Sosyal medyanın insan kaynakları süreçlerini ne kadar değiştirdiğini, zenginleştirdiğini sıklıkla her platformda dile getiriyorum. Nihayetinde Kaynağım İnsan da sosyal medyanın bir meyvesi. Benim mesleki gelişimimi şekillendirebildiği gibi pek çok gencin de hayatına etki edebilen bir güce sahip artık Kaynağım İnsan. Sosyal medyanın etkilerini bu kadar derinden yaşamam belki de ona olan inancımın ana nedeni.
Sosyal medya teknolojilerinin kariyer ve insan kaynakları uygulamalarına yansımalarını meslekdaşlarımla konuşabilmek, tartışabilmek ise benim en büyük özlemlerimden biriydi. Geçen ay Business Network Center – BNC yöneticisi Selçuk Aylar ile yaptığım görüşme bu özlemimi gidereceğimin habercisi oldu. Selçuk Aylar 26 Mayıs 2011 Perşembe günü düzenlemeyi planladıkları “İK’cılar İçin Sosyal Medya Zirvesi” üzerine fikir alışverişi yapmak ve zirvede yer almam teklifini getirdiğinde hiç düşünmeden “elbette” dedim.
Açılış konuşmasını yapacağım ve panelinde moderatörlük görevini de üstlendiğim zirvenin konuşmacıları birbirinden değerli kurumların İK yöneticileri, akademisyenleri, profesyonelleri. Bir saat sürecek açılış konuşmamın hazırlıklarına başladım. Konuşmacıların paylaşacakları örnekleri, projeleri ise merakla bekliyorum. Panel bölümüne gelince benim açımdan akan sular duruyor. Panelistlerin uzmanlık alanları, geldikleri kurumlar çok önemli. Zirve katılımcılarından çok ben panelistleri soru yağmuruna tutabilirim.
Çok verimli geçeceğini düşündüğüm zirveye bütün meslekdaşlarımı, İK meraklılarını, sosyal medya uzmanlarını davet ediyorum. Kaçırmayın 🙂
Yukarıdaki sunumu bugün, yani 23 Şubat 2011 Çarşamba günü İTÜ İK Zirvesi’ndeki “Sosyal Medyada İnsan Kaynakları ve İşveren Markası” konulu konuşmam esnasında kullandım.
Sunumun 20. slaytında Intel, 24. slaytında Disney/ABC Entertainment’a ait işveren markası videoları bulunuyor. Bu videolardan Intel’i daha önce Kaynağım İnsan’da paylaşmıştım. Disney / ABC Entertainment’a ait olanı ise bu hafta içinde paylaşacağım.
İTÜ İK Zirvesi’ne gelince, ben büyük mutluluk duydum katılımın fazlalığından, dinleyicilerin tam dikkat anlattıklarımı dinlemelerinden. İnsan sahne tarafında olunca öğrencilerin ne zaman ilgilerinin dağıldığını hemen farkedebiliyor ve böyle bir kopmayı İTÜ’de hiç hissetmedim. Keşke biraz daha fazla zaman olsaydı, bazı konulara daha detaylı değinebilseydim diyorum şu an. Belki gelecek sefere.
Geçenlerde eşimle birlikte Cem Yılmaz’ın gösterisine gitme fırsatını bulduk. Aslında hepimizin konuştuğu konuları o kadar ince ve güzel işlemiş ki, her zamanki gibi çok formdaydı. Gösterisini, teknolojinin ilerlemesi, geçmişten günümüze yaşam şekillerinin nasıl değiştiği üzerine kurgulamıştı. Şu anki durumumuzu kısaca şöyle özetledi: 80’lerin bilimkurgu filmleri, 2000’li yıllarda, bilgisayarların dünyayı ele geçirdiği, robotların insanları yönlendirdiği bir dünya hayalleri üzerine kurulmuştu. Geldiğimiz noktada durum bu anlamda ele geçirilmeyi göstermese de, teknoloji bizi, çocuklarımızı başka şekillerde ele geçirmeyi başardı. Herkesin elinde en ileri cep telefonları, devamlı haberleşme ihtiyacı, Facebooklar, Twitterlar. Kafamızı kaldırmadan, on parmak cep telefonu kullanır olduk… İşte bunun üzerine inşa etmişti gösterisini Cem Yılmaz.
