Kategori arşivi: Gelecek Tasarımı

Demografik Yapı Üzerine İşveren-STK-Devlet İşbirliği

sivil toplum

Ülkemizde özel sektörde demografik yapı sadece Y kuşağı çalışanlar ve onların yetkinlikleri, beklentileri, iş hayatına olan etkileri, kuşak çatışmaları üzerinden konuşuluyor. Oysa ki, dünyada ve ülkemizde de kamu sektöründe organizasyonların yaş ortalamalarının yüksekliği ve giderek de yükselecek olması, yani yaşı ilerlemiş işgücünün etkinliği konusu İK bölümlerinin ana gündemi. Dünyada özel ve kamu, Türkiye’de ise kamu sektöründe pek çok şirketin, organizasyonun yaş ortalaması 40’ın üstünde.

İki yıl boyunca kamu sektöründe proje yapan bir İK danışmanı olarak yaş ortalaması yüksekliğinin ne anlama geldiğini birebir yaşadım. Şu an Türkiye’de özel sektörde yaş ortalamaları düşük olabilir ama önümüzdeki yıllarda onlar da aynı “çalışan etkinliğinin düşüşü” problemini yaşamaya başlayacak. Dolayısıyla özel sektörde şimdiden İK bölümlerinin “demografi” üzerine çok yönlü düşünmeye başlaması gerekiyor.

Sorumuz şu: Örneğin, yaşı 58 olmuş bir çalışanın hızla değişen teknoloji ve iş dinamikleri içinde katılımcı, etkin ve tabii ki mutlu olmasını nasıl sağlayabiliriz? 

Benim çözüm önerim şöyle;

İnsanların yaşı ilerledikçe sivil topluma fayda sağlama istekleri, bir şirkete fayda sağlama isteklerine kıyasla daha fazla artıyor. Hayattan, maneviyat odaklı daha derin anlamlar arıyorlar. Kanımca doğru yönlendirilir ve hak kaybına uğramazlarsa pek çok insan sivil toplum projelerinde çalışmayı bir şirkette çalışmaktan çok daha fazla ister, tercih eder.

Dolayısıyla şirketler, sivil toplum gönüllüsü olmaya istekli şirket çalışanları STK’larda çalışmaya yönlendirebilirler.

Elbette böyle bir sürecin hayata geçirmesi için özel ve kamu sektörü şirket ve organizasyonlarının STK’lar ile proje bazlı değil, uzun soluklu işbirliktelikleri geliştirmesi gerekir. Devlet otoritesi de üstüne düşen ‘uygulamaya destek‘ görevini, şirketlerde “gönüllülük usulu STK’larda çalışmak” tercihini yapan insanlara ‘sigorta prim teşviki uygulaması’ ile kanuni yapıyı düzenleyerek yerine getirebilir.

Bu sayede;

1. STK’lar gönüllü insan kaynağı açığını kapatmış (gönüllü çalışanın ücreti şirket tarafından ödenmeye devam edecek),

2. Pek çok sivil toplum projesi hayata geçirililerek, “sürdürülebilirliği” sağlanmış, (sonuçları orta ve uzun vadede gözlemlenemeyen, ölçümlenemeyen gelir geçer projeler değil, sürdürülebilir sivil toplum işleri)

3. Çalışanların gönüllü toplumsal fayda yaratma tercihi şirket/organizasyonlar tarafından hayata geçirilmiş,(manevi tatmin)

4. Özellikle yaşı ilerlemiş çalışanların sivil toplum projeleri ve işlerinde gönüllü tam zamanlı/yarı zamanlı/esnek çalışmaya başlaması ile genç işgücüne kadro açılmış olur. (genç işgücünün istihdamı) 

Kemal Derviş’in geçtiğimiz aylarda Project Syndicate’de yayınlanan Gelecek Toplum Sözleşmesi isimli makalesinde yazmış olduğu, ileri yaşlarda çalışma sürelerinin azaltılması, her bireye yaşam boyu gelişim imkanlarının sağlanması gibi uygulamalara, sivil toplum işlerinde gönüllü çalışmanın sistemli teşvikini de ekleyebilir miyiz?.

