Üretim Yönetiminde Verimlilik Sırları – Atilla Filiz

Mesleğiniz İnsan Kaynakları olunca, bir şirket dahilinde yer alan bütün bölümlerin neler yaptığını, nasıl tasarlanmış iş süreçleri ile verimliliklerini sağladıklarını takip eder, hatta verimlilik adına bölümlere öneriler geliştiriyor hale gelirsiniz. Kısacası eğer İnsan Kaynakları olarak üst yönetimin stratejik iş ortağı olmak istiyorsanız oturduğunuz oda ve mesleki bilginiz haricine  de sıklıkla çıkmanız gerekir. İşte size Üretim bölümünün verimliliğini rahatça takip edebilmeniz, anlayabilmeniz için harika bir kaynak, Atilla Filiz’in Üretim Yönetiminde Verimlilik Sırları

Bana göre Atilla Filiz’in kitabının en güzel tarafı küçük ve orta ölçekli firmalar için sadece Üretim Yönetimi ve süreci değil, üretim ile ilgili diğer bütün süreçleri de ele alması ve okuyucusuna büyük manzarayı sunabilmesi. Yalın Üretimden, 5S’e, Kurumsal Kaynak Planlaması (ERP)den, Lojistik ve Tedarik Zinciri Yönetimine, Risk Yönetiminden, Kısıtlar Teorisine kadar otuzun üstünde konu başlığı okuyucusunu verimlilik üzerine ilham vermek için bekliyor. Kitabı okuyun, verimlilik projeleri için düşünmeye başlayın. 🙂

Kitabın arka kapağındaki açıklamadan bir parça: “II. Dünya savaşı sonrası Japonya´daki büyümenin yüzde 61´i, Batı Avrupa´daki büyümenin yüzde 65´i doğrudan verimlilik artışına bağlıdır. Kalkınma sürecini yakından inceleyen araştırmacılar, gelişmede en önemli rolün emek ya da sermaye gibi fiziksel faktörlerin artışı değil; bilgi, eğitim, Ar-Ge, teknoloji yaparak öğrenme, yönetim gibi fiziksel olmayan ama verimlilik artışını sağlayan yeni faktörler olduğunu saptamışlardır.

Gandi’nin Yedi Sosyal Günahı

Mohandas Karamçad Gandi benim tarihte en takdir ettiğim, hayran olduğum liderlerden biri. Günümüzde uluslararası arenada güç denince akla gelen silah ve şiddet ikilisini ruhsal gücü ve pasif direnişi ile dize getirebilmiş yegane insan. Elbette onun gücünün kaynağı bilgisi, yüksek ahlakı ve kuvvetli inancı. Bu üçünü net hedefi ile harmanlayınca karşımıza efsanenin kendisi çıkıyor.

Bilgi, ahlak ve inanç bir insanın özü. Kişinin özü üzerine olan farkındalık seviyesi ise aslen hayatının çizgisini belirliyor. Gandi kendi yaşam felsefesi ve çizgisi doğrultusunda yedi sosyal günah tespit etmiş. Teker teker, üstüne düşüne düşüne maddeleri okuyorum ve gerçekten dünyadaki bütün problemlerin bu yedi maddede yaşanan eksiklikten kaynaklandığını görüyorum.

İşte Gandi’nin yedi sosyal günahı. Okuyun ve düşünün, acaba siz günlük yaşantınızda ne derece saf kalabildiniz?

1. Çalışmadan zenginlik,
2. Acı çekmeden zevk,
3. İnsanlık olmadan bilim,
4. Karakter olmadan bilgi,
5. Prensipler olmadan politika,
6. Ahlak olmadan ticaret,
7. Özveri olmadan ibadet.

Banu Kerse

SMMM olmak…

1996 yılında üniversiten mezun olduktan sonra kafamda belirlediğim bir meslek yoktu. Ne yapardı ki bir iktisat mezunu? Arkadaş kurbanı olarak girdiğim bu bölümü severek okumamıştım, kafamda da geleceğe dair bir planım yoktu. Ben de diğer arkadaşlarım gibi bilumum banka sınavlarına girdim . Ama istediğim o değildi sanki. Sonuçta kendime göre iş bulamayınca mali müşavirlik stajına başladım. Ben işsiz kalınca mali müşavir oldum.

