Bugün Hayatı Doldur, Mini MBA eğitim programının üçüncü durağı İzmir’deydim. Ege Üniversitesi ile 9 Eylül Üniversitesi öğrencileri ile buluştum.
Her il, her öğrenci grubu ile farklı tecrübeler yaşıyorum. İzmir’de ise benim idealize ederek anlattığım ‘okurken iş üretir‘ durumuna gelme sürecini katılımcılara bol bol söz vererek örneklendirdim. Üç yüz kişilik salonu dolduran gençler arasında okurken çalışanlar, Belediye Gençlik Meclisi’nde aktif olanlar, çeşitli topluluklarda sivil toplum projeleri üretenler adeta benim anlattıklarımı onarcasına tecrübelerini yaşıtlarıyla paylaştırlar. Onların yaptıkları işleri anlatırken duydukları gururu, başarmış olmak hissinin onlara verdiği özgüveni eminim bütün salon en az benim kadar hissetti. Böyle gençleri dinledikçe Türkiye’nin geleceğinden emin oluyorum.
Eğitimler süresince görüyorum ki, gençlerin ciddi şekilde yönlendirilmeye ihtiyacı var. İlham ve akıl alacak profesyonellerin, koçların arayışı içindeler. Bu nedenle Hayatı Doldur etkinliği kanımca önemli bir boşluğu dolduruyor. İyi ki bu organizasyonun bir parçasıyım.
Bugün Hayatı Doldur Mini MBA Eğitim programının ikinci durağı Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’ndeydim.
Aydın’a ulaştığımız sabahın erken saatlerinde bizi güneşli gökyüzü ve şehirin ana caddelerini süsleyen turunç ağaçları karşıladı. Pazar günleri eğitim katılım sayıları genelde azalır ama böyle bir etkiyi Adnan Menderes Üniversitesi’nde yaşamadım.
Fark yaratmak, girişimcilik konularında ve canlı mülakatlar süresince katılımcıların gönüllü paylaşımları beni çok etkiledi. Sıklıkla kariyer adına neleri yapmamız, nelere özen göstermemiz gerektiğini tekrarladığım eğitim süresince, hayatlarımızda bahane yerine hedef üretmemiz zorunluluğunun da altını önemle çizdim.
Hayal kurmaktan alıkoyduğumuz beyinlerimizi özgürleştirebilmemiz, onu daha üretken ve cesur kılabilmemiz, hayattaki tek alternatifimizn KPSS imtihanı olmadığını en kısa sürede anlamamız dileğimle.
🙂
Adnan Menderes Üniversitesi Girişimcilik Kulübü öğrencilerine de eğitim boyunca gösterdikleri performans için teşekkür ederim.
Niceleri var, “hayatımda özgeçmiş yazmadım, yazmaya ihtiyaç duymadım” diyerek böbürlenir. Leonardo da Vinci’nin onlardan biri olmadığını görüp sevindim.
Marc Cenetella blogunda Leonardo da Vinci’nin 1482’de, 30 yaşında iken Milano Dükü Ludovico’lu Moro’ya gönderdiği, o güne kadar neler yapatığını, becerilerini aktardığı özgeçmişini yayınladı.
Özgeçmişte Da Vinci sanılabileceği gibi sanatsal becerilerinden değil, dükün ihtiyacı olan savaş sanatına yönelik teknik ve mimari becerilerinden bahsediyor. Yani bizim dediğimiz gibi olası işvereninin ruhuna göre şerbet veriyor. Pazarlama enstrümanı olarak özgeçmişini çok etkin kullanıyor.
Aşağıda özgeçmişin İngilizcesini okuyabilirisin. Çevirecek zamanım olmadığı için kusuruma bakmayın.
“Most Illustrious Lord,
Having now sufficiently considered the specimens of all those who proclaim themselves skilled contrivers of instruments of war, and that the invention and operation of the said instruments are nothing different from those in common use: I shall endeavor, without prejudice to any one else, to explain myself to your Excellency, showing your Lordship my secret, and then offering them to your best pleasure and approbation to work with effect at opportune moments on all those things which, in part, shall be briefly noted below.
