Özlem Ceylan

“Mimarlık mekanı düşüncede yaratmaktır”

Louıs Kahn

* Neden mimar oldum ?

Aslında her şey çok okunan bir evde gözümü açmamla başladı ve bu ortamda 5. yaşıma kitap okuyarak girmem de kaçınılmaz bir sonuçtu. Öğrenim hayatım boyunca üç şey vardı yanımda; okumak, “neden” sorusuna cevap aramak ve müzik aşkı. Liseye kadar derecelerle dolu başarılı eğitim hayatım, ironik bir şekilde ayağıma takıldı ve müzisyen olma hayalime engel oldu. Neden mimar olduğum kadar net bildiğim bir şey varsa; o da mimar olmasaydım müzisyen olacağımdı.

En çok da yaratıcılığı desteklediği ve insanı özgür kıldığına inandığım için mimar olmaya karar vermiştim.

İ.T.Ü Mimarlık Fakültesini seçmemin en önemli üç nedeni;

*Mimarlığın yaratıcı bir meslek olması,

*İstanbul’un aşık olduğum şehir olması,

*İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Mimarlık eğitimini en iyi veren okul olduğuna olan inancımdı.

Taşkışla’nın en iyi mimarlık hocalarını barındırmakla kalmadığını, binanın havasını solumanın bile ayrı bir kültür olduğunu ise daha sonra fark edecektim. Mimarlık eğitiminin insanın gecesini gündüzüne kattığını da 🙂

* Mimar ne yapar, ben ne yaptım ?

Mimar, insanlara ihtiyaç duyduğu mekanları tasarlar, yaratır. Bu mekan bir okul, ev ya da banyo olabilir. Bana göre önemli olan insanın konforuna ve ihtiyaçlarına cevap veren, sağlam, fonksiyonel, güzel yapılar tasarlamak. Mimar yaptığı binanın sokağa düşen gölgesini bile kurgulamak durumundadır. Çünkü attığı her çizgi direkt olarak insanı etkiler. Ancak mimarın işi sadece proje-tasarımla sınırlı değildir. Tasarlanan her binanın bir de uygulama aşaması var. Uygulama yapılırken çözülmesi, değişmesi, olgunlaşması gereken birçok detay çıkar.

Tasarımı seçen mimar, zamanının çoğunu ofiste geçirir ancak üretim alanındakiler şantiye, fabrika ve atölyelerde çalışır.

İşte tam da “bir ofiste kapalı kalma” fikri bana çok uzak olduğundan, işin uygulama kısmı her zaman daha cazip geldi. Ben de kariyerimi bu çizgide planladım. Benim için iki hedef vardı; şantiyede çalışmak ve restorasyon yapmak.

Türkiye’nin ilk modern otobüs terminali sayabileceğimiz,  Antalya Otobüs Terminali Şantiyesi benim ilk işim ve ikinci okulum oldu. Şantiye yolculuğum Cam Piramit Sabancı Fuar ve Kongre Merkezi ve Dönerciler Çarşısı projeleri ile devam etti. Sonrasında iki tane de otel inşaatında bulundum. Bu süreç; her mimarın en azından öğrenciliği sırasında bir süre şantiyelerde bulunması gerekliliğine ve mimarlık eğitiminin Kuramsal dersler – kurslar; Atölyeler ve Pratik ağırlıklı şantiye eğitimini içermesi gerektiğine inanmamı sağladı.
Şantiyeler devam ederken, şirketimizin mimari ofisine de destek verdim ve ödül alan bir kaç projede yardımcı mimarlık yaptım. Daha sonra kafamdaki ikinci hedefe doğru yola çıktım; ”Restorasyon”

Kültür Bakanlığı bünyesinde, 4 yıl boyunca Antalya’nın neredeyse tüm tarihi eser ve ören yerlerinin onarımında çalıştım. Myra Antik Tiyatrosu, St. Nikola Kilisesi, Selinus Kalesi, Alanya Kalesi, Alanya Kızılkule, Alanya Müzesi, Antalya Müzesi, Burdur Müzesi, Olimpos ve Phaselis Ören yerleri gibi pek çok yapının projelendirilmesi, inşaatı, koruma ve onarımında;(röleve ,restitüsyon, renovasyon ve restorasyon) birebir görev aldım. Antalya Müzesi’nde çok sevdiğim bir ekiple  “Antalya Kültür Envanteri”nin üç ciltlik kısmını hazırladık. Restorasyon beni mesleki açıdan en çok heyecanlandıran; doyuran ve içinde yer almaktan en çok mutlu olduğum alandır. Gittiğim, çalıştığım, duvarlarına dokunduğum mekanların binlerce yıldır nelere şahit olduklarını düşünürüm. Side Antik Tiyatro’da seyirci koltuğunda oturup sahnelenen gösteriyi hayal ederim. Eski bir Akseki evinde, dolap kapaklarını çizerken, içindeki çarşafların kokusu gelir burnuma. Ruhumu bu kadar doyurduğu için, en kısa zamanda eski eser onarımına geri dönmek niyetindeyim.