Mali Müşavirlik mesleği zor ve uzun bir süreç. 4 yıllık lisans mezunları için 2 yıl staj zorunluluğu var. Staj sonrasında 7 dersten sınava giriliyor ve 60 ortalama puanla en fazla 2 yıl içerisinde bu derslerden geçmek gerekiyor. Gerçi şimdi bu süreç farklılıklar göstermiş. Süreç biraz sancılı olduğu için bu mesleği cidden istemek gerekiyor. Mali müşavir olduktan sonra da süreç bitmiyor. Sürekli kanunları takip edip hem işlemini yaptığınız firma açısından hem de devlet açısından doğru olanı yapmanız gerekiyor.

İyi bir muhasebeci danışmanlık yaptığı firmanın istediği karlılıgı ortaya çıkaran, devlet açısından iyi vergi ödeten taraf olmalı. Bu denge çok hassas. Ben mali müşavirlik sınavlarına girerken bir grup protestocu sınava girdiğimiz yerde “asıl vergi kaçakçıları burada” diye bağırmıştı. Anlam verememiştim ama maalesef toplumda bu şekilde algılanıyor ve hak ettiği yeri bulamayan bir meslek grubu olarak gözüküyor.

1997-1999 yıllarında stajımı yaptım. 1999 yılının sonunda sınavlar devam ederken Pamukbank T.A.Ş.’nin açmış olduğu “mali analist uzmanlığı” sınavını kazandım. Staj bitmişti ama ben bankacı olmuştum. Amacım genel müdürlüklerde görev almaktı ama herşey planladığım gibi olmadı. Aşık oldum ve evlendim. Genel Müdürlük hayallerim için uygun bir yerde değildim artık. Eşimin görevi nedeniyle Marmaris’te yaşıyorduk. O yüzden şube bankacılığına devam ettim bir süre. Ama bu benim meslek hayatımda düşündüğüm bir gelecek değildi. Bankadan ayrılmayı kafama yerleştirmeye başlamıştım ancak anne olacağım ayrıntısını düşünmemiştim. Bebeğim 1 yaşındayken bankadan ayrıldım. Çalışan anne olmak çok zor bence. Eşimin işi nedeniyle çoğunlukla yanımızda olmadığını da düşününce kızıma bu haksızlığı yapamazdım. Bankadan ayrılıp kendi mesleğimi yaparsam sanki ona daha çok vakit ayırabilecektim. Öyle de oldu. Ama bu sefer eşimin tayini çıktı. Artık İstanbul’da yaşamak zorundaydık. Evet bu saatten sonra ben mesleğimle ilgili plan yapmak istemedim. Şimdi aile bütçesine katkı amaçlı , az zamanlı ve bağımlı olarak bir şirkette mali danışman ve muhasebe sorumlusu olarak görev yapıyorum.

Bu yazıyı ilk kızım İlkem’e okudum ama “beni bir tane yazmışsın” dediği için bu notu düşmek durumunda kaldım.

Teşekkürler….

Banu Ayşe KERSE
[email protected]

Hayat Projesi Notları

Proje çalışmaları ister profesyonel, ister sosyal hayat olsun insanın kendisini tanıdığı, potansiyelini tarttığı süreçlerdir. Ya hayatın kendisini bir dev proje olarak kabul edersek ne olur? Benim aklıma direkt üç beş soru geliyor örneğin;

– Siz hayat projenizi nasıl kurguladınız? Strateji haritanızı oluşturdunuz mu?

– Hayatınızdaki amaçlarınız, hedefleriniz, başarı ölçütleriniz nelerdir?

– Proje ekibinizde kimler yer alıyor? Ekip üyeleriniz projenizin ve proje içindeki misyonlarının ne derece bilincinde?

– Projenizde gerekli zamanlarda güncellemeler, değişimler yapıyor musunuz?

Son derece mekanik gelen bu sorulara karşıt sorular da geliştiriyorum ardından;

– Nereden bilmiyorsun yarın hayatının sonlanmayacağını. Neden bu kadar hesap, kitap, plan?

– Hayat girdilerinin çoğu benim etki alanım dışında. %100 kontrolüm altında olmayan bir hayatın başarı ölçütlerini ne derece sağlıklı belirleyebilirim ki?

