Üzülüyorum …

İnsanların beklentileri, ihtiyaçları ülkeye ve kültüre göre çok değişebiliyor.

Geçenlerde danışmanlığını yaptığım uluslararası firmadaki Güney Kore’li misafir Ürün Müdürü ile sohbet ediyorum, elbette sohbetin eksenini firmanın Güney Kore’deki İnsan Kaynakları uygulamaları oluşturuyor.

Merakla soruyorum:

Orada nasıl bir Performans Değerlendirme Sistemi uyguluyorsunuz?”

Cevap:

“Bilmiyorum”

Ben:

“Nasıl bilmiyorsun? Başarılı olup olmadığı nereden biliyorsun? Müdürün ile konuşmuyor musun?”

Cevap:

“Hayır”

Ben:

“E, iyi misin, kötü müsün, neleri daha iyi yapabilirsin, merak etmiyor musun?”

Cevap:

“Hayır”

Soruyorum:

“Hiç aylık, yıllık hedef koymuyor musun?

Cevap:

“Hayır”

Ben şaşkınlıktan ağzım açık kalmış konu hakkındaki sorularıma devam ediyorum:

“Peki, maaş zammı ve terfini neye göre alıyorsun?”

Cevap:

“Bilmiyorum”

Ben:

“Bir İnsan Kaynakları bölümünüz var, değil mi?

Cevap:

“Evet, tabii”

Ben:

“Peki, onlar ne yapıyor?”

Cevap

“Bilmiyorum”

Ve sonunda tükeniyorum. Ama Güney Kore’li birden konuşmaya başlıyor.

“Güney Kore’de böyle şeyler genelde pek yok. Nasıl çalıştın, iyi yaptın, kötü yaptın. 4-5 yıl çalışıp bir üst pozisyona geçiyorsun. Ben de bekliyorum. Ama en büyüklerde var, mesela Samsung. Oradaki arkadaşımın böyle performansını ölçüyorlar, onunla konuşuyorlar ama bizde yok.”

Güney Kore’linin ağzından bir kelimeden daha uzun cevap alabilmenin sarhoşluğu ile mesleki sorularımı kesiyorum. Fakat o devam ediyor:

“Bazen yapacak hiç işim olmuyor. Ama o zaman da sanki çok meşgulmuşum gibi bilgisayar ekranına bakıyorum.”

ve gülüyor, ben de gülüyorum.

Aslında ne verdiği cevapların, ne de meşgul görünme çabalarının sadece Güney Kore’ye has olmadığını düşünüyorum.  

“Doğrusunu söylemek gerekirse burası da pek farklı değil. Türkiye’deki işletmelerin kaçta kaçında İnsan Kaynakları uygulamalarına şirket iş süreçlerinde olması gereken yer veriliyor ki? …”

diyorum ona.

Üzülüyorum

🙁


Kendinizin Patronu Olmak: GİRİŞİMCİLİK

Tuğrul Atasoy’un ‘Kendinizin Patronu Olmak: GİRİŞİMCİLİK’ kitabı, 2009 yılında ODTÜ Toplum ve Bilim Merkezi tarafından yayınlanmış. Ben böyle hap bilgi sunan kitapları çok seviyorum. (ODTÜ Yayıncılık)

Kitabın ilk iki bölümü Girişimciliğin ne olduğu ve tarihçesini aktarıyor. Atasoy Girişimciliği şöyle tanımlamış:

“Girişimcilik, gerekli zaman ve çabayı harcayarak, beraberinde getirdiği finansal, psikolojik ve sosyal riskleri üstlenerek ve etkinliklerin sonucunda oluşan parasal ve kişisel tatmin ve bağımsızlığı kazanarak değeri olan yeni bir şey yaratma sürecidir.”

Koyu ile belirtilmiş kelimeler ise girişimcilik sürecinde özellikle vurgulanan girdi ve sonuçlar.

Kitabın tarihçe bölümünde ise çeşitli istatistiksel çalışmalara da yer verilmiş. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir araştırmaya göre kadın girişimcilerin genel profili şöyle çıkmış: 35-45 yaş arası, üniversite eğitimi almış, belirli bir konuda uzmanlaşmış, ebeveyleri de girişimci olan, başarma ve bağımsızlık güdüsü yoğun.

