Geçen hafta HR Venue’nun yönetici ortaklarından sevgili Ümit Pembecioğlu ile KAGİDER’in Biz.’de Kahvaltı Toplantı’sına katıldım. KAGİDER, sabahın erken saatlerinde başlayan kahvaltı organizasyonunu her ay düzenliyor ve toplantının son bölümünü de ayın konuğuna ayırıyor. Eylül ayının konuğu televizyondan hepimizin çok iyi tanıdığı ve benim severek takip ettiğim Enver Aysever’di.
Kendimi Enver Aysever’in yerine koyduğumda, bir salon dolusu girişimci kadının karşısına oturmak ve onlara ‘kadınlardan’ bahsetmek kolay olmasa gerek diye düşünüyorum. Peki, Enver Aysever’in performansı nasıldı? Bence etkileyici. Bir insanın tabanda ‘edebiyatçı’ kimliğine sahip olması sadece yazdıklarına değil, konuşmalarına da çok besleyici şekilde yansıyor. “Bir başka yaşam da varolabilir” diyerek bir salon dolusu kadını konuşması boyunca kendisine odaklamayı başardı Aysever.
Aysever’in konuşmasına başlangıcında savunduğu “tembellik hakkı” aslında esnek çalışma modelinden başka birşey değildi. Bir insan, gün içinde yapması gereken işleri bitirdikten sonra arkadaşları ile boğazda buluşabilmeli, edebiyattan, müzikten, sanattan konuşabilmeliydi. Katı kapitalimizin bütünüyle insanı tüketmek üzerine kurulu sisteminden başka bir hayat mümkündü onun için.
Eğitim ve sağlık konusunda Enver Aysever’in nicelik değil, nitelik vurgusu çok yerindeydi. Öğretmenin itibarsızlaştırıldığı, hekimin alçaltıldığı bir sisteme karşı olduğunu söyledi. Bütün çocukların parasız, eşit derecede kaliteli eğitim almak, temiz tuvaletlere girmek hakkı olmalı, doktorların başarısı günde baktıkları hasta sayısına göre değil, hastalık teşhis ve tedavi edebiliyor olmaları üzerinden tartışılmalıydı. Sosyal güvenlik sisteminin çöktüğü, insanın kazandığını harcamak durumunda kalarak giderek insandan mahlüka dönüştüğü bir ortamda şirketlerin duyurdukları misyon ve vizyon cümlelerini çok saçmaydı. Ülkemizin sergilediği mevcut manzarada kadının görüntüsünün de pek parlak olmadığını söylemek yanlış olmazdı.
Aysever, konuşmasına kadın hakkında ‘ahkam kesmekten’ kaçındığını belirterek devam etti. Ancak bu tatlı açılışından sonra kadınlara çok ciddi bir eleştiri getirdi. Aysever, kadınların kişisel gelişimleri için yaşam koçlarına gitmelerinin anlamsızlığını anlattı ve çözümünü de sarsıcı, hatta yürek burkucu şekilde masaya koydu. Bizler, Aysever’in “hiç tanımadım ama tanısaydım aşık olurdum” diyerek hayatında konumlandırdığı Sevgi Sosyal‘ın ‘Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’ kitabını okuyarak dünyayı ve yaşamı çok daha iyi anlayabilirdik. Biz kadınlar, Türkiye tarihi içindeki aydın, devrimci kadınlar Behice Boran, Ayşe Emel Mesci, Büşra Ersanlı, Zeynep Kuray, Nilgün Marmara, Tomris Uyar, Leyla Erbil’i, Osmanlı’daki ilk kadın hareketini başlatan ve erkekler tarafından tımarhaneye atılan Nezihe Muhittin’i bilerek, okuyarak kendimizi geliştirebilirdik. Bu yolla, korkularımızla yüzleşip, mücadele edip bir başka yaşamın varlığını farkedebilirdik.
Enver Aysever’e göre dünya bilgi çağı’nda değil, sezgi çağını yaşamaktadır. Bilgi sıradandır, iktidarlaşmıştır, bilgiyi elinde bulunduran saldırganlaşmıştır. Oysa sezgi, insanı anlama çabasıdır. Artık ürettiğimiz ürünleri alan insanların, neden ürünümüzü tercih ettiğini bilebildiğimiz zaman yaratıcı, yenilikçi olabildiğimiz bir çağdayız. Ve insanları anlayabilmek için Behice Boran’ı, Cumartesi Anneleri’nin çocuklarının kemiklerini arayışlarını, Rachel Dink’ın eşi arkasından haykırışlarını duyumsayabilmemiz gerekir.