1. I have a sort of extremely light and strong bridges, adapted to be most easily carried, and with them you may pursue, and at any time flee from the enemy; and others, secure and indestructible by fire and battle, easy and convenient to lift and place. Also methods of burning and destroying those of the enemy.
2. I know how, when a place is besieged, to take the water out of the trenches, and make endless variety of bridges, and covered ways and ladders, and other machines pertaining to such expeditions.
3. If, by reason of the height of the banks, or the strength of the place and its position, it is impossible, when besieging a place, to avail oneself of the plan of bombardment, I have methods for destroying every rock or other fortress, even if it were founded on a rock, etc.
4. Again, I have kinds of mortars; most convenient and easy to carry; and with these I can fling small stones almost resembling a storm; and with the smoke of these cause great terror to the enemy, to his great detriment and confusion.
5. And if the fight should be at sea I have kinds of many machines most efficient for offense and defense; and vessels which will resist the attack of the largest guns and powder and fumes.
6. I have means by secret and tortuous mines and ways, made without noise, to reach a designated spot, even if it were needed to pass under a trench or a river.
7. I will make covered chariots, safe and unattackable, which, entering among the enemy with their artillery, there is no body of men so great but they would break them. And behind these, infantry could follow quite unhurt and without any hindrance.
8. In case of need I will make big guns, mortars, and light ordnance of fine and useful forms, out of the common type.
9. Where the operation of bombardment might fail, I would contrive catapults, mangonels, trabocchi, and other machines of marvellous efficacy and not in common use. And in short, according to the variety of cases, I can contrive various and endless means of offense and defense.
10. In times of peace I believe I can give perfect satisfaction and to the equal of any other in architecture and the composition of buildings public and private; and in guiding water from one place to another.
11. I can carry out sculpture in marble, bronze, or clay, and also I can do in painting whatever may be done, as well as any other, be he who he may.
Again, the bronze horse may be taken in hand, which is to be to the immortal glory and eternal honor of the prince your father of happy memory, and of the illustrious house of Sforza.
And if any of the above-named things seem to anyone to be impossible or not feasible, I am most ready to make the experiment in your park, or in whatever place may please your Excellency – to whom I comment myself with the utmost humility, etc.”
Dün Hayatı Doldur Gençlik Kulübü etkinliklerinden Mini MBA eğitim programının ilkini Sakarya Üniversitesi’nde gerçekleştirdik. Benim için çok verimli geçen bir gün oldu.
Sakarya Üniversitesi’ne daha önce gitmemiş olduğum için kampüsü çok merak ediyordum. Karşıma çıkan kompleks ise tek kelime ile beni şaşırttı. Doğrusunu söylemek gerekirse böyle güzel bir yapılanma ve ortam ile karşılaşacağımı ummuyordum. Güzellikler her zaman beni şevklendirir eder, Sakarya Üniversitesi kampüsünün bakımlı, modern görüntüsü yüzüme iki kat fazla gülücük yerleşmesine neden oldu diyebilirim.
Eğitim süresince öğrencilerin sorularıma katılımı ve olgunluğu çok rahatlatıcıydı. Kendim gülerek, eğlenerek öğrenmeyi sevdiğim için, eğitimlerimde de bu havada ortamlar yaratmayı tercih ediyorum. Hele ki öğrencilerin gülmeye yatkınlıkları ve benim onlara ufak ufak takılmalarımı kaldırma oranları yüksek olursa ne mutlu bana. Sözün özü, Sakarya Üniversitesi öğrencileri ile çok verimli ve faydalı bir alışveriş içine girdik, hepsine buradan çok teşekkür ediyorum. Onların da memnuniyetlerini eğitim sonrasında FF üzerinden üzerinden ifade etmeleri ayrıca motive edici oldu. Dilerim kısa zamanda tekrar buluşuruz 😀
Eğitim esnasında sunumumu isteyen arkadaşlara sesleniyorum: Hayatı Doldur etkinlikleri bitiminde sunumumu Kaynağım İnsan’a yükleyeceğim.