.

Sivil toplum hareketi ve  sivil toplum kuruluşlarının güçlenmesi, yaygın hale gelmesi ve etkilerinin artması gerektiği bir çağdayız.

Özel ve kamu sektörü şirketleri ve organizasyonlarının her geçen gün yaşlanması onların verimlilik ve etkinliğini azaltıyor.

Çalışmaya hazır, dinamik ama iş bulamayan gençler, tecrübe kazanamadıkları için hayatlarını kuramıyor, geleceğe umutla bakamıyor.

Bu problemler bütün İK’cıların problemleri, hepimiz üstüne düşünmeliyiz, “devlet ana/babanın iki dudağının arasından çıkacakları” bekleyecek devirler çoktan geçti.

Problemin değil, fikirlerimizi ortaya koyarak çözümün bir parçası olalım.

Sizin önerileriniz nedir?

 

 

 

 

Bu Mu Olmalıdır Liderlerin Vizyonu?

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar demiş ki:

“Bu ülke Müslüman bir ülke. Yüzde 99’u Müslüman. Tarihten gelen bir yapısı var. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya çok zor bir bölge ve Türkiye onun merkezinde bulunuyor. Şimdi Türkiye’nin konumu itibariyle biz icat yapamıyoruz, buluş yapamıyoruz. Tarım ülkesiyiz biz. Ne yapacağız biz? Ara teknik eleman ülkesiyiz biz. O zaman biz çok daha iyi eğitim almak zorundayız. İnsanlarımızı çok daha iyi yetiştirmek zorundayız. Öyle kalem efendisi değil. Çocuklarımıza, evlatlarımıza sahip çıkacağız. Eğer biz çocuklarımızı iyi yetiştirirsek kalem efendisi değil, ara teknik eleman, üniversiteyi bitiren, teknolojiyi iyi kullanan, bilgisayar bilen ve lisan bilen, dünyadaki bütün bilgileri alıp onları çok iyi kullanan, çok kaliteli gençler olarak yetiştireceğiz.”

Bu demeç, hem insani, hem de dini açıdan çok yanlış, çok talihsiz.

Devlet kademesinde lider konumundaki kişilerin böylesi vizyonu dar konuşmalar yaparak öncelikli olarak gençleri demotive etmelerine karşı önlem alınmalıdır. Neyse ki, sevgili Elif Bilgin, Google Bilim Fuarı’nda “Science In Action” ödülünü almaya hak kazanırken bakanın kafasından geçenlerden habersizdi, yoksa onun olası başarılarına bu kadar inanmayan lider profilleri nedeniyle morali bozulabilirdi.

Aslında mizah, en güzel cevaptır, değil mi? 

Karikatür: Erdil Yaşaroğlu

Bütün Kadınlar Toplandık ! #direnhamile

#direnhamile

Memleketimizde bazı erkeklerin dünyadan, dünyamızın gerçekliklerinden kopuk, kendilerine inşa ettikleri enteresan, farklı bir evrende yaşadıklarının kanıtı niteliğinde sözde islam tasavvufu ile ilgilenen Ömer Tuğrul İnançer’in sözleri:

 “Hamileliği davul çalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle karınla sokakta gezilmez. Her şeyden önce estetik değildir. 7-8 aydan sonra anne adayı biraz hava almak için beyinin otomobiline biner, biraz dolaşır. Sonra akşam üstü çıkarlar. Şimdi ise maşallah, kanatlısı kanatsızı televizyonlarda uçuşuyor. Ayıptır ayıp. Bunun adı realizm değildir. Bunun adı terbiyesizliktir”

Kendisinin cahilce, ayrımcı, terbiye ve nezaketten oldukça uzak, hatta kadınlara karşı kin dolu sözlerine en güzel cevabı dünyaya gelmiş geçmiş en büyük islam tasavvuf büyüğü Mevlana versin:

“Suskunluğum asaletimdendir
Her lafa verilecek bir cevabım var.
Lakin bir lafa bakarım laf mı diye.
Bir de söyleyene bakarım adam mı diye?”