Otuzlu yaşlara girmek üzere ve “neredeyim”, “daha iyi ne yapabilirim” sancıları çekmeye başlamıştım. Tam o sırada gelen çok iyi bir teklifle; özel sektöre hızlı bir geri dönüş yaptım. Seramik sektörüne girdim ve showroom tasarımı yapmaya başladım. Hem seramiğin tüm teknik detaylarını öğrenmek, hem yeni yeni showroomlar yaratmak zorlu ama bir o kadar da zevkli bir süreçti. Antalya’da yaptığım bir mağaza, sektörün en büyüğü olan firmamda, Tükiye’nin en iyi showroomlarından biri oldu. Bu da benim için yeni bir doyum noktası idi. Başka  şeyler daha yapmalı diyerek; bir süre de satış departmanına teknik satış desteği verdim. Mimarlık hayatımda yapmaktan haz almadığım tek şey satışın içinde bulunmaktı ve buna da bir süre önce son verip, en iyi yaptığım işlerden birisi olan bayi showroom tasarımına geri döndüm. Yakın zaman hedefimse, şimdiki firmamda da “en iyi showroom” listesine girecek bir mağaza tasarlayıp, hayata geçirmek ve bu sektörde jübilemi yapmak.

Piyasanın içinde bu hızla koştururken, gündemden ve gelişmelerden de geri kalmamak için her ay aldığım mimarlık dergileri dışında, takip ettiğim yüzlerce mimari ve tasarım blogu var. Her gün yüzlerce haber ve güncellemeye göz atmadan uyumamaya çalışıyorum. Bunun yanında; reklam, pazarlama ve marka iletişimine olan ilgimi, bu sene takipçilik düzeyinden çıkarıp, eğitimle güçlendirmek adına, 15 yıl aradan sonra tekrar öğrenci oldum. “Açıköğretim Fakültesi Marka İletişimi Programı”na devam etmeye başladım.

Ayrıca benim de üç senedir sürekli güncellemeye çalıştığım biri “mimari”, biri de “tasarım, animasyon, müzik ve günlük yaşam” içerikli iki blogum var. Hem bilgisayar ve internet teknolojilerini daha yakın takip etmeme yardımcı olup, yeni ufuklar açan, hem bloglarımın fikir babası olan, hem de üç yıldır yanıbaşımda duran Volkan’ın da, en büyük şansım olduğunu belirtmek istedim.

Sıradaki ?

Meslek hayatımın ilk gününden beri büyük bir firmada çalışmak, sahaya çıkmak, üretimin içinde olmak fikrinde idim. Beni yerimde saydıran, mutsuz eden projelerin içinde olmayı elimden geldiğince reddettim. Yaptığım iş ne olursa olsun “mümkün olanın en iyisini” yapmaya önem verdim. Beni tatmin etmeyen bir işte, başkalarının ne dediğini önemsemeden, önce kendi kendimi eleştirdim. Gelecek planıma gelince…İçinde bulunduğum sektörde, şu an çok yaklaşmış olduğum halde yönetici, müdür olmak gibi bir hedefim yok. Kariyer planımdaki son nokta, Kaş’ta ya da İstanbul’da; olabilirse projesini, onarımını da benim yaptığım bir ofis- atölye açıp, ağırlıklı olarak restorasyon projeleri yapmak ve çoğunluğunu arkadaşlarımın oluşturduğu bir tasarım-sanat evi kurmak. Bu arada, aynı atölyede çocuklar için de eğlenceli workshoplar düzenleyip, onları ufacıkken mimari ve sanatın içine alabilmek.

