‘Hiçbir İyi Yönetici Engelli İstihdamında Pürüz Çıkartmaz’

ipek aral kişioğlu

1998 yılında İnsan Kaynakları sektörüne adım atan ve halen İnsan Kaynakları ve Stratejik Yönetim Danışmanlığı yapan İpek Aral Kişioğlu ile, deneyimlerinden yola çıkarak ik profesyonelleri ve yöneticilerin engelli çalışanlara yaklaşımları, engellilerin iş gücü piyasasından neden etkin olmadıkları gibi bir çok önemli konuda sohbet ettik.

Engelli istihdamında suçlu aramak yerine, sorumluluk almanın, mücadele etmenin ve başarı için beklemeden, mutlaka harekete geçmenin daha önemli olduğunu vurgulayan Kişioğlu, hem işverenlerin hem de engellilerin sorumluluk almaları gerektiğini belirtiyor.

Sizi tanıyabilir miyiz?

1972 Ankara doğumluyum. TED Ankara Koleji ve Mülkiye mezunuyum. 1997 yılından beri İstanbul’da yaşıyorum ve çalışıyorum. Bir dönem iş nedeniyle Ankara’ya döndüm ancak mesleki gelişimim açısından İstanbul’da olmam gerektiğine karar verdim.

İK sektöründe ilk ne zaman çalışmaya başladınız?

1998 yılında OBEY Yönetim Danışmanlık’da Türkiye’nin ilk yönetim danışmanı Oktay Bora Yağız ile başladım.

Personel seçimlerinizde en çok nelere dikkat ederdiniz? Ve neden?

Herşeyden önce şirketin, bölümün ihtiyaçlarını analiz ederim. Bu analiz görev tanımı, yetkinlikler, şirketin/bölümün hedefleri bazlı olur. Sonrasında ise ilan veya farklı kanallardan gelen adayların tecrübe, nitelik ve yetkinliklerinin şirket ihtiyaçları ile örtüşüp örtüşmediğini incelerim, en uygun adayı bulmaya gayret ederim. Bir diğer çok önemli konu bağlı olunacak bölüm yöneticisinin karakteri ve beklentileridir. Kimi zaman ‘iyi’ adaylar bölüm yöneticisinin karakterine uymadığı için pozisyona ‘uygun’ olamayabiliyor maalesef.

Engelli adaylara gelecek olursak çalıştığınız firmalarda engelli aday alımlarınız gündeme gelince nasıl kararlar alınırdı? Ve departman yetkililerinin engelli aday alınacağını öğrendikleri zaman yaklaşımları nasıl olurdu?

Engelli adayların işe alımlarında İnsan Kaynakları bölümlerinin konu üzerindeki genel politikalarının şirketin genel tavrında ağırlığı vardır. İnsan Kaynakları bölümleri engelli adayların işe alımında üst kademe yöneticileri ikna etmekle yükümlüdür. Zaten emin olun, hiçbir iyi yönetici engellilerin istihdamında pürüz çıkarmaz. Benim sorumluluğumdaki şirketlerde bugüne kadar engelli adayların nitelikleri ve yetkinlikleri pozisyona uyduğu sürece işe alımlarında hiçbir problem çıkmamıştır.

İpek hanım zaman zaman firma yöneticileri ekiplerinde engelli aday görmek istememek gibi önyargılara sahip oluyorlar. Sizce neden? Ve hiç böyle bir durumla karşılaştınız mı?

Belirttiğim gibi ben İnsan Kaynakları bölümü olarak engelli istihdamındaki net olumlu tavrımı her zaman baştan ortaya koyarım ve yöneticileri mutlaka ikna ederim.

Ancak engelli adayların istihdamına meslekdaşlarımdan kaynaklı birkaç gözlemimi aktarabilirim. Birincisi yöneticiler iş performansından emin olamadıkları için risk almak istemiyorlar. İkincisi neden ise engelli çalışanların bölüme, şirkete entegrasyonunda problem çıkma ihtimali. Belki de bütün toplumda olan bir kaygı bu. Engellilerin çok hassas, hemen üzülen, darılan bireyler olabileceği kanısı hakim. Şirket çalışanlarının onlara nasıl davranmaları gerektiğini bilmemeleri, ürkmeleri “şimdi ne gerek var ortamı karıştırmaya” gibi bir düşüncenin hakim olmasına neden oluyor. Üçüncüsü ise sektörel kaygılar. Hizmet sektöründe eğer müşteri önündeyseniz dış görüntü çok önemli oluyor. Görsel olarak mükemmeliyeti yakalamaya çalışan bir sektörde engellilerin müşteri önünde bulunması tercih edilmiyor.

İşverenlerin zaman zaman engelli adaylara karşı oldukça sert ve kabul edilemez tutumları/yaklaşımları olduğunu gözlemliyor ya da duyuyoruz. Sıklıkla ayrımcılık ve mobbing yapılabiliyor sizce neden?

