İpek Aral tarafından yazılmış tüm yazılar

İnsan İçin

Dün Eğitişim Kariyer Enstitüsü’nün düzenlediği ‘CEO’lardan Yönetim Dersleri‘ programındaydım. Üç hafta sürecek programın ilk gün davetlileri İpragaz CEO’su Selim Şiper, Transtürk CEO’su Rıza Başoğul ve Unilever Türkiye Başkan Yardımcısı Cem Tarık Yüksel’di.

Programa büyük heyecanla gittim. Kariyerlerinin ileri seviyelerindeki bu üç profesyonelden öğrenebileceklerim, onların tecrübelerini dinlemek ve sorular yöneltebilecek olmaktı heyecanımın nedeni. Beklentilerimin hepsi gerçekleşti, bilgi ve tecrübe aktarımı dolu bir gün geçirdim.

Pek çok not aldım, bunları şimdi tek tek yazmanın çok anlamlı olacağını düşünmüyorum ama belki birkaç cümle günün tonunu size hissettirebilir.

İpragaz CEO’su Selim Şiper:

Kem aletle kemalet olmaz – Kötü aletle iyi iş çıkmaz“,

Vasat insanlar eşitlikçidir, eşitlik insanları vasatlaştırır, lider eşitlikçi değil, adaletli olmalıdır

Liderlik sonuçla onanır

Lider olabilmek otorite (konusuna hakim, bilgili) olmayı gerektirir.”

Transteknik CEO’su Rıza Başoğul:

Değişim önce zihinde başlar

Şirketlerde operasyonel fonksiyonlar inanç, yönetim kurulları, CEO ise kurumsal kimliği yönetir

Değişim sürecini yönetebilmek farklılığı algılamaktan geçer

Unilever Türkiye Başkan Yardımcısı Cem Tarık Yüksel: Gün sonu değerlendirmemde beni en çok etkileyen konuşmacı olan Cem Tarık Yüksel’in hazırladığı sunum, içeriği itibariyle benim bugüne kadar gördüğüm en mükemmel çalışmaydı.

Hayatımda ilk defa bir profesyonelin toplum, siyaset, sağlık, bilim, ticaret, tüketim, silahlanma, enerji, doğa, biyoloji, trendler, ekonomi, teknoloji, internet ve belki şu anda aklıma gelmeyen pek çok ana başlığı, alt başlıklarına indirgeyerek, birbirleri ile olan bağlantılarını kurarak ve her birini onlarca örnek, yüzlerce veriyle destekleyerek nefes almaksızın, bu derece başarılı anlatabildiğine şahit oldum.

Cem Tarık Yüksel konuşması sonunda “sorunuz var mı?” diyerek bizlere baktığında, soru üretebilecek kadar bile zihnimde kendime ayırabileceğim alan kalmamıştı. Dinlediklerim, gördüklerim tüm beynimi kaplamış ve sindirilmeyi bekleyen büyük lokmalar şeklinde üst üste dizilmişlerdi. Bazı insanlar, bazı pozisyonlara boşu boşuna gelmiyor. İlerilerinin de çok açık olduğu kesin.

Cem Tarık Yüksel’in son sözü, arkasındaki büyük sunum görüntüsü ile şu oldu:

CEO’lardan Yönetim Dersleri; Unutmayın, iş hayatınızda her ne yapacaksanız yapın, bu gördüğünüz (aynı fotoğrafı kullandım) için yapacaksınız; insan için

İşte bir profesyonel ancak hayata böyle geniş açıdan, böyle veri odaklı bakarak, gördüğü büyük manzaradaki her bir noktayı birbiri ile bağlantılı hale getirerek ve vicdanını kaybetmeden başarılı olabilir. Bu da çok çalışmak, çok takip etmek, çok meraklı olmak, çok okumak, çok gezmek, çok dinlemek, çok araştırmak demek.

Keşke Cem Tarık Yüksel’in sunumuna bir yerlerden ulaşabiliyor ve Kaynağım İnsan arşivine de alabiliyor olsaydım…

İlgili diğer yazılar:

Değişim Adamı

make.believe

Zeynep Braggiotti

Her şey aslında internette “mantar çorbası”nın tarifini  aramakla başladı.

Yıllar önce; elim kalem tutmaya başlayıp kalemle parmaklar birbirlerine iyice ısındığından bu yana, bir günlük sevdasıdır gidiyordu benim için. Ağlarım yazarım, gülerim yazarım, severim yazarım, kızarım yazarım…

Sonra bir telaş aldı yaşamımı. İş güç, evlilik çoluk çocuk derken, günlük öksüz kaldı çekmecenin bir köşesinde. “Geçmişte neler döktürmüşüm, okuyup biraz güleyim” dediğim zamanlar açar olmuştum günlüğün sayfalarını. Ama o kalemi tutmayı, beyaz sayfaları karalamayı da çok özlemiştim. Hele bir de anne olduktan sonra yaşamım  sona ermeden kızıma beni hatırlatacak bir şeyler bırakma isteğim de artmıştı.