Bugün hayatımın önemli günlerinden biri. En sevdiğim yazar Alain De Botton‘u canlı dinleme, kitabını imzalatmış olma mutluluğunu yaşıyorum. Ah, bir de konuşması sonrasında soru sorabilseydim, kanat takıp uçardım, maalesef o kadar olmadı, olamadı. Beni en sevdiğim yazarla buluşturan Kariyer.net‘e teşekkür etmeyi de bir borç biliyorum.
Alain De Botton, toplam kırk dakika süren konuşmasını ‘Heathrow’da Bir Hafta’ ve ‘Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı’ kitaplarından başlayarak diğer çalışmaları ‘Statü Endişesi’ ve ‘Proust Hayatınızı Nasıl Değiştirebilir?’ den de alıntılar yaparak ilerletti. Bireyin iş ve özel hayatındaki endişeleri ve bu endişeleri yok etme çabalarını renkli örneklerle dinleyicilere sundu.
Heathrow Havaalanı’nda tam zamanlı yaşayarak geçirdiği bir haftayı, Amerikan modern iş yaşamındaki başarı yaklaşımının birey üstündeki baskıcı yıkıcılığını, basit bir yaşamı seçerse açacağı ekmek dükkanını, devlet veya özel sektörün yönetimsel olarak özlemle peşinden koştuğu ütopik meritokrasiyi, insanın ve yeteneğin kuralsızlığını, empati kurmayı, antik trajedi kavramı ile bugün medyanın bizlere yaşattığı trajedi yaklaşımının çarpıcı farklılıklarını, bireyselliğin önplana çıktığı toplumlar ile komünel yaşamı tercih edenleri, Amerika’da sıradan bir insan olmakla, İsviçre’de sıradan bir insan olmanın arasındaki büyük farklarını, başarılı insanların eş zamanlı yaşadıkları başarısızlıklarını, sevgi ve kişinin kendisinden duyduğu memnuniyetin gerçek kaynaklarını neredeyse nefes almadan dinledim.
Teşekkürler Alain De Botton, yeniden buluşabilmek dileğimle,
Geçenlerde eşimle birlikte Cem Yılmaz’ın gösterisine gitme fırsatını bulduk. Aslında hepimizin konuştuğu konuları o kadar ince ve güzel işlemiş ki, her zamanki gibi çok formdaydı. Gösterisini, teknolojinin ilerlemesi, geçmişten günümüze yaşam şekillerinin nasıl değiştiği üzerine kurgulamıştı. Şu anki durumumuzu kısaca şöyle özetledi: 80’lerin bilimkurgu filmleri, 2000’li yıllarda, bilgisayarların dünyayı ele geçirdiği, robotların insanları yönlendirdiği bir dünya hayalleri üzerine kurulmuştu. Geldiğimiz noktada durum bu anlamda ele geçirilmeyi göstermese de, teknoloji bizi, çocuklarımızı başka şekillerde ele geçirmeyi başardı. Herkesin elinde en ileri cep telefonları, devamlı haberleşme ihtiyacı, Facebooklar, Twitterlar. Kafamızı kaldırmadan, on parmak cep telefonu kullanır olduk… İşte bunun üzerine inşa etmişti gösterisini Cem Yılmaz.
Bunları anlatırken de bir yandan da düşündüm, gerçekten de durum vahim bir hal almaya başladı. Bu yazıyı bir kafede otururken yazıyorum, birazdan aşağıda bahsedeceğim istatistikleri kablosuz internet aracılığıyla araştırıyorum, laptopla yazıyı hazırlayıp yayınlıyorum. Bu çok hoş tabii ki, bilgiye artık heryerden çok ucuza ulaşabiliyorsunuz.
Peki ya çocuklarımız?
Onlar da bu “teknolojik nimetlerden” belki de bizden çok daha fazla seviyelerde yararlanıyorlar. Ben 10 gösterisine oğlumu götürdüğümde görünen manzara şu idi: Yaşları 4 ile 8 arasında değişen çocuklar, bir Ben 10 playstation oyununun karşısında nerdeyse stresten ter döker vaziyette “şu kahramana dönüşmen lazım, bunu nasıl yaparsın ya” şeklindeydi.