Aysever’in konuşmasındaki en dikkat çekici bölümlerden biri annesine olan hayranlığı betimlediği bölümdü. Annesine olan saygısı, ona karşı hissettiği sığınma duygusunu anlatımı, gücüne ve kendisine yerleştirdiği etik değerlere bağlılığı ve annesini “kıblem” olarak sıfatlandırması salondaki anneleri eminim benim kadar duygulandırdı.
Kadınları eve tıkmaya çalışanlara karşı olduğunu çok net belirtti Aysever:
“Kadın sokakta olmalıdır. Kadınlara övgüler “cennet annelerin ayakları altında” söylemleri ile gelişirilir. Neden kadına gün yüzü sadece cennette görünür? Bu dünya neden cehennem olmak zorundadır? Kadın bir çiçek, bir ot değildir, kadın bir bireydir. Erkeklerin bir insanla karşı karşıya olduğunu ciddi şekilde anlama sorunu buluyor. Kadın bedeni üzerinden küfür ediliyor, kadın bedeni üzerinden siyaset yapılıyor. Kadın kutsal değildir, kadın bir insandır. Erkek ve kadın insandır. Kadın üretiyor, kadın sevişiyor, kadın üzülüyor, kadının güzellik sorunu var, kadının ahlaki zaafları var, kadın erkekten hiçbir konuda farklı değil. İşte eşitlik dediğimiz mesele bu. Döğüşmeye gelince, pek zor durumda erkeklerin kuyruklarını sıkıştırıp kaçtıklarını, kadınların hep en ön saflarda olduğunu gördük, örneğin Gezi olayları.”
Enver Aysever’in siyasetteki kadın konusundaki yaklaşımında da mevcut manzarayı eleştirdi, kadın siyasetçinin niteliğinin önemini ön plana çıkarttı. Siyasetteki kadına iki açıdan yaklaştı. Birincisi temsil hakkıydı. Kadın kotasını reddetti. Kadın kolları gibi bir yapıya karşı olduğunu belirtti. Nüfusun %50’sinden fazlasını temsil eden kadınların, meclisinde %50’sini oluşturmasının doğal bir durum olduğunu, hiçbir siyasi partinin %50 milletvekili adayını kadın göstermesinin önünde bir engel olmadığını ve kadın kotası gibi bir uygulamanın yanılgısına düşülmemesi gerektiğinin özellikle altını çizdi. Diğer açı ise, siyasette kullanılan “erkek dili” idi. Erkek dili sadece erkekler tarafından değil, hali hazırdaki kadın siyasetçiler tarafından da kolay geldiği için kullanılmaktaydı. Erkek dili, baskıcı, otoriter, buyurgan, saldırgan, ötekileştiren, yalnızlatırandı. Kadın dili ise çoğulcu, demokratik, dinleyen, anlamaya çalışan, farklılıklardan hoşlanan, birlikte yaşama isteğini vurgulayan. Nasıl bir kadın erkek dili kullanabiliyorsa, erkek de kadın dili kullanabilmeliydi. Kadın siyasetçiden, kadın dili kullanması ve toplumsal bir hayali ve öngürüsü olması beklenmeliydi.
Aysever, toplumdaki ‘analar ağlamasın’ söylemine de karşı çıktı. Bütünüyle erkeklerin geliştirdiği bu söylemde kadının ‘ağlamaması yeten’ gibi konumlandırılması doğru değildir. Kadının yüzü, sadece çocuğunu kaybetmediğinde değil, istihdamı sağlandığında, örgütlenebildiğinde, yerel yönetimlerden başlayarak hayatın her alanında etkin olabildiği zaman ancak gülebilir.
Aysever, kadının barışı çağrıştırdığını ancak pek çok kadının bunun tersi tutumlar sergilediği için “Siyasette hangi kadın?” sorusuna “hepsi” deme enayiliğini göstermeyeceğini de dürüstçe ifade etti.
Benim genel hatları ile Kaynağım İnsan’a taşıyabildiğim konuşmasını Enver Aysever, “İyi sorularım var, cevaplarını bilmiyorum” diyerek ve bir salon dolusu kadını kendisine hayran bırakarak bitirdi.
Konuşması sonrası Enver Aysever’in üç kitabını aldım; Nisan’a Mektuplar, Yaralısın Türkiye, Ayrıntıdaki Şeytan, ve imzalatmayı da ihmal etmedim.
Türkiye’de kadın konusunda düşünen, üreten, eşitlikçi, aydın erkeklerin sayısının artması dileğimle, teşekkürler Enver Aysever, teşekkürler KAGİDER 🙂