Bana uyuyor 😉

Eğer bir girişim yapmak istiyorsanız ve metodolojisi nasıl olmalı diye merak ediyorsanız, kitabın üçüncü ‘İş Planı’ bölümü sizin bütün meraklarınıza cevap verebilir nitelikte. Bu bölümde son derece anlaşılır bir şekilde hazırlanmış birçok tabloya ulaşabilir, gerek satış, gerekse mali işlerinizi hazır şablonlar üzerinden takip edebilirsiniz.

Kitabın son bölümünde ise iki çok bilgilendirici söyleşiye yer verilmiş.

Herkese kendi kendinizin patronu olun diyemesem de, bu kitabı kütüphanenizde bulundurun tavsiyemi verebilirim, kimbilir belki de bir gün … ?

🙂

Ben Bir Havaalanıyım

İş hayatımda en sevdiğim şeylerden biri havaalanlarında geçirdiğim zamanlar.

Hatta geçenlerde danışmanlığını yaptığım firmanın Genel Müdürü ile şehirlerarası uçucaktık. O esnada ağzımdan “Keşke bir havaalanım olsaydı veya ben bir havaalanı olsaydım” kelimeleri döküldü. Genel Müdür “Neden uçak değil de, havaalanı ?” diye sordu merakla.

Havaalanlarındaki bir yerlere gitmek telaşı ve motivasyonundaki insanlar bende sanki bir ibadethaneymişim hissi uyandırıyor, o kadar arınmış, o kadar doğal. Mekanın içindeki insan ve kültür çeşitliliğiyse beni mest ediyor” dedim.

Peki, şimdi size sorsam, “İş hayatınızda siz kendinizi bir yer, mekan veya araçla özdeşleştirir miydiniz? ” desem, cevabınız ne olurdu? 

Verdiğiniz cevabın satır araları aslında sizin hayata bakışınızın, arayışlarınızın, önceliklerinizin açıklaması olmaz mıydı?

Düşünün …

🙂

Bana Adayı Getir, İşe Alırsam iPad Senindir

Geçen gün eşim İlhan bana bu linki gönderdi.

Uygun adaya ulaşabilmek için yeni yöntemler üretmek lazım. Web sitelerindeki, gazetelerdeki ilanlar artık yetmiyor. Artık adaylara ulaşabilmek için onları tanıyan üçüncü kişilere de dokunmak, onları da heyecanladırmak gerek.

MessengerFX hepimize “Bana uygun adayı getir, işe alırsam iPad senindir” diyor.

“Kazan-kazan” yaklaşımına güzel bir örnek. Destekliyorum.

🙂

Bilgi Paylaştıkça Güzel Ama …

Şirketlerin iş süreçlerinde yaşadıkları en büyük problem iletişim kopukluğu, eksikliğidir. İletişim derken vurgulanan sadece insanların birbirleri ile olan beşeri ilişkileri değildir. Bir şirket için ana iletişim veri ve bilgi üzerinedir.

Bugüne kadar çalıştığım ortamlarda bilgisini sınırsızca paylaşan kişiler yanında, onu titizlikle paylaşmaktan kaçınan, hatta gizleyen iş arkadaşlarım oldu. Benim genel tutumum ise zaten açtığım blogdan da farkedilebilir. Ben bilginin sonuna kadar paylaşılması gerektiğini düşünenlerdenim. Bilgi paylaştıkça büyüyor, güzelleşiyor, yenileniyor. Adeta yukarıdaki bisiklet tekerleği gibi, birey kendisindeki parçayı paylaşmadıkça bisikletin diğer bölümleri bir araya gelmiyor, bütün oluşturulamıyor, hem kişi, hem de iş eksik kalıyor.

İşte tam burada bir parantez açmak ihtiyacı duyuyorum. Kaynağım İnsan aracılığı ile benden makul ölçülerde ödevlerine, tezlerine yardım etmemi isteyenleri destekliyorum.  Ama ödevinin, tezinin terminini de belirterek bütün öğrencilik sorumluluğunu bana yüklemeye çalışanlara kapım kapalı.