Bahsettiğiniz tarzda bir durum bir defa yaşadım. Olayda davranışsal problemleri olan bir çalışan arkadaşımız, işteki olumsuzluklardan hareketle diğer iş arkadaşının fiziksel engeli ile sinirle karışık bir tonda alay ediyordu. Ancak bu davranış bozukluluğunu kuruma mal etmemek lazım. Aniden gelişen bir olayda yaşananlar kişiseldir. Çirkin söylemleri geliştiren kişi derhal sert bir şekilde uyarılmıştır. Kanımca birçok benzer durumda da engelli çalışanlara yaşatılanlar o esnada muhattap olunan bireylerin karakter zayıflığıdır. Her şirkette patron ve üst kademe yöneticiler dahil yüzlerce çeşit insan bulunuyor, yüz kişinin yüzü de davranışsal olarak çok akıllı, çok olgundur maalesef diyemiyoruz.

Engelli adayları tanışma ya da iş görüşmesine çağırmadan önce kriter belirlerken ve değerlendirirken neleri ön planda tutarsınız?

Birincisi size çok önemli bir tespitimi belirteyim. Engelli aday başvurusu çok az alıyorum. Dolayısıyla çok sık engelli adaylarla görüşme yapma imkanım olmuyor. Kendi kendime de hep soruyorum “neden” diye. Pratiğe gelince, olası bir beyaz yaka iş görüşmesinde engelli aday ile engelsiz adayın zihinsel üretimi konusunda bir ayırım yapmıyorum. Eğer görüşme işçi pozisyonu için ise engelli adayın fiziksel engel yüzdesinin işin minimum gereklerini karşılayıp karşılayamayacağına bakıyorum.

İşverenler nedense engelli adayları hep basit, vasıfsız ve gözlerden uzak tutacak pozisyonlarda görevlendirirler neden?

Ben buna katılmıyorum. Bahsettiğiniz durum hizmet sektöründe müşteri ile yüzyüze iletişime geçen çalışanlar için geçerli olabilen bir durum sadece çünkü bu sektörde engelsiz çalışanların bile fiziksel görüntüsüne müşteriye hoş görünebilmek adına müdahale ediliyor. Bu aşamada da müşteri önünde mükemmeliyeti arayan firma engelli çalışanı sahneye sürmek istemiyor, onu sahne arkasında çalıştırmayı tercih ediyor. Ama bu tercih engelsiz çalışanlara yönelikte de yapılır.

Bir önceki soruma katılmadınız. Bu arada engellilerin diğer çalışanlar gibi kariyer yapma hakkı olmasına rağmen ülkemizde bu konuda engellileri üst kademelerde göremeyiz? Ya da fırsat eşitliği sunulmaz. Peki bu yaklaşımdan kurtulmak için hem işverenlere hem de engellilere düşen görevler neler?

Ben açıkçası size bu konuda da katılamayacağım. Size engelli aday başvurusu ne kadar az aldığımı belirtmiştim. Buradan hareketle daha işe bile başvurmayan yani savaşa bile girmeyen engelli arkadaşlarımızın “bizi üst pozisyonlara getirmiyorlar” gibi bir yaklaşımda bulunmalarını gerçekçi bulmuyorum. Kendisini yetiştirmeyen, nitelik katmayan engelli adaylar büyük rekabet yaşanan iş piyasasında elbette varolamazlar. Benim iş görüşmesi yaptığım engelli adaylardan biri Bilgi İşlem Müdürlüğü pozisyonuna yönelikti. Bu adayımın niteliği arayışıma uymasına rağmen adayın maaş beklentisi çok yüksekti. Pozisyondaki müdürden sık sık seyahat etmesini isteyecektik. Adayım tekerlekli sandalyedeydi ve ciddi bir hareket kısıtı bulunuyordu. İşte bu adayım üniversite bitirmiş, teknik donanımı üst seviyede biriydi, ben onu beğenmeme rağmen iki önemli nedenden dolayı işe alamadım. Ama biliyorum ki, o nitelikleri ile sadece ofis çalışması yapılan ve maddi beklentisini karşılayabilecek bir işyerine rahatlıkla işe girmiştir. Beklentilerinizi karşıladığı aşmada siz adaya engelli olarak bakmıyorsunuz. “Uydu” veya “uymadı” diyorsunuz.

Engelli adaylarla iş görüşmeleri sırasında ve çalışken yaşadığınız, unutamadığınız anılarınız var mı?

Tabii ki var. Ve hepsinin ana fikiri “insan yeter ki istesin, engeller vız gelir” cümlesi üzerine kuruludur. Engelli arkadaşlardan benim tek isteğim kendilerine güvenmeleri, ne istediklerini kafalarında netleştirmeleri ve bu yolda çaba sarfetmeleri, kendilerine nitelik katmaları. Ben “sen orada çalışamazsın, seni işe almazlar” diye olumsuz söylemlerle iş görüşmesine gönderilen ve yüksek oranda fiziksel engelli birçok adayımı gözlerindeki ve konuşmasındaki çalışma azmini görerek, duyarak da işe aldım. Hepsi de başarıyla ve azimleri ile bütün şirkete örnek olarak çalıştılar, halen de çalışıyorlar.

İş dünyasında engellilere ücret politikasında ne yazık ki eşit davranılmadığını gözlüyoruz. Bu konuda engellilerden ciddi anlamda şikayet alıyoruz. İşverenlerin bu tutumundan vazgeçmeleri için neler söyleyebilirsiniz.