Bunları anlatırken de bir yandan da düşündüm, gerçekten de durum vahim bir hal almaya başladı. Bu yazıyı bir kafede otururken yazıyorum, birazdan aşağıda bahsedeceğim istatistikleri kablosuz internet aracılığıyla araştırıyorum, laptopla yazıyı hazırlayıp yayınlıyorum. Bu çok hoş tabii ki, bilgiye artık heryerden çok ucuza ulaşabiliyorsunuz.
Peki ya çocuklarımız?
Onlar da bu “teknolojik nimetlerden” belki de bizden çok daha fazla seviyelerde yararlanıyorlar. Ben 10 gösterisine oğlumu götürdüğümde görünen manzara şu idi: Yaşları 4 ile 8 arasında değişen çocuklar, bir Ben 10 playstation oyununun karşısında nerdeyse stresten ter döker vaziyette “şu kahramana dönüşmen lazım, bunu nasıl yaparsın ya” şeklindeydi.
İşte ben bu duruma üzülüyorum. Teknoloji, bilgi çağı elbette ki çok güzel; ama herşeyin olduğu gibi bunun da aşırısı son derece sağlıksız. Belki biraz abartı kaçacak ama sağlıksız bir nesil yetişiyor. Sağlıksız derken, herşeyi bilgisayar, cep telefonu üzerinden halledebileceğini sanan, hatta “gerçek arkadaş” edinebileceğini, hayattan keyif alamayan, evden çıkmayan bir nesilden bahsediyorum. Elbetteki bütün gençliği kastetmiyorum yanlış anlaşılmasın; ama çoğunlukla rastladığım görüntü bu.
Şimdi size bazı istatistikler sunacağım, ne demek istediğim belki daha iyi anlaşılacaktır:
* Yaklaşık 7 milyar olan dünya nüfusunun %29’u internet kullanıcısı. 2000 yılında internet kullanıcı sayısı 361 milyon iken, 2010 yılında bu rakam %445 oranında artarak neredeyse 2 milyar seviyelerine ulaşmış durumda.
* Facebook’un yaklaşık 500 milyondan, Twitter’ın ise 175 milyondan fazla kullanıcısı var
* Facebook’ta kullanıcılar ayda 700 milyar dakika harcamaktalar.
* 35 milyon kullanıcı, hergün durumlarını güncellemekteler Facebook’ta.
* Facebook’ta ortalama bir kullanıcı 55 dakika kalmakta.
* Vee sıkı durun, Türkiye Facebook kullanımında dünyada 4.sırada. Evet, hiçbir istatistikte ilk ona bile giremeyen ülkemiz, 25.919.000 kullanıcı ile en fazla artışa sahip ülkeler arasında.
* Ülkemizdeki Facebook kullanıcılarının %56’sı 13-24 yaş aralığında yer almaktadır.
* Twitter’a da bakalım: Hergün kullanıcı sayısı 300.000 kişi artmakta.
* Saniyede 640 tweet atılmakta, bu da günlük 95 milyon tweete denk.
* En çok Twitter kullanan ülkeler, ABD, Hindistan, Japonya, Almanya. Biz de yakında ilk beşe gireriz.
Şu anda interaktif online bir dünyanın içindeyiz. Herşey dijitalleşmeye başladı. Bu çağın ismi bile hazır: Web 3.0…
Web 2.0’dan sonra, şirketlerin hedef kitlesine web üzerinden ulaştığı, vermek istediği mesajları anında ulaştırabildiği, markalarla ilgili pozitif ya da negatif mesajların toplandığı bir platform Web 3.0. Dijital pazarlama, dijital satış ve hatta dijital İnsan Kaynakları…
Bu kadarı bana biraz fazla gelmeye başladı, bilemiyorum siz ne düşünüyorsunuz? Çabuk tüketen insanlar, çabuk adapte olan insanlar olup çıkıverdik. Şuna inanıyorumki, internet balonu gibi sosyal medya da bir balon gibi sönecek; ama bugün ama yarın… Bunu da göreceğiz.
Ama yapılması gerekli birşey kesinlikle var ki, o da teknolojinin çocuklarımızı ele geçirmesini elimizden geldiği kadar geciktirmek; hem de geç olmadan…
Bugün Cumhuriyet Gazetesi‘nin Pazar ekinde Sinem Dönmez’in Sosyal Medya üzerine ilgi çekici bir makalesi yayınlandı: Blogunuzda Patronunuza Yağ Çekin !
Sinem Dönmez makalesinde üç ayrı kişinin görüşlerine başvuruyor; Radikal Gazetesi‘nde telifle yazan ve gazete hakkındaki olumsuz tweeti nedeniyle işinden olan Lube Ayar, blogunda işyeri üzerine olumsuz içerik üreten ve işinden olan İnci Vardar ve ben.