Yazmak istiyordum. Sadece nerden başlayacağımı bilemiyordum. Sırf içimden geliyor diye yazsam ne olacaktı ki, eninde sonunda oturup yine ben okuyacaktım yazdıklarımı. Bu değildi arzu ettiğim…

İşte bir gece çorbanın tarifini ararken rastladım bloglara. Şaşırmıştım. O güne kadar haberim yoktu blog olayından. Kendimi kaybettim sayfalar arasında. Birinden atlayıp ötekine geçiyordum. Kazıdıkça binlercesi geliyordu karşıma.

Bir ışık yanmıştı beynimde o anda. Yazmak istediklerimi bu sayede yazabilir, sesimi bir çok kişiye duyurabilirdim.

Günler geçti, takip ettiğim blog sayfaları çoğaldı. Her gün yeni yeni şeyler öğreniyor, yeni yeni insanlar tanıyordum. Sanal ortamda çokça arkadaşım olmuştu.

İşte o arkadaşlarımın içinden bir hemşehirlim ile gün geçtikçe dostluğum ilerledi. İlerledikçe, sohbetlerimiz koyulaştı. Koyulaştıkça birbirimize ilham kaynağı olduk.

Ben yazıp bir şeyler ortaya çıkarmak istiyordum o ise o sırada ilk kitabını hazırlıyordu. Ortak yanlarımız o kadar çoktu ki… Ama can damarımız İtalya idi. Ve bir gün sordu : “Neden soyadını aldığın aileni anlatmıyorsun?”

Levanten bir aileye gelin olmuştum 15 sene önce. Kayınvalidemin leziz sofralarında bulunmuştum çoğu kere. İtalya’nın dokusunu, kokusunu seviyordum üstelik. Neden olmasın dedim. Ve 3 sene boyunca yazdım, yazdık.

O dönemde her gün yeni bir araştırma yapıyor, o araştırmaların sonunda yeni bir lezzet deniyordum mutfağımda. Ev halkı ne yazık ki, kendi kurbanlarımdı. Mecburen, sevseler de sevmeseler de yaptıklarımı denemekle yükümlüydüler. Kah birlikte keyif aldık tattıklarımızdan, kah birlikte sevmedik üzerini çizdik pişirdiklerimizin.

Bana soruyorlar;  “Bu kitaptaki her şey size mi ait?”

“Pişirdim, yedim, yedirdim, fotoğrafladım” diye cevaplıyorum onları.

Binnur ile sürekli internet üzerinden irtibat halinde kalıp her ikimizde kendi bölümlerimizle ilgili bir şeyler denediğimizde mutlaka fotoğrafını birbirimize yolluyor, o tadın nasıl bir etki bıraktığını paylaşıyorduk. Değil aynı şehir ya da aynı ofiste, ayrı şehirlerde olmakla da bir ekip çalışmasının olabileceğini gösterdik diye düşünüyorum.  Artık  “İtalyan Aşkı-İtalyan Mutfağına Dair Bir Serenat” adlı kitabımız tüm kitapçıların raflarında.

Doğma, büyüme, okuma, evlenme… Her şekilde İzmir’liyim. Bu şehirden kısa sürelerle kopmuş olsam da yine tilki gibi kürkçü dükkanına  geri dönmüşümdür. Seviyorum; kolay yaşamını, dinginliğini, ılımanlığını.

Daha önceki profesyonel hayatım bankacılıkla başladı. İlk adımlarımı İstanbul’da atmaya başladığım bankacılık mesleğini ekonomik krizler sebebiyle sadece 8 yıl sürdürebildim. Aslında şimdi düşünüyorum da, bir arkadaş tavsiyesi üzerine girdiğim bu alan hiç de bana göre değilmiş. Kişi kendini çok iyi tanımalı. Ne istediğini çok iyi tartmalı. Elbette, Türkiye gibi bir memlekette ne yazık ki ne eğitim sistemi, ne aile yapısı bu tür kararlar  alınmasına izin vermiyor. En azından o zamanlar mümkün değildi. Tek bilinen; ya doktor, mühendis ya da avukat, işletmeci olunurdu. Bugünlerde artık gençlerin daha farklı alanlarda kendilerini göstermelerine seviniyorum.

Profesyonel hayat, amatör kazanç derken sonunda en iyisi “uğraşma evde otur, Zeynep” dedim kendime. Kimi formlarda “meslek” bölümüne “ ev hanımı” yazar olmuştum, büyük bir keyifle. Kendimle dalga geçiyordum. Diplomalı Ev Hanımı !