– Proje ekibi denen topluluk 10, 100, 10.000 kişiden oluşabilir. Üstelik birçoğu da benim istemim dışında projede. Proje bilinci kavramı nereye kadar etkin olabilir ki?

Ve böyle gider ‘hayat’ projemin sorgulaması.

Bir insanın başına gelebilecek en zor projedir “hayat”. O nedenle, kanımca işyerinizde dahil olduğunuz veya liderliğini yürüttüğünüz diğer bütün projeler “hayat” projesi ile kıyaslanınca deve de tırnaktır.

Eğer hayat projenizi devam ettirebiliyorsanız zaten zor olanı başarıyorsunuzdur. Bu nedenle lütfen: İşyerlerinizde size sunulan, yapmanız teklif edilen projelerden kaçmayın, onları üstlenmekten, risk almaktan korkmayın. Üstlendiğiniz projeleri titizlikle çalışın, ihmal etmeyin, terminlere uyun ve projenizi bitirmek için illa ki birilerinin sizi uyarmasını, dürtmesini beklemeyin, tembellik yapmayın.

Yukarıda yazdıklarım aslında herkesin çok iyi bildiği ama uygulama aşamasında sıklıkla ihmal ettiği konular. Bugün not düşme ihtiyacı hissettim bir defa daha 🙂

Burak Tolga Özden

“…Sabah saat:05:30 civarıydı. Hava yeni aydınlanmakta, Ekim ayının kışı anımsatan sabah soğuğunu içimde hissetmekteydim. Otobüsten iner inmez Malatya’yı 4 km. uzaktan, sönmemiş sokak lambaları içinde yarı aydınlık bir halde görebiliyordum. Doğduğum şehire bakarken içim biraz garip olmuştu. Her ne kadar Malatyalı olmasam da bu şehir sabahın o soğuğunda içimi tuhaf bir şekilde ısıtmıştı ve kendime diyordum ki Bingöl’e öğretmen olarak atanmasam buraları bekli de hiç görmeyecektim.”

Bu satırlar 2000 yılında öğretmen olarak atandığım Bingöl iline giderken verdiğimiz son moladan arta kalan anlardandı.

Mesleğimin İlk Yılları

İlk satırlarda da yazdığı gibi 1976 yılında Malatya ilinde doğmuşum. Babamın askerliğini burada yapması Malatya’ya değişik bir gözle bakmama sebep olmuştu. Aklımın ermediği bir yaşta da buradan ayrılmıştık.Aslen Nasreddin Hoca’nın torunuyuz yani Akşehir’liyim.Konya’nın bu farklı ilçesinde ilk, orta, lise eğitimimi tamamlayarak Ankara’da Gazi Üniversitesi Fen-Edeb.Fak.Fizik Bölümü’nü bitirdim. Üniversite okurken içimiz dışımız Kuantum Fiziği olmuştu. Artık bir fizikçiydik ya, atomu bile tekrar tekrar parçalara ayırabilirdik.Ama iş öyle değilmiş.Hayat bizi E=m.c^2’nin ispatını yaptığı sıralardan Bingöl ili, Genç ilçesi, Yiğitbaşı-Ayrancık mezrasına tek öğretmenli bir okula attı. 2000 yılı itibariyle burada ki okulun kapanmasından tam 13 yıl geçmişti. Yani 13 yıldır kapalı olan içinde bir sınıf ve lojmanı bulunan bir bina ile karşı kaşıyaydım. Malum terör insanları öldürdüğü gibi eğitimi de öldürmüştü.

Hayatımın Bingöl kısmı tam bir roman desem inanın yalan olmaz. Tam yedi yıl; dağında, ilçelerin de, il merkezin de görevlerle geçen yedi yıl. Bu zaman zarfında unutamadığım bir çok anım var ama bunlardan bazıları Türkiye’nin sadece Ankara ve İstanbul’dan oluşmadığını da insanın suratına çarpıyor.

-2001 krizini 3 gün sonra öğrendim.Çalıştığım mezrada kar fırtınasından dolayı elektrikler kesilmişti.Telefonunum şarjı da bitmişti.Neyse bir kenara 200 Mark atmıştık 🙂

-6 yaşında bir kız çocuğuna uzattığım çikolataya karşılık bana sorduğu soru “Bu nedir?” (Zazaca) oldu. Uzattığım çikolata her çocuğun bildiği,bizlerinde marka olarak aklımıza kazındığı Halley çikolatasıydı.