Çalışma, insanların vücut kuvvetlerini geliştirir ve hayat için gereken şeyleri temin eder. Çalışmaksızın, fikri gelişme ve ahlaki ilerleme de mümkün değildir. Tembellik bütün fenalıkların anasıdır.

M.Kemal ATATÜRK

Biri Bana Anlatsın

Bu sabah Friendfeed’de gerçekleşen bir yazışma ülkemizdeki çalışma atmosferini çok güzel özetliyordu. Üzücü, sinirlendiriciydi, en kötüsü ise hepimizin bilip de hiç bir etkin tepki gösteremememizdi. Ne yapabilirdik ki?

Ben yazmaya karar verdim.

Yazışma sırasında Sendika.org’da yayınlanmış bir haber ise beni daha da gerdi.

Haber fındık toplama döneminde sezonluk işçi olarak Güneydoğu Anadolu’dan Karadeniz’e çıkan Kürtlere yönelik alınan kararlar ve uygulamalar hakkında. Bölgede yapılan son toplantıda sezonluk işçi olarak Kürtler yerine Gürcistan’dan işgücü getirilmesi kararı alınmış. Bunun yanında bölgeye gelebilecek Kürtlerin yakından takibi için fişlenecekleri belirtilmiş. Karadeniz’e çıkan Kürtlere potansiyel terörist muamelesi yapıldığı da eklenmiş.

Güneydoğu’dan, günlük 18 saate varan çalışma süresi ile çok düşük ücretlere çalışma pahasına kalkıp gelen insanların elbette bir nedeni var. Çünkü açlar. Onların elindeki varolan tek ekmek kapısını kapatmak niye? Birkaç müsibet neden bütün bir kimliğe maledilir? Bu uygulama emeğini vermeye hazır Kürtleri de dağa göndermekten başka neye hizmet eder?

Biri bana anlatsın, ben anlamıyorum.

🙁

Önemli Not: Bu yazıdan sonra lütfen ” Bir Fındıkçının Gözüyle Fındık İşçilerinin Yaşamları” başıklı Erol Dizdar’ın yazısını okuyun.

Ali Nesin’den TÜBİTAK’a Açık Mektup

Aşağıda okuyacağınız mektup matematik profesörü olan Ali Nesin’e aittir. Nesin Şirince’de kurmuş olduğu Matematik Köyü’nde yürütmek istediği yedi projeyi TÜBİTAK’a götürmüştür.  Destek talebi süresince yaşadıkları ve reddedilmesini kaleme aldığı Açık Mektupta Nesin TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Nüket Yetiş‘e seslenmektedir. Yorumu size bırakıyorum.

*

TÜBİTAK Başkanı Sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş’e Açık Mektup

Ali Nesin

İstanbul, 7 Haziran 2010

Sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş,

Sorumlusu olduğunuz TÜBİTAK’tan şikâyetçiyim. Sadece ben değil, matematikçi ya da değil, tanıdığım herkes şikâyetçi. Ben kendi dertlerimi size anlatmak istiyorum. Eğer isterseniz diğerlerinin dertlerini kendilerine sorup dinlersiniz.

Sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş,

Basından mutlaka takip etmişsinizdir: 2007 yılında Şirince’de dağ başında, Nesin Vakfı bünyesinde bir “Matematik Köyü” kurduk. Kereste, taş, çamur ve samandan yapılmış geleneksel tarzda evleriyle, taş kaplanmış avluları ve daracık serin sokaklarıyla, çardakları, amfitiyatrosu, sadeliği ve içtenliğiyle, herkesin ilk bakışta âşık olduğu dünya güzeli yemyeşil bir köy oldu.