Çok takıldım kaldım bu konuya ama sonra özümsedim acıtmamaya başladı. İşte o sıralarda yukarıda anlattığım “mantar” çorbası” hikayesini  yaşadım.

Şimdi bakıyorum da, o çorbanın üzerinden 5 seneye yakın bir vakit geçmiş. Başlarken bunları hayal etmiş miydim bilemiyorum. Ama inanıyorum ki, evren siz isteseniz de istemeseniz de yolunuzu hazır ediyor. Size sadece o yolda yürümek kalıyor. Hangi tali yolları seçeceğiniz size kalmış. Ama eninde sonunda, pes etmediğiniz sürece o yolun en aydınlık yerine ulaşıyorsunuz.

Hani yazımın başında demiştim ya; geriye bırakacak ve beni hatırlatacak bir şeylerim olsun istiyorum diye. Artık endişe etmeme gerek yok. Üzerinde ismimin yazdığı bir kitabı hediye ettim benim ve ailemin yaşamlarına. Ben keyiflenmeyeyim de kimler keyiflensin?

Zeynep Braggiotti

http://kalemtras.blogspot.com
http://mutfakrobotu.blogspot.com

Ben Seviyorum


Ben bir İnsan Kaynakları Danışmanıyım. Bir elimde İnsan Kaynakları süreçleri, diğerinde danışmanlık hizmetleri, her sabaha gözlerimi coşku ile açıyorum. Neden mi? Çünkü her iki uzmanlık alanımda da çok severek çalışıyorum. Yeteneklerim çerçevesinde aklımı verimli ve değişim esaslı kullanmamı sağlayan bu sevgi bana büyük mutluluk veriyor. Sonuç olarak, mutluluğun yarattığı genel optimizm de kariyerim adına hedeflediğim başarıya ulaşmamı sağlıyor.

Şimdi sizden yukarıdaki paragrafta dikkatinizi çeken kelimelerin altını çizmenizi istesem … elinizde kaleminiz olmayabilir, o nedenle sizi fazla da uğraştırmayayım, ben dikkatinizi çekmek istediğim kelimeleri sıralayayım: sevgi, coşku, uzmanlık, çok, çalışmak, yetenek, verimli, değişim, mutluluk, optimizm, sonuç, kariyer, hedef, başarı.

İşte size iş hayatınızın nasıl şekillenebileceğine dair anahtar kelimeler. Bu kelimlerin sizin iş hayatınızda nasıl sıralandığı, onların altlarını nasıl doldurduğunuz, birbirleriyle nasıl kurguladığınız tümüyle sizin bilebileceğiniz bir konu, bir beceri. Ama unutmayın ki, bu kelimelelerden birinin eksikliği diğerlerinde de sıkıntıya yol açacaktır.

İş hayatının anahtar kelimeleri’ tanımlaması kelimeler yanyana dizildiğinde çok da anlamlı gelmeyebilir size. O zaman kelimeleri açalım, içlerini birlikte dolduralım. Eğer şimdi karşıma oturuyor olsaydınız, size her kelime ile ilgili aşağıdaki soruları soruyor olurdum:

1.        Sevgi: Kendinizi seviyor musunuz? Ya işinizi seviyor musunuz?

2.        Coşku: Sabahları güne gözlerinizi nasıl açıyorsunuz? Bugün neler yapacağım, yetiştirmem gereken işler, sonuçlandıracaklarım, eksiklerim neler diye düşünerek heyecanlanıyor, telaşlanıyor musunuz?

3.        Uzmanlık: Bir konuyu diğer insanlara göre daha detaylı, derinlemesine biliyor, o konuya çok daha geniş perspektiften bakabiliyor musunuz? O konu hakkında çok çalışmaktan ve konuyu etrafınızla paylamaktan keyif alıyor musunuz?

4.        Çok: Hayatın zirvelerine ‘az’ ile ulaşılamayacağının farkında mısınız?

5.        Yetenek: Doğuştan sahip olduğunuz ve sayesinde işinizde sizi diğerlerine göre bir adım öne çıkartan bir/birkaç beceriniz var mı?

6.        Verimli: Aldığınız eğitim, becerileriniz ve yıllar içinde edindiğiniz tecrübeyi yani öz kaynaklarınızı hem kendiniz, hem de sorumlu olduğunuz iş süreçlerine fayda yaratacak artı değerlere dönüştürebiliyor musunuz?

7.        Değişim: Doğduğumuz andan itibaren bedenimiz, hormonel yapımız sürekli değişiyor. Dolayısıyla zihinsel fonksiyonlarımız, yaşla birlikte edindiğimiz tecrübeler farklılaşıyor, birikiyor, dönüşüyor. İçinde bulunduğunuz değişim dinamiklerini iş üretirken de kullanıyor musunuz?