* Ben olsaydım

Mimarlık eğitiminin çok zorlu bir süreç olduğunu unutmazdım. Bu süreci okuyarak, film izleyerek, müzik dinleyerek, yeni kültürlerle tanışarak, ufkumu olabildiğince açarak desteklerdim. Bakmasını bilmeyi ve bakılanı görmeyi öğrenirdim. Gidebildiğim kadar çok yere gider, Mardin ya da Barcelona, her neredeysem oranın en meşhur yemeğini tadar, kent müzesini ziyaret ederdim.

Ne kadar çok şey biriktirirsem o kadar üretici olacağıma inanır buna göre yaşardım.

Mimar olmanın en güzel yanı da, size çok alternatifli bir çalışma yelpazesi sunmasıdır. Bu yelpazenin neresinde olursanız olun, yaptığınızın en iyisini yapmanız ve ayrıcalığınızı en çok da entelektüel birikiminizle yaratmanız dileğiyle.

Özlem CEYLAN

Mimar

http://www.ozlemceylan.com/

http://ozlemceylan.blogspot.com/



Olmaz

Geçen gün Kaynağım İnsan takipçilerinden biri bana tavsiye isteyen bir mesaj gönderdi. Analist pozisyonu için görüşmeye gidecekti, nasıl hazılanmalıydı, nelere dikkat etmeliydi. Ben de okuyucuma heyecanını yatıştıracak nitelikte bazı ipuçları yazdım cevap olarak. Derken bugün takipçimin yeni mesajını geldi posta kutuma. Mesajı isim hariç yayınlanmasında bir sakınca görmüyorum :

Tesekkur ederim cevabiniz icin Ipek hanim.

Ama maalesef is spam gibi birsey cikti. Yani bosuna heveslendim.

Sanirim sizinde ilginizi cekecektir.

http://forum.memurlar.net/topic.aspx?id=454147&page=11

Takipçimin verdiği linkteki yazışmaları okudum. Üzücü. Elbette yazışmalardaki ismi geçen firmayı internet üzerinden araştırdım ve ikinci defa üzüldüm. Hayatımda ilk defa bir firmanın işe alım yapacakmışcasına ilan vererek eğitime soktuğu kişilerden ikinci hafta itibariyle para istediğini duyuyorum.

Bir yaşıma daha girdim.

Olmaz.

Acı Veya Tatlı Meyve

İş hayatı insanın kendisini tanıması için en etkin yollardan biri. Ben bir kişinin başına gelen hiçbir olayın, karşısına çıkan hiçbir insanın tesadüf/rastlantı sonucu olduğuna inanmam. Tesadüf diye adlandırılan ‘o’ duruma, ‘an’a veya ‘kişi’ye varana kadar tesadüfü hazırlayacak alt yapı kişinin kendisi tarafından kurgulanmış, hazırlanmış ve hayata geçirilmiştir aslen. İyi veya kötü tesadüf sadece acı veya tatlı meyvenin kendisidir.

İş hayatı idealde başladığı ilk günden itibaren kişiye kaldırabildiği oranda yetki ve sorumluluklar yükler. Günlük iş döngüsünden gelen bu doğal yükler haricinde de kişiden kendisini geliştirmesini ve işe yönelik artı değer üretmesini bekler. Kişi içinde bulunduğu organizasyon içinde artı değer ürettiği oranda kıymetlenir, üst yönetim hatta toplum nezninde diğerlerine göre farklılaşır. İşte söz konusu kıymetlenme, farklılaşma seviyesine ulaşabilen profesyoneller için o andan itibaren iş hayatı adına hiçbir gelişim tesadüf olamaz. Bu karakterdeki üretken insanlar bilirler ki, iş hayatı veya özel hayat tesadüflerle gelişemeyecek kadar özünde planlı, sıralı ve emek yoğun bir süreçtir.

İş hayatıma başladığım üniversite yıllarında çok bilinçli olduğumu söyleyemem. Kendimi daha çok maceraperest olarak adlandırabilirim o yıllar için. O yıllarda karşıma çıkan nitelikli her insanı “tesadüf” diye adlandırırdım. Bu ‘tesadüf’ü hazırlayan alt nedeninin ben olduğumu hiç düşünmezdim. Ne zaman ki İnsan Kaynakları mesleğimde tecrübelendim, kendimi geliştirdim, eskiden tesadüf olarak isimlendirdiğim nitelik kesişmesi bulunduğum ortam, yaşadığım durum, karşılaştığım insandan beklentim haline geldi.