Halkımızın maddi katkısı ve emeğiyle kurduk bu köyü. Çoluk çocuk ve gönüllüler çalıştı inşaatında. Tam bir imece ürünü. Başka türlüsü de olamazdı zaten, biz günü gününe yaşayan mütevazı bir vakıfız. Hiçbir maddi çıkar gütmeden bireysel çabalarımla 1998’ten beri her yaz düzenlediğim matematik yazokullarını artık Matematik Köyü’nde yapıyorum. Her yaz 500 dolayında liseli ve üniversiteli genç Matematik Köyü’nde dünya çapında matematikçilerle ve olağanüstü bir matematikle tanışıyor. Söylemeye gerek var mı? Bu öğrencilerin büyük çoğunluğu dar gelirli ya da yoksul.

Dünyanın her yerinde böyle bir girişim devlet tarafından desteklenir. Biz de projelerimizi desteklemesi için doğal olarak TÜBİTAK’a başvuruyoruz. Bu yıl da 11 yazokulu projemizin 7’sine maddi destek vermesi için TÜBİTAK’a başvurduk. Tüm projelerimizi desteklemeyeceğini deneyimle bildiğimizden, sunduğumuz projelerin iki ya da üçünü desteklerse, bu destekle diğer projelerimizi de yürütebileceğimizi düşündük.

TÜBİTAK, 7 projemizin 7’sini de reddetti!

Sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş,

İzin verirseniz devam etmeden önce TÜBİTAK’la ilgili bir anımı aktarmak istiyorum. Bundan bir iki yıl önceydi. Matematik Köyü’nde liseliler için bir proje tasarlayıp TÜBİTAK’a
sunmuştuk.

Bir zaman sonra bir yazı geldi TÜBİTAK’tan. Ankara’ya gelip projeyi panelistler, yani hakemler önünde anlatmamı istiyorlardı.

“Herhalde bu herkese yollanan bir yazı, panelistler proje sunan, ama tanımadıkları, güvenmedikleri lise öğretmenlerini yakından tanımak için böyle yapıyorlar, herhalde bu davet bana yönelik değildir,” diye geçirdim içimden.

Gene de emin olamayıp TÜBİTAK’a telefonla sordum. Benim de projemi panel önünde anlatmam gerekiyormuş… Projede her şey anlaşılmazmış…

Oysa projemizde her şey yazıyordu, ne eksik olabilirdi ki, nesi anlaşılmayabilirdi ki?

Randevu verilen gün ve saatte bir işimin olup olmadığı da sorulmamıştı. Gitmek zorundaydım. Yol parasını da ödemiyorlardı. İşimi gücümü bırakıp İstanbul’dan Ankara’ya, TÜBİTAK’a gittim. Bekleme odasında bir süre bekledikten sonra panelin önüne çıktım.

Başkan ortayaşlı bir hanımdı. İkinci başkan, ya da panelin ikinci etkili ismi Darwin skandalında da adı geçen Sayın Çiğdem Atakuman’dı. Diğer beş panelist 20’li yaşlarda gencecik insanlardı. Elli yaşında bir profesörü İstanbul’dan Ankara’ya getirterek huzurlarına çağırmakta hiçbir beis görmemişlerdi.

Başkan sözü aldı:

– Ali Bey, dedi, ben projeleri önceden okumam. Bana projenizi anlatır mısınız?

Biliyorum inanılır gibi değil ama aynen böyle söyledi. Sayın Çiğdem Atakuman o günü anımsar sanıyorum, kendisine de sorabilirsiniz. Dayanamayıp bunun nedenini sordum.

– Çünkü projelerden habersiz geldiğimde çok ilginç sorular soruyorum, başkalarının hiç dikkatini çekmeyen şeyleri görüyorum… Öyle değil mi arkadaşlar? diye sorup etrafındaki gençlere baktı onay bekleyerek.

Diğerleri, nerdeyse tek bir ağızdan,

– Evet efendim, öyle efendim, dediler, çok ilginç sorular soruyorsunuz…

Neden çağrıldığımı anlamıştım. Bu saygısızlık karşısında bana sadece susmak düşüyordu.

Projeyi anlatmam istendi. Anlattım. Başkan,

– Ali Bey, dedi, derslerinizde soracağınız sorulardan birkaçını rica edebilir miyim?