8.        Mutluluk: Mutluluk kavramına anlık değil, inişleri ve çıkışları ile uzun soluklu bir süreç olarak yaklaşılmasının onun zihinlerdeki hızlı tüketimini engelleyeceğinin farkında mısınız?

9.        Optimizm: Büyük buluşların, büyük işlerin ana varoluş nedeni optimizmdir. “Nasıl olsa olmaz”, “Ben yapmam” diye yola çıkan bir mucit biliyor musunuz?

10.     Sonuç: Her sarfedilen emek ve sonucu risk taşır. Olumlu veya olumsuz, siz sonuç riskini göğüsleyebiliyor musunuz?

11.     Kariyer: Gerçekten ‘neden’ çalıştığınızı hiç düşündünüz mü? Para mı, ünvan mı, başarı mı, hobi olarak mı çalışıyorsunuz? Veya bu dörtlü arasındaki birbirini besleyen, kopmaz ilişkinin farkında mısınız?

12.     Hedef: Hiç yola nereye ulaşacağınızı bilmeden, öngörmeden, düşünmeden çıktınız mı?

13.     Başarı: En son iki elinizi de havaya kaldırıp “BAŞARDIM” diye ne zaman sevindiniz?

Sorulara verdiğiniz cevapları ben duyamıyorum ama eğer siz aklınızdan geçen yanıtlardan memnun kaldıysanız ne mutlu. Demek iş hayatınızın hangi safhasında olursanız olun doğru yolda gidiyorsunuz. Eğer verdiğiniz cevaplardan sizi tatmin etmeyenler var ise, bu konulara odaklanmanızı, konular üzerine memnuniyetsizliğinizin ‘neden-sonuç’ ilişkilerini kurmaya çalışmanızı öneririm.

İş hayatının yönü ve ulaşacağı nokta özünde sadece kişinin kendisinin elindedir. Bu nedenle yolunuz boyunca yukarıda sıraladığım anahtar kelimelere dair kendinize doğru soruları sorma, ardından da dürüstçe cevaplama becerisini edinmeli ve gün sonunda siz de “ben seviyorum” diyebilmelisiniz.

.

Bu yazı Sevgili Yasemin Sungur‘un öncülüğünde Aralık 2010’da yayın hayatına başlayan Martı Dergisinin ilk sayısında yayınlanmıştır.

Duygu Keçecioğlu

Bazen öyle birşey olur ki durup tüm geçmişinize bir göz atma ihtiyacı hissedersiniz…İşte tam da o zaman zihninizin dışınızda sizinle ilerleyen enteresan bir dostun farkına varırsınız. Bazen size eşlik etmiş ‘’peki, çok istiyorsan o tarafa doğru bir gidip bakalım’’ demiş, bazen de ‘’istediğin kadar uğraş dur, istikamet bu taraf’’ diye ‘’aksilik’’ etmiş. Ama öyle ya da böyle bir şekilde son sözü hep o söylemiş. Bunun biraz tedirgin edici olduğunu kabul ediyorum. Çünkü hemen hemen birçok bilgi kaynağı,  yaşamımızdaki tüm faktörleri kontrolümüz altında tutup yönetmemiz gerektiğini telkin ediyor. Benim kendi gerçeğimle tanışıp ‘’rahata ermem’’se içerideki  esrarengiz dosta tüm angaryayı yükleyip emekliliğimi(!!!) ilan ettiğim döneme denk geliyor.

Kariyer hikayemin ‘’yetti bu kurumsal yaşam, artık özgürlüğümü ilan ediyorum’’ denilerek başlanan cesaret ve ustalık dolu yaşamlar gibi olduğunu söyleyemem. Her zaman sevdiğim işleri yaptım ya da yaptığım işleri sevdim, bilemiyorum. Benim tüm derdim yaşadığım sağlık sorunlarının her geçen gün hem özel hem de iş yaşantımı sekteye uğratıyor olmasıydı. 18 yıl boyunca migrenle yaşadım, üzerine fibromiyalji ve  tiroid de eklendiğinde ben değil kariyer planları yapmak sabah yataktan kalkmakta bile güçlük çekiyordum. Okuduğum üniversitenin hastanesinde başlayan, Amerika’da yaşadığım dönemde oradaki tedavilerle devam eden ve İstanbul’daki tüm ilgili doktorların kapısını aşındırtan migrenimle ilgili hiçbir aşama kaydedemiyordum. Transformal Nefes ile ilgilenmemim tek sebebi de oksijenin beden sağlığındaki önemi  ile ilgili okuduğum bir makale ve ardından izlediğim bir televizyon programı idi. Ruhsal özgürleşme literatürü, mucizeler, çiçekler böcekler, melekler açıkçası hiç de ilgi alanıma girmiyordu. Tek derdim acaba bedenimin ihtiyacı olan şey oksijen olabilir miydi? İlk nefes seansım unutulmaz bir deneyimdi. Yaptığım şey sadece nefes almaktı ve anlamlandıramadığım bir duygudan diğer bir duyguya uçuşuyordum. Seans sonunda birşeyler olduğu kesindi ama ne olduğunu tanımlamamın imkanı yoktu. İçimde devam etmekle ilgili güçlü bir istek duydum. Çünkü diyafram denen kası kullandığımın ilk kez farkına varmıştım ve bunun bana fiziksel olarak iyi geleceğini biliyordum. Özel seanslar, grup seansları ve haftasonu seminerleri ile devam eden nefes serüvenimin 3. ayında migren ağrılarım farkedilir derecede azalmıştı ve 4. ayında artık migrenle yolarımızı ayırmış olduğumuz ortadaydı…Bedenimdeki fibromiyaljiden kaynaklanan yaygın ağrılar da geçiyordu. İnanılır gibi değildi ve daha da önemlisi tanımadığım dahası kontrol edemediğim-etmek de istemediğim birçok duygunun içinde kendimi hiç olmadığım kadar huzurlu ve güvende hissediyordum.