-Türkçe bilmeyen 9 ilköğretim 1. sınıf çocuğuna önce Türkçe kelimeler,sonra yazmayı öğrettim.

Ve onlarcasını sıralamak mümkün. Asıl olan eğitim adına buralarda görev yapan binlerce öğretmenden biriydim. Yukarıda da söylediğim gibi Türkiye iki şehirden oluşmamaktaydı.

İnternet ve fizikbilim.com’un Kuruluş Öyküsü

İyi, kötü geçen yedi yılın son aylarında geceleri internet merakım “blog yazma ve yeni bir site yaratma” kavramları ile doldu taştı. 2007 yılı Haziran ayında fizik öğretmenliği sadece derste kalmamıştı. www.fizikbilim.com isimli bir siteyi hayata geçirmeme de sebep olmuştu.Bu siteyi kurarken iki şeye dikkat ettim. İlki internet ortamındaki fizik sitelerinin neredeyse hepsi ders bazında yayın yapmasıydı. Diğeri ise fizik kelimesinin sadece Einstein’dan oluşmadığını ve lise de fizik öğretmenimizin dışında hayatın bir çok anında fizik bilimini kullandığımızı gösterebilmekti.

Buradaki en büyük tecrübeyi mesleğimden dolayı yaşamaktaydım. Öğrencilerimden,yaptığım yolculuklarda tanıştığım insanların fizik dersine bakış açıları sitenin temelini oluşturdu. Sonuçta siteyi ilk adımdan alarak Google hedef kelimede ilk sayfaya getirdik. Ama yakın bir zamanda Google bize sürpriz yaparak bizi ilk sayfadan attı. (Teknik bir sorundan dolayı)

Blog ise kişisel olarak yazılar yazdığım bir alan olarak yayın hayatını sürdürmekte www.buraktolga.net

Şu anda 34 yaşındayım. Dünyalar tatlısı 9 aylık bir oğlum ve aynı tatlılıkta bir eşe sahibim. Ayrıca oğlum adına da bir blog tutmaktayım.(www.boratunc.blogspot.com) Fizik öğretmenliğine ve hayatıma Çanakkale’nin Biga ilçesinde devam etmekteyim.

Öğretmen Adaylarına Tavsiyeler

Hayatta önemli olanın yaşadığın tecrübeleri günlerin getirdiği zorluklar karşısında kullanabilmek olduğunu kavramış biri olarak özellikle öğretmenlik mesleğini seçeceklere bir iki önerim olacak.

1-) Ülkenin doğusu batısı fark etmeksizin mesleğinizi yapmaya çalışın.İnsan her yerde insan,televizyon ki özellikle medya olayları farklı açılardan sizlere yansıtmaktadır. Yaşamak, görmek ve insanlarla o havayı solumak lazım.

2-) Çoğu öğretmen adayı görev yapacağı okulun ve öğrencilerin dört dörtlük olmasını ister. Ama bu tür okullarda her öğretmen görev yapar. Tecrübe kazanmak ve ilerleyen yıllarda mesleğe diğer insanlardan farklı açılardan bakabilmek için işe sıfırdan yani bir köy okulundan başlamak gerekliliğine inanmaktayım.

3-) Acı bir gerçek, üniversiteler de öğretilen eğitim sistemlerinin çoğunu Türkiye’nin birçok okulunda uygulayamıyorsunuz. Sebebi o okulda veya şehirden kaynaklanan maddi ve manevi farklılıklardır. Siyaset belki de en çok milli eğitim sistemine bulaşmış durumda. Sınıfa girdiğinizde kendiniz ve sizden bir şeyler bekleyen öğrencilerle başbaşa kalmaktasınız.O andan itibaren siz varsınız. Ağzınızdan çıkan her kelime belkide o insanların hayatını yönlendirecektir.

4-)Meslek olarak bir yerlere gelmeyi ve öğrencilerinizi de belli bir düzeyde tutmayı istiyorsanız günlük olaylardan ve teknolojik gelişmelere uzak kalmayın. Ders kitapları her zaman doğruyu söylememekte. Nasıl ki Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü Galileo’dan 500 yıl önce bulan Uluğ Bey’i hala bizlere öğretilmemesi ve ders kitaplarımızda yazmadığı gibi.