En ilginç bulduğum birkaç soruyu söyledim. Kısa bir sessizlik oldu. Başkan etrafına bakındı. Herhalde kendisinden soruların yanıtlarını beklediğimi sanmış olmalı ki, sinirli sinirli gülümseyerek,

– Eskiden olsaydı bunların hepsine şıp diye cevap verirdim, dedi, ama unuttum bu konuları şimdi…

Oysa sorularımın hepsi değme matematikçiyi zorlayacak sorulardı. Kendim uydurduğum bu soruların bazılarının yanıtını bulmak için günlerce düşünmüştüm. Bazılarınınkini de hiç bulamamıştım… Ben sadece “ne kadar güzel sorular değil mi, güzel olduklarını teyit edin, heyecanımı paylaşın” anlamına bakmıştım panelistlerin yüzüne. Oysa onlar soruları bile anlamamışlardı.

Başkan devam etti konuşmasına:

– Ali Bey, dedi, biz sizi araştırmacı olarak çok iyi biliyoruz, tanınmış bir araştırmacısınız ve konunuzda belli ki çok iyisiniz, ama eğitimci olarak biz sizi hiç tanımıyoruz. İyi bir araştırmacı olmak demek illa iyi bir eğitimci olmak anlamına gelmez… Bu projede başarılı olacağınızı nasıl bilebiliriz ki?..

Bu aşamada projemi reddetmeye niyetli olduklarını anlamıştım. Son bir umutla kendimi savundum:

– Ama ben 5 yıldır liselilere yönelik Matematik Dünyası diye bir dergi çıkarıyorum… Derginin her sayısı on bin satıyor…

Etrafına bakınıp,

– Öyle mi? Bilmiyordum… dedi.

Diğerleri “evet öyle” anlamına baş salladılar.

– Ayrıca, diye ekledim, 20 küsur yıldır onlarca kez basılmış 5-6 tane popüler matematik kitabım
var…

Gene etrafına sorgulayıcı bakışlar attı.

Diğer panelistler gene “evet öyle” anlamına başlarını salladılar.

– Ayrıca haftada en az bir kez bir ilkokula, bir liseye konuşma vermeye giderim…

Başkan konuyu değiştirdi:

– Ali Bey, dedi, bizim konseptimiz daha çok eğlence ve oyun içeren projeler…

– Olabilir… Benim konseptim de böyle… Farklılık güzel şeydir…

– Ama biz bu tür projelere destek vermiyoruz, bizim konseptimize uymuyor…

– Afedersiniz ama burası sizin konseptinizi destekleme derneği değil. Sizin konseptiniz yazmıyor şartnamede.

– Üzgünüz…

Ayağa kalktım, kapıya doğru yönelirken,

– Destekleseniz de desteklemeseniz de bu proje gerçekleşecek, dedim sinirli sinirli. Bu projeyi desteklemek sizin için ancak bir onur olabilir…

Projem desteklenmedi elbet. Ama hiç olmazsa bu vesileyle bir panelist grubunuzla tanışma fırsatım oldu.

Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da TÜBİTAK’a sunduğumuz tüm lise ve lisans yazokulu projelerimiz reddedildi.

Geçen yıl hiçbir red gerekçesi gösterilmemişti. Bu yıl ısrarlarımız ve konunun basına yansıması karşısında red gerekçeleri sunuldu.

Gerekçelerin bir kısmı yersiz, bir kısmı dayanaktan yoksun, bir başka deyişle her biri aslında bir bahane.

Örneğin gerekçelerden biri, derslerin günün hangi saatinde yapılacağının belirtilmemesi. Alay gibi!

Şartnamede olsaydı onu da yazardık ama yazmıyordu. Aklımıza da gelmedi doğrusu.

Bir başkası, ve bana en ağır geleni, Matematik Köyü’nü benim kurmuş olmam ve yönetmem ve orada yapılacak ve benim de yer aldığım bir projenin desteklenmesinin etik olmadığı!

Sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş,

Projelerimizin desteklenmesi için, Matematik Köyü’nde matematik öğretmemem gerekiyormuş!