#direnhamile 

Kemal Derviş İle Gelecek Sosyal Sözleşme

Toplumsal Sözleşme

 

Geçen hafta “Project Syndicate” isimli sitede Kemal Derviş’in “Gelecek Sosyal Sözleşme” isimli ciddi anlamda vizyon açan, düşündüren makalesi yayınlandı.

Kemal Derviş, bu makalesi ile sadece benim, sizin değil, dünya üzerinde yaşayan, çalışan, vergi ödeyen, işsizlik kaygısı taşıyan ve her geçen gün yaşlanan bütün insanların geleceğine dokunuyordu. Aradan günler geçmesine rağmen, makale beni o kadar etkilemiş olmalı ki, kafamda denklemler, ilişkiler, sistemler, çözümler uçuşuyor.

Derviş makalesinde kısaca 20. yüzyılın ekonomik, toplumsal, politik, teknolojik koşullarının tanımladığı sosyal sözleşme içeriğinin artık geçerliliğini kaybettiğini söylüyor. Peki, bu ne demek? Bu, insanların bir arada yaşama iradesini göstermelerini, uzlaşmalarını sağlayan özellikle hukuki altyapının pek çok boyutuyla değişmesi zorunluluğu demek. Ve sözkonusu değişimin makalede vurgulanan eğitim, çalışma koşulları, emeklilik ayakları biz İK’cıların birbire sorumluluk alanına giriyor.

Kemal Derviş çalışma koşullarının ve emeklilik sürecini baştan aşağı değiştiren bir öneri getiriyor: Dünyada ortalama yaşam süresi arttı, dolayısıyla emeklilik yaşı da önümüzdeki yıllarda belki 70’e çıkacak. Ancak bir gerçek de var ki, hiçbir birey 70 yaşına kadar haftanın 5 günü, tam zamanlı çalışamaz. Bu nedenle çalışma standartları baştan aşağı gözden geçirilmelidir. Bir birey 5o’li yaşlarında kadar haftanın 5 günü, yılda 1800-2000 saat çalışırken, bu süre 60’lı yaşların başında haftanın 4 günü, sonlarında haftanın 3 günü ve yılda 1200-1500 saat, 70’li yaşlara girildiğinde ise haftanın 2 günü, yılda 500-1000 saat arası çalışılabilir. Yıllık ücretli izinler 45 yaşına kadar yılda 3-4 hafta iken, 60’lı yaşlarda yıllık izin süreleri 7-8 haftaya çıkabilir. Hamilelik izni arttırılabilir. İşgören ile işveren çalışma koşulları üzerine devlet güvencesi altında pazarlık edebilmelidir. Elbette bu yönde farklılaşan çalışma koşulları devletin bireylere finansal destek olabilmesi yani, örneğin farklılaşan gelir vergisi uygulamaları ve sosyal güvenlik imkanları da geliştirebilmesi anlamına gelir.

Derviş’in diğer dikkate değer önerisi ise yaşam boyu eğitim sistemi üzerine. İş dünyasının tanımı sürekli değişen, gelişen ve her geçen gün artan nitelikli insan ihtiyacını karşılamak üzere yaşam boyu eğitim kavramı devletin de paydaş olarak içinde bulunduğu şekilde ele alınabilir. Her genç, normal eğitim süreci sonrasında iş üstüne eğitim ve iş hayatının belirli dönemlerinde sistemli şekilde eğitime katılabilir. Gençlerin iş hayatına katılımını ve meslek formasyonuna sahip olmalarını sağlayacak kamu desteği gündelik hayatın bir parçası olabilir. Gençler, iş hayatının ilk yıllarında sosyal güvenlik kesintilerinden muaf tutulabilir.