Herkese saygılar ve sevgiler

Burak Tolga ÖZDEN
Fizik Öğretmeni
www.fizikbilim.com
www.buraktolga.net
www.boratunc.blogspot.com

Kaynağım İnsan, 2010 Blog Ödülleri ‘Garanti İş Dünyası Blogları Adayı’

Bu yıl ‘Kaynağım İnsan’ ile iki yarışmaya katılıyorum. İlki ‘2010 Blog Ödülleri’.

Kayıt ve yarışmaya katılma hakkını elde etmenin ardından oylama süreci 10 Nisan 2010 itibariyle başladı ve 30 Nisan’a kadar devam edecek. Bütün Kaynağım İnsan takipçilerinin oylarını bekliyorum. 🙂

‘Garanti İş Dünyası Blogları’ kategorisinde yarışmaya dahil olan Kaynağım İnsan’a oy vermek için lütfen aşağıdaki adımları izleyiniz;

1.  http://2010.blogodulleri.com/frame/show/kaynagim-insan-682 adresine gidiniz.

2. Açılan ekranın üst tarafında yer alan “Kayıt” kutucuğuna tıklayınız ve açılan ekrandaki gerekli alanları doldurunuz. Lütfen cep telefonu numaranızı girmeyi ihmal etmeyiniz.

3. Kayıt işlemleri sonrasında cep telefonunuza gönderilen onay kodunu kayıt sürecindeki ilgili alana giriniz.

4. Kayıt işleminiz bittikten sonra kısa yol üzerinden Kaynağım İnsan’a oyunuzu verebilirsiniz.

6. Kaynağım İnsan’ı bulduğunuzda “Oy Ver” kutucuğuna tıklayınız.

Şimdiden gösterdiğiniz ilgi, katılımınız ve oylarınız için teşekkür ederim.

😀

Olcayto Cengiz

Kişileri değil, iyi fikirleri aramalıyız. – Noah Avram Chomsky

-“Ben reklamcı olmak istiyorum!”

-“Selamınkavlen!” dedi annem, oturdu karşıma,

-“Nereden çıktı oğlum reklamcılık?”

Böyle başladı hayatın bana çizdiği tuhaf yol. Annem şaşkındı, şaşkın olmakta da haklıydı zira değil ailemizde; sülalemizde reklamcı yoktu. Tamam kendisi güzel sanatlardandı, dekorasyon okumuştu. Babamın da dededen gelen (büyük dede Atatürk’ün heykeltıraşı oluyor) bir el becerisi durumu vardı ama sülalenin bir yarısının tıp diğer yarısının turizm ile uğraştığı bir ortamda “reklamcı” olacağım diye çıkan birisi garip gelmişti.

Ve bu dediğim 1992, yani o zamanlar o kadar da popüler, hayranı bol, tartışması çok bir alan  değildi reklamcılık.

Neticede ailede isteğime karşı çıkmadı, ama çok da alkış tutmadı.

Sonrasında lise bitti, bir takım olaylar birbirini kovaladı ve ben kendimi 94 Kasım’ında Antalya’da buldum.

Hiç bilmediğim bir şehir, hiç bilmediğim insanlar ve ben.

Aynı sene Mayıs ayında anneler günü için ne hediye alsam paradoksunun sonucunda; bir dosya kağıdına –o zamanlar benim için adı buydu, A4 değil- çizdiğim bir ilan ile annemin mağazasının bulunduğu pasajdaki ilan bürosuna gitmemle hayatımda bir kırılıma yol açtığımı nereden bilebilirdim.

İlan Hürriyet Akdeniz’de yayınlandı. Ben mutlu oldum, annem ağladı. Ama işin ilginci, Hürriyet Akdeniz’in telefonları kitlendi, ilandaki lakaplar kimindi, o anne kimdi, bu ilanı kim yapmıştı…

İlanı  çıkartmamda yardımcı olan kişi; Antalya’nın o dönem en büyük reklam ajansında müşteri direktörü olmak dışında yerel popüler bir radyo kanalında program yapıyordu. Sıkılmama ilaç olur düşüncesiyle; İstanbul’da korsan radyo yayını yaptığım dönem aklında kalan annem konuyu kendisine açarak radyoda benim çalışmamın mümkün olup olmayacağını sormuş, kendisi de ben de bu çene olduktan sonra 10 numara radyocu olacağıma karar vermiş, beni görüşmek için çalıştığı reklam ajansına çağırmıştı.