Tesadüf bir algı ürünüdür. İş hayatında niteliğiniz ile beslenen algılarınız ne kadar genişlerse tesadüf kavramından o  kadar sıyrılırsınız. Bireyin iş hayatını olumlu yönde etkileyen en önemli unsur başkalarıyla yaşayacağı nitelik kesişmesini sakın ‘tesadüflere’ bırakmayın, siz kendinizi sürekli geliştirin, büyüten ki sizi daha ileri taşıyabilecek üst tecrübe ve nitelikteki kişilerin algı alanına girebilesiniz.

KAGİDER “İşimi Kuruyorum” Eğitimi

Türkiye Kadın Girişimciler Derneği girişimci adaylarına ve girişimcilere destek olabilecek iki günlük “İŞİMİ KURUYORUM” eğitimini 8-9 Nisan tarihlerinde Kadın Gelişim Merkezi–BİZ’de düzenliyor.

Programa Konya’ya gerçekleştireceğim iş seyahatim nedeniyle katılmıyorum ama duyurmayı bir görev kabul ettiğim için Kaynağım İnsan’a bilgisini taşımaya karar verdim. Önümüzdeki günlerde de Kagider’in eğitim ve ilgimi şeken etkinliklerini duyrurmaya devam edeceğim.

Eğitim Programı ve Eğitimciler:

8 Nisan 2010 Perşembe
09:00 – 09:30 … Kayıt
09:30 – 10:00 … Girişimcilik Nedir? / Bedriye Hülya
10:00 – 10:30 … Katılımcı Hikayeleri / Bedriye Hülya
10:30 – 10:45 … Kahve arası
10:45 – 11:30 …. Girişimci Kadın Profili ve Yetkinlik Analizi (?) / Bedriye Hülya
11:30 – 12:00 … İş Ğlanına Giriş / Neşecan Çekici
12:00 – 13:00 … Öğle Yemeği
13:00 – 14:45 … İş Planı Oluşturmak – I / Neşecan Çekici
14:45 – 15:00 … Kahve Arası
15:00 – 16:45 … İş Planı Oluşturmak – II / Neşecan Çekici
16:45 – 17:30 … Fikri Mülkiyet Hakları / Güven Çalık
17:30 – 18:00 … Teknoloji / Ayşe Işıl

9 Nisan 2010 Cuma
09:00 – 10:30 … Mali Mevzuat Uygulamaları / Hürriyet Özçelik
10:30 – 10:45 … Kahve Arası
10:45 – 12:30 … Kurumsal Kimlik ve Kişisel İmaj / Aydan Baktır
12:30 – 13:30 … Öğle Yemeği
13:30 – 15:00 … Pazarlama ve Satış / Nilüfer Durukal
15:00 – 15:15 … Kahve Arası
15:15 – 16:00 … İş Hukuku / Esra Tekil
16:00 – 16:30 … Borçlar Hukuku / Esra Tekil
16:30 – 16:45 … Kahve Arası
16:45 – 17:15 … Mikro Krediler / Gülsün Aykut
17:15 – 18:00 … KAGİDER İnkübasyon, Mentorluk, Danışmanlık Uygulamaları / Berrin Kuleli
18:00 – 19:00 … Sertifika Dağıtımı

.

Tarih : 8-9 NİSAN 2010
Yer : KAGİDER –BİZ. Kadın Gelişim Merkezi (19 Mayıs Cad. No:47-57 A Residence K:1 D:20 Şişli İstanbul)
Saat : 9:00-18:00
Ücret  : 150.-TL
Bilgi ve Kayıt için 0 212 266 82 61 – Mehtap Balcı
[email protected]

Bi’ Bakar mısınız? Bu Bir Şaka Degildir

Bi’ Bakar mısınız? Etkinlikleri Engelleri Kaldır Hareketi / Bu Bir Şaka Değildir‘ e destek veriyor !

.

Şaka Günü” olan 1 Nisan’da şaka gibi gerçeklerle yüzleşmeye hazır mısın?

Her bireyin toplumda eşit haklara sahip olması gerektiği görüşünü benimseyen ve bu doğrultuda insan haklarına yönelik, toplumdaki engelleri kalıcı çözümlerle kaldırmayı amaçlayan Engelleri Kaldır Hareketi; bugünlere uzanan süreçte bir vakıf veya dernek statüsünde olmadan projelerini hayata geçirmiştir ve çalışmalarını Özürlüler Vakfı çatısı altında özerk bir meclis kurarak, toplumsal bir hareket olma niteliğini kaybetmeden sürdürmeye devam edecektir.