Bu gibi uygulamaları olan firmalarla bana göre savaşmak gerekir. Yani yazılı dilekçe devletteki ilgili kuruma şikayet etmek. Engelliler kendi haklarını aramak yoluna mutlaka girebilmelidir. Bu hızlı dünyada hepimiz kendi haklarımızın peşine düşmeliyiz yoksa kimse bir diğeri için enerji sarfetmeye çok meraklı değil. Devletin bu konuda ciddi yaptırımlar getirmesi ve denetimlerini arttırması gerektiğini düşünüyorum. Birkaç tane büyük ceza verilse ve iş müfettişleri işlerini daha disiplinli/idealist yapsalar işverenler de kendilerine çeki düzen verir.

Sizce özel sektörün engelli aday açığı olmasına rağmen engelli çalıştırmayıp ceza ödemesi ya da 50 çalışan yerine 48 çalışan sınırında kalarak yeni şirketler açmaları gibi yaklaşımlarının altında yatan gerçekler neler?

İşverenlerin engelli çalıştırmak istememelerinden ziyade ben işverenin bu limite girip çalıştıracak uygun engelli bulamamaları faktöründen bahsetmek istiyorum. Belirttiğim gibi beyaz yaka kadrolar için çok az engelli aday özgeçmişi geliyor önümüze. Mavi yaka dediğimiz işçi kadrolarda ise fiziksel emek ağırlıklı oluyor. İşverenin minimum seviyedeki fiziksel emek ihtiyaçlarını karşılayacak engelli aday inanın çok az geliyor işverenin karşısına. Birçok işveren uygun engelli çalışan bulamadıkları için ceza almamak için dediğiniz uygulamalara başvuruyor. Ben israrla engellilerimizin işgücü piyasasına girmekte çok da istekli olmadıklarını düşünüyorum. Ya aileleri ve yakın çevrelerinin geliştiridiği negatif söylemler “yapamazsın, başaramazsın, seni almazlar”, ya kendilerine olan güven eksikliği, ya da nitelik olarak kendilerini geliştirmemeleri, bir çeşit kurban psikolojisi onları aktif ve akresif şekilde iş aramaktan alıkoyuyor. Bu arada işverenin elindeki iş imkanlarını beğenmeyen engelli adaylardan da bahsetmiyorum. Ben biraz da engellilerin iş arama, iş bulma, işte kalma konusunda kendilerini sorgulamalarını istiyorum açıkçası. İş piyasası bir mücadele, rekabet arenası, herkes için.

‘Doğru personel devamlılık ve verimliliği getirir’ sözünden yola çıkarsak bir firmanın karlılığının arttırılmasında doğru personel alımı ve yönetiminde İK çok önemli bir rol oynar. Konuyu buradan düşünecek olursak %3 engelli çalıştıran firmalarında engelli adayların tüm SSK primlerini devlet karşılar ve ayrıca %3’ün aşılması durumunda da devlet yine her engelli adayın %50 oranında SSK primini hazine tarafından karşılar. Bu durum işverenler için çok önemli bir katkıdır. Ancak neden bu ayrıcalık işverenler tarafından doğru yönetilmez?

Engelli aday başvurusu bu kadar az olursa elbet yönetilemez. Ben engelli adaylara iş piyasasına, arayışına aktif olarak girmelerini, kendilerinin niteliksel gelişimlerine önem vermelerini, engelli ailelerin iş arama aşamasında güven kırıcı olmaktan ziyade motive edici olmalarını rica ediyorum. Engelli olmak hayal kurmaya engel değildir. Hayal kursunlar çalışmak adına ve hayallerini gerçekleştirmek için köşelerinde oturup beklemesinler, harekete geçsinler, imkanlarını zorlasınlar. Eğer etrafımızda başarılı, kendini yetiştirmiş, geliştirmiş engelliler görebiliyorsak, demek ki yapılabiliyor anlamına gelir. Başarılılar ne yaptı da başardı, araştırsınlar, ilham alsınlar.  Yılmasınlar. Engelsiz milyonlarca işsiz varken, gerçekçi baksınlar dünyaya. İşlerinin zor olduğunu bilsinler. Zor ama imkansız değil.

Diğer ülkelerde 15 ya da 20 gibi çalışan sayısına ulaşan işletmelerde %6 ve hatta %8 gibi yüksek oranlarda engelli çalıştırma zorunluluğu var. Ülkemizde ise bu oran 50 çalışana ulaşan her işletmeye %3 engelli çalıştırma zorunluluğu getirmektedir. Sizce özel sektör ve kamuda engelli adayların aktif olarak iş hayatına katılabilmelerini sağlayacak daha kalıcı çözümler için neler yapılmalı?

Kesinlikle. Bizim ülkemizde İnsan Hakları uygulamaları çok geri seviyede. Bu seviyeyi üste çekmek için engelli vatandaşlarımızın da organize olarak tepki vermeleri, haklarını aramaları lazım. Büyük metropoller ve bütün Türkiye’de geniş katılımlı, eş zamanlı bir Engelliler Mitingi düzenlense, binlerce insan sokaklara dökülüp yürüse, konuşmalar yapılsa, devlet ile oy peşine düşen siyasiler üzerlerinde bu konuda ciddi baskı hissetseler, eminim bir fark yaratılır. Ayrıca dünyadaki engelli kuruluşları ile işbirliği yapılsa, bilgi ve tecrübe alışverişine girilse, kullanılan mücadele yöntemleri ve global anlamda ses duyurmak açısından büyük gelişimler sağlanabilir. Engelli ailelerine de büyük iş düşüyor. Engelli çocuklarını “yapamazsın, başaramazsın” gibi söylemlerle veya kaygılarla gerçek hayattan uzaklaştırmasınlar, onları eğitim hayatlarını tamamlamaları için zorlasınlar, gelişim ve mücadelerine destek versinler.