Steve Jobs’ın Stanford Üniversitesindeki meşhur konuşmasında dediği gibi ileriye bakarak noktaları birleştiremezsiniz. Bazen noktaların bir şekilde gelecekte birleşeceklerine şimdiden inanmanız gerekir. Ben de bunu yaptım ve nefesi yaşam şeklim haline getirip olanları izlemeye ve eşlik etmeye başladım.  Nefes beni sağlıklı, sakin, güvende ve barışık bir ruh haline nazikçe bırakmıştı. Kontrolü bir kenara bırakarak kendiliğinden gelen duygulara teslim oldum. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Bakışlarımı içime döndürdüğümde yazımın başında bahsettiğim esrarengiz dost ile tanıştım. İşin süprizi meğer buymuş… ‘’O’’nun aslında gerçek ben benim ise kötü bir dublor oyuncu olduğumu farkettim. Ne kadar gerçek bene yaklaşırsam o kadar işlerin kolaylaştığını o kadar güçlü ve güvende olduğumu gördüm.  Alıştığım şekilde değil de içeriden modellediğim şekilde davranmaya başladım. Sözlerimi, davranışlarımı incelemeye; gerçek bana uygun olanlarını tutup, ondan uzak olanları ayıklamaya başladım. Bu süreçte zorlandım, hırsımdan ağladım, acımasız ve çirkin olan yüzümle yüzleştim…Bitti mi? Hayır!!! Bitecek mi Hayır!!! Egom halen iş başında ve bana yaşamın zor ve mücadele gerektiren bir şey olduğuna inandırmaya çalışıyor. Ama en azından artık ben de onun farkındayım!

Kendime ve danışanlarıma sürekli şunu söylüyorum. Hiçbir yöntemde, hiçbir teknikte, hiçbir öğretide, hiçbir uzmanda sihirli değnek aramayın. Siz teksiniz ve özünüzde mükemmelsiniz. Sizin için en iyisiniz sadece siz bilirsiniz. Kimseye ihtiyacınız yok ve herşey yolunda!!! Eğer içerideki gürültüyü susturmayı başarırsanız en başarılı doktorun, terapistin, ustadın, mentorun, danışmanın içinizde olduğunu göreceksiniz. Birilerinin sizin adınıza yaşamınızı düzenlemesini beklemek yerine iç sesinizi duymanızı engelleyen sesleri engelleyin yeter. Dürüst ve cesur olun. Mükemmelliğinize güvenin ve enerjinizi aşağıya çeken şeylerin sadece alıştığımız ‘’gerçek’’ kavramından kaynaklandığını görmeye çalışın. Gerçek sandığımız şeylerin aslında bir ilizyondan ibaret olduğunu farketmek çok fazla zamanınızı almayacak. Burada bana çok yardımcı olan bir soruyu paylaşmak istiyorum. ‘’Haklı çıkmak mı istiyorsun, mutlu olmak mı?’’ Ne zaman hoşuma gitmeyen bir durumla karşılaşsam kendime bu soruyu soruyorum. Haklı çıkmak için onlarca gerekçe sayabiliyorken hiçbirisinin ama hiçbirisinin benim asıl hedefim olan mutlu ve sağlıklı olmaya hizmet etmediklerini görüyorum. O zaman bilinçli bir şekilde düşüncelerimi mutlu olmak için neler yapabilirime yönlendiriyorum ve bu noktada ben nefesimin gücünü kullanıyorum. Beni sorunu besleyen bakış açısından bir adım dışarı çıkartmakta birebir!!! Dışarıdan olaya baktığımdaysa artık herşey çok farklı. Artık eleştiri yok, olanı kabul ve neden yaşadığıma dair sorumluluk almak var. Size, haklı çıkanlar dünyasından çıkmanıza yardımcı olacak herşeyle işbirliği yapmanızı öneriyorum. Psikoloji, felsefe, holistik bir yaklaşım izleyen ve bilimin süzgecinden geçmiş yöntemler, sağlıklı beslenme alışanlıkları, bedeninize ve ruhunuza saygı duyan tüm kadim bilgiler, kitaplar, bloglar, pozitif dostlar, hatta üzerine çalışma ve analiz için negatif dostlar.  Sizi sizinle başbaşa kılacak, zihninizi yormadan, kirletmeden, bulandırmadan aydınlatacak birçok şey var. Size müdahale etmiyorsa, değiştirmeye çalışmıyorsa, bedeninize karşı fiziksel anlamda saygılı ve dikkatliyse denemeye değer. Zaten bir kere kafaya taktınız mı –güzel haber- emin olun o sizi buluyor. Stefano Elio D’ Anna’nın Tanrılar Okulu kitabı her zaman başucu kitabım olmuştur. Panomda asılı duran kitaptaki şu cümleyi son derece çarpıcı ve gerçek bulurum:

Bütünlük oluşun bir öz iyileştirme sürecidir. Bin yıllık inanışların tersine çevrilmesini; olumsuz duyguların ve yıkıcı düşüncelerin bir dönüşümünü, öz denetime ulaşmayı, yiyecekler, uyku ve nefes üstünde egemen olmayı gerektirir.

Bana gelince…Ben nefes yolculuğuma bu senenin başında kurduğum Stüdyo Prana’da devam ediyorum. Bir yandan yola devam ederken bir yandan aynı yolun yolcularına seyahat arkadaşlığı yapıyorum. Her bir bireyin ne kadar mükemmel ve varlığının gerekli olduğunu gözlemliyorum. Onlara onlardaki mükemmelliği göstermeye çalışıyorum. Bizi birbirimizle kendimize tanıtan düzene şaşırmakla geçiyor günlerim. Bir de iki lafımın biri nefes diğeri diyaframJ

Daha tutarlı, daha açık, daha cesur, daha net, daha bilgili Duygu’nun izlerini sürüyorum içimde. Yaşamımdakilerin kıymetini bilmeye çalışıyorum, yaşamımda olmayan bazı eski dostlarımın özlemini duyuyorum…Anlamaya, anladıklarımı anlatmaya çalışıyorum. Bazen feciiiiii şekilde tembellik yapıyorum. Zaman zaman zayıf hissediyorum. Zaman zaman çok istiyorum ama elde edemiyorum. Sonra, hayatla gereksiz mücadele etmemem gerektiğini hatırlatıyorum kendime. Seçimlerimde emin olmak istediğim tek şey egomun oyununa gelip yaşadığım evrene ve insanlara zarar vermemek. Herşey mükemmel bir senaryonun parçası ve ben elimden geleni yapmanın kucağında sakinleşiyorum. Zaten bir süre sonra ters giden şeyin neden ters gittiğini de anlıyorum.

Eskiden seyahat etmeyi sevmezdim. Şimdi birçok seyahat planım var. Aldığım seslendirme eğitimi sertifikası ile birşeyler yapasım var, yazmak istiyorum ama sanırım onun daha zamanı var.

Ve tabi şu anda yapmaktan en fazla keyif aldığım iki şeye son sürrat devam edeceğim; yaşamımdakilerin nefeslerine dokunmak ve sonsuz düşler kurmak…D’Anna’nın dediği gibi ne de olsa ‘’Düş varolan en gerçek şeydir.’’

Düşleriniz ve nefesini her daim açık olsun…

Sevgilerimle

Duygu Keçecioğlu

Transformal Nefes Terapisti ve Eğitmeni

Dostuma …

Sevgili Dostum,

“Gücün bittiği yerde kader başlar” demiş bir usta.

Sen güçlüsün. Güçlü olmasan bilim gibi en çok sabırı isteyen bir sürecin içine atmazdın kendini. Ben senin kadar sabırlı ve güçlü değilim, çabuk sonuç istiyorum.

Diğer taraftan hayatın kendisi her ne iş yaparsan yap çoklukla pazarlamaya bağlanıyor. Ben İK mesleğimi, bir diğeri güzelliğini, sen ise bilimini beğeniye sunacak, satmaya çalışacaksın. Elindeki içeriği allayıp pullamak belki de asıl beceri şimdilerde. Senin işin bu tarafına odaklanman lazım biraz. Senin sadeliği, doğallığı sevdiğini biliyorum ve bu aşırı makyajlı dünyada belki de kendini çok bulamıyor, kendini kendini hissedemiyorsun ama bana göre yanılgı sen de değil, makyajda. Özgüvenin sarsılmasın.