Engelleri Kaldır Hareketi; “Şaka Günü” olan 1 Nisan’da Bu Bir Şaka Değildir kampanyasıyla, herkesi şaka gibi gerçeklerle yüzleşmeye davet ediyor. Her bireye bağımsız seçim yapma ve yeteneklerini geliştirme hakkı tanınarak, kişilerin bağımlılıkları en aza indirgenebilir. Bu amaçla istihdam konusunda farkındalık yaratılarak, kurumların “Engelli Personel” alımına teşvik edilmesi hedeflenmektedir.

Engelli bireylerin topluma ve hayata yeterince karışamama sebepleri olarak telaffuz edilen; eğitim, sağlık, ulaşım gibi problemlerin temeli konumunda olan istihdam sorunundan yola çıkılarak genel bir farkındalık sağlanması amaçlanmaktadır.

Her şeyden önce insanım, farkındalık için buradayım diyorsan… 1 Nisan 2010 tarihinde, saat 18:00’de Beyoğlu Galatasaray Lisesi önünde bir araya geliyoruz. İlgili mercilere sesimizi duyurmak adına Beyoğlu Belediyesi Ek Binası önüne kadar gerçekleşmesi planlanan yürüyüş, Akut ekibinin görsel etkinliği ile son bulacaktır.

Daha fazla geç kalma!

3 gün içinde 10.000’den fazla destekçiye ulaşan  http://www.bubirsakadegildir.com ‘dan kampanya süreç ve detaylarını takip edebilir, destekçilerden biride sen olabilirsin!

Bilgi için: Engelleri Kaldır Hareketi

Tuğba Şafak / [email protected]
t:(0216) 456 88 38 – m:+90 (530) 5190923
http://www.engellerikaldir.com

Merhaba Dilara :)

Dilara Su ile Friendfeed‘den sevgili Mustafa Burak Su aracılığıyla tanıştım. Onun çalışma ve öğrenme azminden bahsediyordu Mustafa Burak Su, çok etkilendim. Düşündüm ki, bütün Kaynağım İnsan okurlarına ilham verebilir Dilara, onun pozitif enerjisi hepimizi kavrayabilir.

Mustafa Burak Su’ya aşağıdaki soruları Dilara ve ailesine yöneltmemde benimle ekip çalışmasına girdiği için çok teşekkür ederim.

Buradan “Merhaba Dilara” diyorum ve sorularıma başlıyorum.

İpek: Kaynağım İnsan okurlarına okulda ve evdeki hayatından, neler yaptığından, sevdiklerin, sevmediklerinden bahseder misin?

Dilara: Ödemiş Maral Oğuz Kolejinde öğrenciyim. Her gün okula gidiyorum. Dersler benim için biraz zor. Özellikle matematik. Ama bilgisayarım iyi. İnterneti seviyorum. Facebook’ta arkadaşlarım var. Video izliyorum. Dizi izliyorum. Kız giydirme oynuyorum.

İpek: Hobin var mı veya önümüzdeki zamanda ilgilenmek istediğin hobiler olabilir mi?

Dilara: Abim halk oyunları öğretmeni. Ben de zeybek oynuyorum. Birazcık org çalıyorum. Fotoğraf makinesi aldı annem. Fotoğraf çekiyorum.

İpek: Son günlerde seni en çok sevindiren olay hangisi? Neden?

Dilara: Okullar tatil olunca İstanbul’a geldim. Burak abimin yanına geldim.

İpek: Spor yapıyor musun? En sevdiğin spor dalları hangileri? veya sporcular?

Dilara: Spor yapmıyorum. Annem ile yürüyoruz bazen.

İpek: Şu anda sana çok büyük miktarda para versek, onunla ne yapardın? Hediye mi alırdın? Kendin için mi harcardın? İnsanlara mı yardım ederdin?

Dilara: Abimin bilgisayarı var kapaklı. Ufacık. Öyle bilgisayar alırdım kendime. (netbook) Bir de pasta alırdım arkadaşlarımla yemek için.

İpek: Hayalindeki meslek hangisi? Neden?

Dilara: Evlenmek istiyorum ben. Manken gibi yürümek.

İpek: Artık genç kız oldun, genç kızlar sık sık anne babalarına kızarlar, sen de kızıyor musun ara ara? Neden?

Dilara: Burak’a kızıyorum. Pek gelmiyor İzmir’e. Annem de üzülüyor. Ben söz dinliyorum. Ekmel’e kızıyorum. Kızdırıyor beni bilgisayarım yok diye.