Sinem Dönmez’in sorularına verdiğim yanıtlar gazetede biraz kısaltılmış olsa da özünü korumuş. İşte tam cevaplarım:
– Bir çalışan sosyal medyada şirketi hakkında konuşurken temkinli mi olmalıdır?
Mutlaka olmalıdır. Şirketler herkesin aklına her geleni geleni dilediği gibi, dilediği yerde söyleyebileceği özgür, demokatik ortamlar değildir. Şirketler otokrasi ile yönetilir. Şirketi yönetme erkine sahip olan kişiler kurumun iç süreçlerini, doğrularını, yanlışlarını belirler. Bu nedenle özellikle şirket alehinde söylediğiniz her söz sizi bağlar, sizi aşağı çekebilir.
– Eğer mutsuzsa ya da bir şeyden memnun değilse bunu dile getirmemeli midir? Getirirse sizce yaptırımı olmalı mıdır?
Mutlaka her çalışanın şirketi hakkında olumsuz düşünceleri, söylemleri vardır. Şirketler, çalışanların yaşadığı olumsuzlukları, mutsuzukları tespit ederek gidermek için İnsan Kaynakları bölümlerini sorumlu kılmıştır. Çalışan Memnuniyeti Anketleri başlığı altında toplayabileceğimiz araçlarla İnsan Kaynakları bölümleri çalışanların kafalarından geçen olumlu veya olumsuz bütün düşüncelere ulaşmaya çalışır.
Anketler haricinde de, çalışanlardan birebir gelen işe veya özele dair hiçbir olumsuz düşünce, tespiti bizler reddetmeyiz. Mutlaka dinleriz ve çözüm üretmek için sonuna kadar çaba sarfederiz.
Ancak derdine şirket iç süreçleri ile çare aramak yerine, dışarıda genele yakınmak yönteminin ne dertliye, ne de derdin kaynağı konumundaki şirkete bir faydası olur. Hatta zararı olabileceğini görüyoruz.
– Mesela böyle bir durum olduğunda karşılıklı konuşmak gibi bir çözüm varken işten uzaklaştırmak sizce ne kadar doğru?
Anketler veya yüzyüze görüşmelerde belirtilen olumsuz düşüncelerden ötürü hiçbir çalışan asla sorgulanmaz. Tam tersi bu açıklık için teşekkür edilir. Olumsuzların nasıl giderilebileceğine dair öneriler istenir, projeler geliştirilebilir.
Kurumların çalışanlara ulaşmak için geliştirdikleri enstrümanlar yanında açık kapı politikasını bütün İnsan Kaynakları bölümleri uygular. Karşılıklı konuşmak çabası içindeki hiçbir çalışanı İnsan Kaynakları veya yönetici reddetmez. Ben açıkçası bu tip çabanın da çok az olduğunu söyleyebilirim. Çözüm değil, çözümsüzlük için çaba gösteriliyor genelde.
Burada çalışanın konuşmak için seçtiği ortamın şirket yönetimi değil, sosyal medya olduğunu görüyoruz. Sosyal medya mı çalışanın sorununa çare bulacaktır? Hiç sanmıyorum. Sosyal medya onu unutup gidecektir. Bir yola çıkılırken ister çalışan, ister şirket olarak büyük manzarayı görmek gerek kanımca. İş Hukuku ve Borçlar Hukuku kapsamında her iki tarafın birbirine karşı (imzaladıkları iş sözleşmesi gereği) yükümlülükleri vardır. Kısacası taraflar özgür değildir.
– Bir çalışan şirketi hakkında kötü bir şey söylerse sizce kurumsal kimlik ne derece zedeleniyor?
Ciddi zedeliyor. Şu anda dünyada İnsan Kaynakları dünyası bu konuyu tartışıyor. Sosyal medyada işveren markasının konumlandırılması. Yurtdışında şirketlerin çalışanlar tarafından en ince detayına kadar değerlendirildiği siteler var. Hiçbir şirket kendisi hakkında olumlu veya olumsuz yazı yazılmasını, görüş bildirilmesini engelleyemez. Ama buna karşı çeşitli stratejik sosyal medya planları geliştirebilir. Şu an Türkiye’de sosyal medya dünyaya kıyasla şirketlerde uyuklama döneminde. Hatta yasaklı. Ama bu değişecek. Sosyal medya platformları önümüzdeki beş yıl içinde işverenlerin çok aktif yer alması gereken yerler haline dönüşecek. Neden? Olumsuz repütasyonların önüne geçmek için. İşverenler sosyal medyayı yasaklamak bir yana, çözüm ortağı olarak kullanmayı eninde sonunda öğrenecek. Kurumsal kimliğinin gücünü sergileyecek şekilde sosyal medyada varolarak olumsuz söylemleri bertaraf edebilecek.