Ben bir İK uzmanı olarak herkese “fark yaratın” diyorum. Ve seni örnek veriyorum. Bir bilim kadını, biz İstanbul’da keyfimizi seçip, önümüze gelene burun kıvırırken, yerleştiği dağ başında deneyler yapıp, ince detaylar arasından bambaşka idealist gerçeklikler yaratıyor. Sen bir kahramansın ve biliyorum ki, her kahramanın ara sıra da sigortaları atar. 😉

Hemen toparlan. Benim sana yüklediğim misyonun büyük, yola devam 😀

İpek

İstanbul Bilişim Kongresi Atölye Çalışması Sunumum

25-26 Kasım 2010 tarihlerinde Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleşen 2. İstanbul Bilişim Kongresi’nin ilk günü ben de İş Bulma ve Kariyer Yolculuğu konu başlığı ile bir atölye çalışması yaptım. Çoğunluklu gençlerin katıldığı çalışmanın süresinin biraz daha uzun olmasını isterdim doğrusu.

Yukarıda atölye çalışmasında kullandığım sunumum yer alıyor. Sunumun hazırlanmasında teknik ve tasarımsal olarak bana destek veren eşime de teşekkür ederim. Keşke ikinci sayfanın bir yıl önceki değil, güncel halini kullansaymış 😉

Mobbing – Ömer Faruk Özer

Sevgili Ömer Faruk Özer geçtiğimiz günlerde yayınladığım Bir Mobbing Vakası yazım sonrasında konu üzerine bir sunum hazırladığını yorum bölümünde iletmişti. Ben de kendisinden çalışmasını Kaynağım İnsan okurları ile de paylaşmasını rica etmiştim. Ömer Faruk Özer isteğimi geri çevirmedi sağolsun ve ben de sizlerle içeriği geniş ve son derece faydalı sunumu paylaşıyorum.

Ellerinize, aklınıza sağlık  😀

Merak, Çalışmak ve Fırsatlar

Merak bir insanı geliştiren, gelişmesine neden olan en önemli dürtü. Bu dürtünün varlığı çalışmak edimi ile birleşince de ortaya muhteşem işler çıkıyor. Bu muhteşem işler ise bir sonraki adımda ‘fırsat‘ faktörünü hayatımıza katıyor.

Uzmanlık alanlarında ‘dahi‘ sıfatına sahip insanların temelindeki bu üç girdinin eksikliğinde peki neler oluyor?

Merak olmadığında gelişme, çalışmak olmadığında ise üretim gerçekleşmiyor. Fırsat zaten ilk iki olmayınca asla karşınıza çıkamıyor çünkü bireyde fırsat algısını besleyecek altyapı oluşmuyor. Bunları neden yazdığımı bilemiyorum ‘merak‘ ettiniz mi ama ben yine de açıklayayım.

Son zamanlarda özellikle diyaloğa girdiğim gençlerde çok ortak bir eksikliğe şahit oluyorum: Meraksızlık.  Hatta ‘merak etsem ne farkeder, etmesem ne farkeder’ şeklinde bir boşvermişlik, bir kendini bırakmışlık. Bahsini ettiğim gençler için çalışmak bir zul. Hatta beceriksizler, zeki olmayanar çalışır, ‘hamallık’ (çalışmak oluyor) yapar şeklinde emeğe karşı bir tutum.

Karamsarlığa kapılmak istemiyorum ve kendi kendime soruyorum;yoksa nesil farkını yaşamaya başlamak böyle birşey mi? Ben gerçekten yaşlanıyor muyum?

Kendime sorduğum soruların cevabı her ne olursa olsun, teknoloji yaşam koşul ve standartlarını istediği kadar değiştirsin, kolaylaştırsın, nesilleri itibariyle ‘genç’ olarak adlandırılacak bireylerin hiç bir zaman unutmaması gereken bir sabit yaşam kuralı var:

Merak ve üstüne yoğun çalışma olmadan kimse ilerleme kaydedemez, fırsatları karşısına çıkartamaz.

IV. İstanbul Bilişim Kongresi’nde Görüşelim

IV. İstanbul Bilişim Kongresi  25-26 Kasım 2010 tarihlerinde Kadir Has Üniversitesi’nde düzenlenecek.

Bilişim Şehirleri  “Akıllı Yaşam ve Şehir Stratejileri” başlığı altında kamu, özel ve sivil toplum kuruluşlarının geniş katılımı ile gerçekleşemesi planlanan Kongrede birbirinden önemli konular üzerine toplam on beş panel ve toplam altı atölye çalışması yapılması öngörülmüş.

