duyuyorum.
Türkiye, iki önemli akademisyenini geçtiğimiz günlerde kaybetti. Benim tesellim, idealist bilgi insanlarının yarattıkları değerlerin hiçbir zaman yok olmayacağını bilmek. O değerler, onların öğrencileri olan bizler ve bizim yetiştireceğimiz gençler ile birlikte geleceğe taşınacak.
Sevgili Alpaslan Hoca’m ve Pars Hoca’m, huzur için yatın, mekanınız cennet olsun. Sizi, bir ömür minnetle ve sevgiyle anacağım.
1998 yılında İnsan Kaynakları sektörüne adım atan ve halen İnsan Kaynakları ve Stratejik Yönetim Danışmanlığı yapan İpek Aral Kişioğlu ile, deneyimlerinden yola çıkarak ik profesyonelleri ve yöneticilerin engelli çalışanlara yaklaşımları, engellilerin iş gücü piyasasından neden etkin olmadıkları gibi bir çok önemli konuda sohbet ettik.
Engelli istihdamında suçlu aramak yerine, sorumluluk almanın, mücadele etmenin ve başarı için beklemeden, mutlaka harekete geçmenin daha önemli olduğunu vurgulayan Kişioğlu, hem işverenlerin hem de engellilerin sorumluluk almaları gerektiğini belirtiyor.
Sizi tanıyabilir miyiz?
1972 Ankara doğumluyum. TED Ankara Koleji ve Mülkiye mezunuyum. 1997 yılından beri İstanbul’da yaşıyorum ve çalışıyorum. Bir dönem iş nedeniyle Ankara’ya döndüm ancak mesleki gelişimim açısından İstanbul’da olmam gerektiğine karar verdim.
İK sektöründe ilk ne zaman çalışmaya başladınız?
1998 yılında OBEY Yönetim Danışmanlık’da Türkiye’nin ilk yönetim danışmanı Oktay Bora Yağız ile başladım.
Personel seçimlerinizde en çok nelere dikkat ederdiniz? Ve neden?
Herşeyden önce şirketin, bölümün ihtiyaçlarını analiz ederim. Bu analiz görev tanımı, yetkinlikler, şirketin/bölümün hedefleri bazlı olur. Sonrasında ise ilan veya farklı kanallardan gelen adayların tecrübe, nitelik ve yetkinliklerinin şirket ihtiyaçları ile örtüşüp örtüşmediğini incelerim, en uygun adayı bulmaya gayret ederim. Bir diğer çok önemli konu bağlı olunacak bölüm yöneticisinin karakteri ve beklentileridir. Kimi zaman ‘iyi’ adaylar bölüm yöneticisinin karakterine uymadığı için pozisyona ‘uygun’ olamayabiliyor maalesef.
Engelli adaylara gelecek olursak çalıştığınız firmalarda engelli aday alımlarınız gündeme gelince nasıl kararlar alınırdı? Ve departman yetkililerinin engelli aday alınacağını öğrendikleri zaman yaklaşımları nasıl olurdu?
Engelli adayların işe alımlarında İnsan Kaynakları bölümlerinin konu üzerindeki genel politikalarının şirketin genel tavrında ağırlığı vardır. İnsan Kaynakları bölümleri engelli adayların işe alımında üst kademe yöneticileri ikna etmekle yükümlüdür. Zaten emin olun, hiçbir iyi yönetici engellilerin istihdamında pürüz çıkarmaz. Benim sorumluluğumdaki şirketlerde bugüne kadar engelli adayların nitelikleri ve yetkinlikleri pozisyona uyduğu sürece işe alımlarında hiçbir problem çıkmamıştır.
İpek hanım zaman zaman firma yöneticileri ekiplerinde engelli aday görmek istememek gibi önyargılara sahip oluyorlar. Sizce neden? Ve hiç böyle bir durumla karşılaştınız mı?
Belirttiğim gibi ben İnsan Kaynakları bölümü olarak engelli istihdamındaki net olumlu tavrımı her zaman baştan ortaya koyarım ve yöneticileri mutlaka ikna ederim.
Ancak engelli adayların istihdamına meslekdaşlarımdan kaynaklı birkaç gözlemimi aktarabilirim. Birincisi yöneticiler iş performansından emin olamadıkları için risk almak istemiyorlar. İkincisi neden ise engelli çalışanların bölüme, şirkete entegrasyonunda problem çıkma ihtimali. Belki de bütün toplumda olan bir kaygı bu. Engellilerin çok hassas, hemen üzülen, darılan bireyler olabileceği kanısı hakim. Şirket çalışanlarının onlara nasıl davranmaları gerektiğini bilmemeleri, ürkmeleri “şimdi ne gerek var ortamı karıştırmaya” gibi bir düşüncenin hakim olmasına neden oluyor. Üçüncüsü ise sektörel kaygılar. Hizmet sektöründe eğer müşteri önündeyseniz dış görüntü çok önemli oluyor. Görsel olarak mükemmeliyeti yakalamaya çalışan bir sektörde engellilerin müşteri önünde bulunması tercih edilmiyor.