Ve ben 94 senesinde bir Haziran günü hayatımda ilk kez bir reklam ajansında içeri girdim.

Ajansın alt katında yaptığımız görüşme sonunda ise radyo programı yapmak için girdiğim ajans kapısından, bir kişinin sırf önsezileri ile bana inanması sonucu jr.sanat yönetmeni olarak çıkıyordum!

Ben lise hayalimden vazgeçmiştim, ama o benden vazgeçmemişti.

İşe başladığımın tam 12.gününde ise; 12 gün önce hayatında ilk defa bir Macintosh başına oturmuş, bilgisayarın CD gözünü nasıl açacağını anlamak 10 dakika debelenmiş ancak gene de bulamayınca yardım sonucu klavyeden açıldığını öğrenip çok şaşırmış, “Biri bakarken çalışamıyorum”cu sanat yönetmenlerinin arasında Photoshop’u açıp “Lessons” kısmından neyin ne olduğunu anlamaya çalışmış birisi olarak; Hürriyet Akdeniz’de arka sayfada “4 sütuna 25 santim” arz-ı endam eden ilk ilanıma bakıyordum.

Deli gibi okudum, matbaalarda sabahladım, tüm merakımı işe akıttım. Küçük şehirde olmanın tüm dezavantajlarını avantaj haline çevirdim, “tek kişilik dev kadro” gibi. Bir yandan da Hürriyet Akdeniz’de “Atta İzlenimleri” adında kısa hikayeler yazıyordum.

Devam eden süreci uzun uzun anlatmayacağım; en ufağından en kocamanına reklam ajanslarında geçen 14 yıl. Ulusal ve uluslar arası reklam yarışmaları, finalistlikler, ödüller, tebrikler, senaryolar, ilanlar.

Tüm bu süreçte nice ustalar ile tanışma, beraber çalışma fırsatı buldum. Tedrisat eğitimini aldım anlayacağınız. Ve tüm bu sürede Haluk (Mesci) Abi’nin deyimiyle “Sanat yönetmeni görünümlü reklam yazarı” huyum hep baki kaldı. O “tek kişilik dev kadro” hamurunu hep korumaya çalıştım. Gelen işe hiçbir zaman “iş” olarak bakmadım, “brief” benim için asker mektubu gibiydi.

Sonra, 2005 yılında ev ve iş bilgisayarımın bookmarklarını eşitlemek zor geldiği için “Bunları nasıl ortak bir yerde toplarım ki?” düşüncesinin sonucunda en iyi fikrimi buldum; “iyi fikir!” blogunu açtım. Bu blog sayesinde içinde olduğum internetin en dibine indim, dünya ile eş zamanlı olmanın hazzını yaşadım. Her geçen yıl internetle olan samimiyetim arttı ve aynı yıl Kasım ayında bir adamla tanıştım. Tüm vizyonumu kökünden sarsan bir adamla. Hawaii doğumlu bu Amerikalı katıldığım konferansın ardından benimle bir kahve içme büyüklüğünü gösterdi ve ben olmak istediğim şeyi buldum; “hibrid”.

Bu güne geldiğimizde; kendi adıma yürümek istediğim yoldayım. Olcayto Cengiz “Satan Fikirsel Faaliyetler” olarak çeşitli markalara “Reklam stratejisi tabanlı dijital marka iletişimi” hizmeti sunuyorum, eğitimler veriyorum, “Biri bakarken çalışamıyorum”culara inat “Emin beni, etimden sütümden yararlanın” diye yetiştirdiğim kişilerin koca koca ajanslardaki başarılarına keyifle bakıyorum.

Mesleğim hayatımda en gurur duyduğum konuların başında geliyor. Hiçbir zaman bir torpilim olmadan, “tanıdık vasıtası” ile ilerlemeden –ki çok ihtiyacım olan zamanlar oldu-, Antalya’dan çıkıp İstanbul’da kendime yer açabildim.

Bunun tek bir sebebi vardı; “iyi fikir”.

Bu yazıyı okuyan ve yolun başında olan arkadaşlarıma en büyük önerim budur. Bir fikriniz olsun, ve o gerçekten “iyi fikir” olsun.