İpek: Dünya üstünde bir çok problem var. İklimler değişiyor, açlık, savaşlar … senin elinde bir güç olsa ilk başta hangi probleme çözüm bulurdun?

Dilara: Bilmiyorum.

İpek: Dünyada en çok hangi ülkeyi görmek istiyorsun? Neden?

Dilara: Denize gitmek istiyorum. Yüzmek için.

İpek: Kaynağım İnsan okurları için bir mesajın var mı?

Dilara: Sorular için teşekkürler İpek abla. Facebook grubuna abone olun. Ben oldum.

İpek: Ben de sana çok teşekkür ederim Dilara, Kaynağım İnsan’a konuk olduğun ve sorularımı yanıtladığın için. 😀

….

Dilara’nın annesi Ayşegül Su ve babası İsmail Su ile sohbete devam ediyorum …

İpek: Dilara’yı yetiştirirken en çok hangi konulara dikkat ettiniz? Sizi en çok neler zorladı?

Ayşegül & İsmail Su: Dilara doğduğunda Down Sendromu olduğunu öğrendik. İlk anda çok hazırlıksızdık bu konuda. Bolca araştırdık. Neler yapabileceği ve neler yapamayacağı konusunda bir sürü şey okuduk , bir sürü şey dinledik. “Hiç boşuna uğraşmayın, adını bile söyleyemez” diyen doktorlara inat sürekli ve inatla ona zaman ayırdık. Bir suçlu gibi evde herkesten saklamak yerine bizimle olmasını sağladık.

Büyükler genelde çok anlayışlı davranıyorlar Dilara’ya karşı. Ama çocuklar daha benciller. Daha ben merkezcil ve empati yapmıyorlar. Yanlış doğru bilmiyorlar. Dilara’ya ilk kez tanıştığı arkadaşları bilmeden kötü davranabiliyor. Müdahale etmeden beklemek çok zor oluyor bu durumlarda. Çocukların Dilara’yı kabüllenmelerini beklemek , Dilara’nın üzülmesine katlanmak ister istemez zor.

İpek: Dilara’nın özel bir yeteneğe sahip olduğunu düşündüğünüz bir konu keşfettiniz mi?

Ayşegül & İsmail Su: Görsel hafızası çok kuvvetli. Daha önce geldiği hiçbir mekanı unutmuyor. Cevahir , Kanyon, Boğaziçi Köprüsü , Anıtkabir hiç unutmadığı yerler.

Aynı şekilde TV dizilerindeki oyuncuları tanıyor. Daha önce hangi dizilerde oynadı teker teker sayıyor.

İpek: Türkiye’de Dilara gibi topluma karışmaya hazır birçok down sendromlu genç var. Dilara ve diğer gençlere sokaktaki insanın yaklaşımı nasıl olmalı? Onlar bizden ne bekliyorlar?

Ayşegül & İsmail Su: Dilara karma eğitim alıyor ilköğretimde. Özel bir sınıfta ayrı bir eğitim değil , normal çocuklarla eğitim alıyor. Okul bizim için Dilara’nın sosyalleşmesinin bir parçası. Bu sebeple genelde sokaktaki insanların normal bireye davrandığı gibi davranmasını bekliyoruz. Biz yanında olmadığımızda da doğruyu ve yanlışı ayırt edebilmesi, sağlıklı ilişkiler kurabilmesi için normalmiş gibi davranılmasını bekliyoruz.

Çoğu insan bu durum ile empati kurabilirken bazen acıma duygusu yansıyor insanların suratlarına. Hem bizi hem Dilarayı çok üzüyor bu durum.

İpek: Down sendromlu gençlere meslek kazandırmak üzere yurtdışında çalışmalar yapıyor. Türkiye’de durum nedir?

Ayşegül & İsmail Su: Zihinsel Engelliler için Mesleki Eğitim Merkezleri var sınırlı sayıda. Ne yazık ki bu okullar sınırlı sayıda. Diğer taraftan işyerleri engelli çalışanlara sıcak bakmıyorlar. Zihinsel engel işleri daha da zor hale getiriyor.

İpek: Dilara’nın geleceği için kaygılandığınız zamanlar oluyor mu? Oluyorsa ne gibi çözümler düşünüyorsunuz?

Ayşegül & İsmail Su: Açıkçası ailesi olarak sürekli yanındayız. Dilara, bizim ailemizin en kıymetlisi. Bizden sonrada bu konuda sorumluluğu abileri üstlenecek. Bir birey olması ve kendi ayakları üzerinde kalması için çabalıyoruz.