İşverenlerin zaman zaman engelli adaylara karşı oldukça sert ve kabul edilemez tutumları/yaklaşımları olduğunu gözlemliyor ya da duyuyoruz. Sıklıkla ayrımcılık ve mobbing yapılabiliyor sizce neden?
Bahsettiğiniz tarzda bir durum bir defa yaşadım. Olayda davranışsal problemleri olan bir çalışan arkadaşımız, işteki olumsuzluklardan hareketle diğer iş arkadaşının fiziksel engeli ile sinirle karışık bir tonda alay ediyordu. Ancak bu davranış bozukluluğunu kuruma mal etmemek lazım. Aniden gelişen bir olayda yaşananlar kişiseldir. Çirkin söylemleri geliştiren kişi derhal sert bir şekilde uyarılmıştır. Kanımca birçok benzer durumda da engelli çalışanlara yaşatılanlar o esnada muhattap olunan bireylerin karakter zayıflığıdır. Her şirkette patron ve üst kademe yöneticiler dahil yüzlerce çeşit insan bulunuyor, yüz kişinin yüzü de davranışsal olarak çok akıllı, çok olgundur maalesef diyemiyoruz.
Engelli adayları tanışma ya da iş görüşmesine çağırmadan önce kriter belirlerken ve değerlendirirken neleri ön planda tutarsınız?
Birincisi size çok önemli bir tespitimi belirteyim. Engelli aday başvurusu çok az alıyorum. Dolayısıyla çok sık engelli adaylarla görüşme yapma imkanım olmuyor. Kendi kendime de hep soruyorum “neden” diye. Pratiğe gelince, olası bir beyaz yaka iş görüşmesinde engelli aday ile engelsiz adayın zihinsel üretimi konusunda bir ayırım yapmıyorum. Eğer görüşme işçi pozisyonu için ise engelli adayın fiziksel engel yüzdesinin işin minimum gereklerini karşılayıp karşılayamayacağına bakıyorum.
İşverenler nedense engelli adayları hep basit, vasıfsız ve gözlerden uzak tutacak pozisyonlarda görevlendirirler neden?
Ben buna katılmıyorum. Bahsettiğiniz durum hizmet sektöründe müşteri ile yüzyüze iletişime geçen çalışanlar için geçerli olabilen bir durum sadece çünkü bu sektörde engelsiz çalışanların bile fiziksel görüntüsüne müşteriye hoş görünebilmek adına müdahale ediliyor. Bu aşamada da müşteri önünde mükemmeliyeti arayan firma engelli çalışanı sahneye sürmek istemiyor, onu sahne arkasında çalıştırmayı tercih ediyor. Ama bu tercih engelsiz çalışanlara yönelikte de yapılır.
Bir önceki soruma katılmadınız. Bu arada engellilerin diğer çalışanlar gibi kariyer yapma hakkı olmasına rağmen ülkemizde bu konuda engellileri üst kademelerde göremeyiz? Ya da fırsat eşitliği sunulmaz. Peki bu yaklaşımdan kurtulmak için hem işverenlere hem de engellilere düşen görevler neler?
Ben açıkçası size bu konuda da katılamayacağım. Size engelli aday başvurusu ne kadar az aldığımı belirtmiştim. Buradan hareketle daha işe bile başvurmayan yani savaşa bile girmeyen engelli arkadaşlarımızın “bizi üst pozisyonlara getirmiyorlar” gibi bir yaklaşımda bulunmalarını gerçekçi bulmuyorum. Kendisini yetiştirmeyen, nitelik katmayan engelli adaylar büyük rekabet yaşanan iş piyasasında elbette varolamazlar. Benim iş görüşmesi yaptığım engelli adaylardan biri Bilgi İşlem Müdürlüğü pozisyonuna yönelikti. Bu adayımın niteliği arayışıma uymasına rağmen adayın maaş beklentisi çok yüksekti. Pozisyondaki müdürden sık sık seyahat etmesini isteyecektik. Adayım tekerlekli sandalyedeydi ve ciddi bir hareket kısıtı bulunuyordu. İşte bu adayım üniversite bitirmiş, teknik donanımı üst seviyede biriydi, ben onu beğenmeme rağmen iki önemli nedenden dolayı işe alamadım. Ama biliyorum ki, o nitelikleri ile sadece ofis çalışması yapılan ve maddi beklentisini karşılayabilecek bir işyerine rahatlıkla işe girmiştir. Beklentilerinizi karşıladığı aşmada siz adaya engelli olarak bakmıyorsunuz. “Uydu” veya “uymadı” diyorsunuz.