21. yüzyılda geliştirilecek kamu politikaları, bireysel seçimleri desteklemelidir. Örneğin bir çalışan iş hayatının 10. yılında, çalışmaya bir yıl ara verip, kendisini geliştirecek bir programa gidebilmelidir. Eğitim süreci masrafının 1/3’ü işveren, 1/3’ü kamu kaynakları, 1/3’ü çalışanın kendisi tarafından karşılanabilir.

Kemal Derviş, Gallup’un yaptığı araştırmalara dayanarak, gönüllü şekilde esnek-yarı zamanlı çalışabilen insanların hayatlarından çok daha mutlu olduklarının da altını çiziyor. Gönüllü şekilde esnek çalışan bir insan olarak Gallup’un araştırmasına canı gönülden katılıyorum. 🙂

Kemal Derviş makalesini şöyle bitiriyor: 21. yüzyılın ilk yarısı için geçerli olacak yeni sosyal sözleşme, mali gerçeklikleri, bireyin tercihlerini, güçlü sosyal dayanışmayı harmanlamalı, kişisel tercihler ve hassas ekonomiden kaynaklı şoklara karşı da koruyucu olmalı.

 

 

Yıl 2032’de Dünya Ve İnsan

Bilgisayar başında birbiri ardına makale okurken birden durdum. Aklımdan bir ses

“Ya 2032 İpek? Ya 2032’de insanlar hangi koşullarda yaşayacak, eğitilecek, çalışacak? 

diye sordu.

2032 mi?

Düşündüm.

Bilgisayar, mobil cihazlar, androidler, yazılımların ne durumda olabileceğini …

İletişim ve ulaşım imkanların eriştiği noktayı …

Coğrafyaları, sektörleri, şirketleri …

Şirketlerin geliştirecileceği olası yönetim metot ve stratejilerini …

İnsanların hayat standartlarını ve beklentilerini …

Meslekleri …

Ve bütün değişimlere rağmen günün hep 24 saat olacağını …

.

Teknolojinin çok ilerleyeceği kesin ama aynı hızı toplumsal dönüşümde görmeyeceğiz. İleri teknolojiye gözünü açmış Z kuşağı yavaş yavaş ipleri eline alıyor olacak. Onların gelenek ile teknolojiyi başarı ile harmanlayabileceği inancındayım.

Bazı meslekler parlayacak, bazı meslekler %100 farklı bir şekle dönüşecek, bazıları ise önemini aynen koruyacak. Şöyle ki;

Mesela ben 2032’de muhasebecilik mesleğinin yok olacağını ve şirketlerce tümüyle oursource edileceğini düşünüyorum. Her türlü (sanayi, üretim, inşaat, vb.  hammadde ve yardımcı malzeme) alım, satım işlerinin web tabanlı uygulamalar üzerinden yürüyeceğini, kağıt faturaların tarihe karışacağına inanıyorum.

Finans ve bütçe yönetimi önemini arttırarak ve derinleşerek şirketlerdeki varlığını sürdürecek diyorum.

İnsan yönetimi uygulamalarının önemi her geçengün katlanarak artacak. Belki de teknolojiye eşit bir hızla İK uygulamaları geliştirmek zorunda kalacağız.

İnsanların ürünleri görerek, dokunarak alma ihtiyaçları hemen hemen hiç kalmayacak. Dolayısıyla satış ve satınalma iş süreçleri (sanayi, üretim, inşaat, vb.  hammadde ve yardımcı malzeme, sarf malzemesi vb.) tümüyle web üzerinden, hatta cep telefonları ile yapılacak. Bu satış ve satınalma mesleklerinin ciddi dönüşümüne neden olacak.

Taşımacılık, lojistik ve ulaşım inanılmaz gelişecek, hızlanacak ve ucuzlayacak. Bu sektörde çalışan sayısı çok olacak ama çalışanların gelirleri kar marjlarının düşüklüğü nedeniyle düşük kalacak.

Dünyada mühendislik ve tıp fakültelerinde okuyanların sayısı her gün azalıyor. Devletler bir noktadan sonra bu konuda ciddi önlemler alma yoluna gidecek. Mühendislik ve tıp okuyan gençlerin bütün okul masrafları karşılanacak, hatta onlara maaş bağlanacak.