İşte ben bu duruma üzülüyorum. Teknoloji, bilgi çağı elbette ki çok güzel; ama herşeyin olduğu gibi bunun da aşırısı son derece sağlıksız. Belki biraz abartı kaçacak ama sağlıksız bir nesil yetişiyor. Sağlıksız derken, herşeyi bilgisayar, cep telefonu üzerinden halledebileceğini sanan, hatta “gerçek arkadaş” edinebileceğini, hayattan keyif alamayan, evden çıkmayan bir nesilden bahsediyorum. Elbetteki bütün gençliği kastetmiyorum yanlış anlaşılmasın; ama çoğunlukla rastladığım görüntü bu.
Şimdi size bazı istatistikler sunacağım, ne demek istediğim belki daha iyi anlaşılacaktır:
* Yaklaşık 7 milyar olan dünya nüfusunun %29’u internet kullanıcısı. 2000 yılında internet kullanıcı sayısı 361 milyon iken, 2010 yılında bu rakam %445 oranında artarak neredeyse 2 milyar seviyelerine ulaşmış durumda.
* Facebook’un yaklaşık 500 milyondan, Twitter’ın ise 175 milyondan fazla kullanıcısı var
* Facebook’ta kullanıcılar ayda 700 milyar dakika harcamaktalar.
* 35 milyon kullanıcı, hergün durumlarını güncellemekteler Facebook’ta.
* Facebook’ta ortalama bir kullanıcı 55 dakika kalmakta.
* Vee sıkı durun, Türkiye Facebook kullanımında dünyada 4.sırada. Evet, hiçbir istatistikte ilk ona bile giremeyen ülkemiz, 25.919.000 kullanıcı ile en fazla artışa sahip ülkeler arasında.
* Ülkemizdeki Facebook kullanıcılarının %56’sı 13-24 yaş aralığında yer almaktadır.
* Twitter’a da bakalım: Hergün kullanıcı sayısı 300.000 kişi artmakta.
* Saniyede 640 tweet atılmakta, bu da günlük 95 milyon tweete denk.
* En çok Twitter kullanan ülkeler, ABD, Hindistan, Japonya, Almanya. Biz de yakında ilk beşe gireriz.
Şu anda interaktif online bir dünyanın içindeyiz. Herşey dijitalleşmeye başladı. Bu çağın ismi bile hazır: Web 3.0…
Web 2.0’dan sonra, şirketlerin hedef kitlesine web üzerinden ulaştığı, vermek istediği mesajları anında ulaştırabildiği, markalarla ilgili pozitif ya da negatif mesajların toplandığı bir platform Web 3.0. Dijital pazarlama, dijital satış ve hatta dijital İnsan Kaynakları…
Bu kadarı bana biraz fazla gelmeye başladı, bilemiyorum siz ne düşünüyorsunuz? Çabuk tüketen insanlar, çabuk adapte olan insanlar olup çıkıverdik. Şuna inanıyorumki, internet balonu gibi sosyal medya da bir balon gibi sönecek; ama bugün ama yarın… Bunu da göreceğiz.
Ama yapılması gerekli birşey kesinlikle var ki, o da teknolojinin çocuklarımızı ele geçirmesini elimizden geldiği kadar geciktirmek; hem de geç olmadan…
Benim için 2011’in belki de en hareketli ve coşkulu günleri başlıyor. Şubat ve Mart aylarımı çok sevdiğim üniversite ortamı ve öğrencilerine mesleki bilgi ve tecrübelerimi paylaşmak üzere ayırdım.
Nasıl mı?
Her yıl düzenlenen Hayatı Doldur etkinlikleri kapsamındaki iki günlük “Mini MBA” programına eğitmen olarak katılıyorum. Mini MBA Programının yukarıdaki afişten de rahatlıkla seçebileceğiz ‘İnsan Kaynakları’, ‘CV Hazırmala’, ‘Mülakat Süreci’, ‘Kişisel Kariyer Yönetimi’, ‘İşe Alım Süreçleri’ , ‘Yetenek Yönetimi’ başlıklarını ben öğrencilere aktarıyor olacağım.