Engelli adaylarla iş görüşmeleri sırasında ve çalışken yaşadığınız, unutamadığınız anılarınız var mı?
Tabii ki var. Ve hepsinin ana fikiri “insan yeter ki istesin, engeller vız gelir” cümlesi üzerine kuruludur. Engelli arkadaşlardan benim tek isteğim kendilerine güvenmeleri, ne istediklerini kafalarında netleştirmeleri ve bu yolda çaba sarfetmeleri, kendilerine nitelik katmaları. Ben “sen orada çalışamazsın, seni işe almazlar” diye olumsuz söylemlerle iş görüşmesine gönderilen ve yüksek oranda fiziksel engelli birçok adayımı gözlerindeki ve konuşmasındaki çalışma azmini görerek, duyarak da işe aldım. Hepsi de başarıyla ve azimleri ile bütün şirkete örnek olarak çalıştılar, halen de çalışıyorlar.
İş dünyasında engellilere ücret politikasında ne yazık ki eşit davranılmadığını gözlüyoruz. Bu konuda engellilerden ciddi anlamda şikayet alıyoruz. İşverenlerin bu tutumundan vazgeçmeleri için neler söyleyebilirsiniz.
Bu gibi uygulamaları olan firmalarla bana göre savaşmak gerekir. Yani yazılı dilekçe devletteki ilgili kuruma şikayet etmek. Engelliler kendi haklarını aramak yoluna mutlaka girebilmelidir. Bu hızlı dünyada hepimiz kendi haklarımızın peşine düşmeliyiz yoksa kimse bir diğeri için enerji sarfetmeye çok meraklı değil. Devletin bu konuda ciddi yaptırımlar getirmesi ve denetimlerini arttırması gerektiğini düşünüyorum. Birkaç tane büyük ceza verilse ve iş müfettişleri işlerini daha disiplinli/idealist yapsalar işverenler de kendilerine çeki düzen verir.
Sizce özel sektörün engelli aday açığı olmasına rağmen engelli çalıştırmayıp ceza ödemesi ya da 50 çalışan yerine 48 çalışan sınırında kalarak yeni şirketler açmaları gibi yaklaşımlarının altında yatan gerçekler neler?
İşverenlerin engelli çalıştırmak istememelerinden ziyade ben işverenin bu limite girip çalıştıracak uygun engelli bulamamaları faktöründen bahsetmek istiyorum. Belirttiğim gibi beyaz yaka kadrolar için çok az engelli aday özgeçmişi geliyor önümüze. Mavi yaka dediğimiz işçi kadrolarda ise fiziksel emek ağırlıklı oluyor. İşverenin minimum seviyedeki fiziksel emek ihtiyaçlarını karşılayacak engelli aday inanın çok az geliyor işverenin karşısına. Birçok işveren uygun engelli çalışan bulamadıkları için ceza almamak için dediğiniz uygulamalara başvuruyor. Ben israrla engellilerimizin işgücü piyasasına girmekte çok da istekli olmadıklarını düşünüyorum. Ya aileleri ve yakın çevrelerinin geliştiridiği negatif söylemler “yapamazsın, başaramazsın, seni almazlar”, ya kendilerine olan güven eksikliği, ya da nitelik olarak kendilerini geliştirmemeleri, bir çeşit kurban psikolojisi onları aktif ve akresif şekilde iş aramaktan alıkoyuyor. Bu arada işverenin elindeki iş imkanlarını beğenmeyen engelli adaylardan da bahsetmiyorum. Ben biraz da engellilerin iş arama, iş bulma, işte kalma konusunda kendilerini sorgulamalarını istiyorum açıkçası. İş piyasası bir mücadele, rekabet arenası, herkes için.
‘Doğru personel devamlılık ve verimliliği getirir’ sözünden yola çıkarsak bir firmanın karlılığının arttırılmasında doğru personel alımı ve yönetiminde İK çok önemli bir rol oynar. Konuyu buradan düşünecek olursak %3 engelli çalıştıran firmalarında engelli adayların tüm SSK primlerini devlet karşılar ve ayrıca %3’ün aşılması durumunda da devlet yine her engelli adayın %50 oranında SSK primini hazine tarafından karşılar. Bu durum işverenler için çok önemli bir katkıdır. Ancak neden bu ayrıcalık işverenler tarafından doğru yönetilmez?