Şimdi de Engelsizkariyer.com’a gelecek olursak ilk ne zaman duydunuz? Ve düşünceleriniz neler?

Sosyal medya kanalı ile tanıştığım engelli bir arkadaşım sayesinde öğrendim. Ben bir sohbet esnasında “neden sadece engelli adaylara yönelik bir iş ilanı sitesi yok” diye sormuştum. Simto Alev bana “Var, Engelsiz Kariyer” diyerek sitenizin bilgisini ve adresini vermişti.

Son olarak Engelsizkariyer.com aracılığı ile herkese vermek istediğiniz mesaj var mı?

Var, hem de bir değil, birden çok önemli mesajım var;

  • “Zaten bize iş vermiyorlar” gibi bir önyargı ile baştan kendilerini demotive etmesinler.
  • Eğitimlerini mümkün mertebe tamamlasınlar.
  • Entellektüel gelişimlerine özen göstersinler.
  • Ofis ortamlarında bulunabilecekleri konularda uzmanlaşmak üzere, örneğin muhasebe, personel, satınalma, idari işler, insan kaynakları, lojistik, kendilerine yatırım yapsınlar, kitap alıp okusunlar, kurslara gitsinler.
  • Farklı ortamlarda (internet, gazete) çıkan iş ilanlarına yılmadan, korkmadan, ‘beni almazlar’ önyargısından sıyrılarak başvursunlar, hiçbir zaman entellektüel sermaye olarak kendilerini engelsiz adaylardan farklı görmesinler. Bu bir alışveriş, aday kendini farklı/yetersiz görürse, işe alacak kişi de farklı görür, öyle davranır.
  • Çok büyük rekabetin yaşandığı iş piyasasına girmeye çalıştıklarının bilincinde olsunlar, aşırı iş seçicilik lüksü artık kimsenin yok.

Röportaj: Mehmet Kızıltaş

Kaynak: Engelsizkariyer.com

2010’a Az Kala

happy-new-yearYeni bir yıl kapımızda. Aralık, içinde bulunduğumuz yıl ile olan hesaplarımızı kapatma ayı. Ne bekledim 2009’dan, ne aldım, ne alamadım?

Artılarım çok ama bir eksim var ki, beni çok mutsuz ediyor:

Kadın Blogları portalını teknik nedenlerden dolayı 2009 yılı içinde açamadım.

İşte böyle zamanlarda tutmayan hedefler için kim(ler)e hesap sormak gerektiğini düşünüyorum. Bir hedefin tutturulması için hedef sahibinin eforu yanında başkalarının da aynı hedefe farklı boyutlarda katkısı olması gerekiyor. Ama sonuçta olası eksikliği/başarısızlığı hedefi koyan o tek kişi üstleniyor.  Bu adil mi?

Performans değerlendirme sistemleri kapsamında hedef bazlı çalışan firmalarda yıl sonu sonuçları olumsuz/yetersiz çıktığında etrafta bahaneler, yakınmalar, hatta suçlamalar uçuşmaya başlar. Bazısına hak verirsiniz, bazısını duymamazlığa gelirsiniz, bazısına da kızarsınız. İK olarak benim tepkimin ne olduğu aslında önemli değildir. Önemli olan birilerinin başarısızlığın sorumluluğunu üstlenebilmesi ve bu olumsuzluğu nasıl gidereceğine dair çözüm üretmesidir.

Hedef koymak bir risk ise, tutmayan hedefi sahiplenmek de profesyonel olgunluktur, gerçekçiliktir.

Herkesin geride bırakmak üzere olduğumuz 2009’un bütün sorumluluklarını taşıyabilme olgunluğunu gösterebilmesi dileğimle,

😀

2009 Yılı A.B.D’nin En Verimli Şirketleri

America's Most Productive Companies 2009_1260998222520

Verimlilik üzerine internete surf yaparken karşıma çok ilgimi çeken bir site çıktı. Profile International tarafından hazırlanan “2009’un A.B.D’deki En verimli Şirketleri” sitesinden iki kapsamlı rapora ulaşabiliyorsunuz;

1. A.B.D’nin En Verimli Şirketleri – İnsan Sermayesi Analizi
2. A.B.D’nin En Verimli Şirketleri – Büyük Satış Kuvvetlerinin Analizi

İki rapordan elbette benim en çok ilgimi çeken bölümü İnsan Sermayesi Verimliliği Analizi oldu. Analiz 175 endüstri kolundan, 1600 şirket ve 14 milyon insanı kapsıyor. Büyük rakamlar. Analizde A.B.D.’nin insan sermayesi verimliliği konusundaki en verimli 20 şirketi sıra ile:

1. Cummins (otomotiv yan sanayi)
2. Lexmark ( Baslı ve görüntüleme makinalar)
3. Dow (plastik ve fiber üreticisi)
4. Caterpillar (ağır makinalar üreticisi)
5. Samuel Adams ( alkollü içecek- bira)
6. Panera (Fast food ve hızlı servis restaurantları)
7. K-Swiss (ayakkabı)
8. Hasbro (oyuncak ve oyunlar)
9. Aflac (kaza ve sağlık sigortası)
10. Amazon (müzik, kitap, video ve eğlence perakende)
11. Shutterfly (internet içerik sağlayıcı)
12. Adams Golf (golf malzemeleri)
13. Safeway (sebze-meyve perakende)
14. Blackboard (eğitim ve öğrenim yazılımı)
15. Dun & Bradstreet (kredi ve satış çözümleri)
16. Colgate (ev ve kişisel bakım)
17. Peet’s Coffee & Tea (özel yiyecekler)
18. Capital One (kredi kartları)
19. Fidelity (sigorta)
20. Penske Automotive (otomotiv perakende)

Rapordaki sayısal verimlilik değerlerinin saptamasında kullanılan formul;

İşgücü verimliği = Tam zamanlı çalışan başına düşen ayarlanmış hasılat

Rapor kapsamında, çalışma süresince izlenilen metodoloji sayesinde toplanan bilgiler ve birçok üst düzey yönetici ile yürütülen görüşmeler sonrasında en verimli çalışan şirketlere dair 10 temel saptama yapılmış. Bu saptamalar da iki ana başlık altında sunulmuş:

İşgücü Özellikleri
1. Performans bazlı kültür
2. Etkin yöneticiler
3. İşgücünden üst seviyede faydalanabilme
4. Üst seviyede etkin işgücü
5. İnovasyona yönelik teşvik

Stratejik ve Operasyonel Özellikler
6. Gelişmiş teknoloji
7. Finansal gelişmişlik
8. Operasyonel gelişmişlik
9. Kanalların etkin dağılımı
10. Marka ve pazarlamada gelişmişlik

Ben bu yazımda raporun detaylarını aktarmayacağım. Merak edenler siteye girerek bütün rapor(ları) basit bir kayıt işleminden sonra indirerek okuyabilirler. Ben okumanızı tavsiye ederim. ‘En verimli‘ sıfatını neden yukarıdaki şirketlerin aldığını farklı gerekçeleri ile öğrenebilirsiniz.

Ancak, ‘yok, ben raporların hepsini teker teker inceleyemem’ diyorsanız işte size insan sermayesinin verimliliğinine ait, yukarıdaki 10 saptamanını açıklamalarını içeren özet rapor linki ; tıklayınız ve kayıt olarak raporu indiriniz.

Bi’ Bakar Mısınız? Etkinlik No2

metrobus145

21 Kasım’da Cevizlibağ’da geçekleştirdiğimiz ilk etkinlik sonrası, gayet güzel tepkiler aldık. Katılımcılar hususunda sıkıntımız olsa da kamu nezdinde beklediğimiz etkileri yarattık.

Öyle ki eylemden bir gün sonra, aynı yerde aynı şekilde Star Haber engelli bir muhabir ile bizim eylemin replikasını bile yaptı. Öte yandan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, o gün bizimle orada olan Tan Sağtürk’ü arayarak kendisi ile bu hususta görüşmek istediğini belirtince, biz de olmaz öyle hep birlikte görüşelim diyerek bir randevu talep ettik. Bakalım beklemedeyiz !

Beklemedeyiz dediysek, boş duracağız demedik ! 19 Aralık 2009 Cumartesi Saat 14.00‘da Mecidiyeköy Metrobüs durağında yeni bir etkinlik daha yapıyoruz. Üstelik bu sefer Mecidiyeköy’de engellilere uygun olarak hazırlandığı belirtilen duraktan metrobüse binerek, Zincirlikuyu’ya gideceğiz. Lakin Zincirlikuyu’da inip inemeyeceğimiz meçhul :)

Bu yazıyı okuyan herkesi, o gün orada olmaya davet ediyorum.

.

Yukarıdaki yazı bana ait değil.

Yazı ‘Bi’ Bakar Mısınız?’ projesinin fikir sahiplerinden ve aktif üyelerinden Yicit’in blogundan alıntı. Birinci etkinlik sonrasındaki gelişmeleri çok güzel özetlediği için ben birkaç kelime geveleyeceğime okuyuculara net özet vermeyi tercih ettim.

Evet, Yicit’in de belirttiği gibi herkesi 19 Aralık Cumartesi günü saat 14:00’de Mecidiyeköy Metrobüs Etkinliğine bekliyoruz. !!!

.

Bi’ Bakar Mısınız? Proje Blogu

Bir Bakar Mısınız? Mecidiyeköy Facebook Etkinlik Sayfası

İnsan Kaynağınıza Yapabileceğiniz Altı Temel Hata

commonMistakesŞirketlerin insan kaynakları yönetiminde ülkemizde sıklıkla karşımıza çıkan altı temel hata bulunuyor. Bu hatalar İnsan Kaynakları bölümlerinden ziyade şirket üst yönetimi karar mekanizmalarının istikrarsız çalışmasından kaynaklanıyor.