– Peki interneti, sosyal mecraları bir çeşit özgürlük gibi görüyoruz, aslında değil miyiz?
Sosyal mecralar aslında gerçek hayatın bir yansıması. Kanımca sosyal mecraları sınırsız özgürlük alanı olarak kabul edenler büyük hata yapıyorlar. Gerçek hayatlarımızdaki edimlerimiz bizi nasıl bağlıyorsa, sosyal mecralardaki hal, görüş, yazışmalarımız da eş değer bizi bağlıyor. Kişilik bölünmesi yaşamamak gerek. Ben sokakta ne isem, ekran karşısında da oyum. Hele olay profesyonel hayata gelince, bu konuda şirketlerin esneklik göstermesi zaten beklenemez. Dediğim gibi, şirketler otokratik yapılardır. Bu yapılarda işveren ile işgören bir akit ile bir araya gelir. Bu akit iki tarafa da çeşitli yükümlülükler getirir.
– Sosyal mecralarda yer alanlar bir şey paylaşırken ne kadar güvende? Patronları “blocklamak” mı lazım?
Hayır, tam tersi. Bence patron bir güvence olur. Zannetmeyin ki sizin sosyal medya aktivitelerinizi patron görür. Onların kafalarını kaşıyacak vakitleri yok. Genelde bu tip bilgiler diğer çalışanlar tarafından taşınır yönetime. İşte iş hayatının gerçekleri bunlar. İş hayatındaki rekabetin sanal veya gerçek hayat diye bir ayrımı yok. Ama sanal aktivitelerin sonuçları gerçek hayatı çok olumsuz etkileyebileceği örnekten de hareketle kesinleşiyor.
Dün gerçekleşen İstanbul Üniversitesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Kulübü’nun CV’den Öte Kariyer’den Beri etkinliğinde Pfizer BT Müdürü Ömür Öztaş ile aynı oturumu paylaştım. Ömür Öztaş benden önce söz aldı, konuşmasını sosyal medya ve kariyer üzerine şekillendirmişti. Ömür Öztaş’ı dinlemekten büyük keyif aldım. Çünkü paylaşımları benim aktarmayı planladığım içerik ile birebir örtüşüyordu. İki kişi ancak ayarlasa belki bu kadar birbirlerinin anlattıklarının sağlamasını yapabilirdi.
Twitter ve Linkedin üzerinen kariyer amaçlı yapılabilecekleri detaylı aktaran Ömür Öztaş’tan oturum bitiminde sunumunu Kaynağım İnsan’da paylaşma önerisinde bulundum. Sevinerek kabul etti. Çok teşekkürler Ömür Bey 😀
Diğer taraftan ÖmürÖztaş’ın kendi ismini taşıyan blogunu okuduğumda İK, sosyal medya ve kariyer konuları üzerine yazıları olduğunu da gördüm. Okumanızı tavsiye ederim.
(soldan sağa; Sunipeyk, Ömer Ekinci, ben, Ali Servet Eyüpoğlu, Ufuk Tarhan, Muharrem Taç)
Bugün Cebit Bilişim Euresia kapsamında düzenlenen ‘Dijital ve Mobil Trendler‘ konulu panelde İnsan Kaynakları Danışmanı kimliğim ile konuşmacı olarak yer aldım. Panelin moderasyonunu başarıyla yürüten Ufuk Tarhan‘ın hem açılış, hem de kapanış vurgusu “Gelecek güzel gelecek” sözü, konuşmacı ve dinleyici bütün panel katılımcılarının kulaklarına küpe olacak nitelikteydi.
Ben sunumumu iki ana konu üzerine inşa etmiştim: Sosyal Medya ve İK – Dünya ve Türkiye, 5N1K Dijital İK Pazarlaması – İşveren Markası. 20 dakikalık sunum ve soru cevap performansım içerik bakımından besleyici olmakla beraber, ses ve nefesimi daha iyi kontrol edebilseydim çok daha mutlu olabilirdim. 🙂
Panele konuşmacı olarak katılan Sunipeyk, Ömer Ekinci ve Ali Servet Eyüpoğlu’nu dinlemek ise bana büyük keyif verdi. ‘Başarılı Girişimci’ sıfatları ile Ömer Ekinci ve Ali Servet Eyüpoğlu’nun coşku ile dillendirdikleri projeleri Quizy me ve Mekanist.net, bütün potansiyel girişimci gençlere ilham kaynağı olabilir.