Dilara’nın küçük başarıları bizim aile için gurur kaynağı. Özellikle abileri Dilara’ya büyük destek. En ufak yaptığı, becerdiği işleri bile onu mutlu edecek, şımartacak şekilde gururla herkes ile paylaşıyorlar. Hep yanlarında Dilara. Her yere götürüp arkadaşları ile tanıştırıyorlar. Bizede hepsi ile gurulanmak karıyor.

İpek: Kaynağım İnsan okurları için bir mesajınız olur mu?

Ayşegül & İsmail Su: Engellilerin çok büyük problemleri var ülkemizde. Biz Dilara için hep çok şanslı olduğumuzu söyledik kendimize. Onun gülümsemesinde , küçük başarılarında hayatı bulduk. Down sendromu açısından daha da kötü durumda olan çocuklar var. İmkansızlıklar içerisinde yaşayan binlerce engelli var. Azim ve inatla bu hayata tutunan  Dilara belki bir kısım okuyucunuza ilham kaynağı olur. Belki birileri engellilerden vazgeçmek, onları yok saymak  yerine onları kazanmanın mümkün olduğunu görür.

İlginiz için sonsuz teşekkürler.

İpek: Ben de sorularıma yanıt vermek inceliğini gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim. 🙂

.

Dilara Türkiye’deki çok şanslı Down Sendromlu gençlerden biri. Çünkü kızları ile çok ilgili, onun gelişimi ve eğitimi için imkanlarını seferber eden, takipçi, destekleyici, sevgi dolu bir ailesi var. Aynı imkanlara sahip olmayan sayıları azımsanmayacak kadar çok Down Sendromlu gençler için biz ne yapabiliriz diye düşünmek ve destek vermek zamanı.

Akıl Göreceli

Son zamanlarda beni en şaşırtan mülakatları düşünüyorum. Aklıma hemen bir genç makine mühendisiyle yaşadığım diyalog geliyor.

Kurumsal kimlik ve pozisyonun ağırlığı gereği aradığımız kişiden erkek ise takım elbise, kadın ise dengi resmi kıyafet giymesi beklentimiz var. Ama bazen görüşmeye adaylar her ne kadar üniversite mezunu olsalar ve siz her ne kadar “bunu bilmeli” diye düşünseniz de, çok rahat kıyafetlerle gelebiliyorlar. İşte o gün karşımda böyle rahat, jean pantolonunu giyip gelmiş bir aday oturuyordu.

Genç makina mühendisi ile okulu, stajları, mezuniyeti, beklentileri hakkında konuştuktan sonra kibarca

“Bazı sektörlerde günlük mesaide de serbest kıyafet normal karşılanıyor. Bizim firmamız ise resmi kıyafeti tercih ediyor. Yani sizin şu an görüşmeye geldiğiniz kıyafet bizim standartlarımıza fazla uymuyor”

dedim. Aday

“Ben böyle rahat ettiğim için bu şekilde geldim. Takım elbise giymeyi sevmiyorum”

dedi. Ben iki saniye kadar durup hafifçe güldüm.

“Peki biz sizi işe almak istersek nasıl giyinip geleceksiniz işe?”

Adayın cevabı şaşırtıcı

“Ben bu şekilde rahatım”

İşte böyle zamanlarda kafamdan bir sürü düşünce geçer. Aday çok nitelikli olsa kurumsal kimliği mi onun için esneteceğim? … Hayır … Aday neden şirketin kimlik talebine kafa tutuyor? … Bilmiyorum, olasılıkları detaylandırmayacağım … Bunu bilinçli yapıyor olabilir mi? …. Olabilir, olasılıkları detaylandırmayacağım …. Böylesi iyi bir pozisyonu jean giyeceğim diye tepmek akıllı bir davranış mı? … Akıl bazen göreceli, detayları detaylandırmayacağım …

Evet, akıl bazen gerçekten göreceli …

Soru Sorma Hakkı

Bugün Friendfeed’deki İnsan Kaynakları profesyonelleri üzerine olan bir yazışma esnasında bir üye yakın zamanda başından geçen olayı paylaştı. İsmini kullanma izni almadığım için “üye” olarak isimlendireceğim kişi girdiği mülakatta İşe Alım Uzmanına soru sormak istediğinde, “Siz bizim sorularımızı cevaplarsanız daha iyi olur” şeklinde bir tepki aldığını yazdı.