Bu hataları sıralayacak olursak;

1. Kendinize nasıl davranılmasını istiyorsanız aynı şekilde insan kaynağınıza davranMAMAK.

Bu madde aslında hepimizin birbirimize sıklıkla tekrarladığı ama pratiğe gelince her nedense ihmal ettiğimiz bir bir hayat prensibidir.  İnsan Kaynaları bölümleri bu prensibi şirketlerde varetmekle yükümlüdür. Eğer kendisi bu prensibi uygulamıyorsa, vah şirketin diğer bölümlerine demekten başka çare kalmıyor.

2. Performans değerlendirmesi aşamasında memnun olmadığınız bir çalışanın sonuçlarını ‘merhamet’ duyup şişirmek, duygusallaşmak

Duygusal ve ‘gönül ilişkileri odaklı’ bir millet olduğumuz yadsınamaz. Kimseyi kırmaktan, üzmekten hoşlanmayız. Ama iş hayatı subjektivite değil, yöneticilerden, çalışanlardan objektivite ve realizm bekliyor. İyi çalışmayan bir kişiye “iyisin” demek, performans değerlendirmesinde yüksek puanlar vermek, ne o kişiyi, ne de şirketi ileri bir noktaya taşımaz. Böyle bir tutum yönetsel toyluktur, hatta yetersizliktir.

3. Başarı sonrasında çalışanlarınızı takdir etmemek ve ödüllendirmemek

Bir üst maddede millet olarak iş hayatında ne kadar ‘salt sevgi’ kavramını ön plana çıkardığımızı vurguladım. Ama gelin görün ki, bu sevginin olası doğal sonucu; iyi çıkartılan iş sonrasında çalışanı ‘takdir etmek’ aşamasını maalesef hiç yaşayamayız. Duygusal sevgi bağı olan insanların motivasyonunu arttırmanın ana yolu “teşekkür etmek” iken, yöneticiler beklenilen teşekkürü “şımarır” kaygısı ile çalışandan esirgerler. Enteresan bir ilişkidir bu. Ve böylece hep berber madde 1’e döneriz, lütfen madde biri tekrar okuyun.

İş hayatındaki “sevgi” kavramı aslında başka bir yazının konusu olmalı ama iki üç cümle yazmadan geçmek istemiyorum. Ben iş hayatında kimi severim? sorusuna kendim için cevap vereyim. Ben “beni geliştiren, beni yönlendiren, bana vizyon sunan, beni gelişim yolunda zorlayan” yöneticiyi severim. Maalesef ülkemizde ağırlıkla yönetici ile çalışan arasındaki sevgi iş değil, duygusal bazlıdır. Böyle bir tabloda insanlar “sevgi kelebeği” olur, ama iş olduğu yerde sayar, hatta geriye gider.

Takdir etmenin bir üst kademesi, başarının çalışana farklı mekanizmalarla, örneğin ödüllendirme yolu ile geri dönüşüdür. Daha teşekkür bile etmeyen bir yöneticinin sizi hala ödüllendirmesini mi bekliyorsunuz? … hmmm … hayal kırıklığı kapınızda nöbette. Ama belki de çok iyimsersiniz(duygusalsınız) ve ikisini bir arada bekliyorsunuz … o zaman size kolay gelsin, beklemeye devam …

4. İnsan kaynağı alımı sürecini her bölüm müdürünün kendi insiyatifine bırakmak

Bir şirket içindeki yöneticilerin birbirinden çok farklı yönetim tarzları, karakterleri olabilir, doğaldır. İnsan kaynakları bölümünün eleğinden geçmiş adayların bölüm yöneticilerinin seçimine yönlendirilmesi, şirketin insan kaynağı alt yapısında kurumsal kültür boyutunda ortak taban oluşumunu sağlar. Aday üzerinde bırakılan ilk imaj çok önemlidir. İnsan kaynakları bölümlerinin bana göre en önemli stratejik görevlerinden biri, aday üzerinde bırakılmak istenen ilk imajın şirket misyon, kültür ve vizyonunu yansıtabiliyor olmasıdır.  Ama siz ilk imajı yansıtma görevini bir elden yapmak yerine, her bölüm yöneticisinin bireysel insiyatifine bırakırsanız, şirket içindeki insan çeşitliliğini bir süre sonra yönetemez hale gelirsiniz. Şirket içinde birbiriyle hiç anlaşamayacak nitelikte insanlar dolaşmaya başlar ve çok kısa sürede birbirleriyle iş yürütmeye/yürütememeye çalışır hale gelirler. 

5. İş görüşmeleri esnasında nitelikli adayı işe alabilmek için gerçek dışı vaadlerde bulunmak

Bunu yapmayın. Veremeyeceğiniz maaş zamlarını, açamayacağınız kariyer yollarını potansiyel insan kaynağınıza vadetmeyin ve şimdi, hemen dönüp madde biri okuyun.

6. Çalışanlarınıza verdiğiniz sosyal hak ve faydaları (araba, cep telefonu, bilgisayar, lojman, prim, özel sağlık sigortası, vs.) geri almak

İnsan kaynağına yönelik en ciddi stratejik yönetim hatası. Varolan uygulamaların kesintiye uğraması çalışan memnuniyetini ve iş performansını jet hızıyla düşürür. İstikrarla uygulayamayacağınız sosyal hak ve faydaları sakın devreye sokmayın. Varsa bir bütçeniz, ödüllendirme mekanizmalarını hayata geçirmeyi tercih edin. 