Bilişim teknolojileri, enerji ve sağlık en çok gelir getiren iş kolları olacak.Bu üçlüye uzay teknolojileri de katılacak.

Çalışma saatleri azalacak.Tahminim 6 saate düşecek.

Genç nüfusu azalmakta olan ülkeler nitelikli insan avı için gelişmekte olan ülkelerin ayağına gidecek. 1960’la Almanya Türkiye’ye fabrika işçisi bulmak için gelmişti. 2032’de öncelikle sağlık, enerji, bilişim sektörlerinde çalıştırmak üzere nitelikli insanları çok iyi koşullar teklif ederek götürmek için gelecek.

Bir kişinin bir iş yerinde çalışıp, ayrıca kendi işini de yapması teşvik edilecek. Vergiler yeniden düzenlecek.

Çocukların yetenekleri çok erken yaşta tespit edilebilecek ve eğitim programları bütünüyle yetenekleri çerçevesinde yapılandırılabilecek. Çocukların ve gençlerin gelişim süreçlerinde ülkeler birbirleriyle işbirliği yapacak. Çocuklara ve gençlere uluslararası boyutta staj ağları kurulacak ve serbest dolaşım sağlanacak.

Gelişmemiş ülkelere yönelik yürütülen sosyal sorumluluk projelerinin sayısı artacak. Üniversiteler ve gençler bu projelein dinamosu olacak. (bu bir temenni aslında)

Yabancı dil bilmemek gibi bir problemler kalmayacak. Yabancı dili anında çevirebilen kulaklıklar ile herkes birbiri ile ana dilinde anlaşabilecek. Bu durum özellilkle ticareti ve uluslararası İK yönetimi uygulamalarını büyük ölçüde arttıracak, geliştirecek.

Türkiye’de kadına şiddet büyük ölçüde azalacak. Kadınların çalışma hayatına katılma oranı %50’lere çıkacak.

Nüfusu azalmakta olan ülkeler ve genç kadınlara hamile kalmaları durumunda maaş bağlayacak. Annelik de bir meslek kategorisi olarak resmen ilan edilecek ve sosyal güvenlik kapsamına alınacak. 2050’de Türkiye’de aynı uygulamaya başlayacak.

Pek çok ofis işi evden yapılabilir hale gelecek. Gökdelenler boşalacak. İşletmelerin menkul ve kira masrafları azalacak.

Markalar en sadık müşterilerini şirket ortağı yapacak.

Bilgisayar klavyesine duygu sensörü eklenecek. Kişinin yazı yazarkenki duyguları harflere yansıyabilecek. (siyah normal, kırmızı sinirli, turuncu heyecanlı gibi.)

Türkiye’de de kadın cumhurbaşkanı koltuğa oturacak. A.BD. Başkanı bir eşcinsel olacak. Öncesinde A.B.D’de de bir kadın başkan görme ihtimalimiz yüzde yüz.

 

.

Aklıma geldikçe ekleyeceğim. Siz de yorumlarınızla destek verin, isminizle beraber listenin altına ekleyelim beyin cimnastiğinizi 😀

PERYÖN Üyesi Olmak

PERYÖN – Türkiye İnsan Yönetimi Derneği’ne Ağustos 2012’de üye oldum.

Tarihi benim yaşım kadar eski olan PERYÖN’e meslekte geçen on beş yılın sonunda sadece bir ay önce üye olmamın üç önemli nedeni var:

Birincisi, İK’cıları temsil eden ilk ve en büyük sivil toplum kuruluşu olarak PERYÖN’ün son dönemde bizlere ulaşmak için samimi bir şekilde yoğun çaba sarfediyor olması,

İkincisi, PERYÖN bünyesinde ‘sonunda‘ düzenlemeye başlanan eğitim ve sertifika programları,

Üçüncüsü ise, yıllarca neden o kadar yüksek olduğunu fayda/maliyet analizi sonunda anlayamadığım üyelik kayıt ve yıllık aidat miktarlarını dikkat çekici şekilde düşürmüş olmaları.