Engelli aday başvurusu bu kadar az olursa elbet yönetilemez. Ben engelli adaylara iş piyasasına, arayışına aktif olarak girmelerini, kendilerinin niteliksel gelişimlerine önem vermelerini, engelli ailelerin iş arama aşamasında güven kırıcı olmaktan ziyade motive edici olmalarını rica ediyorum. Engelli olmak hayal kurmaya engel değildir. Hayal kursunlar çalışmak adına ve hayallerini gerçekleştirmek için köşelerinde oturup beklemesinler, harekete geçsinler, imkanlarını zorlasınlar. Eğer etrafımızda başarılı, kendini yetiştirmiş, geliştirmiş engelliler görebiliyorsak, demek ki yapılabiliyor anlamına gelir. Başarılılar ne yaptı da başardı, araştırsınlar, ilham alsınlar. Yılmasınlar. Engelsiz milyonlarca işsiz varken, gerçekçi baksınlar dünyaya. İşlerinin zor olduğunu bilsinler. Zor ama imkansız değil.
Diğer ülkelerde 15 ya da 20 gibi çalışan sayısına ulaşan işletmelerde %6 ve hatta %8 gibi yüksek oranlarda engelli çalıştırma zorunluluğu var. Ülkemizde ise bu oran 50 çalışana ulaşan her işletmeye %3 engelli çalıştırma zorunluluğu getirmektedir. Sizce özel sektör ve kamuda engelli adayların aktif olarak iş hayatına katılabilmelerini sağlayacak daha kalıcı çözümler için neler yapılmalı?
Kesinlikle. Bizim ülkemizde İnsan Hakları uygulamaları çok geri seviyede. Bu seviyeyi üste çekmek için engelli vatandaşlarımızın da organize olarak tepki vermeleri, haklarını aramaları lazım. Büyük metropoller ve bütün Türkiye’de geniş katılımlı, eş zamanlı bir Engelliler Mitingi düzenlense, binlerce insan sokaklara dökülüp yürüse, konuşmalar yapılsa, devlet ile oy peşine düşen siyasiler üzerlerinde bu konuda ciddi baskı hissetseler, eminim bir fark yaratılır. Ayrıca dünyadaki engelli kuruluşları ile işbirliği yapılsa, bilgi ve tecrübe alışverişine girilse, kullanılan mücadele yöntemleri ve global anlamda ses duyurmak açısından büyük gelişimler sağlanabilir. Engelli ailelerine de büyük iş düşüyor. Engelli çocuklarını “yapamazsın, başaramazsın” gibi söylemlerle veya kaygılarla gerçek hayattan uzaklaştırmasınlar, onları eğitim hayatlarını tamamlamaları için zorlasınlar, gelişim ve mücadelerine destek versinler.
Şimdi de Engelsizkariyer.com’a gelecek olursak ilk ne zaman duydunuz? Ve düşünceleriniz neler?
Sosyal medya kanalı ile tanıştığım engelli bir arkadaşım sayesinde öğrendim. Ben bir sohbet esnasında “neden sadece engelli adaylara yönelik bir iş ilanı sitesi yok” diye sormuştum. Simto Alev bana “Var, Engelsiz Kariyer” diyerek sitenizin bilgisini ve adresini vermişti.
Son olarak Engelsizkariyer.com aracılığı ile herkese vermek istediğiniz mesaj var mı?
Var, hem de bir değil, birden çok önemli mesajım var;
“Zaten bize iş vermiyorlar” gibi bir önyargı ile baştan kendilerini demotive etmesinler.
Eğitimlerini mümkün mertebe tamamlasınlar.
Entellektüel gelişimlerine özen göstersinler.
Ofis ortamlarında bulunabilecekleri konularda uzmanlaşmak üzere, örneğin muhasebe, personel, satınalma, idari işler, insan kaynakları, lojistik, kendilerine yatırım yapsınlar, kitap alıp okusunlar, kurslara gitsinler.
Farklı ortamlarda (internet, gazete) çıkan iş ilanlarına yılmadan, korkmadan, ‘beni almazlar’ önyargısından sıyrılarak başvursunlar, hiçbir zaman entellektüel sermaye olarak kendilerini engelsiz adaylardan farklı görmesinler. Bu bir alışveriş, aday kendini farklı/yetersiz görürse, işe alacak kişi de farklı görür, öyle davranır.
Çok büyük rekabetin yaşandığı iş piyasasına girmeye çalıştıklarının bilincinde olsunlar, aşırı iş seçicilik lüksü artık kimsenin yok.