Bilişim Kongresi’nde beni heyecanlandıran ana konu ise altı atölye çalışması’ndan birini de benim yapacak olmam. Odaklanacağım konu elbette İnsan Kaynakları ile ilintili olarak ‘İş Bulma ve Kariyer Yolculugu”.

25 Kasım 2010 Perşembe günü saat 15:40-17:30 saatleri arasında Fener Sanonu’nda gerçekleşecek çalışmada Bilişim Kongresi’nin de özünden uzaklaşmadan özellikle bilişim sektörü profesyonelleri, öğrencileri ve meraklılarına hitap etmek amacındayım. Bilişim sektörünün doğasındaki hızlı gelişim ve değişime ayak uyduracak nitelikte insan kaynağına ulaşırken ne gibi zorluklar yaşadığımızı paylaşmamın da çalışmaya katılacaklarda vizyon oluşturabileceğini umuyorum. İlgilenenleri atölye çalışmasına beklerim. 🙂

Atölye çalışmasının bitimi ile ise koşa koşa jüri görevi üstlendiğim ‘Bilişim Yıldızları E-Dönüşüm Ödül Töreni’ne yetişeceğim. Doğrusu kimlerin dereceye girdiğini çok merak ediyorum.  😀

Harekete Geç! Hikayeni Gönder

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de meme kanseri görülme oranı çok yüksektir. Her 8 kadından birine meme kanseri tanısı konmaktadır. Erken teşhis ile iyileşme oranı %90’ ın üzerindedir.

Meme kanseri konusuna kadınların dikkatini çekerek erken tanı ve teşhis için yönlendirmek, tanı almış hastaları da tedavileri konusunda cesaretlendirmek amacıyla “Harekete Geç! Hikayeni Gönder” kampanyası geliştirilmiştir.

Europa Donna Türkiye’nin (Türkiye Meme Hastalıkları Koalisyon Derneği), T.C. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı ve Türkiye Meme Hastalıkları Dernekleri Federasyonu destekleri ve Novartis Onkoloji’ nin katkıları ile başlatmış olduğu “Harekete Geç! Hikayeni Gönder” kampanyası ile meme sağlığına ilişkin deneyimlerin paylaşılması yolu ile; yaşanmış hikayelerden yola çıkarak bu hastalığı yaşayanlara ve yakınlarına umut aşılamak ve toplumu meme kanseri hakkında bilinçlendirmek amaçlanmaktadır.

Kampanyaya başvuru www.hikayenigonder.com adresinden veya Europa Donna Türkiye posta adresine gönderim yolu ile yapılacaktır (Meme Hastalıkları Koalisyonu Derneği – Europa Donna Türkiye, Operatör Raif Bey Sok. 19 Mayıs Mahallesi No:26/3 Şişli-İstanbul). Son başvuru günü 31 Aralık 2010’dur.

Hikayeler, Gazeteci-Yazar Meral Tamer, Prof. Dr. Gökhan Demir (Florance Nightingale Gayrettepe Medikal Onkoloji), Prof. Dr. Nuran Beşe (İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi-Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı), Women’s Health Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deran Özer ve Europa Donna Türkiye Başkanı Violet Aroyo’ nun katılımı ile oluşmuş bir seçici kurul tarafından değerlendirilecektir. Dereceye giren hikayeler 01 Şubat 2011 tarihinde saat 18.00 itibariyle kampanya web sitesinden duyurulacaktır. Seçici kurul tarafından seçilen ilk 10 hikayenin yazarlarına Europa Donna tarafından çeşitli ödüller verilecektir. Birinci seçilecek hikayenin yazarı İstanbul’da Selda Alkor ve Violet Aroyo ile birlikte bir akşam yemeği yiyecektir. Birinci, ikinci ve üçüncü hikayelerin sahiplerine birer yürüyüş bandı hediye edilecek, takip eden yedi hikayenin sahibine ise Women’s Health Dergisi bir yıllık ücretsiz abonelik hediye edecektir. Kampanya detayları için www.hikayenigonder.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Europa Donna’nın mesajı: “Lütfen hikayenizi bizimle paylaşın, yaşadıklarınızla diğer yaşamlara umut olabilirsiniz. Sizin veya yakınlarınızın hikayesi, bir başka hikayenin mutlu sonla bitmesini sağlayabilir.”

Kampanya kapsamında 4 ilde uzmanlarca meme kontrolü, meme kanseri teşhisi/tedavisi hakkında halka açık ücretsiz bilgilendirme toplantıları yapılacaktır.

Halkımızın kampanyadan haberdar olması ve kampanyaya katılımın yüksek olması için sizin haber desteğiniz çok önemlidir. Katılım ve desteğinize teşekkür ediyoruz.

Europa Donna Türkiye