Hayatımın iki yılını ve varım yoğum her şeyimi verdim bu Köy’ü kurmak için. Başıma gelmedik bela da kalmadı. TÜBİTAK bu çabalarımdan dolayı beni kutlamak yerine, Köy’de yapılacak olan ve benim de yer aldığım projelere destek vermenin etik olmadığını söylüyor…

Hayatını matematiğe ve matematik eğitimine adamış biri Matematik Köyü yerine tatil köyü ya da dersane mi kurmalıydı? Panelistler Türkiye’de nasıl para kazanılacağını bilmiyorlar mı?

Sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş,

Kurumunuzun reddettiği projelerin her biri birer mücevher değerindedir. Sadece Türkiye’de değil, dünyada bu projelere eşdeğer bir proje kolay kolay bulunamaz. Özür dileyerek söylüyorum, ama gerçek bu: Bu projeleri haklı ya da haksız gerekçelerle reddetmek kimsenin haddi değildir.

TÜBİTAK’ın bu projeleri öpüp başına koyması, destekleyecek bütçesi yoksa, başbakana, cumhurbaşkanına çıkıp örtülü ödenekten yalvar yakar para istemesi gerekir!

Reddedilen projelerimizin değerini anlayacak kadar matematik bilmiyorsunuzdur muhtemelen, zaten bilmek zorunda da değilsiniz. Herkesin konusu ayrı. Bana inanmayın ve lütfen bir bilene, bir anlayana sorun. Konuyla hiçbir ilgisi olmayan ya da yönlendirilmiş panelistlerinize değil ama.

Son olarak Sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş, tüm içtenliğimle şunu söylemek istiyorum: TÜBİTAK’tan destek almamamıza değil, TÜBİTAK’ın destek vermemesine üzülüyorum!

Saygılarımla,

Ali Nesin

Kaynağım İnsan 8. Altın Örümcek Web Ödülleri’nde İki Kategoride Finalist !!

Kaynağım İnsan blogum ile 8. Altın Örümcek Web Ödülleri’ne iki kategoride katıldım.

İki ay süren elemelerden sonra bugün itibariyle hem ‘Blog’, hem de ‘Seri İlan / Kariyer/ İK’ kategorilerinde finalistler arasına kaldığımı öğrendim.

Şimdi halk oylaması zamanı !

Kaynağım İnsan için oy kullanarak onu ilk üçe taşıyabilirsiniz.

Oylamaya katılmak için cep telefonunuzun mesaj bölümüne girip Blog kategorisi için ALTIN yazıp bir boşluk bırakarak 33 (ALTIN 33), İlan/Kariyer/İK kategorisi için ALTIN yazıp bir boşluk bırakarak 73 (ALTIN 73)yazıp, 3969‘a kısa mesaj olarak yollayın.

Oylarınızı bekliyorum, desteğiniz için çok teşekkür ederim.

😀

Emre Kavukcuoğlu

Merhabalar… ben Emre Kavukcuoğlu, yaklaşık 10 senedir İnsan Kaynakları alanında çalışmaktayım. Aslında bu mesleğe girişim tamamen tesadüf eseri oldu. 2000 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra, hemen hemen tüm gençliğin yaptığı gibi, bankaların açmış oldukları müfettiş yardımcılığı, uzman yardımcılığı sınavlarına girdim. Sorarsanız bunları çok bilinçli mi yaptın diye, dürüst olmak gerekirse yanıtım hayır olurdu. Arkadaşlardan etkilenmek mi, ne istediğini bilememek mi , açıkçası tam olarak nedenini ben de halen bilemiyorum.

Tüm bu yorucu banka sınavları bir şeyi anlamama yardımcı oldu; bu kadar zorlu bir maratonda yer almak artık bana göre değildi. Bu sınav stresini zaten üniversite sınavı sürecinde fazlasıyla yaşamıştım. Bu yüzden farklı bir alanda şansımı denemeye karar verdim.

2000 yılının Eylül ayında Anadolu Grubu İnsan Kaynakları ve Endüstriyel İlişkiler Koordinatörlüğü’nde Uzman Yardımcısı olarak göreve başlamamda, Solmaz Hanım’ın (Solmaz Coşkun) yönlendirmesi etkili olmuştu. Beni o zamanlar Anadolu Grubu’nun bir finans şirketindeki pozisyona yönlendirmesini beklerken, kendi İK takımına dahil etmişti.