Aşağıda konuşmamda kullandığım sunumuma ulaşabilirsiniz. Sunumdaki Jobvite sitesine bütün fikir arayanların dikkatini çekmek istiyorum. Lütfen inceleyin 🙂
Ayrıca Simge Karanki’ye panele konuşmacı olarak davet ettiği için teşekkür ederim.
Sosyal medyanın özellikle yurtdışında ve giderek artan oranda ülkemizde de işe yerleştirme süreçlerinde kullanıldığını biliyoruz. Örneğin en son Kaynağım İnsan Kariyer’de çıkan ilan üzerinden işe giren bir kişi ile karşılaştım. Çok mutlu oldum.
Diğer taraftan sadece işverenler değil, iş arayanlar da aktif olarak arama süreçlerinde sosyal medyayı kullanıyor. Gazetelerin sarı sayfalarındaki “İş Arayanlar” sütunları şimdi sosyal medyaya taşınıyor.
Yukarıdaki aday Facebook‘a verdiği ilanında Austin’de pazarlama alanında çalışmak istediğini, Magna Cum Laude’den iletişim dalında mezun olduğunu söylüyor ve ilan metnini “Sizinle çalışabilir miyim?” diye bitiriyor.
Siz olsanız bu adayı arar mıydınız?
Sizce bu şekilde ilan vererek işe bulmak şansı artar mı?
Ben ilk defa böyle bir ilan gördüğün için bir İnsan Kaynakları profesyoneli olarak ilgilenirdim.
Aslında, ilan vermek kavramını geniş düşünürsek sadece işverenler için değil, iş arayanlar için de kendilerini tanıtabilecekleri ilan siteleri açılsa hiç fena olmazdı, değil mi? 🙂
Mobbing uluslararası kabul gören tanımlamasıyla kişinin saygısız ve zararlı bir davranışın hedefi olmasıyla başlayan bir süreçtir. Süreç psikolojik şiddet, kuşatma, taciz, rahatsız etme ve sıkıntı verme şeklinde gelişmekte ve devam etmektedir. Kanunen net düzenlemesi olmamakla beraber mobbing sürecine atfedilen gerek Anayasa, gerek İş ve Borçlar Kanunlarında maddeler bulunmaktadır.
İş hayatında mobbing çok ciddi bir problemdir. Ülkemizdeki yorumuyla bir veya birkaç kişi tarafından farklılaşan yöntemlerle psikolojik olarak rahatsız edilen kişiler çoğu zaman neye uğradıklarının farkında bile değillerdir. Hatta birçok mağdur problemin kaynağının kendileri olduğuna bile mobbing uygulayanlar tarafından inandırılabilirler.
Internette “sosyal medyada mobbing” şeklinde bir tarama yaptığımda karşıma hiçbir bir tatmin edici kaynak çıkmadı. Beni bu kavrama ulaştıran ise son birkaç aydır Friendfeed ortamında bir grup insanın bir araya gelerek bir diğer kullanıcıya yönelik son derece haksız, saldırgan ve çirkin şekilde yorumlar üretmeleri oldu. Sistematik olarak gerçekleştirilen bu bezdirici yorum atağını yani aynı olumsuz durumu ben de son bir iki gündür tecrübe etmekteyim. Yapılanın bir temeli olmadığı, amacın sadece kişiyi rahatsız etmek, bezdirmek olduğunu farkettiğimde ciddi bir “mobbing” fiili ile karşı karşıya olduğumu gördüm.
Sosyal medyada mobbing bundan sonra üstüne ciddi yazı üretmeyi düşündüğüm bir konu olarak listemin tepesine yerleşti.
Lütfen konu hakkında siz de düşünün ve farkettiğiniz mobbing girişimlerine izin vermeyin.