Sertifikalı Mini MBA programına katılmak için üniversite öğrencilerinin yapması gereken şey Hayatı Doldur sitesine üye olmak ve ardından katılmak istediğiniz etkinlik duyurusu altındaki “Etkinliğe Başvur” ibaresine tıklayarak gerekli işlemleri yapmak.
Eğitimler için hazırlıklarıma çoktan başladım ve ilk gün olan 17 Mart, Sakarya Üniversitesi buluşmasını iple çekiyorum.
😀
Hayatı Doldur etkinliği kapsamında hangi üniversitelere, ne zaman gideceksiniz diye soranlar olabilir, hemen takvimi aktarayım:
17 Şubat Sakarya – Sakarya Üniversitesi
20 Şubat Aydın – Adnan Menderes Üniversitesi
21 Şubat İzmir –Dokuz Eylül Üniversitesi & Ege Üniversitesi
25 Şubat Bursa – Uludağ Üniversitesi
28 Şubat- Hacettepe Üniversitesi
3 Mart Konya – Selçuk Üniversitesi
6 Mart Çanakkale- 18 Mart Üniversitesi
8 Mart Bolu- Abant İzzet Baysal Üniversitesi
15 Mart Denizli- Pamukkale Üniversitesi
17 Mart Muğla – Muğla Üniversitesi
23 Mart Manisa- Celal Bayar Üniversitesi
25 Mart Eskişehir- Anadolu Üniversitesi
30 Mart Balıkesir- Balıkesir Üniversitesi
1 Nisan Adana – Çukurova Üniversitesi
Aydan Çağ, sık sık yazıştığım, insan kaynakları mesleğine gerçekten gönül vermiş gençlerden. Akademik çalışması nedeniyle ara verdiği profesyonel insan kaynakları kariyerine şu an blogunda mesleki yazılar yayınlayarak devam ediyor. Blogunun adı da İnsan Kaynakları
Kaynağım İnsan’dan da alıntılara rastlayabileceğiniz blogda, çok yakında eminim ağırlıklı %100 Aydan’ın üretimi olan yazıları okuyacağız.
Yazma frekansını da arttirman dileğim ile genç meslekdaşım, takipteyim 😉
Bir gün sürecek Stratejik İnsan Kaynakları Yönetimi eğitimi vereceğim. Eğitimi planlı, programlı götürebilmek için bir de sunum hazırladım.
Sunumda insan kaynaklarını ilgilendiren pek çok başlık var; planlama, kadrolama, performans yönetimi, kariyer gelişimi, yetenek yönetimi, eğitim yönetimi, uluslararası İK, işçi sağlığı ve iş güvenliği, iş ilişkileri ve hukuk, ik metrikleri, ik bilgi sistemleri , …
İnsan Kaynaklarının dört yıllık lisans programı olduğunu düşünürseniz, sunum içinde pratikte en çok elimize, dilimize gelen İK temel konularını ele almamı da eminim anlayışla karşılayabilirsiniz.
Kullandığım kaynakları sunumun sonunda bulabilirsiniz.
İTÜ’nin gelenekselleşmiş etkinliklerinden İnsan Kaynaklari Zirvesi‘ne bu yıl konuşmacı olarak davet edildim. Bu benim için büyük onur ve mutluluk.
İK Zirvesi organizasyonu bana alternatif konuşma konuları sunmakla birlikte ben kendilerine “Sosyal Medyada İK ve İK Pazarlama” üzerine bir çalışma yapmak istediğimi belirttim. İsteğimi kabul etttiler.
23 Şubat 2011 Çarşamba günü, saat 15:00-15:45 arası, İTÜ Ayazağa Yerleşkesi’nde gerçekleşecek olan konuşmam için hazırlanmaya başladım. Sosyal medyada İK’nın varlığını İK Pazarlaması ile harmanlayarak bir sunum hazırlamayı planlıyorum. Kısıtlı zamanda dev iki konu. İyi bir iş çıkaracağım inşallah 🙂