Kanımca, sivil toplum kuruluşları temsil ettikleri kitleyi ‘bir gün gelirler belki‘ diyerek beklemek yerine, onları kendisine çekmek için doğru gerekçe ve faydaları yaratırlarsa gerçekten başarılı oluyorlar. Bu doğrultuda dilerim PERYÖN’nün de yönetim ve icraatlerinde yarattığı değişim ve dinamizm sürdürülebilirdir ve dalga dalga bütün Türkiye’deki İK’cıları sarar.

Yönetim bilimlerinin katılımcılık prensibi üzerinden şekillendiği 21. yüzyılda bütün İK’cılara (özellikle de genç İK’cılara) PERYÖN’e kayıtlarını yaptırmalarını ve mesleğin şekillenmesinde söz sahibi olmak için ilk adımlarını atmalarını öneririm.  

 

Blog İçeriği Üretmek Üzerine

Kaynağım İnsan’ı yakından takip edenler bloguma belirli hedefler doğrultusunda içerik ürettiğimi bilirler. Ayda en az yirmi gün yeni mesleki bilgileri, haberleri, videoları Kaynağım İnsan’a taşımaya özen gösteririm. Ancak hedef üç aydır aksıyor.

İş yoğunluğum, hemen hemen her gün farklı içerikteki bir proje veya iş sürecini danışman konumunda yürütüyor olmak beni akşamları bazen bilgisayar başına bile oturamayacak derecede yoruyor. Bu yorgunluk mutluluk dolu elbette. Üstlendiğim projelerin başarı ile ilerliyor olduğunu görmek motivasyonumu tepe seviyede tutmamı sağlıyor.

Kaynağım İnsan’ı açtığım ilk günden itibaren hayatımda meydana gelen değişiklikleri düşündükçe ben bile inanamıyorum. İK bilgimi danışmanlık sürecine taşıyarak maddi kazanç sağlıyor olmam, ödüller kazanmam, mesleki eğitim ve seminerler vermem, yüzlerce genç insan ile iletişim içinde bulunmam, pek çok meslekdaşım ile yakın ilişkiler kurmam aklıma ilk gelen gelişmeler. Dahasını gelecek gösterecek.

Bu yaz blog yazılarıma İngiltere’de katıldığım çalıştayı (üstteki fotoğraf) paylaştıktan sonra Eylül ayına kadar ara vereceğim. Neden? Çünkü şu an liderliğini yürütmekte olduğum büyük bir proje kapsamındaki bütün İK süreçlerini kitaplaştıracağım. Bu heyecan verici bir gelişme benim için. Mesleki kitap yazmak düşüncemi sıklıkla gerek Kaynağım İnsan, gerekse farklı platformlarda dile getiriyorum. Şimdi bu düşüncemi hayata geçirme imkanına sahip oluyorum. Kötü haber maalesef bu kitap piyasaya sürülecek bir çalışma olmayacak. Ancak beni blog yazarlığından kitap yazarlığına taşıyacak önemli bir deneyim olacağını düşünüyorum. Sonbahar aylarında da İngiltere’ye ait bir AB projesinin Türk ortağı olmak gibi bir gelişmeyi hayata geçirmek için uğraşacağım. Mevcut danışmanlık hizmetlerim ile birlikte bu gelişecek yeni AB projesinin yoğunluğunun Kaynağım İnsan’a nasıl yansıyacağını ise şu an kestiremiyorum.

Son üç aydır genç İK blogcusu arkadaşlarımdan aldığım “yazı yazın, yazılarınızı özledik” dönüşleri beni hem mutlu etti, hem de çok üzdü. Beklentilere karşılık vermiyor olmak insanı gerçekten hırpalıyor. Zihinsel olarak inanılmaz bir baskı ve bu baskı eski düzenimde yazı yazabilene kadar belki hiç gitmeyecek. Ama zamanın ne göstereceğini hiçbirimiz bilemeyiz. Kariyerlerimiz gereken emeği verdiğimiz, kendimizi sürekli geliştirdiğimiz zaman çok farklı noktalara gidebilir. Kıdemli bir İK’cı olarak aynı durum benim için de geçerli. Yolun belki başında değilim ama henüz sadece ortasındayım, daha gidecek pek çok mesafe, görecek pek çok manzara, yaşayacak pek çok an var.