Tabii olayı birebir yaşamadığım için kesin yargılarda bulunmak çok da doğru olmayabilir. Ama her ne olursa olsun, eğer bir aday soru sormak istiyorsa, sorar.

Unutmamak gerekir:

Bir adayın sorduğu soruların içeriği, niteliği adayın algısının, bilgisinin, ilgisinin, beklentisinin ne yönde olduğuna dair ana parantezleri açar. Bu parantezlerin içini doldurmak iyi bir İnsan Kaynakları profesyoneli için çok kolaydır. Adayın soru üretmesi bir işe alımcı için nimettir. Eğer bu nimetin önünü keserseniz ben adayın değil, İnsan Kaynakları profesyonelinin mesleki becerisini sorgularım.

Değerli İnsan Kaynakları profesyonelleri lütfen adayları soru sormaya teşvik edin, aldığınız cevapları ve cevapların satır aralarını okuyun. Eğer bu konuda kendinizi eksik buluyorsanız da, lütfen geliştirin.

🙂

Zafer Benim Olmalı

İş hayatında bazı günler diğerlerine göre daha yorucu, gergin geçer. Çok yorucu, gergin günlerin süreklilik göstermesi bireyde hem psikolojik, hem de fiziksel problemlere neden olabilir.  Örneğin aşırı yorgunluk, gerginlik benim yanağımda veya kaşımda tik oluşması gibi bedensel tepkilere neden olabiliyor. Tümüyle kontrol dışında gerçekleşen bu fiziksel veya zihinsel tepkiler (örneğin panik atak olmak)  bir uyarıdır, beden-beyin dediğimiz makina bütününü hatalı kullandığımıza dair. Hatanın neresinden dönülse kardır.

Bugün gerçekleşen proje çalışması sürecimde çok yoruldum, ağırlıklı zihnen ve önümüzdeki üç hafta boyunca yorulmaya devam edeceğim. Sınırlanmış zamanda çok yorulmanın keyfiyse bambaşka.

Peki, çok yorulmanın mükafatı ne olmalı?

Tabii ki başarmak.

Zafer benim olmalı … inşallah sağlığımı bozmamak kaydıyla.

😉

Gençler Ne Duymak İstiyor?

Son bir ay içinde üniversite ortamlarında karşılaştığım gençlerin çoğu şirketlerdeki İnsan Kaynakları uygulamalarından ziyade özgeçmiş yazmak, işe başvurmak ve mülakat etaplarında neler yaşanabileceği, nelerin yapılıp, nelerin yapılmaması gerektiği konularıyla ilgiliydi. Ben de bana verilen süreler kadarıyla onların bu meraklarını gidermeye çalıştım.

Sadece sunum eşliğinde bilgilendirme yapmak değil, fonda sunumu kullanıp mümkün olduğunca interaktif bir konuşma süreci hayata geçirmek ilk hedefim oldu. İstediğim seviyede katılımı sağlamak için kullandığım metodlardan biri ve en etkini ise katılımcıları mülakata almaktı. Hiç beklemedikleri anda gelen “gönüllü var mı?” sorusuna  fazlaca temkinli yaklaşsalar da, kısa sürede ürkekliklerinden sıyrılıyor gençler ve birer ikişer el kaldırmaya başlıyorlar sahnede mülakata alınmak isteğiyle.

Aynen bir iş görüşmesi ciddiyeti ile el sıkışıp tanışarak başlayan soru-cevap seansı süresince, gönüllü gençlerin verdikleri yanıtlar üzerinden bir mülakatta neler sorulur, nasıl cevaplar verilebilir, verilmemelidir gibi açılımları farklı farklı örnekler ile inceledik, bol bol sohbet ettik, güldük, zamanın nasıl geçtiğini hiç farketmedik.

Geçtiğimiz bir ay boyunca gördüm ki, özünde ezberci olmayan, oldurulmaya çalışılan gençlerimize düşünme ve sorgulama yöntemlerini öğretmemiz lazım. Onlara, hayat ve/veya iş üzerine yapacakları her seçim öncesi “ben bunu neden yapıyorum, neden istiyorum, neden buraya başvuruyorum?” sorularını sordurabilmek ve üretecekleri cevaplarla ilk başta kendi kendilerini ikna ettirebilmek lazım. Ancak kendileri ikna olduğunda iş görüşmeleri esnasında işe alım uzmanlarını da ikna edebileceklerinin mesajını çok net vermek lazım.