Hem Yetersiz, Hem Kötü Yönetici

kesişen küme

Son birkaç gündür “kötü yönetici” kavramı üzerine düşünüyorum. Kötü yönetici kimdir? Neden kötüdür?

Zamanında benim bu sıfatı alabilecek nitelikte bir yöneticim olmuştu. Zihnimde o günlere geri döndüğümde ve yöneticiyi neden olumsuz andığımı daha detaylı incelediğimde bir hata yaptığımı farkettim. Sözünü ettiğim yönetici aslında öncelikli olarak ‘kötü’den ziyade benim için başlangıçta ‘yetersiz’di.

Bana göre kötü yönetici davranışsal bozukluklar gösterendir.

Yetersiz yönetici ise nitelik düşüklüğü nedeniyle ekibini ve işini geliştiremeyen, vizyonu olmayan, memur zihniyetiyle günü kurtarandır.

Peki kötü ile yetersiz iki ayrı küme ise bu iki küme ne zaman kesişir?

Yönetici kendi yetersizliğini farkettiğinde bu açığını örtebilmek üzere davranışsal bozukluklar da gösterebilmeye başlar çoğunlukla. İşte o zaman ortaya hem yetersiz, hem kötü yönetici profili, yani kesişim kümesi ortaya çıkar.

Bir yönetici yeterli olabilir ama davranışsal olarak mobbinge varacak tarza davranışsal bozukluğu vardır; o “kötü yöneticidir“. Bir yöneticinini niteliği düşüktür, ancak davranışsal olarak o kadar zariftir ki, ekibi nitelik düşüklüğüne rağmen onunla çalışmayı tercih edebilir, o “yetersiz yöneticidir”. Ama benim geçmişimde tecrübe ettiğim gibiler hem yetersizdir, hem de yetersizliğini örtebilmek üzere davranışsal olarak çirkindir, işte bu grup “hem kötü, hem yetersiz yöneticilerdir“.

Profesyonel hayatı tecrübelendikçe anlıyor, iyilerle çalıştıktan sonra ancak kötü ve yetersizin ne demek olduğunu kavrayabiliyorsunuz. Eğer kariyerinizin başında iseniz yöneticinizden ana beklentiniz sizi geliştirebilmesi, yönlendirebilmesi olsun. Günlük işler kişiyi tecrübelendirir, proje üretmek ve farklı konularda proje ekiplerinde çalışmak, beyin fırtınası toplantılarına katılmak, eğitimlere gitmek ise kişiyi geliştirir.

Bu aşamaya geldiğimde bir önemli parantez açmam gerekiyor. Çuvaldızı yöneticiye batırmadan önce de kendinize sorun, sizin bugüne kadar hiç proje üretmeye çalıştınız mı? Gelişime yönelik bir girişiminiz oldu mu? Oldu da, red mi edildiniz? Birçok çalışan da sadece olumsuzlukların tespitini yapıp, çözüm/gelişim çalışmaları üretme aşamasında ortadan yokolur. Yani yönetici için bir sıfatlandırmaya gitmeden önce kendinize aynada bakın: Ben bugüne kadar ne yaptım, ne üretmek, geliştirmek istedim?

İşin bir diğer boyutu ise şirkettir. Siz şaşırırsınız, bu kadar kötü ve yetersiz bir yöneticiyi neden tutuyorlar diye. Cevap çok basittir: sizin kötü ve yetersiz tanımlamanız, şirketin kötü ve yetersiz tanımı ile örtüşmüyordur. Sizin uğruna istifa etmeyi düşündüğünüz yönetici, şirketin gözbebeği bile olabilir. Hiç şaşırmayın. Hatta içiniz rahat etsin. Böyle bir durumda yöneticinin kötülüğü, yetersizliğinden ziyade, zaten o şirket daha en baştan sizin için uygun bir yer hiçbir zaman olmamıştır. Siz kavramsal boyutta o şirketle hiçbir zaman örtüşmemişsinizdir. Kabul edin, sizin kötü ve yetersiziniz herkesin de kötü ve yetersizi olmayabilir. Bazıları o yöneticiler ile çok mutlu çalışabilir. Kavramların açılımı kişiden kişiye, kurumdan kuruma farklılaşabilir.

Sözün özü, eğer bireysel gelişiminizi önemsiyorsanız ve size göre hem kötü, hem de yetersiz olarak sıfatlandırdığınız bir yöneticiniz var ise, derhal kendinize yeni iş aramaya başlayın derim. Kötü ve yetersiz yöneticiler sizin içinizdeki üretme, yaratma, çalışma şevkini kırıp, yoketmeden, sizi de memurlaştırmadan ve kendinize olan saygınızı sıfırlamadan önce önleminizi alın, yeni diyarlara, şirketlere, yöneticilere doğru, hatta hemen şimdi yelken açın.

🙂

2. Buluştrend 12 Aralık Cumartesi Günü

bulustrend2

Birincisini zor şartlar altında, ağır yağışlı bir günde gerçekleştirdiğimiz, buna rağmen 50 kişiye yakın bir katılımla amacına fazlasıyla ulaşan Buluştrend’in ikincisini Aralık ayı’nın ortalarında, 12 Aralık Cumartesi saat 15.00’de Astoria Caffe Nero Esentepe’de gerçekleştireceğiz.