Türkiye’de biz İnsan Kaynakları profesyonelleri acaba özellikle ihtiyaç duyduğumuz insan kaynağına ulaşmak konusunda sosyal medyanın gücünün ne kadar farkındayız? Veya sosyal medyayı işe alım süreçlerimizde maliyet düşürücü bir kaynak olarak kullanmak stratejisini geliştirebiliyor muyuz? İş arayan adayları firmamıza sosyal medya üzerinden ulaşmaları için ne derece yönlendirebiliyor, firmamıza ulaşmalarını sağlayacak mekanizmaları ne derece yaratabiliyor, kullanabiliyoruz?
Ben söyleyeyim … ülkemizde hemen hemen hiç.
Ya dünya, onlar sosyal medyayı İnsan Kaynakları işe alım süreçlerinde verimli kullanabilmek için neler yapıyor? İşte bir örnek:
Üye olduğum ve geçtiğimiz aylarda Kaynağım İnsan üzerinden de tanıttığım Human Resources IQ sitesinden bir mesaj aldım bugün. Mesaj Chicago’da düzenlenecek bir İnsan Kaynakları zirvesi haberini veriyordu. Zirvenin adı “İşgücü Temininde Sosyal Medya”
Mesajın içeriği ilgi ile okudum ve okuduklarımı beş madde halinde özetlemenin faydalı olacağını düşündüm. En azından dünyanın öbür ucu işe alım süreçlerinde sosyal medya hakkında neleri tartışıyor takip etmek bizlere zaman içinde ilham kaynağı olabilir.
* İşe alım süreçlerinde kullanılan sosyal medya araçlarının ve stratejilerinin neler olduğu ve hangilerinin firmalara uygun çözüm platfomu olabileceği; Facebook, LinkedIn, Twitter ve diğerleri,
* Kişisel mahremiyet, kabul edilebilir kullanım, tutumlar, vb. konularındaki kaygıları hafifletecek kurumsal sosyal medya politikalarının tasarlanması,
* Kurumların içsel ve dışsal olarak sosyal medya programları nasıl pazarlanır ve yetenekleri kurumlara çekebilmek için sosyal medya nasıl kullanılır?
* Kurumlar sosyal medya İK program yatırımlarının karlılığını üst yönetime nasıl ispatlar?
* Kurumunuzun varlığına dair verilen mesajın istikrarı ve kurumunuzun on line komunitelerdeki reputasyonunun korunma yolları.
Bakalım bizler; Türkiye’deki İnsan Kaynakları profesyonelleri yukarıdaki konuları hararetle ne zaman tartışmaya başlayacağız?
Sevgili dostum Müge Çerman bana adayların internetdeki itibar(reputasyon) durumları ve bunun işe alım sürecindeki etkileri üzerine çok faydalı bir link gördermiş.
Torben Rick blogunda A.B.D., İngiltere, Fransa, Almanya’da 1200 işe alım yöneticisi ve 1200 müşteri(aday) üzerinden yapılmış araştırmalarının İnsan Kaynakları ile ilgili olan bazı başlıklarını tablolaştırarak paylaşmış. Bende tabloyu Türkçe’ye çevirdim.
Yukarıdaki tabloda yer almayan ama yapılan araştırmanın gösterdiğine göre A.B.D ile Avrupa arasında bireylerin internet üzerindeki itibar(reputasyon) durumlarına yaklaşımları gerek işe alımcı, gerekse aday tarafında farklılaşıyor. A.B.D’de işe alımcıların %79’u adayların internetteki reputasyonuna bakarken bu oran Fransa’da %47’lere düşüyor. Fransa’da reputasyona bakmanın doğru olmadığını düşünen İK’cıların oranı da azımsanmayacak kadar fazla; %45.
Benzer bir araştırma Türkiye’de yapılsa eminim A.B.D. için çıkan sonuçların tam tersinin bizde yaşandığını görürdük. Ne İnsan Kaynakları profesyonelleri, ne de aday konumundaki internet kullanıcıları bireysel tanıtımları ve aday araştırması bakımından internetin öneminin henüz yeterince farkında değiller.
Araştırma sonuçlarını çok detaylı olarak veren aşağıdaki sunumu lütfen inceleyin. Türkiye’de dahil olmak üzere kanımca elde edilen sonuçların verdiği ana mesaj:
Internetteki itibarınız(reputasyon), bilinilirlik şekliniz önümüzdeki günlerde, yıllarda işe alımlarda ve kariyerinizde çok büyük rol oynayacak. DİKKAT !
Bu bir tehlike gibi başlangıçta algılansa da, interneti akıllıca kullanan profesyoneller kariyerlerinde kendilerine önemli fırsatlar yaratabilecekler. Aslına bakacak olursanız şimdi bile yaratmıyorlar mı ?