İyi ki de etmişti…. Geçen 10 yıl süresince, kendimi çok şanslı hissediyorum. Nedeni de son derece deneyimli, konusunda uzman tepe yöneticilerle çalışma fırsatını yakalamış olmamdır. Solmaz Hanım’dan sonra İK Koordinatörü olarak atanan Lütfi Bey (Lütfi Fırat) ile de beraber aynı ortamda bulunmak, olaylara bakış açısından faydalanmak, inanılmaz bir tecrübe idi.

İnsan Kaynakları’nın her alanında çalışmış olmak, bu alanın derinliğini ve yapılacak ne kadar çok şeyin olduğunu anlamama yardımcı oldu. Raporlamalar, ücret araştırmaları, İK verimlilik projeleri, İK Sistemleri… Hepsi birer deneyim ve kazanım oldu benim için.

Peki böyle derinliği olan ve zevkli bir çalışma alanı neden günümüzde yeni mezunlar tarafından pek de tercih edilmiyor?

Örneğin, Efes Bira Grubu’nda almış olduğumuz staj başvuruları genellikle ya Satış ya da Pazarlama ağırlıklı olmakta, neredeyse İnsan Kaynakları’nı seçen bir yeni mezun bulduğumuzda şaşırmamak için kendimizi zor tutmaktayız.

Bunun temel nedeni üniversitelerde yeterli derecede kredi ya da ders saati olarak yer alamaması, güncel ve iş dünyasındaki uygulamalara yönelik ders kitaplarının tercih edilmiyor olması gibi geliyor bana.

Yeni nesil, maalesef İnsan Kaynakları’nın neler yaptığını, şirketin başarısına nasıl katkıda bulunduğunu, iş dünyasındaki rolünü tam olarak bilmemekte ve önyargıyla bu konuya yaklaşmaktadır.

Şunu söylemeden geçemeyeceğim… İnsan Kaynakları içinde bulunmaktan keyif alabileceğiniz, yarattığınız ya da tasarlanmasında içinde bulunacağınız sistem,süreç ve uygulamaların, çalışanlar üzerindeki etkisini birebir hissedebileceğiniz bir alandır. Ve önümüzdeki dönemde, popülerliği gün be gün artacaktır. Artan önem, nitelikli işgücü ihtiyacını da beraberinde getirecek, yeni iş imkanları da doğacaktır.

Bitirirken….

Bu yazıyı okuyacak olan, üniversiteye hazırlanan ya da meslek hayatına yeni atılmak üzere olan arkadaşlara verebileceğim tavsiyeleri şöyle sıralayabilirim:

– Asla başka arkadaşlarınız bir yere, pozisyona başvuruyor diye kendinizi başvurmak mecburiyetinde hissetmeyin. Öncelikle, bu pozisyonun hatta bu şirketin sizin yapınıza uyup uymayacağına dikkat edin. Önceden araştırma yapın, tanıdıklarınızdan sorup soruşturun.

– Kariyer günlerine mutlaka katılım sağlayın; tanıtım yapmaya gelen şirket temsilcilerinden firma, şirketin departmanları hakkında bilgi edinin.

– Başkalarından tavsiye alın ancak son karar daima sizin olsun.

– Herkes belirli bir fakülte/bölüm seçiyor diye kesinlikle kendinizi de aynı seçim için mecbur hissetmeyin.

Elbette ki , ekonomik kriz döneminde bu kadar seçici olmak kulağa saçma geliyor olabilir. Ancak, burada önemli olan geleceğe yapılan yatırımdır ve bu yatırımın verimli olmasını istiyorsanız, kendinize uygun olan yolda ilerlemeniz faydalı olacaktır.

Herşeyin gönlünüzce olması dileğiyle

Sevgiler, saygılar

Emre Kavukcuoğlu

Ücret Sistemleri Müdürü – Efes Bira Grubu

http://humancapitalstrategy.blogspot.com