Cumartesi ve öğleden sonra olması nedeniyle ve kaliteli katılımıyla ilk buluşmaya gelen değerli katılımcıların beğenilerini kazanan Buluştrend’de bu ay yine Geliştrend Yazarları, sektörün önde gelen girişimci ve yöneticileriyle buluşacak, genç girişimci ve girişimci adayları da akıllarındaki sorualrı konularının uzmanlarına soracak.

Aynı zamanda yeni iş bağlantıları kurmak için de iyi bir platform olmasını istediğimiz Geliştrend Buluşmalarını kaçırmayın.

Misyon Yazmak Zamanı Gelince

mission

Şirketlerin kurumsal yapılarının en önemli iki temel taşı misyon ve vizyon sıkça karıştırılan, aralarındaki fark fazla anlaşılamayan iki dinamik söylemdir. Vizyon oluşturulması üzerine geçen günlerdeki yazımın üstüne misyon üzerine de bir açılım getirme ihtiyacı duydum.

Misyon en yalın hali ile bir şirketin ‘neden’ varolduğunu, ‘ana amacını” açıklar.

Şimdi düşünelim. Siz bir olayın/durumun neden varolduğunu, amacını öğrenmek istediğinizde ne gibi sorular sorarsınız? Cevapların nasıl olmasını beklersiniz? İşte sizin beklentileriniz başarılı misyon belirleme sürecinde anahtarları oluşturur.

1. Eminim siz bir şirketin misyonunu anlayabilmek için sayfalarca, paragraflarca yazı okumak istemezsiniz. Zaman kıymetli; misyon kısa olmalı.
2. Şirket çalışanları ve müşterileri tarafından kolay hatırlanabilmeli.
3. Okuyanlara geliştirdiği söylem yolu ile coşku, ilham verebilmeli.
4. Kime hizmet veriyoruz, insanlar bizimle neden çalışmalı, bizi neden tüketmeli sorularına cevap verebilir nitelikte ‘pazar odaklı’ olmalı.
5. Firmanızın ‘ne/leri ile hatırlanmasını istiyorsunuz?‘ sorusuna cevap verebilmeli.

Peki, ufak bir araştırma yapalım ve dünya devleri ile yerel bir şirket kendilerine nasıl misyonlar belirlemişler, örneklere bakalım;

İlaç devi Bayerdaha iyi bir yaşam için bilim“,

Alanında rakipsiz olarak sıfatlandırabileceğimiz Googledünyadaki tüm bilgileri organize etmek ve evrensel olarak erişilebilir ve kullanışlı kılmak“,

‘Örnek başarılı profesyonel, lider’ sıfatıyla iş hayatımda bana ilham veren Muhtar Kent yönetimindeki Coca Coladünyayı serinletmek, optimizm ve mutluluk anlarına ilham olmak, değer yaratmak ve fark oluşturmak“,

Türkiye’de en beğendiğim topluluğun şirketi Borusan Telekommüşterilerimize rekabetçi fiyatlarla kaliteli ve özelleştirilmiş telekominikasyon çözümleri sunarak, kendi işlerine odaklanmalarını sağlamak

şeklinde duyuruyorlar misyonlarını.

Yukarıdaki örneklere baktığımızda Bayer, Google, Coca Cola ve Borusan Telekom (gereksiz kullanılmış kelimeler misyonu biraz uzatmış) belirlediğimiz 5 anahtara tıpatıp uyan misyonlar saptadığını görebilirsiniz. Hepsi kısa, hepsi akılda kalıcı, hepsi ilham veriyor, hepsi pazar odaklı ve hepsi nasıl hatırlanmak istediğini net açıklıyor.

Bir şirket misyonunu belirlerken yönetim kademesi ve şirket çalışanları ile ortak çalışma yürütebilir. Onlara “biz neden varız?” sorusunu  sorar ve cevapları toplar. Toplanan cevapları harmanlamak ve en güzel şekilde ifadelendirmek için siz deyin reklam/metin yazarı, ben diyeyim kalemi güçlü bir kişi, işin işine mutlaka alınmalıdır. Şirkete ilham kaynağı olması için benim yaptığım gibi dünya devleri veya yerel kuruluşların misyon tanımlamaları incelenebilir.

Örneğin şirket çalışanları, yönetim kadrosu ve yetkin bir yazarın katıldığı bir misyon belirleme/güncelleme toplantısı yapabilirsiniz. Toplantıda şirketi tanımlamak için en sık kullanılan anahtar kelimeleri saptayarak, bu kelimeleri sizi en iyi ifadelendirecek estetikle bir araya getirmeye çalışabilirsiniz. Alternatifleri arttırmak için birden çok misyon tamını yapıp ardından çoğunluğun kakarı ile en iyisini saptama yoluna da gidebilirsiniz.

  • Misyon ile vizyon arasındaki farka gelince, misyon bir şirketin neden varolduğunu açıklarken, vizyon misyonu ile nereye gideceği sorusuna cevap verir, geleceği anlatır.  Yani misyon vizyonu kavrar, içine alır.

Amaç misyon ve vizyon yazmak olunca, en etkin çözümleri de üretebilmek aslında o şirketin niteliğini bizlere/müşterilerine göstermiyor mu zaten?

😉