Çalışın 😀

1 Mayıs Geçerken

1 Mayıs üreten ve emeğine sahip çıkan kitlelerin bayramı.

Çalışmanın dünyada en gurur duyulabilecek faaliyetlerden biri olduğunu düşünüyorum. İş yapmak, katma değer yaratmak benim için ibadet etmektir. 1 Mayıs bu ibadetin taçlandırıldığı gün özü ile.

Patron kesimi ile işçiyi bir köprünün iki ucu gibi değil, aynı köprüyü eş zamanlı geçmek zorunda olan iş ortakları gibi görmek gerek. Bu diyalektik ilişkide gönül isterdi ki, işçi kesiminin yaşam standartları daha yüksek, gelecek kaygıları ise yok olsun. Maalesef mevcut görüntü böyle değil.

Diğer taraftan kamu kuruluşlarında sendikal haklarını sonuna kadar kullanan işçilerin yaşam standartları özel kesimdeki işçilere göre çok daha ileri seviyede. Sendikaların özel kesimdeki güç kaybını patron kesiminden çok sendikacıların kendisine bağlıyorum. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda sendikacılar sanayi çağı söylemlerini bırakıp yenilikçi – inovatif yaklaşımlarla masaya oturmalı, farklı çalışma modellerini işverenin önüne sunabilmeli.

Çalışanların artık şirketlerinde birer paydaş, kar ortağı olabildiği bugünün iş dünyasında sendikalar sadece maaş zamları, sosyal hak artışları üzerinden talepler geliştirmemeli. Artık sendikaların iş süreçlerinde yaratabilecekleri sürdürülebilir katma değerler ile işverenlerinin yönetiminde nasıl söz sahibi olabilecekleri noktasında düşünce egzersizi yapmalarının zamanı. Sendikalar bu hedeften hareketle algılarını, emeklerini, eğitimlerini hızla güncellemeli, yönlendirmeli, geliştirmeliler.

Bütün büyük düşünen emekçilerin 1 Mayıs’ını kutlarım 🙂

İ.Ü. Eczacılık Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Sorumluluk Bilinci

Sorumluluk… Aslında sorumluyuz hepimiz, içerisinde yaşadığımız dünya nasılsa onu öyle yapan biziz.

İşte bizim amacımız da dünyanın herkes için biraz daha güzel olmasına katkıda bulunabilmek. Bunu yaparken paylaşmak, yaşamak, emek harcamak, mutlu olmak… Bunun için İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğrencilerine yakışır şekilde çeşitlik etkinlikler, projeler düzenleyen ekibimiz aslında tüm fakülte öğrencileridir.

İlk kıvılcımı başlatan 2010–2011 eğitim – öğretim yılında mezun olacak İlker ve Barış’ın öncülüğünü yaptığı Van ili Çatak ilçesi – Kardeş Köy Okulları projesiydi. 2009 yılında gerçekleşen proje kapsamında Çatak ilçesine bağlı 4 ilköğretim okuluna kırtasiye malzemesi yardımı yapıldı. Barış’ın liseden sınıf arkadaşı olan köy öğretmenimiz sayesinde öğrencilerin nelere ihtiyacı varsa tespit edildi ve sağlandı. Bu kampanyanın diğer benzerlerinden farkı ise içeriği sadece eşya desteğinden ibaret değildi. En başta dediğimiz gibi “paylaşmak” için 28 öğrenci Van – Çatak’a kadar gitti, kardeşlerine hediyelerini kendi elleri ile verdi. Onlarla oyunlar oynadı, şarkılar söyledi ve birlikte olmanın tadını çıkardı.