Ve siz de o fikrin, o inandığınız iyi fikrin peşine düşün. Kendinize ve fikrinize inanın. Önünüze türlü zorluklar çıkacaktır, sevdiğiniz, inandığınız bir amaç var ise elinizde zaten sizi kimse engelleyemez, ancak geciktirebilir. Ancak bunu yaparken de kör kör gitmeyin. Okuyun, takip edin, araştıma becerilerinizi geliştirin. Hedefinize ulaşın.

Sonra yeni bir iyi fikir bulun.

Zira; kişileri değil, iyi fikirleri aramalıyız.

OC.

http://olcaytocengiz.com/

Motivasyon Ne Değildir?

(bir makina elli sıradan adamın yaptığı işi yapabilir. Hiçbir makina bir sıradışı adamın yaptığını yapamaz)

.

Bugüne kadar yaptığım Çalışan Memnuniyeti Anketlerinde kronik problemdir ‘motivasyon eksikliği‘.

İnsan Kaynakları hep sorar, sorgular, ne eksik, daha neler yapabilirim çalışanların motivasyonunu arttırmak için. Üst yönetim eğer kesenin ağzını açmaya hazırsa, ödül mekanizmaları kurulur, başarı takdir edilir, sosyal etkinlikler düzenlenir, şirket içi iletişimi ve kurum kültürünü geliştirici süreçler devreye sokulur. Bütün bu çabalar belki bir dönem motivasyonu yukarı çeker, ikinci dönemde karşınıza yine aynı negatif eğilim çıkar.

Yıllar içinde gördüm ki, gerek kendi, gerekse çalıştığım şirketlerdeki çalışanların motivasyonunu yüksek tutmak için bazı İnsan Kaynakları uygulama standartlarını devreye sokak dışında ekiplere motivasyonun ne olmadığına dair de ciddi şekilde bilinç oluşturmak gerekiyor.

Motivasyonu ”Bir işi yapmak için içimizde duyduğumuz güçlü istek” şeklinde tanımlayabiliriz.

Peki ya kurumlar için motivasyon ne değildir?

1. Motivasyon, görev ve sorumluluklarını yeterli seviyede yerine getirmeyenleri güdülendirmek demek değildir. Bir çalışanın işe alınma, şirketindeki mevcudiyet nedenlerini aksatmasına yönelik geliştirdiği “Motivasyonum düşük” söylemi kesinlikle kabul edilemez. Performans standartlarının altına inmiş bir kişiyi aslen motive etmek değil, sorumluluklarını istikrarlı taşıtmak üzere uyarmak gerekir. Sorumluluk bilinci ile motivasyon bambaşka iki kavramdır. Bir çalışan motivasyonu eksik olduğu için şirketine ‘artı değer’ üretemeyebilir ama işlerini aksatmasını motivasyon eksikliği gerekçesine bağlayamaz.

2. Motivasyon kavramı özünde dışsal değil, içseldir. Şirketlerin çalışanların motivasyonunu arttırmak üzere devreye soktuğu dış kaynaklı mekanizmalar bireysel motivasyon kavramını sadece destekler, olmayanı yaratamaz. İnsan doyumsuz bir varlıktır ve bireyler kendi yapabilirliklerini sorgulamadıkça, bireysel gelişim ve istikrarları için çaba göstermedikçe dışarıdan gelecek her türlü motivasyon arttırıcı çözüm geçicidir, hatta hiçbir zaman da tatminkar olmayacaktır. İnsan Kaynakları bölümü alıp bir çalışanını motive etmek amacıyla dünya turuna çıkarsın, eğer o çalışanda güdülenmek iç disiplini yoksa döndüğünün ertesi günü “motivasyonum düşük”  diyerek etrafta dolaşmaya devam edecektir.

Kanımca İnsan Kaynakları bölümlerinin kurumlarındaki motivasyon arttırıcı uygulamalara öncelikli olarak “Motivasyon Nedir?” eğitimleri ile başlamalıdırlar. Motivasyonun bireysel gelişim, değişim süreçlerindeki önemini, içselliğini bütün çalışanların anlaması, kurumun motivasyonel alt yapısını sağlam kurmak, uygulamaların verimliliğini arttırmak ve motivasyonel istikrar sağlamak bakımından önemlidir.