Van’a giden ekibin içinde ben de vardım. Daha öncesinde de projenin hazırlık safhasında görev almıştım fakat o kadar uzak olan Van’a gidebileceğimize bir türlü inanamıyordum.

Ama biz birlikte bir hayal kurmuştuk. Orada bu hayalin gerçek olmasının tadına hepimiz vardık… İşte birkaçımızın bu tat damağında kalmış olacak ki bugün böyle bir sosyal sorumluluk projeleri düzenleyen bir ruh bizlerde kaldı…

Bu sene “Biz Huzurluyuz” adlı ilk çalışmamızı Semiha Şakir Huzurevi ile yürüttük. Yönetimlerinden aldığımız ihtiyaç listesine göre oluşturduğumuz hediye paketlerimizle yeni yıla birlikte merhaba demek için sürpriz bir eğlence düzenledik. Yaşlılarımızın gözlerindeki mutluluğu yaşamak tek kelimeyle müthişti…

Bunun dışında devam eden diğer çalışmalarımız engelli insanlarımızla ilgili farkındalık yaratmaya yönelik “Paylaşmak Engel Tanımaz” ve akademik anlamdaki çalışmamız olan Hasta Bilgilendirme Etkinliği. Paylaşmak Engel Tanımaz kapsamında ilk olarak bazı belediyelerin yürüttüğü plastik kapak = tekerlekli sandalye kampanyalarına destek verdik. Çeşitli derneklerle yaptığımız toplantılar, projemizin şekillenmesinde bizlere yardımcı oldu. İSÖM ile yürüttüğümüz işaret dili kursuna fakülte genelindeki yoğun talep nedeniyle her dönem yeni kurs açılacak şekilde düzenledik. Yine İSÖM ile bedensel engelli arkadaşlarımızla planladığımız uçurtma şenliği için görüşmelerimiz devam etmekte.

Akademik danışmanlığını Farmakoloji kürsüsünden değerli hocalarımızın yaptığı Hasta Bilgilendirme Projemiz ise, akademik anlamda kendimizi geliştirebilmek aynı zamanda da insanlara faydalı olabilmek adına yola çıktığımız, ilk saha etkinliğini Kadırga Mahalle Şenliğinde gösterdiğimiz çalışmamız… 43 kişiden oluşan eğitim ekibi, Eylül ayı ile başlayacak güz döneminde de saha çalışmalarını yürütecek, gelecek bahar yarıyılında yeni eğitim ekibi oluşturularak bu projenin gelenekselleşmesi ve büyümesi sağlanacak. Bu noktada ilgili bütün fakülte arkadaşlarımızı çok zevk alarak yürütecekleri Hasta Bilgilendirme çalışmalarını takip etmeye davet ediyorum…

Biz İÜ Eczacılık Fakültesi öğrencilerinin bir farkı da bu tarz çalışmaları başka üniversitelerde olduğu gibi zorunlu olduğundan değil gönüllülük esası ile gerçekleştirmemiz… Sosyal sorumluluk projeleri fakülte temsilciliğini üstlendiğim fakültemde bu tabloyu görmek beni çok mutlu ediyor. İÜ ‘ye bağlı tüm fakültelerde bu tür çalışmalar takip ediliyor ve en anlamlı ve çok sayıda sosyal sorumluluk projesi yapan bizler Sayın Dekan Yardımcımız Prof. Afife MAT’ın göğsünü her toplantıda kabartmaya devam ediyoruz. Ve ileriki yıllarda şu an temelini attığımız projelerde ve yeni projelerde arkadaşlarımızın çok daha kapsamlı çalışmalara imza atacakları potansiyele sahip olduklarını görmek çok harika… Tamamen gönüllülük ve insaniyet bilinciyle tüm sosyal sorumluluk projelerinde görev alan, destek veren bütün arkadaşlarımı can-ı gönülden kutluyor, geleceğin eczacılarını böyle gördükçe mesleğimle gurur duyuyorum… Herkese teşekkür ederim.

Ece Akbıyık